13 Şubat 2007 Salı

Siyasi Tarih I

Abdülhamid II: bkz. Pan-İslamizm
Acheson Planı
Kıbrıs sorununun tırmandığı 1963-1964 döneminde A.B.D.'nin özel temsilcisi
Dean Acheson tarafından önerilen çözüm yolu. Buna göre Kıbrıs adası her
ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan arasında ikiye bölünerek
paylaştırılacak, böylece iki müttefik ülkeyi savaşın eşiğine getiren bir
sorun çözülmüş olacak ve NATO dışındaki güçlerin adaya müdahalesi
engellenecekti. Plan adanın iki ülke arasında nasıl bölüştürüleceğini
açıklığa kavuşturmuyordu. Hem Türkiye hem de Yunanistan'dan destek
görmeyen bu plan bir sonuç getirmedi.

Açılma Politikası (infitah policy)
Mısır'da Nasır'dan hemen sonra iktidara gelen Enver Sedat tarafından
1974'te uygulamaya konulan devlet politikası. Nasır'ın daha önceki
sosyalist devletçi deneyimi başarılı olmamıştı ve dünya da yumuşama
(détente) dönemine girmişti. Mısır'a dış yardım sağlayabilmek, komşu Arap
sermayesinin ve yabancı yatırımların Mısır'a gelmesini kolaylaştırmak
amacıyla bu yeni açık kapı ekonomi politikası uygulandı.
Adana Görüşmesi, 30 Ocak 1943
Türkiye Cumhurbaşkın İsmet İnönü ile İngiltere Başkanı Winston Churchill
arasında 30 Ocak 1943 tarihinde Adana'da yapılan gizli görüşme.
Adana Görüşmesi, II. Dünya Savaşı'nın Almanya'nın aleyhine döndüğü bir
sırada gerçekleşti. O zamana kadar Müttefikler, Türkiye'yi Almanya'nın
Ortadoğu'ya inmesine bir engel olarak kabul ediyor ve savaşın dışında
kalmasını yeterli görüyorlardı. Ancak 1942 sonlarında Avrupa'da ikinci bir
cephenin açılması gündeme gelince bu cephenin Balkanlar'da açılmasını
isteyen Churchill, Türkiye'nin de Müttefikler tarafından savaşa
katılmasını düşünüyordu. Sovyet yayılmasından çekinen Türkiye ise zaten
güçsüz olan ordusunun yıpranmaması için savaşa girmek istemiyordu.
Görüşme sonrasında Türk-İngiliz ilişkilerinde gelişme sağlanmasına rağmen,
Churchill Türkiye'yi savaşa girmeye ikna edemedi. Churchill'in çabaları
ile Türk-Sovyet ilişkilerinde bir düzelme sağlanırken bu gizli görüşmeyi
öğrenen Almanya ile ilişkiler bozuldu.
Addis Ababa Konferansı 22-25 Mayıs 1963
Afrika Birliği Örgütü (OAU)'nün kurulduğu uluslararası konferans. Etiyopya
İmparatoru Haile Selassie'nin çağrısı üzerine 1963 Mayısında bu ülkenin
başkentinde toplanan konferansa o zamanki bağımsız yirmi Afrika ülkesinin
devlet veya hükümet başkanı düzeyindeki temsilcileri katılmıştı.
Sömürgeciliğe ve ırkçılığı karşı mücadele konularının ağırlıklı olarak ele
alındığı konferansta Güney Afrika Birliği (Güney Afrika Cumhuriyeti) ve
Mozambik'e yönelik boykot uygulanması da kararlaştırılmıştı.
Afganistan Sorunu
Afganistan'da komünist hükümet ile anti-komünist Müslüman gerillalar
arasında başlayan iç savaşa, Sovyetler Birliği'nin hükümet kuvvetlerine
yardım adı altında bu ülkeye asker gönderip müdahele etmesi ile
uluslararası boyut kazanan bunalım. Savaşın kökeni 1978 Nisanında
merkeziyetçi Afgan hükümetinin bir sol darbeyle devrilmesinde yatar.
Askerlerin daha sonra iktidarı devrettiği iki Marxist-Leninist parti,
ülkenin adını değiştirdi (Afganistan Demokratik Halk Cumhuriyeti) ve
Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurdu. Yeni hükümetin başlattığı
sosyal ve ekonomik reformlar ise büyük ölçüde Müslüman ve anti-komünist
olan halkta tepkiyle karşılandı ve 1978 yazında ilk başkaldırı Nuristan
eyaletinde başladı. Kendilerine "Mücahid" diyen Müslüman gerillalar
ülkenin her yanında yönetime karşı silahlı mücadeleye giriştiler.
Hükümet-içi anlaşmazlıklar ve başlayan iç savaş komünist hükümeti zor
durumda bırakıyordu ve 1979 Aralık ayının sonunda Sovyetler Birliği, 1978
yılında iki ülke arasında imzalanan andlaşmayı ve hükümetin davetini öne
sürerek Afganistan'a askeri birlik gönderip bu ülkeyi işgal etti. Bir iki
ay içinde ülkede Sovyet askeri sayısı 100.000'i buldu. Sovyet müdahalesi
Batılı devletler ve İslam ülkeleri tarafından büyük tepkiyle karşılandı,
birçok ülke bu işgali protesto etmek için 1980 Moskova Olimpiyatları'nı
boykot etti.
Sovyet birlikleri şehirlerde kontrolü elde tutarken kırsal kesimdeki
Mücahitlerle başedemediler. Mücahitlere karşı pekçok savaş taktiği
uyguladılar ama Mücahitlerin sivil halktan aldıkları destek sonucu bu
girişimlerin hepsi başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine Sovyet birlikleri
bu halk desteğinin yoğun olduğu bölgelerde sivil halka karşı da operasyona
giriştiler. Sonuçta 2.8 milyon Afganlı Pakistan'a, 1.5 milyon Afganlı'da
İran'a kaçmak zorunda kaldı. Bu arada ABD Pakistan aracılığıyla
mücahitlere silah yardımında bulunmaya başladı.
Yaklaşık 9 yıl süren savaş sonucu Sovyetler mücahitleri yenilgiye
uğratamadılar, savaş deneyimi kazanan mücahitler ise Sovyet birliklerine
ağır kayıplar verdirdiler. 1988 yılına gelindiğinde Sovyetlerin asker
kaybı 15.000'den fazlaydı. Sovyetler Birliği 1988 sonunda Afganistan'dan
çekileceğini açıkladı. Birleşmiş Milletler'in arabuluculuğu ile varılan bu
anlaşma ile başlayan geri çekilme 1989 Şubatında tamamlandı. Sovyet
çekilmesinden sonra hemen devredileceği sanılan komünist Necibullah
hükümeti üç yıl daha ayakta kalmayı başardı ama 28 Nisan 1992'de Kabil'e
giren mücahitler yönetimi devraldılar. Ama bu sefer de farklı görüş ve
isteklere sahip, farklı etnik ve mezhepsel temellere dayanan mücahit
gruplar arasında silahlı mücadele başladı.

