11 Mart 2007 Pazar

Türk-Moğol Meselesi

Eski devirlerden beri Türkler'in anayurdunun bir parçası olarak bilinen ve bugünkü Moğolistan ve Mançurya'yı içine alan Asya'nın kuzeydoğu bölgeleri, Hunlar'dan beri türlü Türk boyları ile Moğol ve Mançu gibi diğer Altay kavimlerinin faaliyette bulunduğu sahalar olmuştur. Türkler'in cedleri olarak kabul edilen ve Çin'le daimî bir mücadele halinde yaşayan Hunlar buralardan batıya ve güneye yayıldıkları gibi, 6-8. yy.'lardan itibaren Asya tarihinde siyaset ve kültür bakımından büyük rol oynamaya başlayan Gök-Türk İmparatorluğu'nun merkezi de burası idi.

Ancak denizden uzak ve sert kara iklimine sahip olan ve bilhassa Çin ile daimî bir savaş halinde yaşamayı icabettiren bu bölgeyi, istikbal için karanlık gören Türkler, IX. yy.dan itibaren yavaş yavaş terketmişler ve merkezlerini batıya ve güneybatıya nakletmişlerdir. Türkler'in en eski dil ve kültür âbidesi olarak bilinen Orhon ve Yenisey yazıtları bu bölgelerde meydana gelmiş ve bunların asılları da hâlâ burada muhafaza edilmekle beraber, burası bugün artık bir "Moğolistan" olarak tanınmakta ve Türklükle ilgisi, ancak tarihî bir değer taşımaktadır.

Siyasî ve idarî merkez batı ve güneybatıya kaymakla beraber, Türk boylarının bir kısmı Moğollar'la bir arada veya onlarla komşu bir halde yaşamakta devam etmişler, Moğollar'ın bir kısmı Türkleşirken bazı Türk boylarının da "Moğollaştığı" görülmüştür. Altay'daki Türk boyları ile Moğollar arasındaki buna benzer karşılıklı temas ve kaynaşmalar, XX. yy.'a kadar devam etmiş ve etmektedir. Bu yüzden, Moğollar arasında Türk ve Türkler içerisinde Moğol boy adlarına rastlandığı gibi, bazan da aynı boy adının hen Türk, hem Moğol cemiyetlerinde aynı zamanda kullanıldığı görülmüş, fakat duruma göre bunların bazıları "Türk" bazıları "Moğol" kaynaklı olarak değerlendirilmiştir.

XII. yy.'da tarih sahnesine çıkışlarından önce, Moğollar'ın bu zümreye mensup aşağıda saydığımız boyların, devlet kurma gibi siyasî ve sosyal faaliyetleri bölgesel kalmıştır. XII. ve XIII. yy.'larda, bir cihan imparatorluğu kurulması şeklinde karşımıza çıkan hâdiseler ise, dünya tarihin en önemli sayfalarından biri olup, bundan önceki Hun, Avar, Göktürk devirlirini hatırlatmakta ve bunların birer tekrarı gibi karşımıza çıkmaktadır.

Asya bozkırlarında vücuda getirilen bu son büyük imparatorluğun rehberliğini üzerine alan Cengiz (Çinggiz), kendisinin mensup olduğu Moğol kabilelerini birleştirdikten sonra, Türk boylarını da kendi hâkimiyeti altına alarak, bunların da Moğollar'la beraber hareket etmesini temin etmiştir. Zaten eskiden beri aynı tarihî mukadderata bağlı kalan bu bozkır kabileleri, teşkilât ve iktisadî bünye bakımından olduğu kadar, kültür bakımından da birbirlerine yabancı olmadıkları gibi, bilhassa bu iki millet arasındaki temasların daha sık olduğu hudut boylarında etnik bakımdan da az çok birbirlerinin tesiri altında kalmışlardı.

Bozkır kanunları, bu kanunların doğurduğu hayat şartları ve bunlar üzerine kurulan siyasî birlikler, uzun asırlar süren müşterek tarih içinde, bunların bir kısmını o şekilde birbirine karıştırmış ve yoğurmuştur ki, bu kavimler arasındaki ırk farkları âdeta silinmiş ve bazılarını diğerleri içinde eritmiştir. Birçok Moğol kabileleri daha çok eski devirlerde Türkler içinde temsil edilmiş olduğu gibi, bugünkü Moğollar arasında da bu şekilde temsile uğramış Türk zümrelerini bulmak mümkündür. Türk zümrelerinin bilhassa Moğollar'a yakın sahalarda oturan kısımlarında bunun izlerini bugün bile görmek mümkündür.

Cengiz'in rehberliği altında meydana çıkan Moğollar'ın kısa bir zamanda bu kadar kuvvetli bir teşkilât vücuda getirebilmiş olmaları, Moğollar'ın kendi kuvvetlerinden ziyade, ancak tarihî mukadderatın hazırladığı bu yakınlık sayesinde, Türk kavimlerinin bir kısmının Moğollar'a derhal iltihakının temin edilmiş olmasiyle açıklanabilir. Moğollar'la işbirliği neticesinde bu Türk zümreleri vasıtasıyle komşu Türk kültür merkezlerinin bu teşkilat içerisine alınmış olması, Türk tarihinin gelişmesinin tâyininde de bir unsur olmuştur. Moğol devlet teşkilâtının eski Türk an'anesi üzerine kurulduğunu eskiden beri Türkler'de gördüğümüz ıstılahların aynen kabul edilmiş olmasiyle de isbat edildiği gibi, Türk ülkelerinin doğu kısmında hâkim olan kültürün dini olan burkancılığın Moğollar arasında yayılması ve Uygur alfabesinin bugüne kadar hâlâ Moğollar tarafından kullanılmakta olması da bunun birer delilidir.

Türk-Moğol İmparatorluğu ve Devamı


XII. yy.'ın sonları ile XII. yy.'ın başlarında, yalnız Türk dünyasının değil, o zamanki dünyanın büyük kısmını içine alan Asya ve Avrupa'nın bütün milletlerini yakından ilgilendiren büyük hâdiseler cereyan etmiştir ki, bu da, dünyaya yeni bir nizam vermeye çalışan Türk-Moğol İmparatorluğu'nun kurulması şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu imparatorluğa, kurucusundan dolayı bazan "Cengiz İmparatorluğu", bazan "Moğol" veya "Türk-Moğol İmparatorluğu" (veyahut: "Hanlığı", "Kağanlığı") denmiştir.

İlk devrede bu imparatorluğun hâkim unsuru Moğollar olmakla beraber, devlet genişleyince, kısa zaman içerisinde ahalinin ve askerlerinin büyük bir ekseriyetini Türkler teşkil ettiği gibi, devlet teşkilâtının esasları ve birçok müesseseler de, eski Türk geleneklerinin devamından başka bir şey değildi. Bu yüzden, Cengiz Han'ın kurduğu devlete "Türk-Moğol Hakanlığı" adını vermek doğru olur.

Bu devirde bütün Türk ülkeleri (az bir istisna ile) bir tek imparatorluk halinde birleşmiş durumda idi. Bu büyük imparatorluk, Çin Hindistanı ve Arabistan dışında bütün Asya'yı ve bütün Şarkî Avrupa'yı sınırları içine almıştı. İşte bu bakımdandır ki Türk-Moğol istilâsı ve Hakanlığı, Türk tarihini yakından alâkadar etmektedir. Bazı tarihî hadiseler ve hissî tesirler yüzünden, "Türk-Moğol ve Tatar" konuları yeteri derecede açıklanamadığından veya şahıs ve milletlere göre birbirinden farklı tefsirlere dayanıldığından, yalnız "Türk-Moğol İmparatorluğu" dediğimiz Cengiz devri değil, hattâ onun parçalanmasından doğan Türk devletleri bile bazan Türk tarihinin dışında bırakılmak istenmiştir.

Fakat, şurası da bir gerçektir ki, Cengiz'in kurduğu Hakanlık esas itibariyle Türk tarihinin ayrılmaz bir kısmını teşkil etmektedir. Zaten Cengiz'in kendisi de bazı rivayetlere göre, Türk menşelidir. O zamana kadar, tarihte hemen hemen hiçbir rol oynamamış olan Kerülen nehri yakınındaki kabileler, Yesügey-bağatur'un oğlu Temücin (Temuçin)in dehası sayesinde kısa bir zaman içinde büyük bir faaliyet görtermeğe başladılar.

12. yy.'ın sonlarında tarih sahnesine çıkışları sırasında, Moğolistan ve civarında başlıca şu büyük boylar yaşıyor ve birbirleriyle amansız bir mücadele halinde bulunuyorlardı: İrtiş ile Orhon arasında ve Altay dağlarının kuzeyinde olmak üzere en batıda Naymanlar, onların doğusunda Orhon civarında Kereyitler, onların kuzeyinde, Selenge nehrinin orta ve aşağı mecrasında Merkitler, onların batısında ve Naymanlar'ın kuzeyinde olmak üzere Oyratlar, Büyür gölü civarında Tatarlar ve ilk zamanlarda fazla kuvvetli ve tananmış olmamakla beraber, Cengiz Han tarafından bütün boyların birleştirilmesinden sonra adları umumî bir millî isim haline getirilen Moğol (Manghol)lar bunların başlıcaları idi. Naymanlar ve Kereyitler, Uygur Türklerinin komşusu olmakla kültür bakımından onların tesiri altında kalmışlar, yazı ile birlikte birçok medeniyet ve kültür unsurlarını Uygurlar'dan alan Moğol boylarından bilhassa Naymanlar, diğer komşularına nazaran üstün bir seviyede bulunuyorlardı.

X. yy.'da Moğolistan'da siyasî faaliyetin hızlandığını, Kırgızlar'ın batıya, Yenisey civarına püskürtüldüğünü ve Kuzey Çin'e yerleşen Hıtaylar'ın, Liao adında bir sülâle kurulduğunu görüyoruz. Liao devleti 1225'te yıkılmış ve onların bir kısmı batıya göçerek, Tarım ve Fergana vâdisinde, yüz yıl kadar yaşayan Kara-Hıtay devletini kurmuşlardır.
Halkın esas kitlesi, eski Türkler'de olduğu gibi tabiat dini veya şamanlığı mensup olmakla beraber, Moğol boyları arasında Budizm ve Naymanlar'la Kereyitler arasında Hristiyanlık da yayılmakta, Çin ile olan daimî mücadele ve temas neticesinde Çin kültürü de tesirini göstermekte idi.

Çinliler, kuzeydeki boyları, bazan kendi adlariyle zikretmekle beraber, (mes. Hiung-nu=Hun; T'u,K'üe=Türk), çok defa onları Türk veya Moğol olarak ayırmadan, toptan Tatar(Ta-ta) diye adlandırmışlar, XIII. yy. başlarında ise Moğollar'ı Çin sınırına yakınlıklarına ve medenî seviyelerine göre "Beyaz Tatar", "Kara Tatar" ve "Yabani Tatar" şeklinde gruplandırmışlardır.

Tatar Meselesi


Tatar sözü, gerek Türk ve gerek Moğollar arasında eskiden beri bir boy adı olarak kullanılmakta idi. Ancak, Moğollar'daki Tatarlar'la Türk boyu olan Tatarlar'ın aynı olmadıklarını hatırlatmak yerinde olur. Moğol-Tatarlar, 1202 tarihinde Dalan-Nemürges savaşında Cengiz (Çinggiz) Han tarafından yenilerek parçalanmışlar ve bütün mensupları da diğer boylar arasında taksim edilmişlerdir. Böylece Tatar boyu Moğollar arasında ortadan kalkmakla beraber, bu ad yabancılar tarafından bazan "Moğol", bazan da "Türk" anlamında kullanılmakta devam etmiştir.
Türk dilinin en eski belgelerinde olan Orhon yazıtlarında zikredilen "Tatar" halk adını bazı tarihçiler Moğol, bazıları da Türk menşeli olarak mütalâa etmişlerdir. Fakat Kaşgarlı Mahmûd'un "Divan-ı Lûgat-it-Türk'ünde adı geçen Tatarlar'ın bir Türk boyu olduğunda şüphe olmasa gerek.

Ruslar da Cengiz devri için bazan "Moğol", bazan da "Tatar" adını kullanmışlar, hattâ ondan sonra kurulan ve birer Türk Devleti olan Altın Ordu ve Kazan Hanlığı ve ahalisine hep Tatar demişlerdir. Çarlık devrinde ellerine geçirdikleri bütün diğer Türk boylarına Ruslar toptan "Tatar" demişler, fakat bununla hiçbir zaman "Moğollar"ı kastetmeyip, bu tâbiri yalnız ve yalnız Türk boyları için kullanmışlardır (meselâ: Kazan Tatarları, Kırım Tatarları, Astrahan Tatarları, Kafkasya Tatarları, Azerbaycan Tatarları, Taşkent, Hive, Buhara Tatarları, Kaşgar, Kulca Tatarları, Sibirya, Altay Tatarları, vb.).

Sovyetler devrinde "Tatar" sözünün "Türk" karşılığı olarak kullanılması terkedilerek, bunun yerine her Türk boyunun kendi adını kullanması usulü kabul edilmiş ve siyasî maksatlarla tatbik edilen usulle, birer Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Uygur, Karaçay, Balkar, Azeri v.b. gibi "milletlerin" yaratılmasına çalışılmıştır. Fakat siyasî maksatlarla yürütülen bu tatbikat yanında, Sovyet ilmî edebiyat ve neşriyatında bu toplulukların "Türk" camiasından olduğu inkâr edilemediğinden, Sovyet Türkoloji ilminde bunların hepsi de bir arada mütalâa edilmekte ancak birbirine çok yakın olduğu için "Türk şiveleri ve lehçeleri" dediğimiz tâbirler yerine Sovyet Türkologları, Türk dilleri tabirini kullanmaktadırlar.

Bundan başka, Rus ilim edebiyatında, Rusya içindeki Türk boylarını Türkiye Türkleri'nden ayrı mütalâa etmek için "tyurki, Tyurkskiy" (Türkler, Türkçe), Türkiye Türkleri için ese "Turok, Turki, Turetskiy" (Türk, Türkler, Türkçe) tâbirleri yaratılmıştır. Son yıllarda batı dünyasında da (bilhassa İngiliz ve Amerikan edebiyatında) buna uyularak Rusya'daki Türkler için "Türkic (T.peoples, T. languages" Türk halkları, Türk dilleri), Türkiye Türkleri için "Türkish" tâbirlerinin kullanıldığı görülmektedir. Bu suretle Rusça "Tyurkskiy" ve İngilizce "Turkic" tâbirlerinin, 1917'ye kadar Rusya içindeki Türkler için umumî bir ad olma istidadını gösteren "Tatar" tâbiri yerine kullanıldığı meydana çıkmaktadır.

Bugün "Tatar" sözü bir Türk boy adı olarak ancak "Kazanlı" veya "Kuzey Türkleri" dediğimiz İdil-Ural, Batı Sibirya ve Astrahan ahalisi ile "Kırımlı"lar için kullanılmaktadır. Zikrettiğimiz bu boylar artık bugün bu ismi kendileri de bir halk adı olarak benimsemiş durumdadır.

Cengiz devleti ilk devrelerde Moğollar'dan ibaret iken, kısa zamanda genişleyerek bir cihan imparatorluğu haline gelmiş ve neticede bir Türk-Moğol imparatorluğu şeklini almıştır. Çünkü, Türkler'le meskûn hemen hemen bütün ülkeler bu devletin içine alınmış bulunuyordu. Başka bir çok milletler de bu imparatorluğa mensup olmakla beraber, esas kitle ve nüfusun büyük kısmı(100 yıl Moğol idaresinde kalmış olan Çin istisna edilirse) Türkler'den ibaretti.

Bazıları sulh yolu ile, bazıları savaş neticesinde Cengiz'e tabi olan Türk boyları, kısa zamanda onunla anlaşarak büyük imparatorluğun sosyal, askeri ve idarî bütün işlerine iştirake başlamışlardı. Sayı bakımından imparatorluğun içinde ekalliyette kalan ve kültür bakımından Türkler'e nazaran aşağı seviyede olan Moğollar'ın mühim bir kısmı İslâmiyeti kabul ederek Türkleşmiş, kalanları da esas Moğolistan'a dönmüştür. Böylece imparatorluk parçalandığı zaman, bundan Moğol değil, Altın Ordu, Sibir, Çağatay, İlhanlı gibi yeni yeni Türk devletleri ortaya çıkmış, Moğollar'ın hâkimiyeti eski yurtlarına inhisar etmiştir.


Tatarlar Kimdir ?


"Tatar" sözü, çeşitli zamanlarda değişik anlamlarda kullanılmıştır. Ruslar bu deyimi, yüzyıllar boyunca, Avrupa Rusyası'nda yaşayan Türk soylu Müslümanlar için kullanmışlardır
Batılı yazar ve araştırmacılar "Tatar" kelimesini, Türkistan'da ve Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Türkler için kullanmaktaydılar. Osmanlılar ise, miladî on altıncı yüzyıldan başlayarak "Tatar" deyimini, kuzey Türkleri için kullanmışlardır.
Kırım Hanları için ilk defa Osmanlı Fermanlarında 1696 yılında tatar ifadesi geçmektedir. İslâm dünyasında ilk kullanıldığında, "Tatar" kelimesiyle kastedilen, "Moğol" idi. Miladî on üçüncü yüzyılda yaşamış olan Arap tarihçi İbnül Esir, Moğollardan bahsederken daima "Tatar" kelimesini kullanmaktadır: "Tatarların İslâm ülkelerine gelişi" "Tatarların Türkistan ve Maveraünnehr'e çıkışı" "Kâfir Tatarların Harzemşah üzerine yürüyüşü" gibi. Tabiî şamanist, kısmen budist Moğollardan bahsetmektedir.

Cengiz Han'ın Celâleddin Harzemşah'a yetişmesini anlatırken "Celâleddin (Sind nehrini) geçemedi, Cengiz Han Tatarlarla ona yetişti" demektedir. İbn Kesir (öl.1372), Cengiz Han'ı anlatırken "Tatarların en büyük sultanı, bugünkü meliklerinin babası" ifadesini kullanır.

İbn Haldun da "Bu sultan, Cengiz Han, Tatarların sultanıdır" demektedir. Çok iyi bilindiği gibi Cengiz Han, Moğol hükümdarıdır."Tatar" kelimesi, günümüz Arap araştırmacılar tarafından da "Moğol" yerine kullanılmaktadır. Meselâ, Moğol istilâlarını gösteren haritanın yaftası "Tatar yağması"dır. Moğollar, 1258 de Bağdat'ı işgal edip Abbasî Halifeliğini yıkmadan önce, 1237 de Moskova'yı zaptettiler. Moğol (Tatar) ordusunda en kalabalık zümre Kıpçak Türkleri idi.

Türklerin büyük çoğunlukta olduğu Moğol ordusu, günümüzde Rusya denen bölgeyi, on üçüncü yüzyılın ilk yarısında zaptetmişti. Bu durum, Rusların, Avrupa Rusya'sındaki bütün Türk kökenli Müslümanlara niçin Tatar dediklerini açıklar.

Moğol (Tatar) ordusunun büyük çoğunluğu Türktü; Ruslara göre, bütün Avrupa Rusya'sında yaşayan Müslüman Türkler, Moğolların (Tatarların) torunlarıydı.

Önemle belirtilmesi gereken bir husus da, Moğol (Tatar) ordusunun çoğunluğu Türk olmakla birlikte, bütün komuta kademeleri Moğolların tekelindeydi. Kıpçaklar, Peçenekler ve öteki Türk boylarından gelenler rütbesiz askerlerdi. Abbasî Halifeliğini 1258'de yıkmış olan, Cengiz Han oğlu Tuluy'un oğlu Hülagü ve ordusundan, bütün çağdaş ve sonraki Arap tarihçileri "Tatar" diye bahsettikleri gibi, diğer milletler de, on üçüncü yüzyılda yeryüzünün en büyük devletini kurmuş olan Moğollardan "Tatarlar" diye söz etmektedirler.

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik