31 Mart 2007 Cumartesi

Bir avuç ölüm: “Atom”un önlenemeyen öyküsü

Atom kötü değil! O sadece bir madde. Kötü ya da iyi olmasına insanoğlu karar veriyor. Nükleer silahlar uyuşturucu bağımlılığı gibi... Bir defa yapmaya başladığınızda kendinizi durduramıyorsunuz.

Soğuk Savaş döneminde ve hatta devamında üretilen nükleer başlık sayısı (2002 de bile 30 binin üzerindeydi) yerküreyi bir kaç defa yok edecek güce ulaşmıştı. Elbette bu paradoks yeni/modern üretimleri hiç engellemedi. Hoş, Hiroşima ve Nagazaki rezaleti bile engellenememişken... Atom bombasının ve türevlerinin öyküsü; bir yandan bilimin ilginç bir kronolojisini sunarken öte yandan tarihi, politik, ekonomik ve askeri bir düzlem de yaratıyor. Nihayet insanlığın dizginlenemez hırslarını da-akl-ı selim bir bakışa sahipseniz-özetliyor. Atom kötü değil! O sadece bir madde. Kötü ya da iyi olmasına insanoğlu karar veriyor. Bu kararın her zaman doğru olmadığının masalını ise herkesin-yeniden-bilmesi gerekiyor. Yani çıkacak kıssadan hisseye göre masalın sonunda gökten ne düşeceğine yine biz karar vereceğiz.

“Şişman” ve “Ufaklık” kadar ünlü olamadı fakat ailenin en büyük çocuğu oydu aslında... Matrix yapımcıları ismi ondan mı çaldılar bilinmez ama “Manhattan Projesi”nin ilk atom bombası “Trinity”di... 16 Temmuz 1945’de New Mexico-Alamogordo’ya atıldı ve-kardeşlerinin tersine-kimseyi öldürmedi! “Little Boy” ise 6 Ağustos 1945’de ilk anda 200 bin kişiyi yok etti. Hiroşima ile birlikte! Uranyum’lu ilk atom bombasıydı. “Fat Boy” da onun izinden gitti. Plütonyum’u Nagazaki’yi yok etti. Kısa süre önce “hepsinin ölüm gününü” idrak ettik. İnsanlığın yarattığı en rezil silahın 70. yılını!

Günümüze kadar-fizyolojik, psikolojik, sosyal ve politik-etkilerini sürdürmüş olsa da, Atom Bombası gibi bir silahın yeniden ve yeniden üretilmesi hırsından vazgeçilmiş değil. Yarattığı yıkımın çapı, hemcinslerinin yapımı bir yana, “daha iyilerinin” binlerce kez imalini de engelleyemedi.

Gerçekte Atom Bombası’nın hakimiyeti o kadar da uzun sürmedi. İlk kez kullanıldığı 1945 yılından kısa süre sonra “popülerliğini” yitirdi. 1950’lerin ilk yıllarında termo-nükleer bombaların geliştirilmesiyle, atom bombaları stratejik silahlar olmaktan çıkıp taktik silahlar sınıfından sayılmaya başlandı. H Bombası ya da Hidrojen bombası olarak bilinen nükleer stratejik silahlar 60 megatona kadar çıkarılabilen tahrip gücüyle dünyanın yeni kabusu oldular. İki silah arasındaki temel fark basitti... Atom Bombası’nda ağır bir atom çekirdeğinin daha hafif iki çekirdek oluşturacak biçimde bölünmesiyle ortaya çıkan enerjiden yararlanılıyordu. Hidrojen bombasında tersini yaptılar! SSCB’nin 1961’de denediği termo-nükleer bomba Hiroşima’ya atılandan 4 bin kez daha güçlüydü. Bundan sonra da ipin ucu zaten kaçtı.

Nuke!..

Bu türden ilk bomba 1952’de ABD tarafından test edildi. Ardından da SSCB, İngiltere, Çin ve Fransa bu silahı üretti ve kullandı. 1980’lerin sonunda yerküre üzerinde 20 binden çok termo-nükleer bomba bulunuyordu. Bu saçma sapan üretimin rakamsal değerlerinden çok daha tatsız bir gelişmeye de neden oldu bu cins bombalar. Güçleri daha az olmasına rağmen (100 kiloton ile 1.5 megaton arasında) bu bombaların küçük boyları (!) stratejik füzelere ve kıtalararası balistik füzelere yerleştirilmeye başlandı. Bir kaç metre uzunluğundaki bu bombaların dünyanın etrafını 20-25 dakikada dolaşabilecek hızda balistik füzelere irtibatlanması dünyanın huzurunu “topyekun” kaçırdı. Gelişen bilgisayar sistemleri bu füzelerin hedef sapma oranlarını da yok denecek kadar aza indirdi. Böylece herkesin evinde huzurlu oturma günleri sona erdi.

1950’lerden başlayarak 70’li yıllara doğru zirve yapan bu türden silahların yayılmasının engellenmesi çalışması çoğu zaman anlamlı bir sonuca ulaşmadı. Tamamen işe yaramadı demek doğru olmaz belki ama herkesi tam olarak tehtid eden bu silahların varlığına son nokta bir türlü konulamadı. 1957’de IAEA kuruldu. Atom Enerjisi Ajansı ülkelerin bu yoldaki girişimlerini denetlemeye başladı. 1968’de Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) imzaya açıldı ama getirdiği sorumluluklardan “o güne değin nükleer silah üretmiş olan ülkeler” muaf tutuldu. Ne işe yaradı diye sorulabilir ama nükleer silahı olmayan ülkelerin bu silahları yapmasının önüne geçilmesi arzulandı. Tabii bu anlaşmayı imzaladılarsa. Böylece NPT bir güvenlik anlaşması olmaktan çok politik dayatma olarak kaldı.

Türkiye doğal Uranyum rezervlerine sahip bir ülke olmasına rağmen bu pisliğe hiç bulaşmadı. Ama topraklarından uzak tutmayı başaramadı. 1959’da Türkiye ve İtalya gibi NATO üyesi ülkelerin SSCB’den gelebilecek saldırılara karşı nükleer şemsiye altına alınması isteğiyle buralara füzeler yerleştirilmesi kararı alındı ve uygulandı. Çok uzun yıllar sonra, 2006’da, İran kirizi nedeniyle yeniden gündeme gelen nükleer kriz sırasında İnciklik Üssü’nde çok sayıda ancak küçük kuvvetlerde nükleer bombaların bulunduğu gazetelere yansıdı.

Soğuk Savaş döneminde iş gitgide nükleer denge meselesine ve süpergüçlerin hakimiyet kavgasına dönüştü. Sürekli olarak nükleer balistik füze üretildi ve her tarafa yerleştirildi. 1980 ortalarında toplam nükleer silah sayısı 65 bin rakamını aştı. Dünyayı birden çok kez yok edebilecek bu gücün anlamsızlığının herkes farkındaydı ve nükleer bir savaştan kimsenin paçasını kurtaramayacağı biliniyordu. Yine de hız kesilmedi.

SSCB çöktüğünde nispi bir rahatlama oldu. En azından-ne işe yarayacaksa-yeni nükleer silah yapımı düştü. O zaman kadar gelen “azaltma” anlaşmaları moral buldu ve bu silahlar yavaş yavaş yok edilmeye başlandı. 2002 yılında toplam rakam 20 binin biraz üzerindeydi. Sevindirici olmakla birlikte bu tür silahların bini ile yüz bini arasında bir fark olmadığı hala anlaşılmış değil.

Yakın zamana kadar başta ABD olmak üzere bir çok ülke yeni nesil nükleer silahlar ve balistik füzeler üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Sadece ABD’nin bu alana ayırdığı yıllık bütçe 6 milyar dolar. Rusya yeni gelişmelere sıcak bakmıyor ama ama aynı soğukluğu elindeki füzelerin imhası fikrine de gösteriyor. İngiltere, Fransa gibi Avrupa ülkelerinde bir değişiklik görülmezken, Uzak Asya’da Kuzey kore ve Çin çalışmalarını sürdürüyor. Ortadoğu ise malum olduğu üzere fırsat kolluyor.


Ek bilgiler…

NÜKLEER ÖLÜM

Plütonyum 239 ya da Uranyum235 izotopları gibi ağır element çekirdeklerinin bölünmesiyle açığa çıkan enerjiden kaynaklanan büyük patlayıcı güç Atom Bombası’nı oluşturuyor. Bu bölünme, çok hızlı bir zincirleme tepkime içinde bölünebilir çekirdeklerin nötronlarla bombardımanı ile başlatılır. Bir atom bombasının gücü, kimyasal patlayıcalarla yapılmış aynı boyuttaki bir bombayla kıyaslanamayacak denli büyüktür. Patlama esnasında, şok dalgaları ve rüzgar basıncıyla şarattığı etkinin yanı sıra; ısı, ışık veöldürnücü radyasyon yayar. Nükleer silah üretmek, nükleer enerji üretmek için gerekli tesislerin ve bilgilerin ötesinde bilgi, beceri, tesis ve malzeme gerektirmektedir.

Nükleer silahın en temel girdileri, yüksek oranda zenginleştirilmişuranyum (HEU) ve Plutonyum'dur. Bir nükleer silahta kullanılacak uranyumun en az 20 kilo kadar ve yüzde 90'lar seviyesinde zenginleştirilmiş U-235 izotopu içermesi gerekmektedir.

Ancak U-235 izotopunu, doğal oranı olan binde 7'den yüzde 90'lara çıkarmak, yani zenginleştirmek son derece zor ve pahalı teknolojileri gerektirmektedir. Bu teknolojilerin kullanıldığı tesisler çok yüksek oranda enerji sarfederler ve geniş bir alana yayılırlar. Daha az alanda kurulabilen ve daha az enerji tüketen, örneğin, lazer kullanılarak izotop ayırımı yaparak zenginleştirme teknolojileri ise, henüz deneme aşamasındadır ve ancak çok gelişmiş bir kaç ülkenin imkan ve kabiliyetleri dahilindedir. Nükleer silahta kullanılan diğer madde Plutonyum’dur (Pu-239) ve her tür nükleer reaktörün atıklarında belli oranlarda bulunur. Plutonyum, nükleer reaktörlerde enerji üretimi sırasında kullanılan yakıt içindeki U-238 izotopunun bir kısmının nötron ışınlaması sırasında bir nötron kaparak yeni bir bölünebilir elemente (U-239 / Pu-239) dönüşmesiyle yapay olarak oluşur. Plutonyum atık yakıt içinden ancak kimyasal ayrıştırma yoluyla elde edilebilir ve nükleer silah yapımında direkt olarak kullanılabilir. Plutonyum ayrıştırma işlemi son derece ileri teknoloji, bilgi ve tesis gerektirmektedir ve dünyada ancak 10 kadar ülke bu imkana sahiptir.

YA ŞİMDİ OLSA!

Hiroşima ve Nagazaki dışında savaş nedeniyle kullanılmış bir nükleer silah örneği bulunmuyor. Testlerse kısıtlı sonuçlar veriyor. Yine de modern nükleer silahların bir şehre atılması halinde nasıl bir sonucun ortaya çıkabileceği “aşağı-yukarı” kestirilebiliyor. Burada önemli noktalardan birisi şu. Hiroşima’ya atılan atom bombası 12.5 kiloton gücündeydi. Bugün kıtalararası balistik füzeler bile bunun 20 katına yaklaşık güce sahip. Haliyle nasıl bir etki ile karşılaşılabileceği “tam” bilinemiyor. Bilinen kesin bir felaketin yaşanacağı.
Bunların dışında bir nükleer saldırıya uğranıldığında ilk karşılaşılacak etkiler açık... Saniyenin onbinde biri kadar kısa bir sürede gerçekleşen patlamanın ilk etkisi gözleri kör eden bir ışık oluyor. Ardından gelen 300 bin °C’lik ısı etkisi yaklaşık 3 km çapındaki her şeyi yakıyor. Daha sonra patlamanın etkisiyle başlayan ve saatte 1800 km ile esen alev rüzgarı çevredeki her yükseltiyi dümdüz ediyor. Saniyelerle ölçülebilecek bir zaman dilimi içerisinde şehir yok oluyor. Ve bu etkiler henüz atom bombası ile ilgili!

Hidrojen bombalarının-aynı ağırlıkta olsalar bile- etki alanı yarıçapı atom silahlarının 2,5 katı. Bu kaba hesaba göre ilk 7 kilometre içinde herşey ilk anda yanacaktır. Bir nükleer infilakta, ilk önce-silahın kudretine göre yarıçapı değişen-bir ateş topu ortaya çıkar. Ateş topunun merkezindeki ısı güneşteki ısıdan 2-3 defa daha fazladır. Ani Etkiler; Isı, Işık, Ani Nükleer Radyasyon ve Basınç olarak ortaya çıkar ve bir thermo nükleer silahta ilk 7 kilometreye hakim olur. Kullanılan kilotona göre değişiklik gösterse bile kesin olan bu alanda canlı ve ayakta hiçbir şeyin kalmayacağıdır., Kalıntı Etkiler ise daha sonra ortaya çıkar. Nükleer infilakın bütün etkilerini 100 kabul edersek, bu etkilerden: %35'i Isı (Işık ile birlikte gelmektedir), %5i Ani Nükleer Radyasyon, %45'i Basınç, %15'i Kalıntı Etki (Radyoaktif Serpinti) olarak karşımıza çıkar.
Bir nükleer patlama, örneğin nüfus yoğunluğu olan bir şehir üzerinde muazzam bir hasara neden olur. Hasarın derecesi patlamanın merkezine (hiposentr veya yer-sıfır noktası olarak da adlandırılır) olan uzaklıkla değişir. Patlamaya yakınlık derecesiyle hasar artar.

Sıfır noktasında yüksek sıcaklık (300 milyon santigrad derece) neticesinde her şey buharlaşır. Merkezden uzaklaştıkça ölüm ve yaralanmaların büyük bir kısmı, ısı dolayısıyla yanmalar, şok dalgasının yıktığı veya uçurduğu binaların kalıntılarından ve yüksek dozdaki radyasyonun sebep olduğu akut-maruziyettendir. Patlama sahasının ötesinde, ölüm ve/veya yaralanmalar ısı, radyasyon ve ısı dalgasının sebep olduğu yangınlardır. Bu da yaklaşık bir 5-7 kilometre daha demektir. Uzun-vadede, radyoaktif serpinti rüzgarların da yardımıyla daha geniş bir alanı etkiler. Radyoaktif serpinti içindeki parçacıklar su kaynaklarına karışır ve çok uzaklardaki insanlar bu parçacıkları solur veya su ve yiyecekler ile sindirir.

Nükleer patlama kadar doğrudan ölümcül bir etkisi olmasa da çevresel etkileri son derece zararlı olabililir. Nükleer ateş topunun yüksek sıcaklığı ani genleşmeyi müteakip ani soğuma atmosferde bulunan oksijen ve azottan dolayı çok miktarda azot oksitler oluştururlar. Patlayıcının her bir megatonu 5000 ton azot oksit oluşturur. Yüksek tahrip güçlü patlayıcı (fazla megaton) ile yükselen ateştopu bu azot oksitleri stratosfer tabakasına ve dolayısıyla ozon tabakasına taşıyabilecektir. Bir dizi patlama ozon tabakasını önemli ölçüde azaltabilir.
Bir bombanın tahrip gücü, patlama sonucu çevreye eşit derecede zarar verecek kimyasal bir patlayıcı olan trinitro-tolüen' in (bilinen ismiyle TNT) ağırlığı cinsinden verilir. Kimyasal patlayıcıların çevreye zararı ile nükleer bir patlayıcının vereceği zarar arasında binler veya milyon mertebesinde bir fark vardır. Örneğin, Amerikan Minuteman-III Kıtalar Arası Balistik Füzesi içinde bulunan, her biri 170 kt gücünde, ağırlığı yaklaşık 400 kg' dan az olan W62 nükleer başlıkları, patlama sonucu 170 bin ton TNT'ye eşdeğer bir enerji açığa çıkarırlar. Diğer yandan, dünyadaki en güçlü nükleer bombalar, Çinlilerin CSS-4 sistemleri olup; güçleri 5-10 Mt (5-10 Milyon ton TNT' ye eşdeğer) ağırlıkları 5 tondan azdır. Böyle bir silahın kullanılması halinde mesafe/hasar tespitinin 20km’den başlayacağı tahmin edilmekte.

Nedret ERSANEL
nedretersanal@superonline.com

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik