Medya - Asker : Kim kimi kullanır?
Sabah'ın eski sahibi Dinç Bilgin'in 28 Şubat'taki medya - asker ilişkilerine dair sözleri Türkiye siyasetinin dününü olduğu gibi geleceğini de aydınlatacak gibi görünüyor. Özetle şunları söyledi Dinç Bilgin:
Ahmet Taşgetiren
# "28 Şubat döneminde her şey zıvanadan çıktı. Söylenmemesi gereken şeyleri söyledik, yapılmaması gereken şeyleri yaptık. Gazeteler, patronları ve yönetimleriyle hadlerini aştılar. Hükümet yıkıp hükümet kurmaya başladılar. Enerji başta olmak üzere bütün kamu ihaleleri medya patronlarına dağıtılır oldu. Medya patronları köpek balıkları gibi her tarafa, her şeye saldırdılar. Her patronun bir bankası vardı. Ben de bunun dışında kalamadım."
# "O devirde bir psikolojik harp vardı. Devletin bazı kademelerinde uzman kişilerce bir plan hazırlanıyor ve uygulama devreye sokuluyordu. Birileri bildirileri size uçuruyor ve yayınlamanızı istiyor. Siz de yayınlamak zorunda kalıyorsunuz. O dönemde her gazetenin askerle teması vardı. İlk önce Ankara büroları devşiriliyordu. Onlar da merkez mutfağı etkiliyorlardı."
# "Andıç olayında Hürriyet'in yayınladığı haberi biz de yayınladık. Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar ve Altan kardeşler hakkında 'Abdullah Öcalan'dan para aldılar' söylentilerine inanmadım ama gazetemi andıçın hazırlandığı merkezden ve kamuoyundan korumak durumundaydım. Hürriyet gazetesi bu haberi yayınladığı için biz de vermeye mecbur kaldık. Ancak şimdi baktığımda doğru yapmadığımızı görüyorum."
# "Kendi menfaatlerimiz için DSP- MHP- ANAP Koalisyon Hükümeti'ni destekledik. Bazı şeyler refleks haline gelmişti. Eski cesur Sabah'ın yerini konformist Sabah almıştı."
Bilgin'in seçtiği kelimeler çok dikkat çekici. Mesela "devşirilme" tabirini kullanıyor. Ne demek bu? Bir devletin veya grubun çıkarı için kullanılmak üzere alınıp, eğitilmek ve görev vermek demek.
Osmanlı'nın devşirme yoluyla alıp yetiştirdiği ve kendi hizmetinde kullandığı Hristiyan çocukları vardı mesela.
Osmanlı'nın son dönem tarihinde Jön Türkler'in, Fransa veya başka Avrupa ülkelerinde "Karşıt devşirme" haline getirildiği ve kendi ülkelerine karşı kullanıldığı anlatılır.
28 Şubat süreci... Askere özel bir misyon yüklenişi... Bu süreçte medya mensuplarının devşirme haline getirilişi ve kullanılışı...
Medya mensuplarının devrişilmeye mukabil bir bedel olarak ihaleler üzerine çöreklenmesi...
Bu elbet görülen bir şeydi; ama "itiraf"ın tadı başka. Bir büyük medya grubunun patronu, öteki grubun durumunu da ifşa edecek nitelikte itiraflarda bulunuyor.
Bakın şu sözlere:
-O devirde psikolojik harp vardı. Devletin bazı kademelerinde uzman kişilerce bir plan hazırlanıyor ve uygulama devreye sokuluyordu.
Bakın şu sözlere:
-Gazeteler, patronları ve yönetimleriyle hadlerini aştılar. Hükümet yıkıp hükümet kurmaya başladılar. Enerji başta olmak üzere bütün kamu ihaleleri medya patronlarına dağıtılır oldu. Medya patronları köpek balıkları gibi her tarafa, her şeye saldırdılar. Her patronun bir bankası vardı. Ben de bunun dışında kalamadım."
Olayın aslında pek çok mağduru var:
1. Gazeteler: Gazetecilik haysiyetini ayaklar altına almışlar.
2. Askerler: Medyanın çıkar hesabı için kullanılmışlar.
3: Siyasetçiler: Asker - medya işbirliği içinde bedel ödemişler.
4. Millet iradesi: Bir oyuna kurban gitmiş.
5. Laiklik adına heyecanlananlar: İhaleler üzerine köpek balıkları gibi saldıranların ekmeğine yağ sürme görevi üstlenmişler.
6. Türkiye: Tek parti dönemi, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve.... 28 Şubat... Sancılar, ameliyatlar altında nice on yıllar... Bir türlü tekerleğin yerden kesilmemesi, uçamayış, hep yere kapaklanış...
7. Ülkenin geleceği: Türkiye hala 28 Şubat sendromundan kurtulmuş değil. Türkiye hala laikliği tartışıyor. Türkiye hala inanç özgürlüğüne vurulan prangaların esareti altında... Türkiye hala millet iradesinin kuşku ile karşılandığı bir ülke.
İtiraflar, siyasi bilinci yükseltiyor.
Olayların sıcak ortamında ve herkesin taraf olmaya zorlandığı şartlarda görülemeyen gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Yaşananları daha iyi anlama imkanı kazanılıyor.
Çünkü Türkiye'de bazı şeyler kroniktir. Bin kere tartışılır, yaşanır, düşülür, kalkılır, gene yaşanır...
Ali Baransel medyanın "Esas duruş" halini anlatmış 12 Eylül'de...
12 Eylül'ün patronu Kenan Evren de anlatmıştı esas duruşa geçenleri, hatta gel gel edenleri...
Şimdi yok mu "Yedekte asker var" diyenler?
Şimdi yok mu Org. Yaşar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'nın, Org. Özkök'ten farklı olacağı umuduna oynayanlar?
Belli ki Org. Özkök, pek çok laik vatandaşımızı kesmedi. Birkaç köşe yazarı Org. Özkök'ü birkaç kere çarmıha gerdi, bıraktı.
-Arasıra esip gürlemeyen askerden Genelkurmay başkanı mı olurmuş!
Bu halet-i ruhiyeyi kaç köşede okursunuz sık sık!
Yeter ki, asker "Heey, yok mu orada kimse?" desin, köşeciklerden başını uzatan uzatana olur. Hele patron için ucunda dev ihaleler gözüküyorsa...
Dinç Bilgin'in itirafları, medyada "Ah nasıl da yapmışız bu işleri" gibisinden epeyce göz yaşı üretti. Peki acaba askeri kesimde nasıl karşılandı? Özellikle şu "ihalelere köpek balıkları gibi saldırma" ifadeleri? Ben asıl onların duygularını merak ediyorum.
Erol Simavi "Biz sistem içinde birinci kuvvetiz, çünkü askeri müdahaleleri bile biz yaptırırız" demişti Özal'a meydan okurken...
Bence, askeri müdahale ve medya ilişkisinde kim kimi kullanır sorusu yabana atılır bir soru değildir.