Kânûnî Sultan Süleyman’ın Vasiyeti
Zigetvar Kalesi önlerinde, ordu Zigetvar’ı kuşatmış haldeyken hastalanan ve vefat eden Kânûnî Sultan Süleyman’ın
naaşı Süleymaniye Camiine getirildi. Cenaze namazı kılınacaktı.
O gün Süleymaniye Camii cemaate dar geldi. Halkın bir ucu Mercan Yokuşunda, bir ucu Vefa Sokaklarındaydı.
Bir devre mührünü vuran koca sultan, ebediyete uğurlanıyordu.
Namazını Şeyhülislam Ebussuud Efendi kıldırdı.
Namazı kılınmış, fâtihalar okunmuş, defin için kabre yaklaşılmıştı. Sultanın naaşı tam mezarına konacaktı ki,
elindeki çekmeceyi tabutun içine sıkıştırmaya çalışan bir saray ağası Ebussuud Efendinin gözünden kaçmadı.
Ebussuud Efendi derhal seslendi:
“Dur bakayım ağa!” dedi, “Nedir o? Ne yapıyorsun orada?”
Ağa: “Üzerimde bir emanet var efendim. Bunu yerine bırakmam gerek!” dedi.
Ebussuud Efendi: “Olmaz! Böyle bir şey caiz değil” diye kükredi.
Ağa: “Efendim! Sultanımızın vasiyeti bu!” dedi sertçe.
“Vasiyet mi? İçinde ne var onun?” “Bilmiyorum efendim.” “Ver bakayım şunu.” Adamcağız elindeki çekmeceyi uzattı.
Şeyhülislâm bir de ne görsün; verdiği bunca fetvâlar, bunca hükümler kendi mühürleriyle ve imzalarıyla deste
deste paketlenmiş ve çekmeceye doldurulmuştu.
Koca şeyhülislamın rengi uçup gitti. Yüzü kül kesildi. Benzinde bir damla kan kalmadı. Gözleri karardı. Gücü
dermanı kesildi. Yıkıldı, yıkılacaktı. Hemen oracığa çöktü.
İki eliyle başını kavradı ve hıçkırıklara boğuldu.
Etrafındakilerin şaşkın bakışları altında, ağzından fısıltı halinde şu cümleler döküldü:
“Ah Süleyman! Sen kendini kurtardın. Bakalım Ebussuud nasıl hesap verecek?”