Afyon Savaşları
XIX yüzyıl ortalarında yapılan ve Batılı devletlerin Çin'de bizim
tarihimizdeki kapitülasyonlar benzeri ticari ve hukuki ayrıcalıklar
kazanmaları ile sonuçlanan iki savaş.
1939 yılında Çin hükümetinin, İngiliz tüccarların gerçekleştirdiği
yasadışı afyon ticaretini durdurma girişimi ve bir İngiliz denizcinin
yargılanması konusunda doğan hukuki anlaşmazlığın doğurduğu gerginlik
sonucu I. Afyon Savaşı patlak verdi. Küçük ama güçlü İngiliz kuvvetleri
kısa sürede zafer kazandılar. 1842'de imzalanan Nanjing ve 1843'te
imzalanan Bogue Ek Antlaşmaları ve Çin'in önemli bir miktarda tazminat
ödemesi, ticaret ve yerleşim amacıyla beş limanın ve İngilizlere
bırakılması ve İngiliz yurttaşlarının İngiliz mahkemelerinde
yargılanmaları konuları karara bağlandı. Öteki Batılı devletler de hemen
Çin hükümetine istekte bulunup benzer ayrıcalıklar elde ettiler.
"Ok Savaşı" olarak da bilinen II. Afyon Savaşı, ticari ayrıcılıklarını
arttırmak isteyen İngilizlerin Ok adlı gemideki İngiliz bayrağının
indirilmesini bahane ederek 1856 yılında başlattıkları savaştır. Bir
Fransız misyonerinin öldürülmesini bahane eden Fransa da İngiltere yanında
savaşa girdi. Savaş sonucunda İngiltere ve Fransa 1858 yılında Çin
hükümetini Tianjin Andlaşması'nı imzalamaya zorladır, ancak Çin andlaşmayı
onaylamayı reddedince savaş yeniden başladı ve 1860 Pekin Sözleşmesi'yle
Çin, Tianjin Andlaşması'na uyması kabul etti. Bu andlaşmaya göre yabancı
elçiler Pekin'de yerleşebilecek, birçok yeni liman ticaret ve yerleşim
için Batılılara açılacak, yabancılar Çin'in iç bölgelerine seyahat
edebilecek ve Hıristiyan misyonerlere hareket serbestisi tanınacaktı.
Ayrıca 1858'de Shang-hai da yapılan görüşmelerle Çin'e yapılan afyon
ihracatı yasallaştı.
Çin'in XIX. yy.'da ve XX. yy'ın başında Batılı devletlerle yaptığı Tianjin
benzeri egemenlik ve toprak bütünlüğünden büyük ödünler verdiği
andlaşmalar "Eşitsiz Andlaşmalar" olarak da alınır.
Ahali Mübadelesi Sorunu
30 Ocak 1923 tarihinde Lozan'da imzalanan Yunan ve Türk Halklarının
Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol'e göre Türkiye'deki
Rum-Ortodokslar ile Yunanistan'daki müslümanların (Türk olmayanlar dahil)
büyük bölümünün karşılıklı olarak yer değiştirmesi. Buna göre Batı
Trakya'da yaşayan müslüman ahali ile İstanbul'da yaşayan Rumlar dışında
nüfus yer değiştirecekti. Daha sonra Lozan Barış Andlaşması ile Gökçeada
ve Bozcaada'daki Rumlar da değişim dışında tutuldu. Değişim konusu olan
ahali bir daha geri dönemeycek, yanında götürebildiği kadar taşınır mal
götürecek, taşınmaz malları ise oluşturulmuş karma komisyon gözetiminde
altın değerine göre tasfiye edebilecekti. Karma Komisyon Ekim 1923'te
çalışmalarına başladı. İlk yıl karşılıklı olarak belli bir sayıda yer
değiştirme olduktan sonra sorunlar ortaya çıkmaya başladı. En önemli sorun
"Etabli" (yerleşmiş) deyiminin kimleri kapsadığı sorunu oldu. Yunanistan
İstanbul'da oturan bütün Rumlar'ın "etabli" sayılmasını isterken, Türkiye
bunun Türk yasalarına göre belirlenmesi gerektiğini savundu. Milletler
Cemiyeti'ne oradan da Uluslararası Sürekli Adalet Divanı'na sevkedilen
sorun, Türkiye'nin görüşüne yakın bir şekilde karara bağlandıysa da,
Yunanistan buna uymadı ve Batı Trakya'daki Türklerin mallarına el koyarak
bunları Rum göçmenlere dağıtmaya başladı. Türkiye de buna karşılık
İstanbul'daki Rumların mallarına el koydu. Bu biçimde tırmanan anlaşmazlık
ilişkilerde bir gerginliğe dönüşünce taraflar bunu 1 Aralık 1926'da
imzaladıkları bir andlaşma ile çözmeye çabaladılar. Ancak bu andlaşma
uygulanamadı ve Türk Yunan ilişkileri bir kez daha gerginleşti. Daha sonra
ise Yunanistan Başkanı Venizelos'un girişimi ile 10 Haziran 1930'da
imzalanan andlaşma ile sorun çözüldü ve iki ülke arasındaki ahali
mübadelesi resmen sona erdi. Bu son andlaşma ile yerleşme tarihleri ve
doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul'daki Rum-Ortodokslar ve Batı
Trakya'daki Müslüman ahalinin tamamı "etabli" sayıldı ve mübadele dışı
tutuldu.

Akdeniz Paktı (Akdeniz İttifakı)
II. Dünya Savaşı öncesi dönemde İtalya'nın Akdeniz'de oluşturduğu tehdit
karşısında İngiltere ile Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında
herhangi bir saldırı durumunda karşılıklı askeri yardımlaşma sözlerine
dayalı güvenceler sistemi.
1935 Ekiminde İtalya Habeşistan (bugünkü Etiyopya)'a saldırınca, Milletler
Cemiyeti Konseyi aldığı bir kararla bu ülkeyi saldırgan olarak ilan etti
ve İtalya'ya karşı üye devletlerin zorlama tedbirleri-bütün ticari ve
parasal ilişkilerin kesilmesi gibi -almalarını kabul etti. Bu ortamda
İngiltere, İtalya'nın Habeşistan'a yerleşmesinin, imparatorluk yolu
açısından taşıdığı tehlikeli dikkate alarak, İtalya'nın 1935 Kasımında
zorlama tedbirlerine katılan devletleri tehdit etmesi üzerine, Aralık
ayında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye'ye askeri güvence verdi.
İspanya dışındaki devletler 1936 Ocağında bu güvenceye kabul ettiklerini
açıkladılar. İngiltere'nin verdiği güvenceye göre, zorlama tedbirlerine
katılmalarından dolayı bu devletler İtalya'nın saldırısına uğrarlarsa,
İngiltere kendilerine askeri yardımda bulunacaktı. Türkiye, Yugoslavya ve
Yunanistan da buna karşılık olarak İngiltere'ye aynı güvenceyi verdiler.
İtalya'nın Akdeniz'de yarattığı tehdit karşısında ortaya çıkan bu
güvenceler sistemine siyasi tarihte "Akdeniz Paktı" (Akdeniz İttifakı) adı
verilir.
Akdeniz Paktı ile Türkiye, İtalya tehdidi karşısında güvenliğini sağlama
açısından İngiltere'ye dayanmaya başlamıştır. Bu, Türkiye'nin İngiltere
ile ilişkilerinde bir dönem noktası sayılabilir. İki devlet arasındaki bu
yakınlaşma, üç yıl sonra, II Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde bir ittifaka
kadar varacaktır.

AKKA (AKKUM), 19 Kasım 1990
Avrupa'da konvansiyonel kuvvetlerin sınırlandırılması görüşmeleri.
Görüşmeler ilk olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nın
Viyana'daki izleme toplantısında 1989 yılında gündeme geldi. 1987 Aralık
ayında ABD ile SSCB arasında imzalanan orta menzilli nükleer füzelerin
karşılıklı olarak imha edilmesini öngörüne INF Antlaşması (Orta Menzilli
Nükleer Silahların Sınırlandırılması Antlaşması) gündeme konvansiyonel
silahların indirimini de getirdi. Bu alandaki çalışmaların iki ülke yerine
pakt arasında yapılması öngörüldü. Bu çalışma için 1975'ten bu yana
konvansiyonel silahsızlanma görüşmelerinin merkezi olan Viyana seçildi.
Görev yönergesinin 1989 Ocak ayında kabul edilmesi ile 9 Mart 1989'da
"AKKUM" diye adlandırılan görüşmeler başladı.
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nün (NATO) onaltı ve Varşova Paktı'nın
Demokratik Almanya'yı da kapsayan yedi ülkesinin Viyana'da biraraya
geldikleri AKKUM'un 3 temel amacı vardı. a)Konvansiyonel silahlarda daha
alt düzeylerde güvenli ve istikrarlı bir dengenin sağlanması, b)İstikrarı
ve güvenliği tehdit eden eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, c)Sürpriz
taarruza geçme ve geniş kapsamlı saldırı başlatma yeteneğinin öncelikli
olarak ortadan kaldırılması.
Bu görüşmeler sonucunda Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması (AKKA) 19
Kasım 1990 tarihinde yirmi iki ülkenin lideri tarafından imzalandı.
Antlaşma Avrupa bazında ve merkezi Avrupa'dan birbirinin içine geçecek
dışarı doğru açılan 4. bölgeye uyarlanarak yapıldı. Türkiye, Yunanistan,
Norveç, Bulgaristan, Romanya, Sovyetler Birliği'nin altı askeri bölgesi
aynı kapsamda ele alındı.
Antlaşma her dört bölgedeki ülkeler için öngörülen sayısal sınırların
bölge içerisinde yeniden pay edilmesi ile taraf ülkeler açısından hukuki
yükümlülükler belirlendi. Buna göre global tavanlar NATO ve Varşova Paktı
için tank ve toplarda 20.000 olarak saptanırken, zırhlı savaş araçlarında
30.000, savaş uçaklarında 6800, saldırı helikopterlerinde 2000 rakamında
anlaşıldı. Bu çerçevede Türkiye'nin elinde Güneydoğu Anadoluyu kapsayan
uygulama içinde 279 tank, 3120 zırhlı savaş aracı, 3523 top 750 savaş
uçağı bulunacaktır. Bu tavanların dışında eldeki silahlar ise antlaşmaya
göre imha edilecektir. Öngörülen indirimler iki pakta da "asimetrik"
biçimde uygulanacağı için Varşova Paktı saptanan tavanlar çerçevesinde
silah düzeyini NATO'ya eşitlemek amacı ile daha çok imha işlemi
gerçekleştirecektir.
Antlaşmanın getirdiği en önemli unsur, iki pakta birbirlerinin silah
miktar ve yerlerini etkin biçimde denetleme olanağını vermesidir.
AKKUM: bkz. AKKA
Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı, 24 Ağustos 1939
Sovyetler ve Batılılar arasında yapılmaya çalışılan ortak cephe ya da
"barış cephesi" görüşmelerinden olumsuz sonuç çıkması üzerine, Stalin
zaman ve alan kazanmanın Hitler'le doğrudan anlaşarak gerçekleşebileceğine
karar verdi. 10 Mart 1939'da Stalin Batılıları bir Alman-Sovyet
çatışmasının gerçekleştirmeye çalışmakla suçladı. Hitler de bir
Batı-Sovyet yakınlaşmasından endişeleniyor ve bunu bozmak istiyordu.
Hitler, 20 Ağustosta Stalin'den Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop'u kabul
etmesini istedi ve 23 Ağustos'da Moskova'da Alman-Sovyet Saldırmazlık
Paktı imzalandı. Tipik bir saldırmazlık paktı olan bu anlaşmanın gizli
maddesinde Doğu Avrupa'da ve özellikle Polonya ile Baltık bölgelerinde
Almanve Sovyet etki alanları belirlendi. Bunu izleyecek Polonyanın işgali
ile birlikte 2. Dünya Savaşı başlayacaktır.

Alman Ulusal Birliği, 1871
XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar bugünkü Almanya sınırlarında onlarca
bağımsız prenslik yer alıyordu. Bu prensliklerin sayıları Viyana
Kongresi'nden sonra azaltılmıştı ve bir Germen Konfederasyonu kurulmuştu.
Bugün Almanya'nın doğusu ve Polonya toprakları üzerinde kurulu olan Prusya
güçlenerek bu prenslikleri birleştirip Almanya Ulusal Birliği'ni
oluşturmaya çalışıyordu. Bu yolda Prusya'nın en önemli rakibi
Avusturya'ydı. Prusya'nın Alman Ulusal Birliği'ni kurabilmesi için
Danimarka ve Fransa ile de savaşması gerekliydi. 1964 yılında iki Alman
dükalığı olan Schlezwig ve Hollestein'i ele geçirmek amacıyla German
Konfederasyonu adına Prusya ve Avusturya Danimarka'ya savaş açtı. Savaştan
sonra bu iki dükalığın yönetimi konusunda Prusya ve Avusturya arasında
anlaşmazlık çıktı. Prusya Başbakanı Bismarck, Fransa ve Rusya'nın
tarafsızlığını sağladıktan sonra Avusturya'ya savaş açtı ve 1866'da bu
ülkeyi Sadowa'da yenilgiye uğrattı. Bundan sonra 1867'de Prusya'nın
denetiminde Kuzey Germen Konferedasyonun kuruldu. Bismarck Avusturya'dan
sonra Fransa'nın da gücünü kırmak istiyordu. Be sefer Avusturya ve
Rusya'nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Fransa'ya savaş açtı.
1870'te Sedan Savaşı'nda yenilen Fransa'nın böylece Katolik Alman
prenslikleri üzerindeki denetimi kırılmış oldu. Prusya 1871 Frankfurt
Barışı ile Alsace-Lorraine'i de ilhak etti. Bundan sonra Mein akarsuyunun
güneyindeki Katolik Alman devletçikleri Prusya'ya katıldılar ve böylece
Alman Ulusal Birliği kurulmuş oldu. Prusya Kralı Alman İmparatoru,
Bismarck da Alman Şansölyesi ünvanını aldılar.

Almanya'nın Birleşmesi, 3 Ekim 1990
Demokratik Alman Cumhuriyeti'nin siyasi varlığını sona erdirerek II. Dünya
Savaşı sonrası ikiye bölünmüş Almanya'nın Federal Almanya Cumhuriyeti
çatısı altında birleşmesi olayı. Birleşme, "Birleşme Antlaşması"nın
imzalanarak yürürlüğe girdiği 3 Ekim 1990 tarihinde gerçekleşmiştir.
Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile yumuşayan uluslararası ortamda Soğuk
Savaş'ın simgesi olan Almanya'nın bölünmüşlüğünün de sona ermesi yönünde
sesler sınırın her iki tarafında da yükselmeye başladı. Özellikle Doğu
Alman kentlerinde yoğun sokak gösterileri oldu. Kamuoyu baskısına
dayanamayan Demokratik Alman hükümeti birleşme için Federal Almanya ile
görüşmelere başlamayı kabul etti. İki Alman devleti arasında ilk olarak 18
Mayıs 1990'da "Birinci Devlet Anlaşması" imzalandı. Bu anlaşma ekonomik,
parasal ve sosyal birliği içeriyordu, Federal Alman Markı Doğu'da da
geçerli para birimi oluyor ve Demokratik Almanya pazar ekonomisine geçişi
sağlayan yasalarını hazırlamayı kabul ediyordu.
Daha sonra II. Dünya Savaşı'nın galibi dört müttefik ülke İngiltere,
Fransa, A.B.D., S.S.C.B. ile iki Almanya arasında "2+4" görüşmeleri
yapıldı ve 3 Ekim 1990'da imzalanan "Birleşme Andlaşması" ile iki Almanya
resmen birleşti. 2 Aralık 1990'da yapılan ilk ortak seçimlerle de Birleşik
Alman Parlamentosu oluştu. Parlamento daha sonra aldığı bir kararla
birleşik Almanya'nın başkentinin Berlin olmasına karar verdi.

Altı Gün Savaşı: bkz. Arap İsrail Savaşları
Amerikan Ambargosu, 1975-1978
A.B.D.'nin Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Şubat 1975'ten itibaren
Türkiye'ye uyguladığı silah ambargosu.
Amerikan yöntemi, 1971'de Nihat Erim tarafından konulan haşhaş ekim
yasağını kaldıran Ecevit hükümetine karşı bir soğukluk duyuyordu ve
A.B.D.'nin bütün engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirilen Kıbrıs Barış
Harekatı da Türkiye'nin bu ülke ile ilişkilerini iyice gerginleştirdi.
Harekat sonrası Kongre'de bir grup üye Türkiye'ye karşı silah ambargosu
uygulanması yönünde girişime başladılar. Bunun için de A.B.D.'nin
Türkiye'ye savunma amacıyla verdiği silahları Kıbrıs'ta kullanmış olmasına
sebep olarak gösterdiler. Bu arada Kongre'de çıkacak herhangi bir ambargo
kararını veto edeceğini ifade etmiş olan Başkan Nixon ise Watergate
Skandalı yüzünden istifa etmişti. Sonuçta Amerikan Kongresi 5 Şubat
1975'te Türkiye'ye yönelik silah ambargosu kararını aldı. Türkiye'nin buna
ilk yanıtı bir hafta sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin kurulduğunu ilan
etmek oldu. Daha sonra 25 Temmuz 1975'te Türkiye A.B.D.'ye verdiği bir
nota ile 1969 tarihli Türkiye-A.B.D. Savunma İşbirliği Anlaşması'nı
(Defence Cooperation Agreement) askıya aldığını ve ülkedeki bütün Amerikan
üs ve tesislerinin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "kontrol ve gözetimi"
altına girdiğini açıkladı. Bu gelişme sonucu başlayan görüşmelerde iki
ülke arasında yeni bir uzlaşmaya varıldı ve 26 Mart 1976'da yeni bir
Savunma İşbirliği Anlaşması imzalandı, ama bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi
silah ambargosunun kalkması şartına ve Kongre'nin onayına bağlanmıştı.
Temmuz 1978'de KTFD Başkanı Rauf Denktaş'ın Maraş bölgesine 35.000 Rum
göçmenin kabul edileceğini açıklamasıyla yumuşayan hava ve Başkan Jimmy
Carter'in girişimleri sonucu ambargo 26 Eylül 1978'de kaldırıldı.

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi
(American Declaration of Independence), 4 Temmuz 1776
Kuzey Amerika'daki 13 İngiliz sömürgesinin bağımsızlıklarını ilan edip
Amerika Birleşik Devletleri'ni kurduklarını bütün dünyaya duyuran belge.
Bildirinin hazırlanması görevi Philadelphia'da toplanan Kongre tarafından
7 Haziran 1776'da John Ademo, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson'un
denetimindeki bir kurula verilmişti. Kurulun hazırlayıp Jefferson'un
kaleme aldığı belge 4 Temmuz 1776'da Kongre'de kabul edildi. Bildirgenin
özü işi idi: Bütün insanlar özgür doğarlar ve özgür yaşarlar; devlet ancak
bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesi eşit derecede yararlanmasını
sağlamak için vardır; bu özgürlüklere dokunan devlet, kendi varlık
nedenini yitirir; böyle bir devlete karşı ayaklanmak hem hak hem de
ödevdir; İngiltere Hükümeti, Amerikalıların özgürlüklerini çiğneyerek
onları kendisine bağlayan temel sözleşmeyi bozmuştur; bu suretle serbest
kalan Amerikan halkı, yeni bir hükümet kurmaya karar vermiştir.
Amerikan Devrimi (American Revolution)
1774'te başlayan Amerika'daki İngiliz kolonilerinin İngiltere'ye karşı
yürüttükleri bağımsızlık hareketi. Kuzey Amerika'ya XVII. yüzyıldan
itibaren Britanya Adaları'ndan göçler başlamıştı. İlk göç edenler
üzerindeki dini baskıdan kaçan Prütenlerdi. Onları daha sonra pekçok
sebepten birçok grup izledi. Burada yeteri kadar nüfus birikince, bazı
birimler özerk devletler haline gelmeyi, bir anayasa hazırlamayı ve eşit
haklara dayalı bir birlik kurmayı kararlaştırdılar. Kolonilerde bu yönde
bir gelişme olurken Fransa ile yaptığı Yedi Yıl Savaşları'ndan dünyanın en
büyük sömürge imparatorluğu ve denizlere hakim devleti olarak çıkan
İngiltere, artık çok genişlemiş olan bu imparatorluga bir çekidüzen vermek
ve sömürgeler ile bağlarını güçlendirmeyi istiyordu. Ayrıca Yedi Yıl
Savaşları'nın masraflarını da bu sömürgelerden çıkartmak niyetindeydi.
İngiltere'nin yeni vergiler koyması Kuzey Amerika'daki kolonilerde tepkiye
yol açtı. Özellikle çay vergisi bardağı taşıran son damla oldu ve Boston
limanında İngiltere'ye ait çayların denize dökülmesiyle bağımsızlık
hareketi başladı. İngiltere'nin rakibi Fransa'nın desteği ile 4 Temmuz
1776'da Amerikan bağımsızlık mücadelesi resmen ilan edildi. İngiltere ile
başlayan askeri çatışma sonucu 1782'de İngiltere Amerika Birleşik
Devletleri'ni tanımak zorunda kaldı.

Amerikan İç Savaşı (American Civil War), 1861-1865
Amerika Birleşik Devletleri'nde 1861-1865 yılları arasında Kuzey ve Güney
eyaletleri arasında yapılan savaş. Savaş köleliğin kaldırılmasını isteyen
Kuzey eyaletleri ile köleliğin sürmesini savunan Güney eyaletleri arasında
olmuştur. Görünüşte insancıl bir sebep olmasına rağmen savaşın bir de
ekonomik boyutu vardı. Kuzey eyaletleri zenci kölelerin bağımsızlık
kazandıktan sonra Kuzey'e gelip oradaki sanayi kuruluşlarında ucuz emek
olarak çalışacaklarını umuyorlardı. Ayrıca Kuzey, Güney ile İngiltere
arasındaki ticari ilişkilerden de rahatsızdı. İngiltere Güney eyaletlerine
Afrika'dan zenci köle sağlıyor, karşılığında pamuk alıyordu. Kuzey
eyaletleri pamuğu hem kendi endüstrileri için istiyorlardı, hem de pamuğun
ucuza dışarı satılmasına karşıydılar. Sonuçta köleliği kaldırmak istemeyen
13 Güney eyaleti Amerika Konfedere Devletleri adı altında A.B.D.'den
ayrılmaya karar verdiler. Bunun üzerine 1861'de başlayan savaşı 1865'te
Kuzey kazandı ve o tarihten sonra A.B.D.'de kölelik yasaklandı.

Amerikan Planı (White Plan), 1944
Bretton Woods uluslararası para sisteminin kuruluş çalışmalarında
A.B.D.'nin görüşlerinin toplandığı plan. Plan 1944'teki Bretton Woods
Konferansı'nda Harry D. White tarafından hazırlanmış ve bazı değişiklikler
dışında aynen kabul edilmiştir. Bretton Woods görüşmelerinde White'in
planının yanında İngiltere'nin görüşlerini yansıtan Keynes Planı da
tartışılmıştır. Görüşmelerde, II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası
değer taşıyan paralara istikrar kazandırmanın yolları aranmış, ortak bir
para biriminin oluşturması konusu tartışılmıştı. White Planı bu iki sorunu
Birleşmiş Milletler İstikrar Fonu ve Dünya Bankası'nın kurulması şeklinde
çözümlenmiştir.
A.B.D. ve İngiltere arasındaki görüşmelerde Keynes Planı ile birlikte ele
alınan White Planı, Nisan 1944'te Uluslararası Para Fonu'nun (IMF)
kuruluşuna ilişkin Ortak Bildiri'de önemli yer tutmuştur.
Ankara Andlaşması, 1964
Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında ortak üyelik statüsü kuran
andlaşma.
Türkiye, Topluluğa ilk kez 31 Ağustos 1959'da başvurmuş, sözkonusu
andlaşma 12 Eylül 1963'de imzalanarak ilgili ülkelerin parlamentolarında
onaylandıktan sonra 1 Aralık 1964'te yürürlüğe girmiştir. Ankara
Andlaşması'nın temel amacı, Türkiye ile Topluluk arasında aşamalı bir
biçimde gümrük birliğinin kurulmasıdır. Nihai amacın ise, Batı Avrupa ile
hem ekonomik, hem de siyasal yönden bütünleşme olduğu ileri sürülebilir.
Andlaşma uyarınca, gümrük birliği birbirini izleyen üç dönemde
gerçekleştirilecektir. Bunlar a)Hazırlık Dönemi b)Geçiş Dönemi, c)Son
Dönem (ya da tam üyelik dönemi)'dir. Hazırlık döneminde Türk ekonomisinin
güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için
Topluluğun Türkiye'ye bazı gümrük kolaylıkları tanıması ve finansal
yardımlarda bulunması öngörülmüştür. Geçiş Dönemi fiilen 1 Eylül 1971
tarihinde başlamıştır. Bu dönemde Topluluk ile Türkiye arasında sanayi
malları alanında gümrük birliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Tarımsal
ürünler arasında bu dönemde gümrük birliği sözkonusu değildir; ancak
Topluluğun tarım ürünleri alanında Türkiye'ye bazı gümrük kolaylıkları
tanıması öngörülmüştür. Üretim faktörlerinin serbest dolaşımı ise
andlaşmaya göre 1976-1986 arasında gerçekleştirilmiş olacaktır. Ayrıca,
Topluluk, Türkiye'nin tam üyeliğini kolaylaştırmak için finansal yardımlar
sağlayacaktır. Türkiye'deki yasal mevzuatın ve iktisat politikalarının
Toplulukla uyumlulaştırılması da geçiş döneminde gerçekleştirilmesi
öngörülen konulardandır. Son (yani tam üyelik) döneminin ise 1995'ten
itibaren başlaması öngörülmüştür. Ankara andlaşmasına göre, geçiş
döneminde bu son dönemde tarım ürünlerinin de serbest dolaşımı sağlanmış
olacak; diğer yandan Türkiye'de izlenen iktisat politikaları da Toplulukla
uyumlu duruma getirilmiş bulunacaktır.

Ankara İtilafnamesi, 20 Ekim 1921
TBMM ile Fransa arasında imzalanan antlaşma (20 Ekim 1921). Mondros
Mütarekesi'nden sonra Fransa, Ermeniler ile işbirliği yaparak güney
bölgelerimize hakim olmaya çalıştıysa da ummadığı bir dirençle karşılaştı.
Fransa 1921 ortalarında TBMM hükümeti ile temas girişimlerinde bulundu.
Bunda Yunanlılara karşı kazanılan askeri başarılar, Sovyetlerle imzalanan
antlaşmalar, İtalyanların Anadoluyu terke başlaması, Ren bölgesinin
geleceği konusunda İngiltere'nin Fransayı desteklememesi gibi nedenler de
rol oynadı. Fransa Franklin Bouillon'u 9 Haziran 1921'de TBMM hükümeti ile
gayri resmi bir temas kurmak üzere Ankara'ya gönderdi. Görüşmeleri M.
Kemal Paşa yönetti. Sakarya Meydan Savaşının kazanılması Fransa'nın
tereddütlerini giderdi. Türk temsilcisi Yusuf Kamil Bey (Tergirşenk) ile
Fransız temsilcisi Franklin Bouillon arasında Ankara İtilafnamesi
imzalandı. Antlaşmayla Türkiye ile Fransa arasındaki savaş durumu sona
erdi. Türkiye Suriye sınırını çizdi. İskenderun ve Antakya Türk özerkliği
kabul edilmek şartıyla ve korunmak şartıyla Fransa'ya bırakıldı. Böylece
Fransa Anadolu'nun işbirliği yaptığı dostlarından ayrıldı. Güney
cephesinin tasfiyesi ile batı cephesinin güçlendirilmesi sağlandı. Daha
sonra Lozan'da bu anlaşma koşulları kesinlik kazanacaktır.
Anschluss, 12 Mart 1938
Almanca "Birlik". Avusturya ile Almanya'nın siyasi birleşmesini öngören ve
1938 Martında Hitler Almanyasının Avusturya'yı ilhakı ile gerçekleşen
siyasi düşünce.
İlk kez 1919'da ortaya atılan "Anschluss" fikri, 1933'e kadar Avusturyalı
sosyal demokratlarca desteklenmiş, 1933'te Almanya Nazilerinin iktidara
gelmesi ile çekiciliğini kaybetmiştir. Hitler "bir ulus-bir devlet" ideali
doğrultusunda "Anschluss"u gerçekleştirmek için 1934 Temmuz'unda
Avusturya'da Nazilerin iktidarı ele geçirme çabasını desteklemiş, ama bu
başarısızlıkla sonuçlanınca bunu bir süre ertelenmiştir. 1937'de Almanya
İtalya ile anlaştıktan sonra Avusturya üzerindeki baskılarını
yoğunlaştırmış ve Almanya'ya davet ettiği Avusturya Şansölyesi
Schuschnigg'e bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği isteklerde bulundu.
Schuschnigg bu isteklerin çoğunu yerine getirdi ama Anschluss'u halk oyuna
sunmak istedi. 13 Mart 1938 olarak tespit edilen plebisit tarihinden bir
gün önce 12 Mart'ta Alman birlikleri Avusturya'ya girdi ve iki ülkenin
birleşmesi bir oldu bitti ile gerçekleşti.
Versailles Andlaşması'nın açık bir şekilde ihlali olan Anschluss,
Avrupa'nın II. Dünya Savaşı'na doğru ilerlemesinin ilk sinyallerinden
biriydi.

Antarktik Andlaşması, 1959
1 Aralık 1959 tarihinde Washington'da imzalanan ve Antartika kıtasının
silahlandırılmasını önlemeyi amaçlayan andlaşma. Aralarında ABD, Sovyetler
Birliği, İngiltere ve Fransa'nın da bulunduğu on iki devlet tarafından
imzalanan andlaşma Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği
tarafından imzalanan ilk silahsızlanma andlaşması olması bakımından
önemlidir. Ayrıca nükleer silahlarla ilgili olarak imzalanan ilk andlaşma
olma özelliğini de taşır. AndlaşmaAntartika'da askeri üslerin kurulmasını,
silahların denenmesini, askeri tatbikatların yapılmasını bölgede
radyoaktif atıkların bulundurulması ve nükleer patlamalara yol açılmasını
yasaklamıştır. 23 Haziran 1961'de yürürlüğe girmiştir.

Anti-Balistik Füze Sistemlerinin Sınırlandırılması Andlaşması ve Ek
Protokol (Treaty on The Limitation of The Deployment of Anti-Ballistic
Missile Systems and Protocol), 3 Ekim 1972
Stratejik silahların sınırlandırılması görüşmeleri çerçevesinde (SALT)
A.B.D. ve Sovyetler birliği arasında 26 Mayıs 1972'de Moskova'da imzalanan
anti-balistik füze sistemlerini sınırlandıran andlaşma. 3 Ekim 1972'de
yürürlüğe girmiştir.
Onaltı maddelik bu andlaşma ile her iki tarafın anti-balistik füze (ABM)
sistemleri nicelik, nitelik ve coğrafi bakımdan geniş sınırlamalara tabi
tutulmakta, böylece her iki taraf için "ilk darbe" girişimi rasyonel bir
politika olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktaydı. Ayrıca, andlaşma ile bir
sürekli Danışma Komitesi kurulmakta, bu komite ile Andlaşma hükümlerinin
uygulanmasının kolaylaştırılması hedeflenmekteydi. Andlaşma doğrultusunda
A.B.D. ve Sovyetler Birliği topraklarında sadece ikişer tane ABM savunma
sistemi kurabileceklerdi. Bu sistemlerden biri ülkelerin başkentleri
çevresinde ötekisi de bir kıtalararası balistik füze (ICBM) koruganı
çevresinde olacaktı. Alan savunmasını önlemek amacıyla da her iki sistem
arasında en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM
sisteminin en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM
sisteminin en fazla 100'er rampa ve füzeden ve gerekli radar ağından
oluşacağı hükme bağlanmıştı. Ayrıca taraflar kendi ülke toprakları dışında
başka ülkelerde ABM sistemi kuramayacaklardı.
Moskova'da 3 Temmuz 1974'te imzalanan bu andlaşmaya ek protokol ile
tarafların sahip olabileceği ABM sistemi sayısı ikiden bire indirilmişti.
Bu protokol 24 Mayıs 1976'da yürürlüğe girdi.

Anti-Komintern Paktı, 25 Kasım 1936
Görünüşte Komünist Enternasyonal'i ama asıl Sovyetler Birliği'ni hedef
alan andlaşma. 25 Kasım 1936'da Almanya ile Japonya arasında imzalandı.
Daha sonra 6 Kasım 1937 tarihinde Pakt'a İtalya da katıldı. Pakt'ın
hazırlanmasına Hitler önderlik etmiştir. Hitler kendi kurmak istediği
Büyük Almanya'ya Avrupa'da en büyük engel olarak Sovyetleri görüyordu.
Japonya ise Çin'e karşı giriştiği savaşta Sovyetlerin tutumundan ve Çin'e
savaş açacağı ve askeri malzeme satmasından rahatsızdı. Pakt biri açık
diğeri gizli olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı. Açık bölüm Komintern
(Komünist Enternasyonal)'in faaliyetlerini hedefleyen bir siyasi anlaşma
görünümündeydi. Gizli bölümde ise askeri içerikli maddeler ağırlıktaydı ve
Sovyetler Birliği ile gerçekleşebilecek bir çatışmada tarafların nasıl
tutum alacakları ele alınıyordu.
Anti-Semitizm
Musevilere karşı düşmanca duygular besleme. Musevi düşmanlığı tarihin
derinliklerinden gelmektedir. Hz. İsa'yı Çarmıha Musevilerin gerdirdiğine
inanan Hristiyan gruplar tarih boyunca Musevilere karşı şiddet
eylemlerinde bulunmuş, onlara karşı ayrımcılık yapmışlardır. Bunun Orta
Çağ'daki en uç örneği İspanyol Engizisyon'unun Musevilere karşı tutumu
olmuş, bu dini terk etmeyenler zorla İspanya'dan çıkarılmıştır. XIX.
yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Orta Avrupa'da yükselen
milliyetçilikle beraber anti-semitizme ırkçı bir nitelik de eklendi,
özellikle Almanya ve Avusturya'da zengin Musevi kesim milliyetçi akımların
hedefi haline geldi. Sonunda 1933'te Almanya'da Nasyonel Sosyalistlerin
işbaşına gelmesi ile anti-semitizm doruğa çıktı. Önce Museviler ayrı
gettolarda yaşamaya zorlandı, daha sonra II. Dünya Savaşı'na kadar pekçok
Musevi ülkeden ya sınırdışı edildi ya da göçe zorlandı. Savaş sırasında
ise Almanya'nın çeşitli yerlerinde ve Alman işgalindeki ülkelerde
-özellikle Polonya'da- kurulan toplama kamplarında milyonlarca Musevi
soykırıma tabi tutuldu. Savaş sonrasında ise Musevilere bir ulusal yurt
kurmak amacıyla 1948'te İsrail devleti kuruldu ve anti-semitizm daha başka
bir biçim kazandı.

Arap-İsrail Savaşları
İsrail ile çeşitli Arap devletleri arasında meydana gelen çatışmalar.
Bunların en önemlileri 1948-1949, 1956, 1967, 1973 ve 1982 savaşlarıdır.
Balfour Bildirisi ile Filistin'de bir "ulusal yurt" sözü alan Yahudiler
bölgenin I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere'nin eline geçmesi ile bu ülke
üzerindeki baskıyı artırdılar. Manda yönetimi sırasında bölgeye olan
Yahudi göçü sonucu da Filistin'deki Yahudi nüfusu arttı. Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu Kasım 1947'de Filistin'de biri Arap diğeri Yahudi
iki devletin kurulması yönündeki karar doğrultusunda 14 Mayıs 1948'de
İsrail Devleti'nin ilanı ile ilk Arap-İsrail savaşı başladı. Mısır,
Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak güçleri bu ülkeye saldırdı. Yaklaşık bir yıl
süren savaş sonucu İsrail, sınırlarını ikiye katlayarak uluslararası
tanınan sınırlarına ulaştı.
İkinci savaş Mısır Devlet Başkanı Abdulnasır'ın Temmuz 1956'da Süveyş
Kanalı'nı millileştirdiğini açıklaması sonucu doğan bunalım sonrasında
başladı. İngiltere ve Fransa Mısır'ın bu kararını tanımadıklarını
bildirdiler. Ekim ayında Londra'da toplanan konferanstan da bir sonuç
çıkmayınca İngiltere ve Fransa İsrail ile anlaştı ve Ekim ayının sonunda
İsrail kuvvetleri Sina Yarımadasına girmeye başladı. Ama A.B.D. ve
Sovyetler Birliği'nin baskısı ile ateşkes ilan etmek zorunda kaldı ve
kuvvetlerini 6 Kasım'da geri çekmeye başladı. Bu arada İngiliz ve Fransız
paraşütçü birlikleri çatışmalar bittikten sonra bölgeye indirildi. Savaş
sonucunda Mısır-İsrail sınırına Birleşmiş Milletler Gücü yerleştirildi ve
İsrail Akabe Körfezi'ne bir çıkış kazanmış oldu.
1967 yılında Abdulnasır BM Gücünün artık çekilmesini istedi ve İsrail
gemilerinin Akabe Körfezi'ne girmesini önlemeye başladı. Daha önce ise
İsrail-Suriye sınırında çeşitli çatışmalar oluyordu. İsrail kendisinden
daha fazla kuvvete sahip olduğunu anladığı Arap devletlerinin ani bir
saldırısını önlemek amacıyla ilk saldırıyı gerçekleştirmeye karar verdi. 5
Haziran'da İsrail Hava Kuvvetleri'nin Mısır Hava Kuvvetleri'nin bulunduğu
üslere saldırısı ile başlayan savaş altı gün sürdü ve "Altı Gün Savaşı"
olarak anıldı. Bu savaş sonunda İsrail Mısır'dan Gazze Şeridi ve Sina
Yarımadası'nı Ürdün'den Şeria Nehrinin batı yakasını ve Suriye'den Golan
Tepeleri'ni aldı.
Altı Gün Savaşı Arap devletlerinde büyük bir kızgınlığa yol açtı.
Diplomatik çabalar İsrail'in işgal ettiği toprakları geri vermeyi
reddetmesi ile sonuçlandı. Bunun üzerine Ekim 1973'te Yahudilerin kutsal
ayı olanYom Kippur'da Mısır ve Suriye birlikleri eşgüdümlü bir sürpriz
saldırı gerçekleştirdiler. İsrail, Golan ve Sina'da ilk başta gerilemek
zorunda kaldı ama ikinci haftanın sonunda Galon Tepelerini geri aldı ve
Mısır birliklerini Sina'dan püskürttü. Bu savaş ile İsrail'in yenilmezlik
miti sarsıldı.
5 Haziran 1982'de İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında tırmanan
gerginlik sonucu İsrail F.K.Ö kamplarının bulunduğu Beyrut ve Güney
Lübnan'ı bombaladı. İsrail birlikleri Lübnan'ın güneyini işgal etti ve
Beyrut'un kenar mahallelerine kadar ilerledi. Kentteki Filistinli
mülteciler kenti terkederek mülteci kamplarına gönderildi. İsrail kentten
çekildikten sonra 14 Eylül'de tekrar Beyrut'a girdi. 16 Eylül günü İsrail
destekli Falanjist gerillalar Beyrut'taki Sabra ve Şatilla kamplarına
girerek yüzlerce Filistinli mülteciyi öldürdüler.
Arap Zirveleri
Arap ülkelerinin liderlerinin biraraya geldikleri, sorunları tartıştıkları
zirve toplantıları. Bu toplantıların büyük çoğunluğu Arap Birliği
çerçevesinde olmuştu.
Bu zirve toplantılarından ilki 5-11 Eylül 1964 tarihleri arasında 13 Arap
devletinin katılımı ile Kahire'de yapıldı. Yemen sorununun tartışıldığı bu
toplantı herhangi bir sonuç elde edilemeden sona erdi. Ağustos 1967'deki
Hartum Zirvesi'nde 1967 Arap İsrail Savaşı'nın sonuçları ile Yemen'deki
Mısır askerlerinin geri çekilmesi konuları ele alındı. Zirve sonunda Mısır
ve Suudi Arabistan arasında imzalanan Hartum Andlaşması'yla Mısır
askerlerinin 1967 sonuna kadar Yemen'den ayrılması kararlaştırıldı.
Zirvede ayrıca İsrail ile hiçbir şekilde antlaşma yapılmamasına ve
Filistinlilerin haklarının sonuna kadar savunulmasına karar verildi.
Üçüncü Arap zirvesi 25 Kasım 1978 tarihleri arasında yapılan Bağdat
zirvesi oldu. Zirvenin toplanması için girişimi Mısır'ın İsrail ile Camp
David Antlaşmaları'nı imzalamasına tepki gösteren Arap devletleri yaptı.
Zirvede Mısır Camp David Andlaşması'nı iptal ederek diğer Arap
devletleriyle ortak hareket etmeye davet edildi.
1990 Haziran'ında yine Bağdat'ta Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser
Arafat'ın çağrısıyla yapılan dördüncü Arap zirvesinde İsrail işgali
altındaki topraklara yapılan Yahudi göçü konusu ele alındı. Zirvede ayrıca
Türkiye'nin GAP çerçevesinde Fırat'ın sularını bir süre tutması ve bu
projenin geleceğinden duyulan kaygılar, İsrail, Ürdün ve Suriye arasındaki
Ürdün nehrinin durumu, Mısır'a akan Nil sularının azalması ve bundaki
"İsrail etkisi" de görüşüldü. Zirvede Sovyetler Birliği'nden İsrail'e,
ayda yaklaşık 10.000 kişiyi bulan Yahudi göçü kınandı ve bu göçe yardımcı
olan ülkelerle olan ilişkilerin gözden geçirilmesi çağrısında bulunuldu.
Sonuç bildirgesinde bu göç için "insan haklarının köklü bir ihlali ve Arap
ulusuna yönelik bir tehdit" ifadeleri yer alıyordu. Zirvede ayrıca
Mısır'ın Camp David Andlaşması'nın imzalanmasından sonra Tunus'a taşınan
Arap Birliği örgütünün merkezinin tekrar Kahire'ye alınmasına ve zirvenin
her sene olağan bir şekilde Kahire'de toplanmasına karar verildi. Ama
Irak'ın Kuveyt'i işgali üzerine Beşinci Arap Zirvesi olağanüstü bir
şekilde 10-12 Ağustos 1990'da Kahire'de toplandı. Zirvede biraraya gelen
21 Arap ülkesi lideri Irak'ın Kuveyt'i işgali sonucu doğan bunalımı
görüştüler. Suudi Arabistan'ın olası bir Irak saldırısına karşı bir
Birleşik Arap Gücü kurulması önerisi sert tartışmalara yol açtı. Sonuçta
12 leyhte oy ile bu gücün kurulmasına karar verildi. Bu olay Arap
Birliği'nin tam bir parçalanmanın eşiğine geldiğini göstermiştir.

Atatürk'ün Dış Politikası
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün izlediği dış
politika. Üç döneme bölünerek incelenebilir: i. Kurtuluş Savaşı ve
sonrasındaki Türk Dış Politikası, ii. Lozan Andlaşması'ndan 1930'a kadar
olan dönem, iii. 1930'dan Atatürk'ün ölümüne kadar ki dönem.
Birinci dönemde Atatürk'ün amacı en kısa sürede ve tam bir şekilde ülkenin
düşman işgalinden kurtarılmasıydı. Bu işgalin sona ereceği sınır ise son
Osmanlı Mebusan Meclisince belirlenen Misak-ı Milli sınırları idi. Ayrıca
Misak-ı Milli ilkeleri bu dönem dış politikasını temelini oluşturuyordu.
Bu dönemde Türkiye yeni kurulmuş Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler
kurarak bu devletten yardım almış ve gerek bu devleti Batılı devletlere
gerekse de Batılı devletleri Sovyetlere karşı kullanarak kendi hedeflerine
ulaşmaya çalışmıştır. Ayrıca Atatürk Müttefik devletler arasındaki menfaat
çatışmalarından doğan ayrılıkları da kullanmasını iyi bilmiştir.
Lozan'dan sonra Türkiye'nin gerçekçi bir dış politika izlediği
söylenebilir. Her ne kadar Lozan'dan arta kalan sorunlar çözülmek
isteniyorsa da-Hatay, Musul, Boğazlar gibi- bu dönemde Türkiye Lozan'la
elde ettiği statükoyu koruma çabasındadır. Sovyetler Birliği ile dostça
ilişkiler sürmekle beraber bu ülke artık Türkiye'nin dayandığı tek devlet
olmaktan çıkmaktaydı. Bu arada 1925'te Musul sorununun Türkiye'nin
aleyhine bir şekilde çözülmesi ile Türk-İngiliz ilişkilerinde bir soğukluk
yaşanmıştır.
Son olarak 1930-1938 döneminde Türkiye bütün devletlerle iyi ilişkiler
kurmaya çalışmış ve Türk dış politikasının temelini belirleyen "Yurtta
Sulh, Cihanda Sulh" sözü bu dönemde söylenmiştir. 1932'de Milletler
Cemiyeti'ne giren Türkiye, Yunanistan ve diğer Balkan devletleri ile
kurulan sıcak ilişkiler doğrultusunda bu devletlerle Balkan Antantını
imzalamıştır. 1937 yılında da aynı barışçı politika doğrultusunda Türkiye
İran, Irak ve Afganistan ile Sadabat Paktı'nı kurmuştur. Türkiye bu
dönemde de statükocu bir politika izlemiştir. Montreux Sözleşmesi ve
Hatay'ın Türkiye'ye katılması bu statükoculuktan kayış gibi
değerlendirilse de bu gelişmelerin barışçı ve meşru yollardan sağlanması
Türkiye'nin statükocu dış politikasının sürdüğünün göstergesidir.
Atlantik Bildirisi (Atlantic Charter), 14 Ağustos 1941
II. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ile o
sırada henüz savaşa girmemiş olan ABD'nin Başkanı Franklin Roosevelt
arasında Kanada açıklarında bir savaş gemisinde yapılan ve beş gün süren
görüşmeler sonucunda 14 Ağustos 1941'de yayınlanan ortak bildiri. 8
maddelik bu bildiri bir bakıma Wilson'un 14 noktası'na benzemektedir. Bu
bildiri ile A.B.D.'nin tarafsızlık politikasını terk ettiği açıkça ortaya
çıkmıştır. Bildirinin maddeleri özetle şöyledir: i.Savaştan sonra toprak
kazanılmayacak ii.ilgili halkın onayı anılmadan toprak değişikliği
yapılmayacak, iii.Uluslar kendi geleceklerini kendileri saptayacaklar
(self-determination), iv.Uluslararası işbirliği gerçekleştirilip
geliştirilecek, v.Temel hammaddelerden eşit biçimde faydalanılacak,
vi.İnsanlar korku ve açlıktan kurtarılacak vii.Açık denizlerde ticaret
serbestliği gerçekleştirilecek, viii.Mihver devletleri silahtan
arındırılacak ve savaştan sonra topyekün silahsızlanmaya gidilecek. Bu
maddeler daha sonra Birleşmiş Milletler Andlaşması'nın içine de alındı.

Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan
Andlaşma, 5 Ağustos 1963
Atmosferde, uzayda ve su altında nükleer denemelerini barışçı ya da
askeri-yapılmasını yasaklayan andlaşma. 5 Ağustos 1963'te Moskova'da
imzalanan andlaşma 10 Ekim 1963'te yürürlüğe girdi. Toprak altında nükleer
deneme yapılmasını yasaklamadığı için "Sınırlı Deneme Yasağı Andlaşması"
olarak da bilinir. Andlaşma metninde nükleer silah denemelerinin yanısıra
"herhangi başka nükleer patlama" şeklinde barışçıl denemelerin de
yasaklandığı belirtilmektedir.

Augsburg Barışı, 1555
Almanya'da Lutherciliğin varlığını kabul eden ilk kalıcı yasal düzenleme.
Augsburg'da toplanan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu Dieti tarafından 25
Eylül 1555'te ilan edilmiştir. Buna göre imparatorluğun üyesi hiçbir
devlet dinsel gerekçelerle bir başka üye devlet ile savaşa giremeyecek ve
mezhepler silaha başvurmadan yeniden birleşene dek barış geçerli olacaktı.
Ayrıca imparatorluğun her topluluk diliminde sadece bir mezhep tanınıyor
-Katolik veya Luthercilik- böylece prennslerin seçtiği mezhep uyruklarını
da bağlıyordu. Öteki mezhepten olanlar mülklerini satarak, bağlı oldukları
mezhebin tanındığı prensliklere göç edebilirlerdi. Augsburg Barışı,
eksikliklerine rağmen yarım yüzyılı aşkın bir süre Kutsal Roma-German
İmparatorluğu'nu ciddi bir iç çatışmadan korudu.
Avrupa Ahengi: bkz. Avrupa Uyumu
Avrupa İmar Programı (European Recovery Programme)
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa ekonomileri büyük bir yıkıma
uğramıştı. Savaştan sonra bu ülkeler yoğun bir ekonomik anırıma
giriştiler. Onarım için gerekli araç ve gereçlerin sağlanabileceği tek
kaynak ABD idi. Fakat bu da o ülkelerin kapasitelerini aşan altın ve döviz
rezervi gerektiriyordu. 1947 yılında ABD Dışişleri Bakanı George C.
Marshall önderliğide, Batı Avrupa ülkelerinin onarımı amacıyla hazırlanan
bir Avrupa İmar Programı ortaya çıktı. Bu programın finansmanı için
ABD'nin yaptığı yardımlar Marshall Yardımları diye bilinir. 1947'de bir
miktar yardım dağıtılmakla birlikte, programın asıl uygulanışı 1948'de
olmuştur. Programın başlatılmasından sonraki dört yıl içerisinde 17 Avrupa
ülkesine toplam 12 milyar dolar tutarında hibe veya kredi şeklinde kaynak
transferi yapılmıştır. Türkiye de az da olsa bu yardımlardan
yararlanmıştır.
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması: bkz. AKKA
Avrupa Uyumu (Concert of Europe)
XIX. yüzyılda Avrupa'da barışı tehdit eden önemli olaylar karşısında büyük
güçlerin kurduğu ad hoc bir karşılıklı danışma sistemi. Avusturya,
İngiltere, Fransa ve Prusya'ya daha sonra Almanya ve İtalya katılmış, geri
kalan küçük devletler ise kendileriyle doğrudan ilgili bir olay durumunda
sisteme dahil olmuşlardır. Uyum sistemi genellikle büyük devletlerin
barışın tehdit edildiğine inandıkları anda topladıkları konferanslar
şeklinde yürüyordu. Sonuçta büyük güçlerin hegemonyası egemen oluyordu.
Sistem büyük güçlerin Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf şeklinde iki kutupta
kamplaşmasına kadar sürmüştür.
Avrupa Uyumu Sistemi Avrupa'da siyasi istikrara büyük katkıda bulunmuştur.
Büyük güçlerin birliğinin bozulması Avrupa'yı doğrudan I. Dünya Savaşı'na
sürükledi.

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik