2 Mart 2007 Cuma

Evet, Türk ordusu, beş yüz sene önce de, bugün de, Avrupa için korku ve endişe kaynağıdır.

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nı kaybedince, galip devletlerin, yani Avrupalıların yaptığı ilk iş, Türk ordusunu dağıtmak oldu. Çünkü ordu ayakta olduğu sürece, amaçlarına ulaşamazlardı.

Nitekim Kazım Karabekir komutasındaki 3. Ordu askerlerini terhis etmemiş ve Kurtuluş Savaşı’nın lokomotifi olmuştur. 3. Ordu terhis edilmiş olsaydı, belki de bugün, Sevr’in bize çizdiği sınırlar içerisinde yaşıyor olacaktık. Yani yarım yamalak. Yani utanç içinde.

Hıristiyan dünyasının yüzyıllardır yapmaya çalıştığı şey, Türk milletini bir daha savaşamayacak duruma getirmektir. Bunun için, esirlere bile fena muamele yapmaktan çekinmediler. Geri döndüğünde tekrar silaha sarılmasın, sarılsa bile kullanamasın denilerek, esirlerin kimi kör bırakıldı, kiminin kolu veya bacağı vücudundan alındı.

Osmanlı idaresi, Birinci Dünya Savaşı’nı bıraktığı zaman bile, Türk ordusunun savaşçı kapasitesi bir milyon askeri buluyordu. (Bu, resmi rakamdır.) Avusturya-Macaristan, hatta Almanya bile bu kadar kuvvetli değildi. Dolayısıyla, sadece bizler değil, yabancı tarihçiler de şunu söyler: Osmanlı, yenilmeden kaybetti.

Devletin başındakiler, tıpkı Balkan Harbi gibi, Birinci Dünya Savaşı’nın da ikinci bir raundu olacağına inanıyorlardı. İleriyi görmek işte böyle bir şey...

Balkan Harbi’nin ikinci raundunda Edirne’ye kurtarmıştık. Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci raunda da belki Selanik’i, Batı Trakya’yı, bazı Ege adalarını ve diğer birkaç yeri kurtarabilirdik.

Birincisinde artık yapacak bir şey kalmamış, sadece kaynaklar değil, ümitler de tükenmişti. Yapılacak olan, birincisinden vazgeçip tüm gücümüzle ikincisine, yani İkinci Dünya Savaşı’na hazırlanmak olmalıydı. O gün geldiğinde, belki kaybettiklerimizin önemli bir kısmını geri alabilirdik. (Bu cümleler bana değil, Enver Paşa, Sait Halim Paşa gibi dönemin önemli şahsiyetlerine aittir. Onlar, ikinci raunt geldiğinde, Filistin ve Mısır’ı bile geri almayı planlıyordu.)

Cumhuriyet’ten sonra bizi öyle bir noktaya getirdiler ki, İkinci Dünya Savaşı başladığında, elimizde, korkudan başka bir şey yoktu. Ayrıca zihinsel olarak dejenere olmuştuk. Bu milleti, dolayısıyla bu orduyu ayakta tutan şey, geri plana atılmış, hatta istenmeyen ilan edilmişti. Özetlemek gerekirse, ikinci bir raunt olmuş, fakat buna hazırlıksız yakalanmıştık. Ya da bazı iddialarımızdan vazgeçmiş, kalan sağlar bizimdir politikasına dört elle sarılmıştık.

Sonrası malum. İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmamıza rağmen, Avrupa’nın, ordumuz hakkındaki tutumu değişmedi. Mesela Kıbrıs’ta bir katliam vardı ve Türk ordusunun Ada’ya müdahale etmekten başka çaresi kalmamıştı. Hemen silah ambargosu uygulayıp ordumuzu felç etmeye kalkıştılar.

Kuzey Irak’a yapılan sınır ötesi operasyonlarda da tutumları değişmedi. Amaç, Talabani ve Barzani’yi korumak değil; Türk ordusunun, dolayısıyla Türk milletinin başını kaldırmasını önlemekti.

Evet, Türk ordusu, beş yüz sene önce de, bugün de, Avrupa için korku ve endişe kaynağıdır.

Avrupa Birliği mensuplarının, en ufak bir fırsatta bile Türk ordusuyla ilgili olumsuz açıklamalar yapması boşuna değildir. Mesela ordumuzun küçültülmesinden yana tavır alırlar. “Ordunuz, siyasetçilerin emrinde olsun” derler. Bu elbette doğrudur. Ama siyasetçilerimizin Türk milletinin emrinde olmadığını da pekâlâ bilirler. Tersi olsaydı, emin olun, bu kez “Türk ordusu siyasetçileri dinlemesin” diyeceklerdi.

Tamam, ordunun siyasete karışmasına, iç politikayı ilgilendiren konularda görüş beyan etmesine ben de karşıyım. Ama benim karşı oluşumla Avrupa’nın karşı oluşu aynı kapıya çıkmıyor.

Bunların hepsini neden anlatıyorum?

Hıristiyan Avrupa’nın 1400 ile 1918 yılları arasındaki tarihi, aynı zamanda, bir korkunun tarihidir. Türk ordusunun varlığından kaynaklanan korkunun tarihi...

Hıristiyan Avrupa, bu ordu karşısında alçalmış, ezilmiş, çoğu zaman onurunu kaybetmiştir.

Türk ordusunu yok etmek için hür türlü yola, ittifaka başvurmuşlardır. Hatta araları iyi olmayan Katolikler ve Ortodokslar, konu Türk ordusunu yok etmek olunca, hemencecik birleşmişlerdir.

Projelerin neredeyse tamamı Vatikan çıkışlıdır. Çünkü ordumuz, Hıristiyan dünyasının niyetleri, projeleri karşısında dalgakıran gibi durmasını bilmiştir. Sahip olduğu Fetih ruhu, bu orduyu Orta Avrupa’ya kadar götürmüştür.

Bütün bunları üst üste koyarsanız, Papalığın Türk ordusuna nasıl baktığını görürsünüz.

Nitekim gördük.

Ülkemizi ziyaret eden Papa, Çankaya köşkünde, kendisini karşılayan tören mangasına, bildiğiniz gibi, “merhaba asker” demedi. Buna rağmen, askerimiz “sağ ol” demeyi bildi.

Papa’nın Türk askerine selam vermemesi, bana kalırsa, üzerinde durulması gereken bir konuydu. Ama herkes bu konuyu es geçti. Papa’nın unuttuğu için selam vermediğini söylediler, o kadar.

Her bir ayrıntıyı defalarca hesaplayıp gözden geçiren, onlarca danışmanı olan, ayinde bile bülbül gibi Türkçe konuşan Papa’nın, sıra Türk askerine gelince unutkan olması, üzerinde durulması gereken bir konu. Nitekim duruyoruz.

Bu bir tutumdur.

Kasıtlı yapılmıştır.

Anlamayana davul zurna az. Bizler ise, gördüğünüz gibi, sivrisineğe bile ihtiyaç duymadık.

Eğer herhangi bir İslam beldesinden bir misafir gelseydi ve tören mangasına “merhaba” demeseydi, onun hali acaba ne olurdu? Bence, bu soruyu da cevaplamamız gerekiyor.

(İbrahim Tenekeci - M.Gazete)

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik