26 Şubat 2007 Pazartesi

Orta Asya Türk Tarihine Genel Bir Bakış

Altın Orda hanı Özbek’in neslinden gelenler tarafından yeni bir hanlık kurulmuş, bu hanlığa katılanlara Özbek adı verilmişti. Yeni oluşum Ebul Hayr Han idaresinde iken doğudan gelen Kalmuk ve Oyrat gibi kabilelerin hücumuna uğramış, bu saldırıların birinde ölünce birlik bir an tehlikeye girmişse de torunu Muhammed ?eybani, 1500 yılında Buhara merkezli hanlığını kurmayı başarmıştır. Doğudaki Çağatay siyasi varlığı tamamen ortadan kalkarken, Timur oğulları da siyasi mücadeleyi kaybederek Hindistan çekilmişler, orada Babür Devletini kurmuşlardır. İran’daki bir başka Türk asıllı devlet olan Safevilerin ve kuzey doğularından Kırgızların baskıları üzerine çok kısa zamanda büyük alana yayılmış olan ?eybani Hanlığı, 1510’da Muhammed ?eybani’nin ?ah İsmail ile yaptığı bir savaşta ölümü üzerine zayıfladı. Hatta Harezm bölgesinde aynı hanedan üyeleri, bir kısım Türkmen grubunu(Yamud) da yanına alarak Hive Hanlığını tesis ettiler(1511). Böylece Batı Türkistan’da iki Özbek devleti hüküm sürmeye başladı.

1450’lerden itibaren Özbeklerden ayrılarak bozkırlarda ayrı bir siyasi ve etnik oluşum meydana getiren Kazaklar, 1520’lerde Kasım Han’ın önderliğinde Volga ve Hazar ‘a kadar bütün kabileleri bünyelerine almışlardı. Onların da kuvvetlenmelerini Kalmuklar engelliyordu. Diğer taraftan XV. asrın ikinci yarısından itibaren iyice zayıflayan Altın Ordu Devletinin mirasçısı hanlıkların(Kasım,Kazan,Kırım, Astrahan ve Sibir gibi) birbirleriyle mücadele etmesi, III.Roma İmparatorluğu fikriyle ortaya çıkan Rusların işini kolaylaştırıyordu. 1552’de Kazan 1556’da Kasım hanlıklarını işgal ederek, doğu yönüne doğru harekete geçti. Daha sonra Kalmuklarla işbirliği yaparak Kazak topraklarına doğru ilerledi. Kalmuk baskısı üzerine zor durumda kalan Kazakların Küçük Cüz’ünün hanı Ebul Hayr’ın işbirliği ve yardım talebini iyi değerlendiren Ruslar, geniş Kazak bozkırlarında ilerlemeye başladılar.

Buhara ve Hive hanlıklarının yanında Fergana bölgesinde kalan Özbekler 1710 yılında Hokand Hanlığı adı verilen bir siyasi oluşum meydana getirdiler. Bu birliğe Rusların baskına uğramamış olan Kazakların Ulu Cüz’ü ve Altaylardan Tanrı Dağlarına gelen Kırgızların da önemli bir kısmı katılmıştı.

Orta Asya’nın genelinde Kalmuk, Cungar istilaları kendi aralarında geçinememeleri gibi dertlerle uğraşırken, Ruslar, 1580-1600 arasında Sibir Hanlığını ortadan kaldırdıktan sonra Sibirya istikametinde çok rahat bir şekilde ilerlemişlerdir. Bu arada Kossakların Rus hakimiyetini kabul etmeleri, onlara büyük katkı sağlamıştı. Nitekim bundan sonra 1714 ve 1716 yılları arasında Orta Asya’nın derinliklerine keşif heyetleri gönderdiler. Fakat, ilk keşif heyetleri Hive hanı tarafından etkisiz hale getirilmiştir.

Bu arada İran’daki idare Safevilerden bir başka Türk hanedan ailesi Afşarlara geçti. Nadir ?ah, Buhara ve Hive hanlıklarını teker teker işgal etti. 1747’de ölümü üzerine adı geçen hanlıklar tekrar bağımsızlıklarına kavuştular. Bundan sonra özellikle Merv ve Horasan bölgeleri için başlayan mücadele bu bölgelerde yaşayan Türkmenlerin zarar görmesine sebep olmuştur. XIX. Yüzyılın başlarında başlayan Buhara ile Hive rekabeti eskisinden daha kuvvetli bir düşmanlığa dönüştü. Neticede her iki hanlık da aşırı derecede yıprandı. 1820’lerde Türkmen bölgesinden Hive’ye doğru yolculuk yapan Muravyev’in maksadını dahi anlayamadılar. Ruslar artık hazırlık yapıyorlardı. Orta Asya’yı işgal edeceklerdi.

Buhara Hanı Haydar ?ah (1801-1826) İstanbul’a elçiler göndererek Padişaha biat ettiğini Osmanlı hakimiyetine girdiğini bildirerek yardım istemiştir. Osmanlılar ise Ruslardan çekindiği için uygun bir dille kabul edemeyeceğini bildirmiştir. Ayrıca Hive ve Hokand’lılarla Rus tehlikesine karşı iyi geçinmesini tavsiye etmiştir.

Rus İstilası

Kırım Savaşında (1854-56) Rusların güneye doğru ilerlemesi durdurulunca Ruslar, alt yapısını hazırladıkları Türkistan işgaline ağırlık verdiler. 1847’den 1852’ye kadar Irgız ve Turgay boylarındaki bir çok kaleyi alan Ruslar, 1852’de Gulca anlaşması ile Orta Asya’nın istilası için gerekli hazırlıkları tamamladılar. 1852’deki Rusların Akmescit (Kızılorda) hücümu Hokandlılardan Yakub Bey tarafından başarı ile önlendi ise de daha sonra fazla kuvvet ve özellikle topçu ateşi sayesinde Perovski tarafından işgal edildi. Bundan sonra Akmescit Rus kuvvetlerinin toplandığı önemli bir üs olarak kullanılmaya başlandı. Kırım Savaşından başarısız bir şekilde çıkan Ruslar, Kafkas orduları kumandanı Baryatinski, Milyutin’in de yardımları ile askeri reformlar yaparak ordularını Türkistan’ı işgale hazır hale getirdiler.

Hanlıklar kendi aralarında gereksiz mücadeleye devam ediyorlardı. Bu sırada Hokand Buhara rekabeti kızışmıştı. Dolayısıyla yaklaşan Rus tehlikesinin farkına varamadıkları gibi güçlerinin çok önemli kısmını kaybettiler. Özellikle Buhara Emiri Muzaffereddin (1861-1885), Hokand Hanlığının topraklarının bir kısmını işgal ve ilhak etti.

Askeri hazırlıklarını tamamlayan Ruslar, savaş için bahane yaratarak 1 Mayıs 1864’te harekete geçtiler. Ekim 1864’te Çimkent düştü. Arkasından 23 Haziran 1865’te Taşkent’i ele geçirdiler. 22 Mayıs’ta Alim Kul’un yaralanması üzerine hanlık kuvvetleri çözülmüştü. Ertesi günü yapılan anlaşma ile Hokand Hanlığı Rusya’nın egemenliğine girdi. Hokand’lıların vaktinde yardım talebini kabul etmeyen Buhara Emiri Muzaffereddin, paniğe kapıldı. Petersburg’a gönderdiği elçiler yolda tutuklandı. Kendisi de Rus elçilerini tutuklamıştı. Bunun üzerine harekete geçen Rus kumandan Çernyayev, Çizak’da başarısız olunca görevinden alındı ve yerine General Romanovski atandı. 8 Mayıs 1866’da ansızın bir hücuma kalkan Ruslar, önce Hocend’i işgal ettiler. Buhara Emiri barış teşebbüsünde bulunmasına rağmen Ruslar durmadılar. Ağır bir tazminat ödenmesini talep edince Buhara hanı kabul etmediği gibi İstanbul’a ve Hindistan’daki İngiliz Valiliğine elçilerle mektuplar göndererek yardım istemiş, ancak gerekli cevabı alamamıştır.

Rus işgali hızla devam ederken 1866 yılının Ağustos ayında Petersburg’da bir seri toplantılar sonucunda işgal ettikleri toprakları Rusya’ya ilhak ettiklerini açıkladı. Bir sene sonra da Türkistan Genel Valiliği kurulup başına General Kaufman tayin edildi. Bu valiye 1868 baharında Buhara Emiri yeniden barış teklifinde bulundu ise de yine anlaşma şartları çok ağır olduğu için kabul edilmedi. Savaş yeniden başlayınca 2 Haziran 1868’de Buhara kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Emir Rusların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. 1860’da İranlıları bozguna uğratan Türkmenlerin lideri Kuşid Han , son Rus hücumunu önlemek için harekete geçmiş; fakat, Buhara kuvvetlerinin yenildiğini duyunca geri dönmüştür. Yapılan anlaşmaya göre 500 bin ruble savaş tazminatı ödenecek ve Buhara topraklarının üçte ikisi Ruslara geçecekti. Ayrıca Buhara Emiri’nin kontrol ettiği topraklarda başta ticaret olmak üzere her türlü Rus faaliyeti serbest olacaktı.

Buhara Hanlığı’nın düşmesinden sonra sıra Hive’ye gelmişti. Hive, aslında her zaman Rusların önünde önemli bir engel teşkil etmiştir. Çünkü Hazar Denizi ile Aral Gölü arasında etrafı çöllerle çevriliydi. Ayrıca, üzerlerine tertiplenen birkaç Rus seferi başarı ile önlenmişti. Hazırlıklarını tamamlayan Ruslar, Hive hanı Said Muhammed Rahim (1864-1910)’in barış teklifine aldırmadan dört koldan harekete geçtiklerinde , han İstanbul’a ve Hindistan’a elçi göndermiş, o da Buhara Hanı gibi gerekli desteği alamamıştı. Mart 1873’te başlayan Rus hücumları Hive’ye ulaştı ve Mayıs sonunda şehir kuşatıldı. Fazla direnemeyen şehire giren Ruslara, Yamud Türkmenleri teslim olmayıp geri çekildiler. Bunun üzerine onları takip eden Rus kuvvetleri kadın çoluk çocuk demeden binlerce Türkmen’i katlettiler. Bununla yetinmeyen Ruslar, Hivelileri ve Türkmenleri savaş suçlusu görerek 2 milyon 2 yüz bin gibi çok ağır bir savaş tazminatını ödettirdiler.

XI. yüzyılda Oğuzların büyük kısmının Selçuklular idaresinde batıya doğru kaymasından sonra geride kalanlar, eskiden olduğu gibi kabileler halinde Türkmenler olarak yaşamaya devam ettiler. XIII. Yüzyılda Moğol istilası sırasında epey zayıflasalar da Hazar’ın kuzey doğusunda hayatlarını devam ettirenler rahat bir dönem geçirdi. Horasan ve Maveraünnehir’de yaşayan Türkmenler, Moğol ve Timurlular idaresinde girerken Mangışlak civarındaki Türkmenler yol üzerinde olmadıkları için XVII. Yüzyıl ortasına kadar rahat hayat sürdüler. Kalmuk hücumlarından onlar da zarar gördü. Bir kısmı Hive Hanlığına bağlanırken, Nadirşah’a tabi olan önemli kütleler de vardı.

XVIII. yüzyılın ikinci yarısndan sonra yine İran’daki ve Hive’deki Türk kökenli devletler tarafından baskılara maruz kaldılar. 1835’ten itibaren Merv bölgesine doğru yayılmaya başladılar. Hive ve İran’daki Kaçar hanedanının sürekli hücumlarına maruz kalan Türkmenler, 1855’te Hive hanının ağır bir baskınına uğramışlardı. Ancak, Türkmenler, Hive hanını öldürdüler ve galibiyet elde ederek, onların hakimiyetinden kurtuldular. Müstakilliğe kavuştular. Fakat, İran’daki Kaçar hanedanının hücumları 1860’a kadar sürmüş, bu yılda onları da yemişlerdir.

Hive’nin de düşmesinden sonra Rusların egemenliğine girmeyen 1860’tan beri bağımsız yaşayan Türkmenler kalmıştı . Kırım Savaşı sonrası Orta Asya’ya yönelen Rusların, 1859 yılında hazar’ın doğu sahilindeki Balkan körfezinde kale kurduklarını görmekteyiz. Bu kaleyi üs olarak kullanan Ruslar, ileri hareketle bir çok Türkmen yerleşim yerini tahrip etmişlerdir. Daha sonra Hokand ve Buhara’nın işgali ile uğraştıkları için Türkmenlere fazla baskı uygulayamadıkları anlaşılmaktadır. 1869’da bu hedeflerine ulaşınca Türkmenler üzerine yöneldiler. 1871’e kadar Hazar’ın bütün doğu kıyılarını zaptettiler. 1873’de Hive’ye doğru yapacakları sefer için yol üzerindeki bütün Türkmen kale ve köylerini yakıp yıktılar. Nur Verdi Han, Hive’ye gidip Ruslara karşı Seyyid Muhammed Rahim Han ile görüşmüş ise de onların hücumlarını durduramamışlardır. Hive’nin işgalinin tamamlanması üzerine Yamud Türkmenleri üzerinde büyük katliam yapan Ruslar, 1874’de Kafkas Ötesi Valiliğini kurdular. Valiliğe getirilen Lomakin’in uyguladığı kurnaz politika sonucu bazı Türkmen beyleri Rus hakimiyetini kabul etmeye başladı. Bunun üzerine Kuşid Han ile Nur verdi Han Ruslarla savaşa karar verdiler. Rus Generali Lomakin, 1878 sıralarında Göktepe’ye doğru Kızıl Avrat kalesine kadar ilerlemişti. Türkmenler geri çekilerek hücumlarını boşa çıkarmışlardır.

Bu arada Kuşid Han ölünce Nur Verdi Han, Türkmenlerin başına getirilmişti. Toplanan meclis sonuna kadar Ruslarla mücadele kararı verdi. General Kaufmann’ın doğudan hücum ihtimalinin belirmesi üzerine Nur Verdi Han, Merv’de kalmış, oğlu Berdi Murad Han’ı Göktepe’de görevlendirmişti. 1879’da Ruslar, Ermeni asıllı General İ. D. Lazaryev’i başkumandan olarak atadılarsa da adı geçen şahsın Türkmenistan içlerine ilerlerken ölmesi üzerine üzerine yardımcısı eski kumandan Lomakin geçmiştir. Lomakin ileri harekatla aynı yılın haziranında Göktepe yakınlarındaki Bendesen kalesini ele geçirdi. Nihayet 9 Eylül 1879’da Göktepe’ye korkunç bir hücum başlattılar. Ağır top ve makineli tüfek atışlarıyla sivil halkı katleden Ruslar, Türkmenlerin ani hücumu üzerine zor durumda kaldılarsa da Berdi Murad Han’ın bir top mermisi ile parçalanması üzerine kaçabildiler. Zaten topçu ve mitralyöz atışları ile ağır kayıplar vermişlerdi. Dolayısıyla Ruslar savaş meydanından rahatça kaçabildiler ve Hazar kıyısına kadar çekildiler. Göktepe’deki Türkmen başarısı Orta Asya’daki Rusların yenilmezlik unvanını yok etmişti. Bu başarı Avrupa başkentlerinde ve İstanbul’da yankı uyandırmıştır.

Merv’de doğuda Kaufmann tarafından gelebilecek bir saldırı için kalan Nur Verdi Han, İzgent’te savaş meclisi toplamış ve alınacak tedbirleri görüşmüştü. Ticaret yollarının üzerinde olan ve varlığı ile diğer Türk kökenli topluluklara örnek olabilecek Türkmen ülkesini ele geçirmekten Ruslar asala vazgeçmek niyetinde değillerdi. Yeni hazırlıklara başlayıp komuta değişikliğine gittiler. General Skobelev atandıktan sonra ilk iş olarak Kafkaslardan yeni birlikler getirdi ve Nisan 1880’de Hazar’ı geçerek Türkmen topraklarına girdi. Bu arada Nur verdi Han, 5 Mayıs’ta ölünce oğlu Mahtum Kulu han seçildi. Tıkma Serdar idaresinde Türkmen ordusu karşı koymaya çalıştı ise de topçu ateşi altında bir şey yapamadılar. Ekim başlarında Bami’ye gelen Skobelev, 1 Ocak 1881’de harekete geçerek Yengi Kale’yi aldılar. Göktepe’ye mayın ve toplarla saldıracaktı. Rusların döşediği mayınların çok geç farkına varan Türkmenler ağır zayiat verdiler. Ama yine yılmamışlardı, ne varki 25 Ocak’taki hücumda çok büyük bir katliama uğradıktan sonra Göktepe’yi düşmanlarına kaptırdılar. Kaçan Türkmenler, 1884 yılında Rus tabiyetine girmeyi kabul etmişti. Türkmenlerle daha fazla mücadele eden Ruslar onları çok sıkı kontrol etmişlerdir. Derhal geniş topraklarında pamuk ekimine başlandı.

Tarihleri M. Ö. 201 yılına kadar giden Kırgızlar, asırlarca varlıklarını devam ettirmişler, genellikle Orhun bölgesinde kurulan büyük Türk devletlerine bağlanmışlardır. 1700’lü yıllarda Kalmuk, Cungar , Oyrat baskılarından dolayı Altay’ların kuzeyindeki yerlerini terk ederek Tanrı Dağlarına göç ettiler. Bugünkü torpaklarına yayıldıkları gibi az sonra burada kurulacak olan Hokand Hanlığına bağlandılar. 1855 yılında Kazakistan’ı en doğu ucuna kadar istila eden Ruslar, bugünkü Almatı şehrini Vernıy adıyla kurmuşlardı. Dolayısıyla yakınlarındaki Kırgızlarla da temas ettiler. Ruslar, Kazaklara Kırgız adını verdiği için gerçek Kırgızlara Kara Kırgız demişlerdir. Hokand hanlığı Rusları eline düşünce Kırgızlar da Rus tabiyetine girmek zorunda kalmışlardır.

Çarlık Rusyası İdaresinde Orta Asya

Rusları Orta Asya’yı kolayca istila etmelerinin şüphesiz pek çok sebebi sayılabilir. Fakat, bunların en önemlisi bölgede yaşayan Türk topluluklarının merkezi bir devlet kuramamalarıdır. Osmanlı İmparatorluğunun birlik ve beraberlik için yaptığı telkinleri hiç dikkate almamışlardır. Birbirleri ile uğraşarak zayıf kalmalarına yol açmışlardır. Ayrıca etrafı düşman devletlerle çevrili olduğu için ticari açıdan gelişemediler. Avrupa ve diğer dünyadaki ilerlemelerden haberdar olamadılar. Dolayısıyla bu kapalı kalış gerekli atılımların yapılmasını engelledi. Neticede cehalet ve fakirlik disiplinsizlik yüzünden, üstün silahlarla donanımlı Rus orduları karşısında kahramanca çarpışmalarına rağmen başarılı olamadılar.

Türk ülkelerini işgal eden Ruslar önce idari sistemlerini değiştirdi. Önce Başkırt ve Kazak ülkeleri yeni uygulamalara maruz kalmıştır. Orenburg’da merkez valiliği kuran Ruslar, Kazak ve Başkırt idari sistemlerini düzenlediler. İdarecileri kendileri tayin ediyordu. Özellikle Rusya’ya hizmet edecek kişileri seçiyorlardı. Zaten ekonomik açıdan perişan halde olan halk, onların koyduğu ağır vergilerle daha da zor duruma düşürüldü. Ayrıca binlerce Rus göçmeni getirerek yerleştirmeye başladılar. Rus idaresine karşı ilk ayaklanma Kazaklar arasında 1783 yılında Sırım Batur önderliğinde patlak verdi. On beş sene süren ayaklanma Rusların daha fazla müsamaha ve işgali durduracaklarına dair söz vermeleri üzerine sona erdi. Aslında yine de kolonileştirme bütün hızıyla devam ediyordu. Onbinlerce kilometre karelik alanlarda kaleler inşa ediliyordu. Rus Kossakları(Kazaçik)nın yerleştirilmesi üzerine halk yine ayaklanmaya başladı. Kenasarı ‘nın isyanı 1836’da patlak vermiş on yıldan fazla sürmüştür. Kahramanca savaşlar veren Kenasarı, kendi soydaşları tarafından mağlup edilip öldürülmüştür.

1867’de kurulan Türkistan Genel Valiliği ile de Ruslar yine kendi menfaatlerine hizmet edecek kişileri işbaşına getirmişlerdir. Nitekim Rus taraftarı Hokand Hanı Hudayar’ın ağır vergiler toplaması üzerine 1876’da Abdurrahman Abtabacı önderliğinde isyan çıkmış; iki aydan fazla sürmüştür.

Buhara, Hive ve Türkmen’ler üzerine de aynı politikayı uygulayan Ruslar, yine ağır vergiler topluyorlardı. Ağır bir sömürge siyaseti yürütülüyordu. Rus valilerin ve diğer idarecilerin acımasız tutumu üzerine Çarlık yönetiminin kendisi dahi dayanamamış, 1882’de Veretennikov başkanlığında bir teftiş heyeti göndermişlerdir. Heyetin çıkardığı yolsuzluklar giderilemedi. 1898’de Andican’da İşan Muhammed Sabıroğlu isyan etmiş, ancak kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Rusya’da 1905 ihtilalinin patlak vermesi Orta Asya Türk toplulukları üzerinde nisbeten bir rahatlama getirmiştir.

Türk Dünyasında Kültürel Uyanış

Türkistan’ın kültürel uyanışına en büyük katkı Kazan ve Kırımlılar tarafından yapılmıştır. Uzun süre Rus hakimiyetinden kurtulamayan Kazan ve Kırım Tatarları kendilerini ticarete vermişler ve ekonomik açıdan kalkınmışlardır. Zenginlik onlara modern eğitim ve ilim kapılarını açmıştır. Kendilerindeki bu gelişmeyi Türkistan’a da aktarmışlardır. Böylece Tatar Türkleri, Orta Asya’da yaşayan diğer Türk kökenli topluluklarının modern dünyaya açılan penceresi olmuştur. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Rus işgalinin akabinde dini ilimler yanında modern ilimleri de öğreten Usul-ü Cedid (Yeni Metod) mektepleri de açılmaya başlanmıştır. Buhara’da kurulan Genç Buhara’lıların Ahmed Daniş, Hive’de kurulan Genç Hivelilerin İsmail Hoca liderliklerinde faaliyete geçirdikleri bu mekteplerin sayısı kısa zamanda 5 bini buldu. İsmail Gaspıralı’nın Dilde ,Fikirde İşde Birlik parolası bütün Türk Dünyasında yayılmaya başlamıştı. Neticede Pan-Türkizm ve Pan-İslamizm akımları Türk toplulukları arasında doğdu. Gaspıralı’nın yayınladığı Tercüman ve Orenburg’da Kazakların yayınladığı Vakit Gazeteleri geniş bir sahaya yayıldı.

Bağımsızlık Mücadeleleri

Kültürel uyanma, siyasi uyanmayı da getirdi. Siyasi alandaki bu teşkilatlanma onlara 1905’te Rusya’da kurulan Duma(Meclis)’ya temsilciler gönderme fırsatını verdi. Fakat Ruslar, derhal her türlü önlemi almaya başladılar. Dini, siyasi ve kültürel baskı uygulamaya koyuldu. Ancak, Türk toplulukları Rusya Müslümanlar İttifakı’nı kurarak hakları için mücadeleye devam etmekte kararlı olduklarını gösterdiler. Abdürreşid İbrahim başkanlığındaki bir heyet Rus hükümetine başvurarak siyasi ve kültürel haklarının tanınmasını istemiş, ancak, bu istek Ruslar tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine Kazanlı Yusuf Akçura Bey başkanlığında, Azerbaycanlı Hüseyinzade Ali, Kırımlı Mehmet Esad Çelebizade ve Buharalı Mükimüddin Begcan’dan oluşan bir heyet, Rusya Müslüman Türk Kavimlerinin Haklarını Koruma Cemiyetini” kurarak uluslar arası platformda haklarını aramaya çalıştılar. Stockholm’de kurulan Rusya’daki Yabancı Milletler Cemiyeti’nin Rusya Müslümanları temsilcisi seçilen Abdürreişd İbrahim ile Yusuf Akçura, I.Dünya Savaşının başında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’a bir muhtıra göndererek Rus hükumetini şikayet ettiler ve hürriyetlerinin tanınması için aracılık yapmasını rica ettiler. Yusuf Akçura’nın başkanlığında aynı komite üyeleri Budapeşte, Viyana, Berlin ve Sofya’yı ziyaret edeerek Rus baskısını Avrupa kamuoyuna duyurmaya çalıştılar. Yusuf Akçura ayrıca verdiği konferanslarla Türklerin durumunu ve arzularını dile getirerek bağımsızlıklarının tanınmasını talep etmiştir. Onların bütün bu faaliyetlerine rağmen Rus baskısı devam edince 1916 yılında Milli İstiklal ayaklanması patlak verdi.

I. Dünya Savaşının başlangıcında umulmadık yenilgilere uğrayan Çarlık hükumeti bir kararname yayınlayarak yarım milyon kişiyi askere almaya karar verince, Türk toplulukları büyük bir infialle karşıladı. Daha önce onbinlerce Türkmen ve Azeriyi zorla askere götürmüşlerdi. Sıra kazak ve Özbeklere gelmişti. 1916 Temmuzunda başlayan isyan kısa zamanda bütün Türkistan’a yayıldı. Fakat, ayaklanma teşkilatsız ve lidersizdi. Münevver Kaari, Pehlivan Niyaz, Osman Hoca, Kaari Kamil ve Abidcan Mahmud’un birlik için bir araya gelip toplanmaları bir sonuç vermemiştir. Üstün makineli silahlara sahip olan Ruslar ayaklanmayı 1917 başlarında bastırdığında 673 bin insan hayatını kaybetmişti. 168 bini Sibirya’ya sürülmüş, 300 bine yakını da Doğu Türkistan’a kaçmak zorunda kalmıştı. Bu insanların toprakları Rus göçmenlerine dağıtıldı.

Şubat 1917’deki Bolşevik ihtilali, Türk topluluklarını çok sevindirdi. Fakat, ihtilal idaresinin bütün memurları yerinde bırakması sevincin kısa sürmesine sebep oldu. Getirilen onbinlerce göçmen bu emir ile yerinde kalıyordu. Türkistan’daki Rus idarecileri ihtilal hükümetinin emri ile İşçi, Asker ve Köylü ?urası kurarak, ülkeyi askeri rejimle idareye devam ettiler. Arkasından Geçici Hükümet Encümeni’ni teşkil ederek idareyi sürdüreceklerdi. Bu yeni kurula Türklerden sadece Sadri Maksudi, Muhammedcan Tınışbay ve Ali Han Bökey han’ı kabul ettiler. Azınlıkta oldukları için Türk kökenli üyeler Ruslara hiçbir kararı kabul ettiremediler.

Kongrelerin Etkisi

Bundan sonuç alamayan Türkistanlılar Nisan 1917’de bir Türkistan Müslüman Kongresi düzenledi. Ellerinden zorla koparılan toprakları geri almak, Rus akınını durdurmak ve Müslümanların haklarını aramak için Türkistan Müslüman Merkez ?urasını kurdular. Daha sonra adını Milli merkez olarak değiştirdi. Bu merkez bütün Türkistan’a yayılarak şubeler açtı. Ahmet Zeki Velidi, Kebir Bekir, Efendi Zade Rusça bilen şahıslar olarak Türklerin haklarını Ruslara anlatmakla görevlendirildiler. 4. Duma’da Müslümanları temsil eden Türk liderleri önderliğinde 14 - 24 Mayıs 1917’de Moskova’da Rusya Müslümanları Kongresi yapıldı. Nasıl bir takip edileceğinin tartışıldığı kongrede kendi aralarında büyük anlaşmazlıklar çıktı. Sonunda birleşmiş Rus devletinin içinde bütün Müslümanlara kültür muhtariyeti verilmesi tezini savunanları, Türkler için belirli bir ülke bütünlüğüne sahip olanlara milli muhtariyet ve toprak bütünlüğüne sahip olmayanlara da milli kültür muhtariyetini savunanlar oylama sonunda 271’e karşı 446 oy ile mağlup ettiler. Bu sonucun alınmasında Azerbaycanlı Mehmet Emin Resulzade ile Ali Topçubaşı, Buharalı Ubeydullah Hoca ve Başkırt lideri A.Z.Velidi rol oynadılar. Aynı kongrede bir de Milli Merkezi ?ura kuruldu.

Milli Merkezi ?ura kongrenin kararlarını Ağustos 1917’de Petrograd’da Rus hükümetine ilettiği zaman red cevabı aldı. Bunun moral bozukluğu içinde Türk toplulukları arasında ihtilaflar çıktı. Önceleri Başkırt-Tatar Federasyonu kurmak niyetinde olan bu iki grup ihtilaf yüzünden birbirlerinden ayrıldı. Bunun üzerine Zeki Velidi, diğerlerinden ayrılarak tek başına Muhtar bir Başkurt hükümeti kurma yolunu seçti.

Türkistan’daki İşçi Asker Köylü ?urası temsilcisi Nikora, ihtilalin Rus işçileri ve askerleri tarafından gerçekleştirildiğini, dolayısıyla Türkistan’da idarenin kendi elinde olduğunu, yerli halkın onların verdikleri ile yetinmeleri gerektiğini söylüyordu.

Ekim 1917’de Rus ihtilalcilerinin Kerenski hükümetini devirdikten iki hafta sonra Türkistan’da o ana kadar iş başında bulunan Çarlık ve Kerenski devresi Rusları (asker ve subaylar) Taşkent’te kendi kendilerine bir komünist darbesi yaptılar. Böylece eski mevkilerini orumak istiyorlardı. Aslında komünist fikirlere ilgi duyan Türkistan’da sadece Rus demiryolu işçileriydi. Dolayısıyla Türkistan halkı komünist Rusların Taşkent’teki ihtilaline pek katılmadılar. Ruslar, 15-22 kasım 1917 tarihleri arasında yaptıkları kongre sonunda Türkistan Sovyet Komiserliğini kurduklarını ilan ettiler. Bu komiserliğin tek destekçileri Rus askerleri ile demiryolu işçileri oldu. Bu komünist iktidar temsilcileri Türkistan üzerinde kontrol ve idarenin sadece kendilerinde olduğunu ileri sürüyorlardı.

Halbuki bu durum Lenin ve Stalin’in 2 Kasım 1917’de yayınladıkları, bütün halkların eşitlik ve egemenlik hakkı, halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmeleri, halkların milli ve dini inançlarının serbestçe uygulanması, Rusya’daki milli azınlıklara kendi devletlerin serbestçe kurabilme haklarının olduğunu kabul ve ilan etmeleri şeklindeki beyannameye uymuyordu. Sovyetler aslında yayınladıkları beyanname ile Rus olmayan milletleri oyalamışlardı. Böylece Türkistan muhtariyet girişimlerini önlemek istemişlerdir. Nitekim Tükistan’daki Sovyetler Rus Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyetleri merkez komitesinden aldıkları emir ile 1 Mayıs 1918 de yaptıkları kongrede Sovyetlere bağlı Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyetini kurduklarını ilan ettiler.

Sonradan Türkistan’lıların bu Sosyalist Cumhuriyetlerin idaresi ortak olma teklifini reddettiler. Bu nevi otonom oyunları ile Sovyetler milli haklarına sahip çıkmak isteyenlere büyük darbe indirdiler. Ancak Türkistan Türkleri milli haklarından vazgeçmeyerek mücadeleye devam etmeleri Rusları yeni önlemler almaya sevk etti. Sovyet yönetimi hükümet ve Komünist Partisi adına 8 Ekim 1919’da Türkistan komisyonu kurarak acilen Türkistan’a gönderdi. Bu komisyon sahip olduğu diktatörce yetkilerle faaliyetini Ekim 1919’dan 1923’ün ortalarına kadar özellikle Sovyet iktidarını kuvvetlendirmeye, Türkistan’ın kesin olarak Rusya’ya bağlanmasına ve Rus ile Sovyet aleyhtarı Türkistan milli hareketini yıkmaya sevk etti.

Sovyetleri hedeflerini gerçekleştirmek için Türkistan’da seçtikleri ikinci yol Türkistan Komünist Partisini kurmak oldu. (17 Haziran 1918) Türkler arasında hiçbir komünist bulunmadığı için Türkistan Komünist Partisinin bütün üyeleri tamamen Ruslardan meydana gelmiştir. Birçok kongre düzenlenerek Türkistan’da kalmış yabancı savaş esirleriyle Türklerden komünizm fikrine inanan bazı kişiler parti üyeliğine alındılar.

Komünizme Karşı Örgütlenme Çabaları ve Mücadele

Buna karşı Türk kökenliler hakları için mücadele etmek maksadıyla Müslümanlar bürosu kurarak isteklerini dile getirmeyi düşündüler. Bu hareket kısa zamanda gelişerek Türkistan ve Rus Komünist Partilerinin rakibi ve halkın ümidi haline geldi. Bunun üzerine bir kısım Türk Komünizmin ne olduğunu bilmeden Müslüman Bürosuna destek olmaya ve Komünist partisine girmeye başladılar. Yeterli çoğunluk sağlandıktan sonra 12-18 Ocak 1920’de ki Komünist Partisi kongresinde Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin adını Türk Cumhuriyeti ve Türkistan Komünist Partisinin adını da Türk Komünist Partisi olarak değiştirmeyi başardılar. Sovyet yönetimi Türkistan Cephesi kumandanı Frunze’nin uyarısı üzerine reddetti. Ayrıca 8 Mart 1920’de Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi bu kararı hükümsüz saydı.

Bunun üzerine Eylül 1920’de yapılan bir kongreyle bütün partilerin birleştirilip bir Türkistan Komünist partisi kurulmasına ve bu partinin merkez komitesi nezdinde milli şubenin kurulmasına karar verildi. Kısa zamanda Buhara ve Hive’de Komünist Partisini şubeleri açılarak Komünizmin bütün Türkistan’da yayılmasına çalışıldı. Kazakistan’da ise Nisan 1920’de kurulan Komünist Partisi ise Rus Komünist Partisinin bir şubesi olarak faaliyet gösteriyordu. Bu gaye ile Başkırt ve Tatar illerinde de Komünist Partisi kuruldu. Komünist partisine giren Türklerin sayısı günden güne çoğalıyordu. Bunlar Komünizmi bildikleri için değil sadece kendi milli menfaatlerini korumak maksadıylaydı. Çünkü Türk ülkelerin de kurulan Komünist Partileri üyeleri arasındaki Rus şovenizmi ile Türkler arasındaki Milli cereyanları bertaraf edememiş ve komünist yönetim ile bu iki tarafın ve görüşlerin çekişmesi uzun müddet devam etmiştir.

Rusya’da komünistlerle komünist olmayanlar arasında bir iç savaşın başlaması ve Türkistan’daki Rus komünistlerinin zulmü altında inleyen Türklere bağımsızlıkları için yeni bir fırsat yaratmıştı. Türkistan’da kurulan İslam Şurası ve Ulema Cemiyeti çalışmalarını hızlandırdı. Özellikle İslam Şurası’nın gayretleri Hokand merkez olmak üzere Sovyet aleyhtarı bütün milliyetçiler bir araya gelmeye başladılar. Taşkent’te Rusların asker ve polis kuvveti bulundurarak çalışma imkanı vermemeleri üzerine Hokand merkez seçilmişti. Hokand’da başlayan bu hareket Kazakistan ve Başkurdistan’a uzandı. 1917 ihtilal beyannamesi dahilinde Hokand’da bir halk şurası kurularak Türkistan’ın bir Mahalli Muhtar Cumhuriyet ilanına karar verildi. Şir Ali Lapin başkanlığındaki halk şurası 11 Aralık 1918’de hükümet görevini ifa edecek on kişilik icra komitesini seçti. Halk Şurası ayrıca aldığı bir karar ile Başkırt ve Alaş Orda Kazak hükümetlerinin katılacağı federasyon kurulacağını ilan etti.

Bu karara Başkırt lideri A. Zeki Velidi katılacağını bildirmiş, ancak, Alaş Orda hükümet başkanı Ruslarla işbirliği ümidi taşığı için olumlu cevap vermemiştir. Alaş Orda ve Hokand hükümetlerinin dış işleri bakanlıklarını yürüten Mustafa Çokay ile Alaş Orda’nın içişleri Hokand’ın hükümet başkanlığını yapan Tınışbay’ın bütün çabalarına rağmen Alaş Orda liderinin tavrı değişmemiştir. Bunun üzerine Zeki Velidi ayrı bir Muhtar Başkırt Cumhuriyeti kurmak durumunda kalmıştır. Bu olumsuzluğa rağmen Hokand’da hükümet ve halk Milli Muhtar Cumhuriyeti güçlendirmeye çalıştı. Endişeye kapılan Taşkent’teki Sovyet Komiserliği Ermenilerle takviyeli bir Rus kuvvetini Hokand üzerine gönderdi. 11 - 22 şubat tarihleri arasında süren çarpışmalarda yaklaşık 10 bin Hokandlı katledildi. Neticede ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılmış oluyordu.

1906’da Kazakların kurdukları Kazak Anayasal Demokratik Partisi ile şubat 1917 ihtilaline kadar halk arasında milli uyanışa ve ellerinden alınan toprakların geri verilmesine çalışmışlardır. Mir Yakup Duğlat adlı şairin faaliyetlerinin Kazakların uyanışında etkili olduğunu söylemek mümkündür. Temmuz 1917’de Kazak Anayasal Demokratik Partisi’nin adını Alaş Orda olarak değiştiren Kazaklar, Ali Han Bökey Han başkanlığında Muhtar Kazak Hükümetini kurdular (26 aralık 1917). Yukarıda da söylediğimiz gibi Bökey Han, Başkurt Tatar ve Hokand Muhtariyeti ile birlikte hareket etmeyi kabul etmemişti. Ocak 1918’de Moskova’da Stalin ile görüşen Baytursun başkanlığındaki Alaş Orda heyeti Kazak-Kırgız Muhtar Hükümetinin tanınacağına dair teminat aldı. Aslında Stalin, Rusya’daki iç savaşı düşünerek bu şekilde onları oyalamış, heyet Moskova’dan ayrıldıktan sonra Rus köylü ve işçiler şurasına telgraf göndererek, Kazak milliyetçilerine karşı hareket etmelerini istemiştir. Arkasından Stalin’in emri doğrultusunda kızıl birlikler Alaş Orda hükümetini devirmişlerdir.

Buhara Emirliği Mart 1918’e kadar iç işlerinde serbest olarak Rusya hakimiyeti altında kalmıştı. Genç Buharalılar adlı yenilikçi grup 1917 ihtilalini fırsat bilerek Emir Mir Ali Han’ı devirmek için harekete geçti ise de başarısız kalınca bu yenilikçiler Sovyet Komiserliğinden yardım istediler. Emir, onların ortak hareketini de başarı ile önledi. Bunun üzerine Sovyet hükümeti Buhara’nın bağımsızlığını tanımayı kabul etti. Yeniliçiler ikiye ayrıldı bir kısmı Sovyetlerle tam işbirliğine giderken, Osman Hoca liderliğindeki diğer grup reformcu ve milliyetçi Buhara Cumhuriyeti’ni kurmaya kalktı.

Buhara Cumhuriyetinin varlığı Türkistan’daki Sovyet komiserliğini ve ve kızıl ordu kumandanı Frunze’yi son derece tedirgin etti. Nihayet 28 Ağustos ile 2 Eylül 1920’de Buhara’yı işgal etti. 6 Ekim 1920’de Buhara Halk Kongresi toplanarak Buhara halk Cumhuriyeti ilan edildi. Sovyetler dahi 4 Mart 1921’de bu cumhuriyeti tanımak zorunda kalmıştı. Fakat, Buhara mutlaka sovyetleştirilmesi gerektiğini düşünen Ruslar baskıya devam ettiler. Sovyetler karşı daha sert direnme politikası sergileyen M.A.Muhiddin zorla istifa ettirilerek yerine daha ılımlı olduğu düşünülen Osman Hoca getirildi. Fakat, Osman Hoca da Sovyetlere hiç taviz vermediği gibi Türkistan’a gelmiş olan Enver Paşa ile işbirliği yaparak Ruslara karşı mücadeleyi hızlandırdı. Bu mücadele 1924 yılına kadar sürmüştür.

Hive Hanlığı da Buhara Hanlığı gibi konumunu sürdürüyordu. 1917 ihtilali patlak verdiğinde Hive hanı ile Genç Hiveliler işbirliği yaparak yenilikçi demokratik bir idare tarzını kurmuşlardı. Bu arada Özbekler ile Yamud Türkmenleri arasındaki eski rekabetin yeniden ortaya çıkması durumu değiştirdi. Aralarındaki problem çözülmeyince Türkmenlerin önderi Cüneyd Han Hive’yi kuşattı. Bunu fırsat bilen Sovyetler, bir ordu göndererek kuşatmanın kaldırılmasını sağladılar. Halk Rusların yerine Hive’yi kuşatan Cüneyd Han’ı tercih ediyordu. Nitekim daha sonra onun Ruslarla işbirliği yapan İsfendiyar Han’ı öldürmesine ses çıkarmamıştır. Daha sonra Cüneyd Han’ın kendisi de Sovyetlerle anlaşmak zorunda kalmıştır. Cüneyd Han’a muhalif Özbeklerle Rus askerleri Hive ihtilal taburu kurarak , Kızıl Ordu’yu Hive’ye davet ettiler. Neticede Sovyetler 25 Aralık 1919 ile 25 Ocak 1920 arasında Hive’yi işgal etti. Önce Harezm Halk Cumhuriyeti kuruldu. 13 Eylül 1920’de söz konusu cumhuriyet ile ittifak anlaşması imzalayan Sovyetler, önce Genç Hivelileri iktidardan uzaklaştırdılar ve Ekim 1921’de komünist hükümet kurarak tamamen ele geçirdiler.

Türkmenler de, diğer Türkistan halkları gibi, 1916 ayaklanmasında hareketlenmişlerdi. Yamud Türkmenlerinin önderi Cüneyd Han’a kahramanlığından dolayı Hiveliler dahi yakınlık gösteriyorlardı. Daha sonra Cüneyd Han’ın kendisi de Ruslara yenilmekten kurtulamadı. Buna rağmen Karakum’a çekilen Cüneyd Han, Sovyetlere karşı mücadeleye yeniden başladı. Bu seferki faaliyetlerine diğer Türkmen grupları ve Sovyetlerden kaçan Hiveliler de katılıyordu. Bu arada eski ünlü kumandan Tıkma Serdar’ın oğlu Oraz Serdar, Rus ordusunda albaylığa yükselmişti. Bolşevik ihtilalini fırsat bilerek o da emrindeki Türkmenlerle isyan etti. Fakat başarılı olamadı. Cüneyd Han ise içinde bulunduğu zor şartlara rağmen 1931 yılına kadar Rusları uğraştırdı. 1927 yılındaki son savaşı kaybeden Cüneyd Han önce İran sonra da Afganistan’a gitti. Mücadelesine 1938 yılında ölümüne kadar devam etti. 1918 sonlarında kurulan Türkmenistan Komünist Partisi bünyesinde Türkmenler diğer Türk grupları gibi mücadeleye karar verdiler ve 1924’te Türkmen Sovyet Soyalist Cumhuriyeti ortaya çıktı.

Kırgızlar da 6 Ağustos 1916’da Bişkek’te isyan hareketini başlatmışlardır. Ayaklanmanın liderliğini son Manap’ı yapıyordu. Rus göçmenler silahlandırılmak suretiyle Kırgızlar üzerine saldırtıldı. 673 bin Kırgız’ın öldürüldüğü bilinmektedir. Kırgızlar daha sonra Fergana havalisindeki isyanlara katıldılarsa da diğerleri gibi ağır bozgunlara uğradılar. 1924 yılında Muhtar cumhuriyet statüsü kazanan Kırgızlar 1936 yılındaki düzenleme ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti oldular.

Tatarların da 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra Muhtar Tatar Cumhuriyeti kurmak için mücadeleye atıldılar. Ancak, ön komünist aleyhtarı, daha sonra kızıl ordu tarafından işgal edilerek bağımsızlık mücadeleleri sonuçsuz bırakılmıştır. Bunu üzerine Başkurtlar ile birleşerek Muhtar Tatar Başkurt Cumhuriyeti kurmayı denedilerse de aralarında liderlik yüzünden anlaşmazlık çıktı. Sonunda Sovyet modelinde kurulan Tatar Komünist Partisi’nin idaresinde muhtariyeti kabul etmek zorunda kaldılar.

Başkırtların mücadelesi de hedefine ulaşamamıştır. Ruslar tarafından alınan toprakların iadesi ve Muhtar Başkırt Cumhuriyeti kurmak gibi hedefi olan hareketin liderleri A.Zeki Velidi ve daha sonra aşırı komünist olan Manat idi. Manat kısa süre içinde Stalin ile işbirliği yapıca Zeki Velidi tek kalmıştır. Onun önce kurmak istediği ordunun silahları Ruslar tarafından toplatılmış, çaresiz kalan Zeki Velidi, komünist liderle anlaşmak zorunda kalmıştı. Kazak liderlerinden de işbirliği konusunda yardım alamayan Zeki Velidi, tekrar Sovyetlere dönmüş, Başkurt Muhtar Cumhuriyetinin varlığının garanti edilmesi karşılığında 150 arkadaşıyla birlikte Başkırt Komünist Partisi’ni faaliyete geçirdi. 19 Mayıs 1920’de Sovyetler Muhtar Başkırt Cumhuriyeti’ni fesh ettiler. Bu sırada Zeki Velidi, Moskova’da idi. Ümidi kalmayınca Basmacı hareketine katılmak üzere Moskova’yı terk etti.

Basmacılık ve Son Silahlı Mücadeleler

Milli Muhtariyet girişimlerinin birer birer Sovyetler tarafından ortadan kaldırılması Türkistan’da bağımsızlık ateşini durduramadı. Nitekim Rus ve Sovyet karşıtı çok sayıda kişi silahını alıp mücadele için dağlara çıkmıştır. Bu bağımsızlık hareketi Ruslar tarafından dünyaya önemsiz bir olay gibi Basmacılık(Basan-haydutluk edenlerin) hareketi olarak tanıtılmaya çalışıldı. Türkistan’daki bu ayaklanmanın gücünü köylüler oluşturuyordu. Daha sonra esnaf ve sanatkarlar, din adamları ile reformistler de katılmışlardır. Fakat, ayaklanmanın liderleri olmasına rağmen merkezi bir teşkilatlanmadan yoksudu. 1918 yazına kadar hareketin liderliğini Ergaş Korbaşı yaptı. Daha sonra başa geçen ?ir Muhammed Beg Hacı Koşakoğlu’nun kontrolünde sekiz bölge komutanlığı kurularak teşkilat genişletilmeye çalışıldı. Milli ayaklanmayı yöneten kuvvetler kasım 1919’a kadar Fergana’nın büyük bir kısmını kontrol altına aldılar. Sovyet idarecileri bunun karşısında önce beş kişilik bir ihtilal komitesi, daha sonra üç kişilk Fergana Cephesi kurarak basmacıları bastıracak tedbirler almaya çalıştılar. Bu komiteler ve kızıl ordu başarısız olunca Fergana’da askeri idare tesis edildi. Bu bölgeden sonra Buhara ve Hive’de hızla yayılan Basmacılık hareketini Ruslar eskiden olduğu gibi kısa sürede bastıracaklarını zannetmişlerdi. Ancak, aksine daha da kitlesel hale dönüştüğü gibi Buhara ve Harezm üzerine gönderilen Sovyet birlikleri başarısız oldu.

Cüneyd Han ve diğerlerinin Harezm’de başladığı silahlı mücadeleleri bütün hızıyla devam ediyordu. Buhara’da ise milliyetçi reformistlerin önderliğinde Sovyetlere karşı mücadele başladı. Dolayısıyla üç merkezde gelişen ayaklanmalar, Sovyetlerin Türkistanda varlığını tehlikeye sokuyordu. Bunun için 3 Eylül 1919’da Türkistan Cephesi açtılar. Cephe konutanlığına Frunze tayin edildi. Kendisi 22 ?ubat 19920’de Taşkent’e gelerek milli ayaklanmayı bastıracak planlar yapmaya başladı.

Yeterli sayıda silah olmayışı Türkistan Türklerinin işlerini zorlaştırıyor, kızıl ordu karşısında ağır kayıplar veriyorlardı. Otorite eksikliğini gidermek üzere Fergana’da 24 Eylül 1919’da Mehmed Emin Beğ başkanlığında Fergana hükümeti kuruldu. Silah yardımı için Afganistan’a ve İngilizlere eliçiler gönderildi ise de bir sonuç alınamadı. Ayrıca hükümetin teşkiline rağmen ayaklanmayı idare eden liderler arasında birlik sağlanamamıştı. Üstelik kabilecilik ve bölgecilik de işe karıştırılınca hedefe varma yolunda mesafe kat edilemiyordu. Tam bu sırada Enver Paşa’nın Türkistan’da görülmesi liderliği kabul etmesi mücadeleye yeni bir yön vermiştir.

Enver Paşa, Eylül 1920’de Bakü’deki Doğu Milletleri Kongresinde yeteri kadar bilgi sahibi olduğu Türkistan Ayaklanmasının Buhara’ya vardığında çok kritik bir aşamada olduğunu görünce derhal mücadeleye girişmiştir. Büyük ordulara kumanda etmiş bir şahsiyet olan Enver Paşa’nın ayaklanmaya lider olarak katılması, bütüm mücahitler arsında sevinçle karşılanırken başta Zeki Velidi, Buhara Emiri ile veziri ve bir kısım Sovyet taraftarı tarafından hoş karşılanmamıştır. Bütün muhaliflerine rağmen bütün Türkistan Türklerini içine alacak Orta Asya İslam Devleti kurmak gayesi ile Sovyetlere karşı mücadeleyi başlattı. 19 Mayıs 1922’de Sovyet hükümetine bir ültimatom vererek kızıl ordunun Türkistan’ı terk etmesini istedi. Sovyetlerin Türkistan’dan çekilmeyecekleri anlaşılınca savaş başladı. Top ve makineli tüfeklerden yoksun Enver Paşa’nın ordusunun ilk zaferi Duşenbe’yi Ruslardan kurtarmak oldu.

Fakat, üstün silahlara sahip Rus ordusu 15 Haziran 1922’de Türkistanlı diğer liderlerin yardım etmemesinden dolayı ikinci savaşta Enver Paşa’yı mağlup etti. Buharalı liderlerin yardım talebini geri çevirmeleri üstelik yardım etmek isteyen Afganlıları engellemeleri üzerine Enver Paşa, Duşenbe yakınlarındaki Belcuvan köyüne çekildi. 4 Ağustos 1922’de ansızın Rusların baskınına uğrayıp makineli tüfek ateşiyle şehit oldu. 20 bin mücahidin gözyaşları içinde toprağa verildi. Onun ölümü üzerine Türkistan bağımsızlık hareketleri zayıflamıştır. Diğer taraftan Sovyetler, Türkistan’daki kızıl ordu birliklerini takviye ettiler. 1923 yazından 1924 yazına kadar ayaklanmaya katılanların bölgeleri işgal edildi. Çarpışanların önemli bir kısmı şehit ya da idam edildi. Çok az kısmı da İbrahim Bey önderliğinde Afganistan’a kaçtı ve 30 mart 1931’de vatanına dönerek yeniden mücadeleye atıldı. 3-19 nisan tarihleri arasında yapılan savaşları kaybedince 23 Haziran 1931’de arkadaşları ile birlikte idam edildi.

Komünist Partisi İçinde Mücadele ve Sosyalist Cumhuriyetlerin Doğuşundan Bağımsızlığa

Başladıkları bağımsızlık savaşlarının tamamını kaybeden Türkistanlılar, komünist rejimi içinde hakları için mücadeleye devam ettiler. Münevver Kaari ile Turar Rıskul bu hareketin öncülüğünü yapıyorlardı. Sultan Galiyev, aynı maksatla Moskova’da çalışmaktaydı. Bu kişilerin hedefleri komünist yönetimde Milli bir Türkistan birliği sağlamaktı. Milli Birlik fikri 1921’de daha canlı hale geldi. Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla Buhara’ya gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden İsmail Suphi Soysallıoğlu’nun girişimleri ile Türkistan Milli Birliği Teşkilatı kuruldu. Başkanlığına da Zeki Velidi getirildi. Rusların şiddetli baskıları neticesinde Zeki Velidi, Osman Hoca, ve Müfti Sadruddin Han bölgeden uzaklaşmak zorunda kaldılar. Birliğin diğer ileri gelenlerinden Feyzullah Hoca, 1937 yılına kadar bu mücadeleyi sürdürdü.

Türkistanlıların komünist sistem içindeki durumlarını görüşmek üzere Mart 1924’de Taşkent’te kongre düzenleyen Sovyetler, kongrede birlik aleyhtarı olan Kazak ve Özbek delegeleri kışkırtarak kongreyi tam çıkmaza soktular. Dolayısıyla birlik hazasından çok ayrılık havası hakim oldu. Birliğin ileri gelenlerinden Sultan Hoca, Türkistan’ın ayrı ayrı bölmek istiyorlar diye karşı çıkınca Sovyetler tarafından etkisiz hale getirildi. Bunu takiben ayrı cumhuriyetler fikrini partiler içinde işlemeye başlayıp başarılı oldular. Türkistan’da komünist partileri beraberce Rus komünist partisine müracaat ederek ayrı cumhuriyetler kurmak istediklerini bildirdiler. Bu başvuru üzerine Rus Komünist Partisi durumu görüşerek, Türkistan’daki komünist partilerin isteklerini kabul ettiğini bildirdi (12 Haziran 1924). Bu karara itiraz etmek isteyenler oldu ise de kendilerini dinleyecek merci bulamadılar. Neticede toplanan merkezi toprak komitesi Eylül 1924’te çalışmalarını tamamladı ve bölge şöyle şekillendi: Özbek Sosyalist Cumhuriyeti, Türkmen Sosyalist Cumhuriyeti, Tacik Muhtar bölgesi (Ekim 1924’ten sonra Cumhuriyet, 1929’da Özbekistan’dan ayrıldı), Kırgız Muhtar Bölgesi (1936’da Sosyalist Cumhuriyet statüsü kazandı), Kazak Cumhuriyeti, Karakalpak Muhtar Bölgesi (Kazak Cumhuriyetine bağlı)…

Toprak komitesinin bu çalışmaları Rus Komünist Partisi tarafından onaylandıktan sonra Ekim 1924’te tamamlanarak kurulan Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan Sosyalist Cumhuriyetleri ile, Kırgız ve Karakalpak Muhtar cumhuriyetlerinin kuruluşu gerçekleşmiş oldu.

1924’te Muhtar Kazakistan Sovyet Cumhuriyetinin merkezi Orenburg’tan Kızılorda’ya taşındı. 1928’de ise Almatı’ya taşındı. 1936’da ise tam bir Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti oldu. Sovyet sistemine dahil olmasına rağmen 1925’i takip eden yıllarda Kazaklar büyük bir felaketle karşılaştı. Kolhozloştırma devletleştirme adı altında Kazak ekonomisinin temeli olan hayvancılığa el konuldu ve milyonlarca hayvan telef oldu. Arkasından 1929’da başlayan kıtlık 1932’ye kadar sürdü. Kazak nüfusunun yarısı açlıktan öldü. Ölenlerin sayısının 2 milyon beş yüz bin civarında olduğu bilinmektedir. 1937-38 yıllarında Stalin tarafından Sovyet karşıtı oldukları gerekçesiyle Kazak aydınları katledildi. Sovyet sisteminin daha iyi oturtulabilmesi için 1951’deki kararname ve 1954’teki Taşkent Sovyet Tarihçileri konferansında milli tarihleriyle ilgili konuları inkar etmeleri emredildi. II. Dünya Savaşı bittikten sonra Kazakistan Komünist Partisinin I. Sekreterliğine bir Kazak getirilmişti. O ve diğer yöneticiler Kruşçev’in 1950’deki Bakir Topraklar projesine karşı çıkınca, I. Sekreter Şahahmedov 1954 yılında görevinden alınarak yerine Leonid Brejnev atandı. Uygulanan proje ile 25 milyon hektar otlak arazisi tarım alanına dönüştürüldü. 3-5 Ekim 1956’da Karaganda yakınındaki Temir Tav yerleşim alanında sağlıksız evleri, düşük ücretleri protesto etmek için 1500 kişinin yaptığı direniş sonucunda yüzlerce kişi öldürülmüştür.

1956’da Brejnev’in makamından ayrılmasından sonra yerine Kazak asıllı Din Muhammed Kunayev geldi. Kunayev, Kazak kökenlileri partiye almaya çalıştığı gibi Kazakistan’ın her alanda kalkınması için elinden geleni yapmıştır. Onun 1986’da görevinden alınması ve yerine Genadi Kolbin’in tayin edilmesi sonucu üzerine başkent Almatı’da ayaklanmalar çıktı(16 aralık 1986). Kazak gençleri Kazakistan Kazaklarındır diyerek gösteriler yapmışlardı. Çok sayıda genç öldü ve tutuklandı. Sovyet yönetimi olayları durdurabilmek maksadıyla Kolbin’in yerine 10 Ocak 1987’de Saidullah Kubaşev’i getirdiler. 22 Haziran 1989’da Kazakistan Komünist Partisinin başına Nur Sultan Nazarbayev geldi. Sovyetlerin dağılması sürecinde Kazakistan 16 Aralık 1991’de bağımsızlığını ilan etti.

Kırgızlar da Komünist Partisi çatısı altında kendi milli benliklerini kazanmak ve ülkelerinin kalkınması için çalışmaya başladılarsa da liderleri parti başkanı Abdulkerim Sıddıkoğlu 1925’te sürgüne gönderildi. 1926’da ise K.Kudaykuloğlu ve D.Bakahanoğlu gibi önderler görevden uzaklaştırıldı. 1927-28’deki kolhozlaştırma siyasetinden Kırgızlar da çok zarar gördü. 1926’da Narın’da bir isyan çıktı ise de netice alınamayınca binlerce Kırgız, Çin Halk Cumhuriyetine kaçtı.

Kırgızların Sovyet dönemindeki kaderi de ekonomik zorluklar içinde gelişmiştir. Aslında bir fizik bilgini olan Askar Akayev 27 Ekim 1990’da Kırgızistan devlet başkanı seçildi. Sovyetlerin dağılması üzerine 31 Ekim 1991’de Kırgızistan bağımsızlığını ilan etti.

1924 yılındaki düzenlemede Özbekistan Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştu. Tacikistan Muhtar Sosyalist Cumhuriyeti olarak başlangıçta Özbekistan’a dahildi. Ancak, 1929’da Tacikistan ayrı bir sosyalist cumhuriyet oldu. 1936’da Karakalpak Muhtar bölgesi Kazakistan’dan ayrılıp Özbekistan’a katıldı 1937-38 yılında milliyet oldukları için yapılan kıyımda başbakan Feyzullah Hocayev ve Özbekistan Komünist Partisi I. Sekreteri Ekmel İkramov başta olmak üzere çok sayıda devlet adamı ve aydın idam edildi. II. Dünya Savaşı sonrası Komünist Partinin başına geçen Abdulkadir Muhiddinov, Kruşçev zamanında yaptığı uygulamalarla halka biraz nefes aldırdı. 1959’da onun milliyetçi tutumları dikkat çektiği için görevinde alınarak yerine Şeref Reşidov tayin edilmiştir.

Haziran 1989’da Özbekistan Komünist Partisi başına getirilen İslam Kerimov’un önderliğinde 20 Haziran 1990’da egemenliğini, 31 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etti.

Türkmenler de kendi cumhuriyetlerini 1924’de Sovyet sistemine göre almışlardı. 13 Mayıs 1925 yılında Türkmenistan’ın Sovyetler birliğinin bir parçası olduğu ilan edildi. 1937-38 yıllarında Türkmenistan Yüksek Sovyetinin başkanı Nadirbay Aytakov ile başbakan Gaygısız Atabay sürgüne gönderildi. 1930’lu yıllarda kollektifleştirme sonucu Türkmenler de büyük zarar gördü. 1930-31, 1948 ve 1950 yıllarında Sovyet rejimine karşı direnişler olmuştur.

22 haziran 1990’da egemenliğini ilan eden Türkmenistan, 26 Ekim 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Aslen bir elektrik mühendisi olan Sapar Murad Niyazov (Türkmenbaşı) 1985’te Türkmenistan Komünist Partisi I. Sekreterliğine seçildi. Türkmenbaşı halen Türkmenistan Cumhurbaşkanlığı görevini yerine getirmektedir.

Bibliyografya

Aka, İ., Timur ve Devleti, Tarihte Türk Devletleri, C.I, Ankara, 1987.

Amancalov, K., Turki Halktarının Tarihı, 3 c., Almatı, 1999.

Arat, R. Rahmeti, Karakalpaklar, İslam Ansiklopedisi (İA), C. VI, İstanbul, 1988.

Arat R. Rahmeti. Kazakistan, İslam Ansiklopedisi (İA), C. VI, İstanbul, 1988.

Arat R. Rahmeti, Kırgızistan, İslam Ansiklopedisi (İA), C. VI, İstanbul, 1988.

Barfield, T.J., The Perilous Frontier, Massachusetts 1989

Barthold,V. , Hokand, İslam Ansiklopedisi (İA), C. 5/1, İstanbul, 1950.

Barthold, V., Buhara, İslam Ansiklopedisi (İA), C. 2, İstanbul, 1988.

Barthlod, V., Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, İstanbul, 1927.

Barthold, V., Moğol İstilasına Kadar Türkistan, (Haz. H. D. Yıldız), İstanbul, 1981.

Baştav, ?., Hazar Kağanlığı Tarihi, Tarihte Türk Devletleri I, Ankara, 1987.

Bekmahanov, E., Kazakistan SSR Tarihı, Almatı, 1960.

Cagnat, R., -Jan, M., İmparatorluklar Beşiği (çev. E. Akbulut - A. ?ensulay), İstanbul, 1992.

Chavannes, E., Documents Sur les Tou-kiue(Turcs) Occidentaux, Paris, 1941.

Cüveynî, A., Tarih-i Cihan Güşâ, (çev. M.Öztürk), Ankara, 1988.

Durmuş, İ., İskitler(Sakalar), Ankara, 1993.

Eberhard, W., Çin’in ?imal Komşuları, (çev. N. Uluğtürk), Ankara, 1942.

Golden, P. B., Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara, 2002.

Gömeç, S., Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Konya, 1997.

Grousset, R., Bozkır İmparatorluğu (çev. R.Uzmen), İstanbul, 1981.

Gürün, K., Türk - Sovyet İlişkileri, Ankara, 1991.

Hayıt, B., Rusya ve Çin Arasında Türkistan, Ankara, 1975.

İstoriya Kazakhstana i Sentralnoy Azii, Almatı, 2001.

Kafalı, M., Timur, İslam Ansiklopedisi (İA), C.12/1, İstanbul, 1988.

Kafalı, M., Altın-Orda Hanlığı(1227-1502), Tarihte Türk Devletleri II, Ankara, 1987.

Kafesoğlu, İ., Türk Milli Kültürü, İstanbul 1987.

Kafesoğlu, İ., Harezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara, 1984.

Köymen, M. A., Selçuklu Devleti Türk Tarihi, Ankara, 1992.

Kurat, A. N., IV. - XVIII Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri, Ankara, 1972.

Kurat, A. N. - Temir A., Sibir (Sibirya Hanlığı), Türk Dünyası El Kitabı, C.1-2, Ankara, 1992.

Kuzgun, ?., Hazar ve Karay Türkleri, Ankara, 1985.

Lattimore, O., Inner Asian Frotiers of China, New York, 1988.

Le Strange, The Lands of The Eastern Caliphate, Cambridge, 1905.

Ligeti, L., Bilinmeyen İç Asya (çev. S. Karatay), Ankara, 1986.

Mackerras, C., The Uighur Empire, According to the T’ang Dynastic Histories, Canberra, 1972.

Merçil, E., İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 1991.

Mirza Muhammed Haidar Dughlat, The Tarikh-i Rashidi (İng. çev. E. D. Ross), London, 1895.

Ögel, B., Türk Mitolojisi, Ankara, 1994.

Ögel, B., İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara, 1987.

Özbekistan SSR Tarihi, Taşkent, 1974.

Rasonyi, L., Tarihte Türklük, Ankara, 1988.

Roux, J. P., Moğol İmparatorluğu Tarihi, İstanbul, 2001.

Roux, J. P., Orta Asya, İstanbul, 1999.

Saray, M., Türkistan Türkleri, İstanbul, 1984.

Saray, M., Azerbaycan Türkleri Tarihi, İstanbul, 1993.

Saray, M., Kazak Türkleri Tarihi, İstanbul, 1993.

Saray, M., Kırgız Türkleri Tarihi, İstanbul, 1993.

Saray, M., Özbekistan Türkleri Tarihi, İstanbul, 1993.

Saray, M., Türkmen Tarihi, İstanbul, 1993.

Sinor, D., Erken İç Asya Tarihi, İstanbul, 2000.

Spuler, B., İran Moğolları (çev. C. Köprülü), Ankara, 1987.

Sümer, F., Oğuzlar (Türkmenler), Tarihleri - Boy Teşkilatı - Destanları, Ankara, 1972.

?eşen, R., İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, 1985.

Taşağıl, A., Gök-Türkler I, Ankara, 1995.

Taşağıl, A., Gök-Türkler II, Ankara, 1998.

Togan, Z. V., Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981.

Togan, Z. V., Bugünkü Türk İli Türkistan ve Yakın Tarihi, İstanbul, 1981.

Togan, Z. V., Hatıralar, İstanbul, 1969.

Türkmenistan SSR Tarihi

Oğuz Kaan'ın Türklük Duası

ULU TANRI !.

GÜZEL TANRI !.

GÖK TANRI !.


Sen Türk'ü Türk yurtlarını koru !..

Düşman şerrinden sakla ! TÜRK'ü yiğitlikte daim et ! TÜRK'ü erlik davasıyla yaşat ! TÜRK'ü gerçekçi yap ! TÜRK'ün gönlüne herşeyden önce, hatta kursağına ekmek koymadan evvel TÜRK'lük sevgisini koy ! TÜRK'ü ideal ile yaşat ve ideali hakikat yapmaya çalışsınlar ! Törelerini canları gibi saklat ! TÜRK'e zevk ve rahat verme ! Bilakis zahmete alıştır ! Zahmetle yürekleri, bedenleri demir olsun ! Bu sayede onlara yüksek çalışma kudreti verirsin ! TÜRK'ü faal, cevval edersin. TÜRK'e değişmez bir seciye ver ! Zamanla seciyesi değişmesin, sade tekemmülle tadilat görsün !


ULU TANRI !.

Milli kuvvet, namus, ahlak, azim , sebat, ideal, TÜRKÇÜLÜK ruhu, yurtseverlik, ilim, sanat teşkilatı, intizam, beden kuvveti ve zenginlik ile hasıl olduğundan; TÜRK'e bunları ver ! TÜRK'ten hırsız, namuzsuz türerse hemen kahret ! TÜRK'e benlik, hem de yüksek bir benlik ver ! TÜRK nefsine itimat sahibi olsun ! TÜRK'ü muhakemeli, ciddi adam olarak yarat ! Hissiyatına kapılıp, öfke ile ayaklanmasın ! Birden barut gibi parlamasın ! Daima soğuk kanlı olsun ! TÜRK'ü her milletten cesur yarat ! Öç almayı TÜRK asla unutmasın !

ULU TANRI !.
Namuzsuz bir tek TÜRK yaratacağına, dünyayı yık daha iyi ! Ne kadar korkak TÜRK varsa hepsini helak et ! TÜRK herşeyi mukayese etsin ! Yalnız akıl ve mantık denen şeylere bırakma onu ! Sabırlı, derde dayanıklı olsun ! İradesi çelik gibi olsun ! Dönek TÜRK yaratma ! TÜRK'leri maymun iştahlı yapma ! TÜRK daima ihtiyatla adım atsın ! Kimsenin tatlı diline inanmasın ! Kimseye emniyet olmasın ! Çalışma zekâdan üstün bir kıymet olduğundan, TANRI, sen TÜRK'ü çalışkan et ! TÜRK'ün ömrü çalışma ile geçsin ! Ona daima çalışma aşkı ver ! Hele elbirliği ile çalışmayı alet etsin ! Tembel TÜRK'ü hemen öldür ! TÜRK'e her milletinkinden üstün zeka ver! Zeka ve çalışma; ikisi bir arada olunca TÜRK'ün önünde durulmaz! Milli büyüklüğün tek şartı yüksek ideal, buna alışmak için de yüksek ahlak, fedakarlık ve sebat lazım olduğundan TÜRK'leri ahlaklı, sebatlı ve fedai kıl! TANRI, TÜRK'leri sen kendi elinle birleştir ve herşeyden evvel ruhları birleşsin! Onları tek bir kafa gibi birleştirici kültür sahibi et! TÜRK'ü töresine sadık kıl, Tanrı! TÜRK budunu: Biliniz ki atalar töresi asırların tecrübesi ile husule gelmiş büyük bir hikmettir. Tanrı beni töreye dokunmaktan ve dokundurmaktan sakladı ve saklasın!

ULU TANRI !.
Türk milletini lafçı değil, elinden iş gelir insanlar et ! Bir şey söylemek vazife yapmak değildir. Onu fiilen yapmak ve yaptırmanın vazife olduğunu beyinlere sok !
GÜZEL TANRI !.
Sana hepsinden çok yalvardığım şudur : TÜRK'ü dalkavukluktan kurtar ! Dalkavukluk ve emsali vasıtalara zengin olmaktan koru ! TÜRK'e kötü para hırsı verme ! Dalkavukları yok et !

AMAN TANRI !.
TÜRK aile, töre ve disiplinini her şeyden evvel koru! TÜRK toprağında hürler yaşasın. Adaletten başka bir şey hüküm sürmesin! Sen TÜRK'e tabii şeylere tabiata karşı sevgi ver! TÜRK yurdunda yoksulluk o kadar azalsın ki fakirlik suç sayılsın!

Acunu ( Dünyayı ) Yaratan Yüce Tanrı !.
TÜRK'e insaniyetten evvel TÜRK milletini düşündür. İnsanların insaniyet dedikleri şey, göz boyamak için icat edilmiş bir boyadır. İnsaniyet maskesi taşıyan öyle milletler vardır ki maskelerinin altında canavarlar yaşar. İnsaniyeti gören olmadı. TANRI, TÜRK'e sağlam, sürekli irade ver! Güçlüklerde, sabrını, tahammülünü aynı zamanda gayretini arttır! Ona esas seciye olarak vazife muhabbeti ve mesuliyet duygusu ver! Mesuliyeti TÜRK yurdundan eksik etme! En büyük kuvvetin TÜRKLÜK aşı olduğunu TÜRK'e öğret!

TANRI !.

TÜRKÇE konuşulan, TÜRK'e yurtluk etmiş olan yerleri kıyamete kadar TÜRK'ün hükmü altında bırak !
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN VE YÜCELTSİN...

Patentin Ekonomik Anlamı ve Ekonomideki Yeri

Dünyada birçok ülkede yeni yüzyılın baskın yönelimi haline gelen bilgi ekonomisine geçiş ve bilgi toplumuna dönüşüm söz konusudur. Dünyada yaşanan iletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmelerin, bilgi ekonomisinin oluşmasında rol alan etkenler ile çok yakından ilgili olduğu bilinmektedir. Bilginin kesintisiz, hızlı ve uluslararası ölçekte entegre ağlar üzerinde dolaşımı ve paylaşımının ekonomik değer yaratması üzerine kurulu olan bir dünyada yaşıyoruz. Bilgiye ulaşılabilirliğin geçmişe nazaran çok kolay olması ve bilginin daha hızlı bir şekilde işlenmesi teknolojik yeniliklerin geçmişle karşılaştırılamayacak kadar hızlı bir şekilde artmasına yol açmıştır. Bu ortaya çıkan teknolojik yenilikleri araştırma geliştirme faaliyetleri ile emeği geçenlerin faydalanmasını sağlamaya yönelik en önemli araç patent hakları olmaktadır.

Patent geçici bir süre ile diğerlerini buluş konusu ürünü üretmekten, kullanmaktan, satmaktan ve ithal etmekten belirli süre ile men eden tekel hakkıdır.

Patentin olmadığı bir ekonomik düzende, buluş sahibi ve rakipleri üretim maliyetlerini esas alacaklar ve rekabetçi bir fiyatta bir malı satarak yarışacaktırlar. Bununla beraber sadece buluş sahibi buluş yapmak için bir maliyete katlanmış olacaktır. Buluş maliyetini karşılayamaması onun üretim yapmasını engelleyecektir. Buluş teknolojik ilerlemeyi ifade etmektedir. Buluşun olmaması ekonomik refahı olumsuz olarak etkileyecektir. 18. yüzyıla kadar olan dönemde yapılan buluşlarda kazanç elde edilmesini sağlayacak bir teşvik sisteminin olmaması nedeniyle teknolojik ilerlemenin oldukça durağan olduğu görülmektedir.

Ancak 19. yy. ile birlikte patent haklarının tanımlanması ve buluş yapanların bu şekilde ödüllendirilmesi buluş faaliyetlerinde önemli oranda artış sağlamıştır. Buluş faaliyetlerindeki artışın ise, bu yüzyıldan sonra ülkelerin kalkınmasında son derece önemli etkiye sahip olduğu göz ardı edilemez bir gerçektir.

Bilgi Ekonomisi Temel Özellikler:

Ülkelerin dinamizminin altında yatan en önemli unsur bilgi üretimine dayalı bir ekonomidir. Bu ekonomide ham maddeye sahip olarak elde edilen zenginliğin yerini, yeni fikirlerin ortaya koyulması almaktadır. Bu fikirler önemli oranda teknolojik yeniliklerde kendini göstermektedir.

Dolayısıyla bilgi ekonomisinde “yenilikçilik”, ülkelerin refah seviyelerini yükseltmesini sağlamada en önemli kalkınma güdeleyicisi rolünü üstlenmektedir.

Bilgi ekonomisi olarak nitelendirebileceğimiz günümüz ekonomik düzeninin dört temel özelliği içerdiği söylenebilir. Dijitalleşme (internet ekonomisini, yoğun olarak da elektronik ticareti bu kapsamda değerlendirmek mümkündür), araştırma geliştirme faaliyetlerinin artması, küreselleşme ve insan kaynakları profilinde yaşanan radikal değişim (kurumların insan kaynaklarına dayalı yeniden yapılanması).

İnsanı, üretim faktörlerinden sadece biri olarak sayan 20. yüzyıl ekonomik sistemlerinin aksine, bilgi ekonomisinde fikirlerin çıkış noktası olan “insan” merkeze oturmaktadır. Bir başka deyişle, bireylerin zihinsel aktiviteleri neticesinde ortaya koydukları fikirler bu ekonomik sistemin temel unsuru durumundadır. Fikirlerin bu kadar ön plana çıktığı bir sistemde, bu fikirler sonucunda ortaya çıkan değerin korunması patent yoluyla sağlanabilmektedir.

Bir Hak Koruma Mekanizması: Patent

Bir firmanın gizlilik içinde bir ürün geliştirdiğini ve bunu pazara sunduğunu düşünelim. Bu durumda rekabet yeni ürün üzerindeki karlılığı birden yok edecektir. Böyle bir durumda herkes karlılığın ortadan kalkacağını göreceği için çok az kaynak buluş yapmak için araştırmaya ayrılacaktır. İşte bu olumsuz durumu ortadan kaldırmak amacıyla patent bir hak olarak ortaya çıkmaktadır.

Geçici süre ile tekel hakkının buluş sahibine verilmesi ve diğerlerini bu buluşu üretmekten, kullanmaktan, satmaktan ve ithal etmekten belirli süre ile men etmek olarak patent, bir bakıma buluş sahibine ödül olarak verilen bir hak olarak tanımlanabilir. Bu anlamda patent buluş yapmak için yeterli güdü sağlarken, sınırlı süre ile tanınan hak olması nedeniyle rekabetin ve dolayısıyla rekabete bağlı olarak oluşan yararların ortadan kalkmasını önlemektedir. Bir başka deyişle patent, ekonomik sistemde hem buluş sahibini korumakta, ortaya koyulan çabayı ödüllendirerek teknolojik gelişmeyi güdülemekte, diğer yandan sınırlı bir süre ile verilen bir tekel hakkı olmakla rekabetin gerekliliği kamu yararına korunmaktadır. Patent böylece kişi ve kamu haklarının birlikte gözetildiği bir birbirini dengeleyen bir hak olarak görülmelidir.

Tekel Hakkı Olarak Patent:

Ancak patentin tekel hakkı sağlaması ve tekel hakkının liberal ekonomide çok olumlu bir kavram taşımaması ve fiyatları, rekabete dayalı bir ekonomik düzendekinden daha yüksek tutması nedeniyle eleştiri konusu olmuştur.

Patent sadece tekelin belirli karakteristiklerini, özellikle pazarda satılan bir ürüne ilişkin teknolojinin münhasır hakkını elde etmeyi içermektedir. Burada patentin, bir ürünün tekel hakkının elde edilmesine olanak sağladığı ancak pazar tekeline olanak sağlamadığı göz önünde bulundurulmalıdır.

Patentin Ekonomik Anlamı ve Buluşların Ticarileştirilmesi:

Bilginin ticaretini geleneksel mallara göre yapmak çok daha zordur. Alıcı elde etmek istediği malı görmek isteyecektir. Görülmeyen ve dokunulmayan bir değere ödemede bulunmak ise alıcı için çok zordur. Bu açıdan patent buluş olarak çıkan bir fikrin ticarileştirilmesi anlamına gelmektedir. Kullanılabilme işlevine sahip olmayan bir buluş, pratikte hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Buluştan yararlanan toplum için buluş kullanılarak ürünler üretilmeli ve tüketilmelidir.

Ticarileştirme güdüsü bu anlamda patentler için en önemli argüman olarak ortaya çıkmaktadır. İronik olarak, ticarileştirme güdüsü patentleri haklı gösteren en önemli
neden olmakla beraber, patentlerin en fazla eleştirildiği konu olması açısından da ilginçtir. Eleştirilmesininedeni patentin kendisinin ticareti yapılabilir bir mal olarak ortaya çıkmasıdır. Buna en güzel örnekler “patent troll” olarak adlandırılan patent alım-satımı yapan teşebbüslerdir. Ancak bu eleştirilerin çok haklı olduğu kabul görmemektedir. Nedeni ise, patentin ticarileştirilmesi ve satışa sunulmasının, bir avukatın, doktorun ya da bankacının yapmış olduğu işten çok farklı görülmemesi gerektiğidir.

Patent ve Teknolojik Gelişme:

Patentin bilgi ekonomisinin en önemli girdisi olan teknoloji üzerindeki etkisi ise teknolojik gelişmeyi desteklemesi dolayısıyla olumlu bir nitelik taşımaktadır. Patentin teknolojik gelişme üzerindeki bu etkililiği ekonomide önemli sonuçlar doğurmaktadır. Bu anlamda son on yılda teknolojik gelişmeye katkıda bulunanları belirli bir sürede korumayı amaçlayan patente dayalı fikri mülkiyet hakları politika yapıcıları, şirketler ve çıkar grupları için anahtar bir faktör olmuştur.

Patentin teknolojik gelişmeye etkisine bir örnek olarak, ABD’deki 1970 tarihli Bitki Türlerinin Patentle Korunması Kanunudur. 1960’larda ABD’de yaklaşık 150 yeni bitki türü geliştirilmiştir. 1970’lerde ise patent korumasının sağlanması ile birlikte 3000’nin üzerinde yeni bitki türü geliştirilmiştir. Bu da patentin yenilikçiliğin (innovasyon) tohumlarını attığını açıkça göstermektedir.

Buluşun olmadığı yerde patent olmayacaktır ve teknik ilerleme olmaksızın buluş olmayacağı da açıktır. Bu günün dünyasında, teknolojinin güvenlik ve refahın ön şart olduğu düşünüldüğünde, toplum ve ekonomide teknolojik gelişmeyi güdüleyen patentin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Uzun dönemde düşünüldüğünde teknolojik gelişmenin olmaması üretimin olmamasına, üretimin olmaması büyümenin olmamasına yol açacaktır. Büyümenin olmamasının ise refah kaybına yol açacağı açıkça görülecektir.

Teknoloji, ülke ekonomilerinde tüm değişimlere yönelik en büyük belirleyici unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Teknolojiye dayalı iş yapma yöntemleri ekonomik büyümeye yol açmaktadır. İşte teknolojinin iş hayatındaki bu önemine bağlı olarak patentin önemi geçtiğimiz on yılda git gide artmıştır.

Bu günün teknolojiye dayalı ekonomisinde patentler, rekabet avantajı getiren bir hak olarak görülmektedir. Özellikle 2. Dünya savaşı sonrasından bu yana GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) görüşmeleri çerçevesinde, ülkeler arasında ticareti engelleyici unsurların kaldırılmasında önemli oranda aşama kat edilmiştir. Buna bağlı olarak kaynakların dağılımında etkinliği artıran ve en yararlı teknolojinin kabul edilmesini teşvik eden pazar ekonomisi girişimciler için çok olumlu bir çevre oluşmasını sağlamıştır.

Patent Hakları ve Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerine Etkisi:

Bu paralelde, patente dayalı koruma sisteminin gelişmiş olması ve nihayetinde etkin bir yaptırım uygulamayı sağlayan gelişmekte olan ülke ekonomilerine doğrudan yabancı yatırım yapılmasının önemli oranda arttığı gözlemlenmektedir. Patent haklarının sıkı bir şekilde korunması yabancı yatırımlarda önemli oranda artışa yol açmakta ve bu yatırım artışları yenilikçilik kapasitesinin yükselmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu şekilde ülkeler arasında dinamik bir rekabet ortamı oluşmaktadır. Yenilik üreten ülkeler ise yeni teknolojiler üretmek için önemli oranda güdülenmekte ve kendi teknoloji üretim yeteneklerini arttırabilmektedirler. Bu mekanizma sürekli teknolojik ilerlemeye yol açmakta ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi beraberinde getirmektedir.

Yüksek koruma sağlayan bir patent sistemi o ülkeye doğrudan yatırım yapacak yabancı firma için güven verici olacaktır. Yapılan bilimsel çalışmalar göstermektedir ki, yüksek oranlı patent koruması sağlayan ülkelere yabancı firmaların doğrudan yatırım yapma eğilimleri artmaktadır.

Hızlı büyüyen ülkelerin sıkı bir patent koruma sistemi oluşturmaları önemlidir. Bunun nedeni bu ülkelerin genel olarak taklit edilen teknolojilere bağlı olarak gelişme göstermiş olmalarıdır. Ancak geliştikçe, bu ülkeler daha sıkı patent koruma sistemi oluşturmak durumundadırlar. Bunun nedeni en ileri teknolojiyi kendilerine çekme ve kendi iç yenilikçi (innovasyon) atılımlarını teşvik etmektir.

Patentler ve Teknoloji Transferi:

Patentler mevcut bilgiyi topluma ifşa etmektedir. Buluşlar patent dokümanlarında ayrıntılı bir ekilde açıklanmaktadırlar. Bu dokümanlarda teknolojinin mevcut durumu tanımlanmakta, evcut problem ortaya koyulmakta ve bu problemin üstesinden nasıl gelindiği ayrıntılı bir şekilde ifade edilmektedir. Böylece buluş sahibi buluşun ayrıntılarını toplumla paylaşmak karşılığında belirli bir süre buluşu üzerinde tekel hakkı elde etmektedir. Bu anlamda patent toplum ile birey arasındaki bir alış verişi ifade etmektedir. Bu bilgi diğer firmalar tarafından yeni ürünlerin geliştirilmesi amacıyla kullanılabilmekte ve yenilik faaliyetlerine önemli katkıda bulunmaktadır. Daha fazla patent başvurusu yapılması, mevcut bilginin diğerleri tarafından alınmasına yol açmakta ve böylece küresel anlamda daha başka yeniliklerin yapılmasına olanak sağlamaktadır. Patent yoluyla ciddi oranda teknolojik bilginin yayılmasının mümkün olduğu görülmektedir. OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) ülkelerinin patentler yoluyla önemli oranda bilgi ithal ederek büyümelerine katkı sağladıkları ölçümlenmiştir. Burada teknoloji transferinin önemi özellikle vurgulanmalıdır. Teknoloji transferi üretimdeki kazançların önemli bir miktarını kapsamaktadır.

Patentler yoluyla teknolojinin ifşa edilmesi, teknolojinin rakiplere yayılmasına çok kısa sürede olanak sağlamaktadır. Böylece teknoloji, orijinali ile rekabet edebilecek yeni ürünler geliştirmek için kullanabilmekte ve dinamik bir rekabet ortamı oluşmasını sağlamaktadır. Patentler firmalar için daha belirli bir ortam sağlamakta, teknolojiyi transfer etme maliyetlerini düşürmekte ve lisans faaliyetlerinin gözlemlenmesini kolaylaştırmaktadır. Bu bakış açısından uzun dönemli büyüme ve etkililik sağlamaktadır.

Teknolojik ilerlemenin vazgeçilmez şartı olan buluş faaliyetlerinin korunmadığı ve teşvik edilmediği riskli bir ülkede yerli teknoloji üretiminin gerçekleştirilemediğini ve yabancı yatırımcının da yeni teknolojiye dayalı yatırım yapmak ve araştırma-geliştirme faaliyetlerinde bulunmak için böyle bir ülkeyi tercih etmediği görülmektedir. Yabancı yatırımcının bir ülkeye yatırım yapmasında, patente dayalı koruma haklarının etkin olmasının önemli bir teşvik nedeni olduğu gözlemlenmektedir.

Patent Hakları ve Rekabet Üstünlüğü:

Yeni teknolojiye olan ihtiyaç ve yabancı sermayeli doğrudan yatırımların teknoloji transferi konusundaki etkinliği göz önünde bulundurulduğunda, ülkeye yabancı sermayeli şirketlerin yeni teknolojileri transfer edebilmeleri için güvenli bir ortamın hazırlanmasında patente dayalı olarak buluş haklarının korunması önemlidir.

Teknoloji ve know-how transferini teknolojide yetkinleşmek ve bilgi ekonomisinde rekabet üstünlüğü elde etmek için kullanmak isteyen ülkelerin, bu teknolojilerin ve “know-how”’ yaratıcılarının haklarını patentle etkin şekilde koruyarak, onları ülke içinde yatırım yapmaya teşvik ettikleri görülmektedir.

Patentler rekabet üstünlüğün korunması açısından önemli bir rol oynamaktadır. Rekabetin kızıştığı küresel ekonomide, firmaların patente verdikleri önem artırmaktadır. Bu şekilde rakiplerine karşı üstünlük sağlamaya çalışmaktadırlar.

Sonuç olarak patent sisteminin ekonomiye bir bütün olarak etkide bulunduğunu ve bilgi ekonomisinin temel anahtar kurumu olduğunu söyleyebiliriz. Buluş bir kez kamu ile paylaşıldığında, yeni buluş ilgili alandaki tüm ekonomiye mal olmakta ve böylece ilgili alandaki tüm taraflara faydalar sağlamaktadır. Patent, araştırma maliyetine katlanan buluş sahibine münhasır hak sağlamakta ve araştırma maliyetlerinin giderilmesini (buluş için yüksek fiyat uygulamak, buluşu kullanmak isteyenler lisans vererek gelir elde etmek gibi) garanti altına almaktadır.

Kaynaklar:

1. http://www.patenthawk.com/blog/archives/2005/04/the_economics_b.html
2. http://en.wikipedia.org/wiki/Economics_and_patents
3. Global Economic Prospect, Trade, Regionalism, And Development, 2005
4. Intellectual Property and Development

Bilim de Neymiş? Sen “kazanımları” Koru!

47 üniversiteyi inceledi, tamamında yolsuzluk çıktı
Kamu İhale Kurumu, şikâyet üzerine üniversite ihalelerini mercek altına aldı. 4 yılda 690 ihaleye bakıldı. Her üç ihaleden birinde yolsuzluk tespit edildi. İncelenenler arasında usulsüzlük görülmeyen üniversite yok. En çok tıbbi malzeme alımlarında sorun yaşanırken, soruşturma izinleri YÖK’e takıldı.

YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın’ın üniversitedeki yolsuzluk iddiaları nedeniyle tutuklandığı dönemde rektörler komitesini Van’da olağanüstü toplayarak Rektör Aşkın’a destek vermişti.

Uluslararası akademik başarı listelerinde ilk 500′e bile giremeyen Türk üniversitelerinin yolsuzluk sicili kabarık çıktı. 2003 yılında kurulan Kamu İhale Kurumu (KİK) mercek altına aldığı 47 üniversitede, çeşitli yolsuzluk ve usulsüzlüklerle karşılaştı. 4 yılda masaya yatırılan 690 ihalenin 240′ında şaibe görüldü. İncelenen ihaleler üniversitelerin yaptığı toplam ihalelerin sadece yüzde 5′ini kapsıyor. KİK’e yansıyan usulsüzlüklerin en yoğun olduğu yer İstanbul Üniversitesi. Onu Gazi ve Ondokuz Mayıs üniversiteleri izliyor. Listede Boğaziçi, Galatasaray ve ODTÜ de var. Kurumun tespit ettiği belli başlı yolsuzluk yöntemleri ise şunlar: İhalenin belirli firmalara göre hazırlanması, sözleşmenin usulüne uygun imzalanmaması, düşük fiyat teklif eden firmaların hukuka aykırı olarak ihale dışı bırakılması, yeterliliği olmayan firmalara ihale verilmesi. Kamu İhale Kurumu’nun yaptığı incelemelerden çıkan sonuç, üniversitelerdeki sorunları gözler önüne seriyor. Ancak, herhangi bir üniversite yöneticisi hakkında soruşturma açılabilmesi için YÖK’ün izni gerekiyor. Kamu İhale Kurumu, devlette konuyla ilgili sorunların karara bağlandığı en üst merci özelliğini taşıyor. Özerk bir yapıya sahip olan kurum, kendisine ulaşan şikâyet başvuruları üzerine inceleme yapıyor. Kurum, kurulduğu yıl 97, 2004′te 160, 2005′te 157 ve 2006′da da 277 üniversite ihalesini mercek altına aldı. İncelenen ihale konuları daha çok tıbbî malzeme, tıbbî teçhizat, hizmet alımı ve yapım işleri üzerinde yoğunlaştı. Elde edilen bulgulara göre her ihale hakkında farklı işlemler uygulandı. Bazıları için cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusu yapılırken, bazılarında da ilgililer hakkında soruşturma açılmak üzere YÖK’e ihbarda bulunuldu. Düzeltilmesi mümkün olmayan usulsüzlüklerin belirlendiği ihaleler iptal edildi. Bazıları da kurum kararıyla düzeltildi.Türkiye’de son kurulan 15 devlet üniversitesiyle birlikte 68 kamu, 24 de vakıf üniversitesi var. Yolsuzluk yapıldığı belirtilen üniversiteler arasında İstanbul, Marmara, Ankara, Hacettepe, Van Yüzüncü Yıl gibi köklü üniversiteler de bulunuyor. Kamu İhale Kurumu’nun raporlarında, usulsüzlük ve yolsuzluklardan bazıları şöyle anlatılıyor:Dokuz Eylül Üniversitesi 24.06.2004′te ‘merkezi endoskopi sistemi’ ihalesi yaptı. İhaleyi 795.000 Euro ile Filmed AŞ kazandı. Bundan 150 bin Euro daha ucuz teklif veren Kurt&Kurt İthalat AŞ ise belgelerinin eksik olduğu gerekçesiyle ihale dışı bırakıldı. Bunun üzerine şirketin rektörlüğe yazdığı şikâyet dilekçesi herhangi bir hukuki gerekçe gösterilmeksizin reddedildi. Şirket de çareyi Kamu İhale Kurumu (KİK)’na müracaat etmekte buldu. KİK uzmanlarının yaptığı incelemede, Kurt&Kurt AŞ’nin ihale dosyasında olmadığı öne sürülen sosyal güvenlik prim borcu ve vergi borcu belgeleri ile teklif mektubunu imzalayan Naz Dicle Balkan’ın vekaletnamesinin aslında var olduğu ortaya çıktı. Ayrıca ihaleyi kazanan Filmed AŞ’nin vergi borcu belgesindeki bilgilerin 2003 yılına ait bilgileri ve sadece Kurumlar Vergisi’ni kapsadığı anlaşıldı. KİK üyeleri, “idarenin var olan belgeleri yok sayarak 644 bin Euro teklif ile en düşük fiyat teklifi veren Kurt&Kurt AŞ’yi ihale dışı bıraktığı” tespitiyle rektörlük hakkında cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunma kararı aldı.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, 19.11.2003 tarihinde çeşitli tıbbi cihazlar almak üzere ihale yaptı. 2 şirketin teklif verdiği ihaleyi Simeks Tıbbi Sistemler kazandı. KİK’e şikâyet başvurusunda bulunan TOSHIBA TMST AŞ, şartnamenin mevzuata aykırı olduğu iddiasıyla idareye başvurduğunu ve düzeltme talep ettiğini anlattı. Ancak kendilerine cevap verilmediği için ihaleye katılamadıklarını, buna rağmen ihale yapılarak rekabetin engellendiğini öne sürdü. KİK tarafından yapılan incelemede, iddianın doğru olduğu belirlendi. Bunun yanında ödeme planının ihaleye katılımı ve rekabeti engellediği, ihale mevzuatına uygun bulunmadığı gibi tespitlere ulaşıldı. TOSHIBA TMST’nin şikâyet başvurusu üzerine konunun KİK tarafından incelemeye alındığı bilinmesine rağmen kurumun alacağı karar beklenilmediği ve sözleşme imzalandığı da vurgulandı. Bu nedenle ihale kararı ve sözleşmenin hükümsüz olacağı belirtildi. Tespit edilen usulsüzlükler nedeniyle cumhuriyet başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verildi.

İhalelerinde yolsuzluk tespit edilen üniversiteler

Marmara, İstanbul Teknik, Yıldız Teknik, Van Yüzüncü Yıl, Ankara, Hacettepe, Dokuz Eylül, Ege, Fırat, Dicle, Harran, Gaziantep, Gazi, İnönü, Adnan Menderes, Afyon Kocatepe, Selçuk, Balıkesir, Çanakkale Onsekiz Mart, Mustafa Kemal, Mersin, Abant İzzet Baysal, Akdeniz, Anadolu, Atatürk, Celal Bayar, Çukurova, Cumhuriyet, Erciyes, Gaziosmanpaşa, Kafkas, Sütçü İmam, Karadeniz Teknik, Kocaeli, Muğla, Niğde, Osman Gazi, Pamukkale, Trakya, Uludağ ve Zonguldak üniversiteleri.

Monitörler, şartnamedeki özelliklere sahip değil

Fırat Üniversitesi 07.07.2003 tarihinde ‘bilgisayar ve ekipmanları alımı’ ihalesi yaptı. 400 adet monitörün alındığı ihaleyi 194 bin 880 YTL + KDV bedelle Yönsis Bilgisayar kazandı. İhalede en düşük teklifi veren ‘Doğu Bilgi İşlem ve Elektronik’ adlı firma, KİK’e yaptığı müracaatta, kendilerince teklif edilen monitör de dahil olmak üzere hiçbir monitörün teknik şartnamede belirtilen özelliklere sahip olmadığını öne sürdü. Yapılan incelemede, iddianın doğru olduğu belirlenerek Yönsis Bilgisayar’ın teklif ettiği monitörün de teknik şartnameye uygun olmadığı tespit edildi. Öte yandan, ihaleyi kazanan firma ile yapılan görüşmelerden sonra şartnameye uygun olmayan bu monitörün, uygun olan başka bir monitör ile değiştirildiği ortaya çıktı. Yapılan tespitler doğrultusunda Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulmasına karar verildi.

Malzeme alımında devlete kabarık fatura çıkartıldı

Gazi Üniversitesi 03.03.2004′te ‘142 kalem kit, kimyasal ve cam malzeme alımı’ ve 28.06.2005 tarihinde ‘kit, kimyasal malzeme alımı’ ihaleleri yaptı. Ancak ihalelerdeki yolsuzluklar gazetelere haber oldu. Söz konusu habere göre; Gazi Hastanesi Biyokimya Laboratuvarı’na 2004 yılında alınan malzemelerin fiyatları ile 2005 yılında alınan aynı malzemelerin fiyatları arasında dolar kurundaki gerilemeye rağmen büyük artış olduğu öne sürülüyordu. 2005 yılının fiyatlarının kabarık olması nedeniyle devletin 312 milyar 64 milyon TL fazla ödeme yapmak zorunda kaldığı iddia edildi. KİK, usulsüzlük iddialarını değerlendirmeye aldı. Yapılan incelemede ihale şartnamesindeki hususların bazı firmaların ihaleye girmesini engellediği sonucuna varıldı. Soruşturma açılmak üzere dosyanın Yükseköğretim Kurulu (YÖK)’na gönderilmesine karar verildi.

Ahmet Dönmez
05/02/2007

Kaynak:

http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=496247

Vestel 5 Yeni Fabrika Birden Açtı

turk.internet.com Haber Merkezi - haber@turk.internet.com
05-02-2007

Avrupa’nın en büyük üretim üssü olan Vestel City’deki beş yeni fabrika, 3 Şubat 2007 Cumartesi günü Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın katıldığı törenle hizmete açıldı.

Açılış töreninde yaptığı konuşmada Zorlu Grubu olarak, her zaman, ‘Büyük Ülkeler, Büyük Hayallerden Doğar’ düsturuna inandıklarını söyleyen Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Zorlu, “Vestel City gibi bir yatırımı tasarlarken, sadece ‘Türkiye’ ölçeğinde düşünmek mümkün değildi. Çünkü küresel rekabet ortamında, küresel düşünmeyen şirketlerin ‘büyük oynama’ şansı olmaz. Küreselleşmenin doğal sonucu olarak dünya devleri ile rekabet içinde olmak zorundasınız. İşte bu yüzden, Vestel City’yi , Avrupa’nın en büyük üretim, teknoloji ve Ar-Ge üssü haline getirdik. İşte bu yüzden, Vestel’de yalnızca araştırma ve geliştirme konusunda 1100 mühendis durmaksızın çalışıyor. İşte bu yüzden, Vestel, yalnızca burada Manisa’da değil, İzmir’de, İngiltere’de, ABD’de ve Hong-Kong’da Ar-Ge yatırımları yaptı” dedi.

Vestel’in dünya pazarlarındaki başarısının ardında Ar-Ge, üretim gücü ve esnek çalışma modelinin yattığını belirten Vestel Şirketler Grubu İcra Kurulu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Yüngül ise

Elde ettiğimiz bu başarı ile Vestel Şirketler Grubu olarak Türkiye ile aynı saat diliminde olan ülkelerde markalaşma yoluna giderek pazar payımızı ve Vestel markasının gücünü artırmayı hedefliyoruz.

şeklinde konuştu. Vestel’in 1994 yılında yıllık 360 bin adetle başladığı üretim, 2006 yılında 22 milyona ulaştı. Geçen 12 yılda toplam 120 milyon cihaz üretildi. Son 4 yılda ise 500 milyon dolarlık yatırım yapılan Vestel City, Avrupa’nın en büyük üretim tesisi haline geldi.

Toplam 600 bin metrekare kapalı alana sahip olan Vestel City, tek alan üzerinde üretim yapan bir tesis olarak Avrupa’nın en büyük, dünyanın ikinci büyük endüstri kompleksi konumunda. Üretiminin büyük kısmını ihraç eden Vestel, elektronik eşya üretiminde dünya toplam üretiminin yüzde 6’sını, Avrupa toplam üretiminin yüzde 29’unu gerçekleştiriyor. Avrupa beyaz eşya üretiminin yüzde 11’i ise yine Vestel tarafından Vestel City’de gerçekleştiriliyor.

Vestel’in Manisa ve İzmir’de bulunan toplam 10 fabrikasında üretilen günde ortalama 120 konteyner dolusu ürün, 20 farklı gemiye yüklenerek başta Avrupa ülkeleri olmak üzere toplam 108 ülkeye ihraç ediliyor. Vestel, son 12 yılda gerçekleştirdiği 12,5 milyar doları aşan ihracatı ile dayanıklı tüketim malları sektöründe 7 yıldır üst üste ihracat birinciliğini kimseye bırakmıyor.

Vestel’in 2006 yılında hayata geçirdiği ve Avrupa’nın tek laptop üretim tesisi olan fabrikası ise yıllık 500 bin adet üretim kapasitesine sahip. Dünyanın en büyük mikro işlemci üreticisi Intel’in teknolojik desteğiyle hayata geçirilen Vestel laptop fabrikasında anakart tasarımı ve üretimi tamamen Türk mühendisler tarafından gerçekleştiriliyor. Öte yandan dünya laptop üretiminin yüzde 80’inin Avrupa’ya çok uzak mesafedeki Tayvan’da yapılıyor olması Vestel’e bu pazarda önemli bir avantaj sağlıyor. Uzakdoğu’dan gelen ürünler üretildikten sonra en az üç haftada Avrupa’ya ulaşabilirken Vestel’in ürettiği ürünlerde bu süre birkaç gün ile sınırlı kalıyor.

Yeni nesil TV’ler Vestel City’de üretiliyor
Avrupa televizyon pazarında lider olan Vestel’in, tüplü televizyonlardan LCD ve plazma TV’lere olan yönelimi görerek kurduğu LCD ve plazma fabrikası yıllık dört milyon adet üretim kapasitesi ile Avrupa pazarındaki en önemli oyunculardan biri olarak konumlanıyor. Vestel mühendisleri tarafından geliştirilen ileri teknoloji ürünü yeni nesil LCD ve plazma televizyonlar başta Avrupa olmak üzere tüm dünya geneline ihraç ediliyor.

Başbakan Recep Tayip Erdoğan tarafından açılışı yapılan fabrikalar ile Vestel’in beyaz eşya üretimi yapan fabrikalarının ürün gamı da tamamlanmış oluyor. Buzdolabı, Çamaşır Makinesi ve Klima fabrikalarına eklenen bulaşık ve pişirici cihaz fabrikaları ile Vestel, Avrupa beyaz eşya pazarında çok daha güçlü bir konuma geliyor. Vestel’in bu fabrikalarda ürettiği beyaz eşyaların yüzde 77’si dünyanın 108 farklı ülkesine ihraç ediliyor.

Vestel City Fabrika Yıllık Üretim Kapasiteleri (adet)

Buzdolabı 1 2.000.000
Buzdolabı 2 1.500.000
Çamaşır Makinesi 2.500.000
Bulaşık Makinesi 1.000.000
Fırın 1.000.000
Klima 700.000
LCD ve Plazma TV 4.000.000
Dijital 12.000.000
Laptop 500.000
Tüplü televizyon 10.000.000
Toplam 35.200.000

Vestel’in Ürettiği Ürünler

Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, fırın, klima, LCD TV, plazma TV, tüplü TV, dijital uydu alıcı, DVD oynatıcı – DVD yazıcı, ev sinema sistemleri, laptop , masaüstü bilgisayar, uydu alıcılı TV, kablosuz TV, DVD kaydedicili uydu alıcı gibi entegre cihazlar.

Vestel Hakkında

Son 4 yılda 500 milyon doları aşan yatırımla büyüyen ve 8 fabrikası ile 600.000 m² alana ulaşan Vestel City, dünyanın ikinci, Avrupa’nın tek alan üzerinde üretim yapan en büyük tesisi

Dünya elektronik eşya üretiminin % 6’sını, Avrupa elektronik eşya üretiminin % 29’unu ve Avrupa beyaz eşya üretiminin % 11’ini Vestel gerçekleştiriyor

Vestel, Rusya’da kurduğu 100 milyon $ tutarındaki televizyon ve beyaz eşya fabrikalarının yanı sıra; Rusya, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, İngiltere, Finlandiya, Hollanda, Balkanlar, Türki Cumhuriyetler, Benelux ve İberya’da kurduğu şirketler ile faaliyette bulunuyor.

Vestel, son 12 yılda, 108 ülkeye gerçekleştirilen ve 12,5 milyar doları aşan ihracatı ile dayanıklı tüketim malları sektöründe 7 yıldır üst üstte ihracat birincisi oluyor

Türkiye’nin televizyon ihracatının % 53’ünü, klima ihracatının % 60’ını Vestel gerçekleştiriyor

Ürettiği dijital ürünlerin % 90’ını, beyaz eşyaların % 77’sini dünyanın 108 ülkesine ihraç ediyor.

Vestel’de 14 bin kişi çalışıyor. 2 bin satış noktası, 650 servis noktası ve yan sanayi kuruluşlarındaki binlerce çalışanıyla Vestel, 60 bin kişiye gelir kaynağı yaratıyor.

Dünyada Türkçe Konuşan Milletler


Atatürk‚ Sadri Maksudi Arsal’ın Türk Dili İçin adlı eserini okuduktan sonra‚ 1930 yılında şunları söylemişti: - Ülkesini‚ yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti‚ dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. ( Atatürk ismini kullanarak her türlü işleri becerenler neden güzel işler icraatlar yap(a)mazlar )
Türkçe konuşan kaç ülke var dünyada hiç merak ettiniz mi? Eğer merak ettiniz ise işte size bir kaynak. Bu kaynağıda Frankfurt Üniversitesi bizim için araştırmış. Nedense bu tür bilgileri İngiliz,Fransız,Alman enstitülerinde ve STK'larında görüyoruz. ( Atatürkçüler bu tür işlerle pek uğraşmıyorlar ! )

http://titus.uni-frankfurt.de/didact/karten/turk/turklm.htm

tıklayın ve Türk cografyasını görün

25 Şubat 2007 Pazar

ABD'YE REST ÇEKEN PUTİN ORTADOĞU TURUNDA

www.sonsaniye.net Münih'teki güvenlik konferansında önceki gün ABD'ye 'sınırları aştı' diyerek sert eleştiri yönelten Rusya lideri Vladimir Putin, üç günlük Ortadoğu turuna çıktı.



Ziyaretinin ilk ayağı olan Suudi Arabistan'a dün giden Putin, buradan da Katar ve Ürdün'e geçecek. ABD'nin müttefiki olan bu üç Arap ülkesini kapsayan ziyaret, bir Rus liderinin bu ülkelere gerçekleştirdiği ilk seyahat olması bakımından tarihî bir nitelik taşıyor. Rusya son yıllarda bölge ile ekonomik ilişkileri geliştirmek ve Ortadoğu barış sürecine katkı sağlamak amacıyla yoğun çaba sarf ediyor. Rusya'nın girişimleri, 2005'te İslam Konferansı Örgütü'ne gözlemci statüsü ile kabul edilmesi, 2006'da Rusya ve İslam Dünyası Vizyon Grubu'nun oluşturulması gibi güven artırıcı kurumsal yapılarla desteklendi. Rusya'da yaşayan 20 milyondan fazla Müslüman'la yönetim arasındaki iletişimi örnek gösteren Moskova, ABD'nin Afganistan ve Irak operasyonlarındaki başarısızlığı ve Filistin sorununa ciddi bir çözüm üretememesini de değerlendirerek bölgede ABD'ye karşı denge unsuru olmak istiyor. Moskova, petrol, doğalgaz ve boru hatlarında işbirliği başta olmak üzere, elektrik santralları, ulaşım, inşaat, teknoloji ve uzayı kapsayan onlarca projenin yanı sıra silah satışı konularını bölge ülkeleri ile paylaşacak. Rusya petrol üreticisi Lukoil, 2004'te Suudi Rub el Hali enerji bölgesinde 40 yıllık anlaşma imzalamıştı. Rus enerji devi Gazprom da bu ülkede yatırıma ilgi duyuyor.

Füzeler Türkiye'ye yerleştirilsin!

43. Münih Güvenlik Konferansı'nın dünkü kısmına da Rusya'nın ABD'ye yönelik eleştirileri damgasını vurdu. ABD'nin Çek Cumhuriyeti ve Polonya'ya füze sistemi yerleştirmesini eleştiren Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov, "Eğer Avrupa, İran'ın olası bir saldırısından endişe duyuyorsa, Amerikan füzelerinin Türkiye, Irak ya da Afganistan'a yerleştirilmesi daha doğru olur." dedi. Rusya lideri Putin de NATO'nun genişlemesi ve ABD'nin bazı Doğu Avrupa ülkelerine füze konuşlandırmasını tehdit olarak algıladıklarını belirtmişti. Dün bir açıklama yapan ABD Savunma Bakanı Robert Gates ise kimsenin Rusya ile yeni bir Soğuk Savaş istemediğini ve dünyadaki sorunların çözümünde Rusya ile işbirliğine ihtiyaç olduğunu söyledi.

ABD MEDYASINDA YAHUDİLERİN GÜCÜ

The New York Times’dan Walt Disney’e - ABD Yahudilerinin medyadaki gücü... Günümüzde ABD’de en çok seyredilen televizyon programlarının yazar ve yapımcılarının %58’i, en yüksek tirajları gazetelerde yazan saygın gazetecilerin %25’den fazlası ve kapalı gişe sinema filmlerinin yazar, yapımcı ve yönetmenlerinin %50’den fazlası Yahudi asıllı.
ŞALOM GAZETESİ / Joelle PİNTO
ABD nüfusunun %3’ünden azına sahip olan bir cemaat için bu yüzdeler gurur verici bir tablo oluştursa da, antisemit kitleler tarafından ABD’li Yahudiler sık sık “Amerikan politakasını değiştiren etnik grup”, “ABD’yi yöneten kişiler” gibi suçlamalara maruz kalıyorlar. XX. yüzyılın ortalarından beri medyadaki başarıları gün geçtikçe artan ve bu sebepten dolayı sıkça eleştirilen bu güçlü Yahudiler kimlerdir?

Latince kökenli bir kelime olan medya kelimesi, insanlara ulaşan ve onları etkileyen iletişim araçlarına verilen genel isimdir. Medya kelimesini biraz açarsak, bu kelimeyi duyduğumuz anda akla gelen araçların televizyon, radyo, gazete ve dergiler olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde sıkça duymaya başladığımız “yeni medya” terimi ise, bu araçların elektronik formatta kişilere daha hızlı dağılmasını sağlayan internet gazeteleri gibi teknolojilere verilen isimdir.
Medyanın bir ülkenin ekonomik, kültürel, politik, entellektüel ve hatta sosyal hayatını da etkilediğini düşünürsek, ABD’nin çok satan üç gazetesinden ikisi olan The Wall Street Journal ve The New York Times’ın sahiplerinin, reytingi yüksek dünyaca ünlü sitcom ve dizilerinin yapımcı, yönetmen ve yazarlarının yüzde 58’inin, ABC, NBC ve CBS gibi televizyon kanalı sahiplerinin Yahudi asıllı olması, ABD’li Yahudilerin, özellikle günde televizyonları ortalama 6 saat 47 dakika açık kalan Amerikan toplumu üzerindeki etkisi küçümsenemez. ABD Yahudilerinin medyadaki gücünü ve bunun neticesinde yahudi asıllı medya sahiplerinin maruz kaldığı eleştirileri anlamak için, medya organlarını ayrı ayrı incelemekte yarar var.
En yüksek reytingi alan üç televizyon kanalı; ABC, CBS ve NBC
Günümüzde bir Amerikalı ortalama en az 3dž saat televizyon seyrediyor. A.C. Nielsen Co. adlı araştırma şirketinin televizyon seyretme alışkanlıkları üzerine yaptıkları çalışma sonucu çıkarttığı istatistiklerde, evinde en az bir televizyon bulunan Amerikalılar yüzde 99 iken, aynı evde üç veya daha fazla televizyon bulunan Amerikan ailelerinin oranı ise yüzde 66’yı buluyor. Bu araştırmanın sonucuna göre 65 yaşında bir Amerikalı, hayatının ortalama dokuz senesini televizyon seyrederek geçiriyor. Gençlerin televizyon seyretme alışkanlığı üzerine yapılan araştırma sonuçlarına göre; bir öğrencinin yıllık ortalama 900 saati okulda geçerken, 1500 saati televizyon seyrederek geçiyor. Bu oranlar göz önüne alındığında, ABD’de en çok kullanılan iletişim aracının televizyon olduğu açıkça görülüyor.

CBS (Columbia Broadcasting System)
ABD’de en çok seyredilen kanal olan CBS, 2005 yılında CBS Corporation’ın Başkanı ve CEO’su olan Leslie Moonves liderliğinde, ülkemizde de sevilerek seyredilen Everybody Loves Raymond, Survivor, Without a trace, Two and a Half men gibi dizilere imzasını atarak, reytinglerde sonuncu olan CBS’i birinciliğe yükseltti. CBS’de çalışmadan önce Warner Bros ve Lorimar televizyonunda da Friends, ER gibi başarılı 22 diziye imzasını atan Moonves, 2003 yılında Uluslararası Televizyon ve Radyo Derneği’nin altın madalya ödülünü aldı. Moonves, ayrıca Amerika Yahudi Cemaati’nin eğlence ve iletişim alanında üstün performans gösteren liderlere verdiği Sherill Corwin ödülüne de layık görüldü. Moonves’ın sorumluluğunda olan kuruluşlar CBS televizyonu, CBS televizyon kanalları, CBS Paramount Television, King Worls, Showtime, CBS Radio, CBS Outdoor, Simon & Schuster, Paramount Parks, CBS İnteractive, CSTV Networks, Inc ve CBS Consumer Products.
CBS Corporation’da dikkat çeken üst düzey yöneticilerden biri de Gil Schwartz. Schwartz, CBS Corporation’da medya ilişkileri, iç ilişkiler, kurumsal ilişkiler ve halkla ilişkilerden sorumlu iletişim grubunda Başkan yardımcılığı görevini sürdürüyor.
Araştırma şirketi Nielsen’ın haftalık reyting sunumuna göre, CBS televizyonunu NBC ve ABC televiyonları takip ediyor.

ABC Televizyonu ve Walt Disney
ABC televizyonu, Walt Disney Şirketi’nin Disney yayın kanalları şebekesine ait televizyonlardan biri. Walt Disney Company’nin sahip olduğu diğer televizyon şirketleri ise; ABC Entertainment, ABC Dayline, ABC News, ABC Sports, ABC Kids, Buena Vista Televizyonları, ESPN, Disney Channel, Toon Disney ve Disney’in prodüksyon şirketi Touchstone Television. Walt Disney’le yıllar önce birleşen ABC televizyonlarıyla bağlantılı 225 adet televizyon kanalı bulunuyor.
Walt Disney’in başkanlığı ve CEO’su görevini 1 Ekim 2005 ‘den beri Robert A. Igor yürütüyor. Michael Eisner’den devraldığı görevi başarıyla sürdüren Igor, otuziki sene önce 1974 yılında başladığı televizyonculuk kariyerinde ABC ve Walt Disney Company’de önemli görevlerde yer almış, ABC televizyonları ve Walt Disney Şirketi’nin birleşimi sırasında gösterdiği başarıyla dikkat çekmişti. ABC, Life Time, ESPN, A&E ve The history channel gibi kanallarda da üst düzey görevlerde bulunan Igor, 1999 yılından beri Walt Disney Company’de yönetici konumunda bulunuyor.
Disney Medya kuruluşlarından olan ESPN, Inc., ABC Sports ve ESPN yönetim kurulunun başındaki başarılı isim ise George W. Bodenheimer. ESPN’in başkanı olarak Bodenheimer 7 yerel ve 25 uluslararası kanalın yönetiminden sorumlu bulunuyor. Yenilikçi vizyonuyla ESPN’in gelişimine büyük katkısı olan Bodenheimer, 1998 yılında ESPN’in başkanlığına getirildi. ESPN’de gösterdiği başarının ardından ABC Sports’unda başkanlık görevine layık görülen Bodenheimer, The NBA Finals, World Cup Soccer, The World Figure Skating Championship (Artistik patinaj) gibi programlarla başarılı reytinglere imza atıyor.

NBC Universal
2004 yılında yeniden yapılanan NBC Studios, %80’i General Electric, %20’si de Vivendi Universal Entertainment tarafından satın alındı. Dünyanın lider medya kuruluşlarından biri olan NBC Universal’in ardında da başarılı iki yahudi var; Bob Wright ve Jeff Zucker. NBC ülkemizde ilk olarak finans haberleri veren CNBC adlı kanalıyla tanındı. CNBC kanalı Bob Wright’ın yönetiminde genişleyerek, günümüzde ekonomi haberleri konusunda lider televizyon kanalı haline geldi. Bugün ABD’de 86 milyon, dünya da 340 milyon evde CNBC seyrediliyor.
Bob Wright, 2001 yılından beri NBC Universal’ın yönetim kurulu başkanı ve CEO’su. Wright, 1986 yılından beri NBC’de CEO olarak bulunuyor. Wright’ın liderleğinde, NBC Universal tüm dünyada yayın yapan bir yayın ağı haline getirilerek, günümüzün en hızlı büyüyen ve en karlı yayın kuruluşu haline geldi. Wright ayrıca General Electric şirketinin de yönetim kurulu başkanlığı görevini yürütüyor.
Jeff Zucker ise tüm NBC televizyonlarının programlarından sorumlu olan CEO görevini yürütüyor. Zucker’in yönetimi altında olan televizyon yayınları haber, kablo ve spor kanallarını da içeriyor. NBC Universal’in 18ᇅ yaş demografiğinde kazandığı liderliğin ardında Zucker’in başarısı yatıyor. Ülkemizde de seyredilen “The Apprentice (Çırak)”, “Law and Order” ve “Fear Factor” adlı programlar, Zucker’in imzasını attığı başarılı televizyon yayınlarından sadece birkaçını oluşturuyor.

Başarının ardından antisemit saldırılar
En yüksek reytingli televizyon kanallarının yönetim kurulu başkanları ve CEO’larının yahudi asıllı olması ve yönetimdekilerin başarıları, antisemit kişiler tarafından tepkiyle karşılanıyor. Bu antisemit tepkiler, sözlü ve yazılı saldırılarla ifade edilse de, “Amerikan gençliğine siyonizmi aşılama” ve “Holokost propagandası yapma” yorumları gibi çirkin boyutlara da ulaşabiliyor. Hatta yahudi olmayan medya liderleri bile, İsrail yanlısı ve siyonist olduklarına dair eleştirilere mazur kalabiliyorlar. Her başarılı cemaat gibi, ABD yahudilerinin de medyadaki başarısı, antisemit kesimin sözlü ve yazılı saldırılarının hedefi olmaya devam ediyor.


Kaynakça:
corporate.disney.go.com/corporate/management_team.html
www.cbscorporation.com/our_company/executives/index.php
www.csun.edu/science/health/docs/tv&health.html
en.wikipedia.org/wiki/List_of_newspapers_in_the_United_States_by_circulation
www.nbcuni.com/About_NBC_Universal/Executive_Bios/wright_bob.shtml
www.ihr.org
www.natall.com/who-rules-america

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik