YAHUDİ KÖPEKLERİNİN WASHİNGTONDAKİ AĞLAMA DUVARI
İSRAİL’İN WASHİNGTON’DAKİ AĞLAMA DUVARI
O sıralardaki siyasi gündeme bakmak, bu soruyu aydınlatabilirdi. ABD’nin Kuveyt işgalinin hemen ardından takındığı anti-Irak söylemi destekleyen ülkelerin başında İsrail geliyordu. Hatta İsrailliler ABD’yi ılımlı bile buluyorlar, daha sert bir politika istiyorlardı. Cockburn’lere göre “İsrailliler, ABD’ye ‘Saddam’ın gözünün yaşına bakmayın’ mesajları yolluyorlardı”. Öyle ki İsrail Cumhurbaşkanı Haim Herzog, Amerikalılar’a nükleer silah kullanmalarını bile tavsiye etmişti. Öte yandan, ABD’deki İsrail lobisi de harıl harıl Irak’a karşı geniş kapsamlı bir saldırı düzenlenmesi için çalışıyordu.
Tüm bu durum, Amerika’da, Irak’a karşı düzenlenmesi düşünülen saldırının gerçekte İsrail çıkarları adına planlandığı düşüncesini yaygınlaştırdı. Ünlü köşe yazarı Patrick Buchanan, bu düşünceyi, “Washington’da Irak’a karşı bir savaş açmamızı savunan yegane güç, İsrail ve onun buradaki ‘ağlama duvarı’ (yani lobisi)dir” diyerek özetliyordu.
Öte yandan, İsrail konu hakkında ciddi bir propaganda kampanyası da başlatmıştı. Bu kampanya daha çok el altından yürütüldüğü için de, Mossad devreye girmişti. Eski Mossad ajanı Victor Ostrovsky, bu konuda önemli bilgiler aktarır. Ostrovsky’e göre, İsrail, Körfez Krizi’nin başlamasından bile çok daha önce Amerika ile Saddam’ı savaştırmak istiyordu. Öyle ki, İsrail bu yöndeki planını İran-Irak savaşının hemen ardından uygulamaya koymuştu. Ostrovsky’nin yazdığına göre, Mossad’ın LAP-LohAma Psicologit (Psikolojik Savaş) bölümü, çeşitli dezinformasyonlarla (yalan haber) bu konuda etkili bir kampanya başlatmıştı. Saddam’ı kanlı bir diktatör ve dünya barışına yönelik büyük bir tehdit olarak göstermeye yönelikti bu kampanya.
Ostrovsky, Mossad’ın bu propaganda için farklı yerlerdeki ajan ya da sem- patizanlarını kullandığını, örneğin Amnesty International ya da Amerikan Kongresi’ndeki “gönüllü ajan”ların (sayanim) devreye sokulduğunu anlatıyor. Kullanılan propaganda malzemeleri arasında; Halepçe’deki ünlü Kürt katliamının görüntüleri ya da Saddam’ın rejim muhaliflerine nasıl kendi elleriyle işkence yaptığına dair fantastik hikayeler yer alıyordu. Irak’ın İran’la olan savaşı sırasında İran’daki sivil hedeflere yolladığı füzeler de kampanyanın malzemeleri arasındaydı. Ancak, Ostrovsky’nin dediği gibi Mossad’ın Saddam’ın sözkonusu füzelerini malzeme olarak kullanması biraz garip bir durumdu; çünkü o füzeler, Amerikan uydularından gelen bilgilerin de yardımıyla, savaş sırasında Mossad tarafından hedeflere yönlendirilmişlerdi. İsrail, İran’a karşı yürüttüğü savaş boyunca desteklediği Saddam’ı şimdi canavar olarak gösterme çabası içindeydi. Ostrovsky, şöyle diyor:
Mossad liderleri, eğer Saddam’ı yeterince korkunç göstermeyi başarırlarsa ve o- nun Körfez petrolü için bir tehlike olduğu ki Saddam daha önce bu konuda bir güvence olarak algılanıyordu düşüncesini yerleştirebilirlerse, ABD ve müt- tefiklerini Saddam’a saldırtabileceklerini hesaplıyorlardı. İsrailliler bu konuda o denli kararlı ve ABD üzerinde de o denli ısrarlıydılar ki, 4 Aralık 1990 günü, İsrail Dışişleri Bakanı David Levy, Amerikan Büyükelçisi William Brown’ı diplomatik dille tehdit etmiş, ABD’nin “Körfez Krizi’nin başlangıcında verdiği tüm sözlerini tutmasını”, yani Irak’a saldırmasını istemişti. Levy’e göre, eğer ABD Irak’a saldırmazsa, İsrail bu işi kendi başına gerçekleştirecekti. Ancak İsrail açısından, biraz sonra ayrıntılı olarak değineceğimiz nedenler yüzünden, savaşı ABD’ye yaptırmak ve de savaşın tümüyle dışında kalmak çok avantajlıydı. Nitekim öyle de oldu.
Ancak İsrailliler ABD’nin savaş planlarına aktif olarak katıldılar. Çöl Fırtınası harekatını planlayan ABD kurmayları, İsrailliler’den “Saddam’ı yaralamanın en iyi yolunun ailesini, özel korumalarını ya da metresini vurmak olduğu” yönünde ince taktikler aldılar.
Ostrovsky’nin yukarıda anlattığı Mossad kaynaklı propaganda ise, Körfez Savaşı için gerekli olan kamuoyunu oluşturdu. Savaşın fitili de yine Mossad’ın “gönüllü ajanları” tarafından ateşlenmişti. Kongre üyelerinin Saddam’a karşı savaşa ikna edilmesi için Yahudi lobisinden Tom Lantos’un yönetimindeki Hill and Knowlton lobi şirketi dramatik bir senaryo yazmıştı. Turan Yavuz, olayı şöyle anlatıyor:
9 Ekim 1990. Hill and Knowlton lobi şirketi Kongre’de ‘Irak’ın Vahşetleri’ baş- lığı altında bir oturum düzenliyor. Lobi şirketi tarafından oturuma getirilen bazı ‘görgü tanıkları’ Iraklı askerlerin yeni doğmuş çocukları hastane odalarında öldürdüğünü öne sürüyor. Bir ‘görgü tanığı’ vahşeti tüm detaylarıyla anlatıyor ve Iraklı askerlerin bir hastanede 300 yeni doğmuş çocuğu öldürdüğünü söylüyor. Söz konusu bilgiler, Kongre üyelerini hayli rahatsız ediyor. Bu da Başkan Bush’un işine yarıyor. Ancak sonra anlaşılıyor ki, Hill and Knowlton lobi şirketinin kongre önüne getirdiği ‘görgü tanığı’ aslında Kuveyt’in Washington’daki büyükelçisinin kızıdır. Buna rağmen kızın söyledikleri Kongre üyelerinin Saddam Hüseyin’e ‘Hitler’ lakabı takmasına yol açacaktır.
İncelediğimiz tüm bu bilgiler, bizi tek bir sonuca götürüyordu: ABD’nin Irak’a karşı savaşa girmesinde İsrail etkisinin önemli bir rolü vardı. Yahudi Devleti, Irak’ın vurulmasını çok daha önceleri hedefliyordu ve Kuveyt işgalini de makul bir fırsat olarak yorumlamıştı. Washington’daki lobisi aracılığıyla da ABD’yi yönlendirmiş, Irak’a karşı başlatılacak saldırının altyapısını kurmuştu. ABD’nin Irak’a karşı izlediği yanıltıcı politika yani önce Irak’a yeşil ışık yakması, sonra birden sertleşmesi ise, İsrail’in beklenti ve isteklerine tamamen uygundu.
Fakat bu noktada durmak ve Başkan Bush’un motivasyonlarına bakmak gerekir. Çünkü ABD’yi Körfez Savaşı’na sürükleyen faktörlerden biri “İsrail ve onun Washington’daki Ağlama Duvarı” ise, bir diğeri de Başkan Bush’un kararlı tutumudur. Bu tutum, savaştan kısa bir süre sonra Beyaz Saray’a çok yakın bir kaynak tarafından şöyle özetlenmiştir:
Kuveyt’in işgalinden tam dört gün sonra, bize izleyeceğimiz politika bildirildi. Yoğun bir askeri hazırlık yapacak, Saddam tarafından gelecek her türlü uzlaşma teklifini reddedecek ve kararlı bir biçimde savaşa doğru ilerleyecektik. O zaman buna pek de inanmamıştım. Savaş, çok ihtimal dışı gözüküyordu. Hiç birimiz George Bush’un savaşa girme konusunda ne denli kararlı olduğunun farkında değildik. Evet, George Bush, savaşa girme konusunda son derece kararlıydı. Hatta, bu savaşın gerekçesinin, yani Irak’ın Kuveyt işgalinin oluşmasına da üstte değindiğimiz biçimde yardımcı olmuştu.
Peki acaba Bush’un İsrail çıkarlarına tam bir paralellik arz eden bu politikası, İsrail ile bir şekilde ilişkili olabilir miydi? Bir başka deyişle, “İsrail ve onun Washington’daki Ağlama Duvarı”, Başkan’ı da yönledirmiş sayılabilir miydi?
KENNEBUNKPORT’TAKİ BALIK AVI
Turan Yavuz’un, ABD’nin Kürt Kartı adlı kitabında en detaylı olarak incelediği konu Körfez Savaşı’dır. Yavuz, kitap boyunca savaşın su yüzüne çıkmamış gerçeklerini aktarır. Kitabın hemen başında anlattığı olay ise, “Kennebunkport’taki balık avı”dır. Yavuz’un Washington kulislerinde topladığı bilgilere dayanarak yazdıklarına göre, Başkan Bush’un Kennebunkport’taki yazlık evinde Körfez krizinin patlak vermesinden kısa bir süre sonra ve Körfez Savaşı’ndan 6 ay önce yaşanan bir balık avı sırasında, tüm Körfez Savaşı stratejisi belirlenmiştir. Yavuz, kitap boyunca bu olaya gönderme yapar ve Körfez Savaşı’nın ve onu izleyen gelişmelerin burada belirlenen stratejiye göre yürüdüğünü sık sık vurgular. Balık avına, Başkan Bush’un Fidelity adlı teknesinde çıkılmıştır. Teknede bir gizli servis görevlisinin dışında iki kişi vardır. Bu iki kişi, kafa kafaya verip tüm gelişmeleri önceden planlarlar. Turan Yavuz şöyle diyor:
Strateji hazırdı. ABD Saddam’ı vuracak ve Kuveyt’ten çıkmasını sağlayacaktı. Saddam’ın dişlerini sökecek, ancak ülkede bir iç savaş başlamasına engel olacaktı. Kısacası, iki arkadaş, Atlantik Okyanusu sularında, ellerinde oltalar ile Bağdat’a ilk bombanın atılmasından tam 6 ay önce, Körfez Krizi’nin sonunu tayin etmişlerdi bile.
Körfez Savaşı’nın tüm ayrıntılarını “6 ay önceden tayin eden” bu iki arkadaşın birisi Başkan Bush’tu elbette. Ötekisi ise Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanıydı, yani Brent Scowcroft. Hatta Turan Yavuz’un yazdığına göre, savaşın planını yapan asıl olarak Scowcroft’tu; Bush’a yalnızca onaylamak kalmıştı.
Peki Scowcroft kimdi?
Bu soruyu Washington kulislerinde sorarsanız, size çok büyük ihtimalle şu cevabı verirlerdi: “Kissinger’s yes-man”, yani “Kissinger’ın evet-efendimcisi”.
Körfez Savasi’nin temel stratejisini olusturan “Saddam’in dislerini sökmek, ama iktidardan düsürmemek” hedefi, Baskan Bush ile Ulusal Güvenlik Danismani Brent Scowcroft arasinda, Bush’un Fidelity adli teknesinde kararlastirilmisti.
Henry Kissinger’a kitabın önceki bölümlerinde de sık sık değinmiştik. ABD’nin gelmiş geçmiş en karizmatik Dışişleri Bakanı sayılabilecek olan Kissinger’ın en belirgin vasfı ise İsrail’e olan olağanüstü bağlılığıydı. Bir Alman Yahudisi olan Kissinger, bu bağlılık yüzünden, Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev aldığı Nixon’ın ilk döneminde Dışişleri Bakanı William Rogers ile büyük bir çatışmaya girmişti. Çünkü Rogers İsrail’i işgal ettiği topraklardan çekilmeye zorlayacak bir Ortadoğu Barış Planı hazırlıyordu. Ancak Kissinger planın uygulanmasını engelledi. Nixon’ın 1972 seçimleriyle başlayan ikinci döneminde de, Rogers Dışişleri Bakanlığı görevinden alındı ve bu koltuğa Kissinger oturdu. Hem Dışişleri Bakanlığı hem de Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevinin aynı kişi tarafından yürütülmesi Amerikan tarihinde ilk kez oluyordu. Dahası, Dışişleri Bakanlığı makamına ilk kez bir Yahudi oturuyordu. İsrail Başbakanı Menahem Begin, bu “tarihsel olay”ı, “Dr. Henry Kissinger’ın Amerikan Dışişleri Bakanı olması, Birleşmiş Milletler’in İsrail’in kuruluşunu onaylaması kadar dev bir adımdır” sözüyle yorumlayacaktı.
Nitekim Kissinger bu “dev adım”ın hakkını vermiş ve Amerika’nın Ortadoğu politikasını tamamen İsrail’in yörüngesine oturtmuştu. Amerika’nın, İsrail’in nükleer silah programını desteklemesi için elinden geleni yapmıştı. Onun baskısı sonucunda İsrail’e yılda iki milyar dolarlık dış yardım yapılması garantiye alındı. (Bugün bu rakam yılda altı milyar doların üzerindedir.) 1973′teki Arap-İsrail (Yom Kippur) Savaşı sırasında, İsrail’e yapılan tarihin en büyük silah sevkiyatı onun emriyle gerçekleşti. ABD’nin FKÖ ile diyalog kurmama prensibini o belirledi ve bunu dış politikanın değişmez bir parçası haline getirdi. Noam Chomsky, Kissinger’ın bu misyonunu şöyle vurguluyor: “Kissinger 1970 yılında Ortadoğu’yu kontrolü altına almayı başardı ve reddiyeci ‘Büyük İsrail’ anlayışı, uygulamada ABD’nin politikası haline geldi. O zamandan bu yana bu politika, 1973 sonrası yaşanan değişikliklere rağmen, özü bakımından aynı kaldı.”
İşte Kissinger’ın en büyük tarihsel misyonu buydu. Ve ona bu misyonunda destek olan iki önemli isimden biri Lawrence Eagleburger, ötekisi ise Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Brent Scowcroft’tu. Bu ikisi, az önce belirttiğimiz gibi, Washington kulislerinde “Kissinger’s yes-men” (Kissinger’ın evet-efendimcileri) olarak bilinirdi. Scowcroft, Carter yönetiminde Silah Kontrolü Genel Danışma Dairesi üyesi iken Kissinger’a “tabi” olmuş ve sonra Kissinger Associates şirketinin yönetim kurulunda yer almıştı. Eagleburger Kissinger Associates’in yönetim kurulu başkanlığını yürütürken, Scowcroft da başkan yardımcısıydı.
Kısacası, Kennebunkport’taki balık avı sırasında Başkan Bush’a Körfez Savaşı’nın senaryosunu empoze eden Scowcroft, Kissinger’ın sağ koluydu. Ve Kissinger demek, kaçınılmaz olarak, İsrail demekti. Kissinger, Patrick Buchanan’ın “İsrail’in Washington’daki Ağlama Duvarı” dediği lobinin en kıdemli temsilcilerinden biriydi.Bu noktadan yola çıkarak, Scowcroft’un Kennebunkport’taki balık avı sırasında Başkan Bush’a empoze ettiği Körfez Savaşı senaryosunun, İsrail’in Ortadoğu stratejisi de dikkate alınarak hatta belki temel kabul edilerek çizilmiş bir senaryo olduğunu düşünmek mümkündür. Elbette bu yargı, sadece Kissinger ve Scowcroft’un kimliklerine bakılarak verildiğinde, bir varsayımdan ibarettir. Ancak Scowcroft’un çizdiği senaryo İsrail’in stratejisi ile karşılaştırıldığında ortaya çıkan büyük paralellik, bu varsayımı doğrular.Scowcroft’un Bush’a kabul ettirdiği plana göre, mutlaka ve mutlaka Saddam’a savaş açılmalıydı. Ancak bunun yanında, dünyanın geri kalan kısmının çoğunun beklentisinin aksine, Saddam’ın iktidardan indirilmemesi gerektiğine karar verilmişti. Saddam’ın yalnızca “dişleri sökülecek”ti.
Nitekim İsrail’in istediği de tam tamına buydu.
İSRAİL’İN SADDAM POLİTİKASI
Önceki sayfalarda İsrail’in ABD’yı Irak’a karşı saldırtmak için ne denli yoğun bir çaba gösterdiğine değindik. Ancak İsrail’in sözkonusu savaş isteği, Saddam’ın iktidardan indirilmesini içermiyordu. Saddam’ın Körfez Savaşı boyunca İsrail’e attığı Scud füzeleri, çoğu insanın İsrail’in Saddam’dan ebediyen kurtulmak istediğini düşünmesine yol açmıştı. Oysa durum hiç de böyle değildi. Evet, Yahudi Devleti Irak’a karşı girişilen savaşın en ateşli savunucusu ve destekçisiydi, ama bu savaşla sadece Irak’ın askeri gücünün eritilmesini istiyordu. Buna karşılık Saddam’ın düşürülmesine kesinlikle taraftar değildi.
Çünkü Saddam ve onun liderliğini yaptığı Irak Baas hareketi, bir önceki bölümde gördüğümüz gibi, onyıllardır İsrail’e stratejik yararlılıklar sağlıyordu. Başbakan Yitzhak Şamir, 2 Şubat 1991′de, yani Irak’a karşı kara harekatının başlamasından üç hafta önce bir Avusturya dergisine verdiği demeçte şöyle konuşmuştu:Saddam psikolojik açıdan ömrü boyunca İsrail’e faydalı olmuştur… Dünyanın, Araplar’a ve dolayısıyla Filistinlilere karşı nefret duymalarını sağlayacak sınırlı bir körfez savaşı İsrail için faydalı olabilir. İsrail işgali altındaki topraklarda yaşayan Filistinliler güvenlik sebebiyle Ürdün’e gönderilebilirler. Saddam Hüseyin bu stratejik planlama için çok uygun bir katalizör.
Önceki sayfalarda, Mossad’ın çeşitli propaganda ve dezinformasyonlarla ABD’yi Irak’a karşı kışkırttığına değinmiştik. Ancak bu, madalyonun yalnızca birinci yüzüydü. Öteki yüzde ise Mossad’ın Saddam iktidarını sağlamlaştırmak için yaptıkları vardı. Ostrovsky’nin yazdığına göre, İsrail’in savaş çığırtkanlığı yaptığı günlerde, bir yandan da Washington’daki İsrail Elçiliği tarafından Irak gizli servisi Muhaberat’a istihbarat aktarılıyordu. Mossad’ın Muhaberat’a verdiği bu istihbarat, Irak’taki muhaliflerin Saddam’ı düşürmek ya da öldürmek için yürüttüğü çabalarla ilgiliydi. Kısacası Mossad, Saddam’ın ayakta kalmasına destek oluyordu!… Ostrovsky, bunun ardındaki mantığı şöyle açıklıyor: “Mossad, Saddam Hüseyin’i Ortadoğu’daki en büyük fayda olarak görüyordu. Çünkü Saddam uluslararası politika açısından tümüyle irrasyoneldi ve Mossad’ın kullanabileceği bir aptallık yapmaya oldukça yatkındı.”
Kısacası İsrail, hem “faydalı aptallıklar” yaptığı için Saddam’ı iktidarda tutmak, hem de Amerika’yı Saddam’a saldırtmak istiyordu. Yahudi Devleti, Turan Yavuz’un da belirttiği gibi Körfez Savaşı sırasında ve sonrasında Saddam’ın iktidarda kalması gerektiği tezini hep savundu. Turan Yavuz şöyle yazıyor:Körfez savaşından sonra İsrail, bölge istikrarı açısından Saddam Hüseyin’in ikti- darda kalmasını savunuyor ve istikrarın ancak, yarı güçlü bir Saddam ile sağ- lanacağına inanıyordu. İsrailli diplomatlar bu mesajı tüm dünyaya yaymakta gecikmediler.
Kennebunkport’taki balık avında Kissinger’ın “sağ kolu” Scowcroft’un Başkan Bush’a kabul ettirdiği ve harfi harfine uygulanan strateji de tam tamına buydu: Saddam’ı düşürmemek, ama dişlerini sökmek. Oysa Saddam’a karşı savaşan müttefiklerin (aralarında Türkiye de olmak üzere) amacı Saddam’ı düşürmekti. Amerikan kamuoyu hatta ordusu da bunu beklemişti. Ama Saddam düşürülmeyecekti; bu savaş bir Kissinger yapımıydı ve dolayısıyla İsrail’in tezine uygun olarak gelişecekti.
Nitekim öyle de oldu. Körfez Savaşı’nın sonunda Saddam, tüm dünyanın beklentisinin aksine, tam Kennebunkport’ta kararlaştırıldığı gibi, iktidardan düşürülmedi. Beyaz Saray’dan Saddam’ın düşürülmemesi yönünde gelen emir, Irak’taki uluslararası gücün başkomutanı Schwarzkopf’u bile şaşkına çevirmişti. İsrail’in tezi böylece uygulanmış oluyordu.
Dahası, savaşın Ortadoğu genelinde yarattığı stratejik etkiler de tam İsrail’in çıkarlarına uygun biçimdeydi. Yahudi Devleti, savaşa girmemekle diğer pek çok Arap devletinin ABD’nin yanında yer almalarını sağlamış ve böylece onları dolaylı yoldan kendi safına çekmişti. Saddam’ın İsrail’i savaşa sokabilmek için Tel Aviv’e attığı Scud’lar, bu nedenle İsrail yönetimi tarafından karşılıksız bırakıldı. Dahası, sözkonusu bir kaç etkisiz Scud’a karşı tepkisiz kalmanın ücreti olarak, Yahudi Devleti ABD’den 13 milyar dolar “tazminat” aldı.
Kudüs’teki Bar-Ilan Üniversitesi Öğretim Üyesi ve BESA Stratejik Araştırma merkezi yöneticisi Doç. Dr. Efraim Inbar, İsrail’in stratejik çevresini ve Körfez savaşının buna etkisini şöyle ele alıyor:Ağustos 1990′da Irak’ın Kuveyt’i işgali ve Amerika öncülüğünde Saddam Hüse- yin’e karşı yürütülen savaş, Arap elitini bölgesel istikrarsızlığın kaynakları hu- susunda daha duyarlı hale getirmiş ve İsrail’le bağlantılı tehdit anlayışını azaltmıştır. Dahası 1991 Körfez Savaşı, halihazırda, bölgede İsrail’e karşı bir radikal Arap koalisyonunun oluşması şansını büyük ölçüde yok etmiştir , Irak zayıflatılmış, Libya marjinal bir konuma indirgenmiş ve Amerika’yı dışlamama arayışları içinde olan Suriye, barış süreci içine itilmiştir. Bu durum, İsrail anakarası için (Akdeniz üzerinde İsrail kıyılarına 80 km mesafede) büyük bir “Doğu Cephesi”nin oluşturulması olasılığını azaltmıştır.
Kısacası, Körfez Savaşı Yahudi Devleti’ne büyük bir stratejik avantaj kazandırdı. Çünkü, zaten tam da İsrail’in tezine uygun olarak düzenlenmişti.
Peki İsrail tezi neyi hedefliyordu, Yahudi Devleti, özellikle Irak’ta, ne yapmak istiyordu? Saddam’ı iktidarda tutmanın, ancak Amerika’yı Irak’a saldırtmanın amacı ne olabilirdi?…Bu soruların cevabı, iki ayrı stratejik değerlendirmede yatıyordu. Saddam’ı iktidarda tutmayı gerektiren birinci değerlendirme, Bağdat’ın patronunu İran’a karşı bir koz olarak kullanma düşüncesinden doğuyordu. Saddam, bir önceki bölümde İran-Irak savaşını incelerken gördüğümüz gibi, 80′li yıllar boyunca Tahran’a karşı taşeron işlevi yürütmüştü ve bu misyonu sürdürmek için hala en ideal liderdi. Saddam’ın bu misyonu Körfez Savaşı’nı izleyen yıllarda da hem İsrail’in hem de ona bağlı olarak ABD’nin gözünde devam etti.İsrail’in Körfez Savaşı tezini oluşturan ve Amerika’yı Irak’a saldırtmayı gerektiren ikinci değerlendirme ise, İsrail’in geleneksel hedefleri arasında yer alan Kürt Devleti projesinden kaynaklanıyordu. İsrail, 1982 yılında Oded Yinon’un raporunda belirtildiği gibi Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti istiyordu. (Oded Yinon bir de güneyde kurulacak bir Şii devleti istendiğini ortaya koymuştu, ancak bu kez İsrailliler bu projeden şiddetle kaçınıyorlardı. Çünkü bu muhtemel Şii devleti, kaçınılmaz olarak İran’ın kontrolü altına girecekti.) Saddam’ın yarı güçlü bir şekilde ayakta kalması, hem sözkonusu Kürt Devleti’nin yolunu açacak, hem de Saddam korkusu altında yaşamaya devam edecek olan bu oluşumun dış güçlere, yani ABD’ye ve dolayısıyla İsrail’e yaslanmasını zorunlu kılacaktı. Hem Saddam, oluşturulması istenen Kürt Devleti embriyosunu Tahran’ın etkisi altına girmekten koruyacak etkili bir güçtü başlı başına.
İşte Körfez Savaşı bu hassas dengeyi tutturdu; hem Saddam’dan vazgeçilmedi, hem de Kürt devleti hedefinin yolu açıldı.
KÜRT AYAKLANMASI VE İSRAİL
Körfez Savaşı sonucunda Saddam’ın bozguna uğraması, ülkenin kuzey ve güneyindeki muhalifleri ümitlendirdi. Özellikle ABD’nin desteğini arkalarında hisseden Kürtler, bir kez daha Kürt devleti hayaline kapılarak Saddam’a karşı isyan bayrağını açtılar. Sonra gelişen olayları; Kürtler’in Türkiye sınırına yığılışını, Çekiç Güç’ün konuşlandırılışını, 36. paralelin kuzeyinin Irak birliklerine yasaklanışını ve Kuzey Irak’ta bir Kürt devletine doğru adım adım yürüyüşü, hepimiz biliyoruz.Ancak bu olayların içinde fazla gündeme gelmeye bir aktör daha vardı: Kürt Devleti projesinin kadim destekçisi İsrail. Yahudi Devleti, Körfez Savaşı’nda olduğu gibi Kürt isyanında da ön plana çıkmadı. Oysa Kürt isyanında, Körfez Savaşı’ndaki etkisinden de büyük bir etkiye sahipti.İsrail’in ilk önemli fonksiyonu, 1975′te ihanet nedeniyle ABD’ye küsmüş olan Kürtleri yeniden Washington ile temasa geçirmek oldu. İsrailli gazeteciler Dan Raviv ve Yossi Melman, Yahudi Devleti’nin üstlendiği bu aracılık misyonunu şöyle anlatıyorlar:
Kürtler Saddam Hüseyin’e karşı oluşturulan koalisyona yardımcı olabilirlerdi, ancak 1970′lerde CIA tarafından yüz üstü bırakıldıkları günlerin kötü hatıralarını gayet iyi hatırlıyorlardı. Yine de, Kuveyt’in işgalinden sonra ABD yeniden Kürt isyancıların kalıntılarıyla ilişki kurmaya karar verdi. Bu işte Mossad yardımcı olabilirdi; çünkü 1970′lerden bu yana Mossad’ın Kürtlerle olan bağlantısı hiç kesilmemişti.
Gerçekten de, 4. bölümde de incelediğimiz gibi, İsrail 1975′teki Cezayir Anlaşması sonrasında Irak Kürt hareketini “satmayan” tek ülke idi. O zamandan bu yana da konu hakkındaki hassasiyetini korumuştu. Öyle ki, 1983 yılında İsrail Dışişleri Bakanı Yitzhak Şamir Türkiye’nin Kuzey Irak’ta gerçekleştirdiği sınır ötesi harekat ile ilgili olarak görüşlerini soran Brüksel’deki gazetecilere verdiği cevapta; Türkiye’yi “Kürdistan’ı işgal altında tutan devletlerden biri” olarak tanımlamış ve şöyle devam etmişti: “Ama bu işgalci devletler hiçbir şey dinlemedikleri için, Kürt halkının bağımsızlık mücadelesi bir türlü sonuca ulaşamamaktadır.” Dahası İsrail, 1975′ten 90′ kadar uzanan uzun onbeş yıl boyunca, Raviv ve Melman’ın verdiği bilgiye göre, Kürtlerle olan dirsek temasını hiç kesmemişti.
Bu nedenle İsrailliler, Körfez Krizi sırasında Amerikalılar ile Kürtler arasında kurulan ilişkilerde aracılık rolü üstlendiler. (İsrail’in sıkı sansürü nedeniyle bu konuda dışarı çok az bilgi sızmıştır.) Ayaklanma başladıktan sonra da, Kürt davasının hep önde gelen savunucusu oldular. Hatta İsrailliler, ABD’nin Kürt ayaklanmasına yeteri kadar destek vermediğini düşünüyorlardı. Dışişleri Bakanı David Levy, Kudüs’te yaptığı ve Reuter Ajansı tarafından dünyaya geçilen konuşmasında Kuzey Irak’ta ayaklanan Kürtler’e (yeterince) silah yardımı yapmadığı için ABD’yi eleştirerek, isyancı Kürtler’e silah verilmesini istemişti.
Bu arada İsrail Barzani aşireti ile olan kadim ilişkilerini çoktan yenilemişti. Körfez Savaşı’nın başından beri, Mossad’ın Mesud Barzani güçlerine verdiği destek sürüyordu. Uğur Mumcu, öldürülmeden 17 gün önce yazdığı yazısında bu konuya değinerek şöyle demişti:70′li yıllardaki bu ilişkiler (Barzani-Mossad ilişkileri) bugün sürüyor mu? Kitaba göre [Israel’s Secret Wars] sürüyor. ‘Körfez Savaşı’ sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor. Mossad, [Mesud] Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor. Kitapta Mesud Barzani’nin, İsrail’e gizlice giderek yardım istediği de yazılıyor. Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek… Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek… İlgi belli… İlişki de belli.Kürt ayaklanmasının en hızlı günlerinde, olaydaki “İsrail parmağı” ile ilgili bilgiler Türk basınından Tercüman’a da yansımıştı. İlgili haberde şöyle de- niyordu:
Irak’taki ayaklanmaları yakından izleyen Ankara, Kürtler’in İsrail tarafından des- teklendiklerini belirledi ve dikkatini Tel Aviv’deki gelişmelere de kaydırdı. Kuzey Irak’taki iç savaşın arkasında İsrail gizli örgütü Mossad’ın da parmağının bulunduğu, İsrail’in Kürt Devleti’ni desteklediği belirlendi. Edinilen bilgilere göre askeri istihbarat, İsrail’in Kürt Devleti’nin kurulmasını fiilen desteklediğini gösteren verileri hükümete sundu. İsrail’in Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurulması konusuyla, Mossad kanalıyla öteden beri ilgilendiği belirtildi.
İsrail Dışişleri Bakanı David Levy aynı sıralarda Amerikalılar’ın Kuzey Irak’a yaptığı yiyecek yardımını değerlendirirken, “ABD’nin Kürtler’e yiyecek yardımı yapmasının olsa olsa, aç karnına değil de tok karnına ölmelerine yarayacağını, ABD’nin Kürtler’e yiyecek yerine silah yardımı yapması gerektiğini” söylemişti.Daha 1970′li yıllarda İsrailliler ile yakın ilişkilere giren, hatta Turan Yavuz’un ifadesiyle “Mossad merkezlerinden çıkmayan” Mesud Barzani, babasının yolunu izledi ve Körfez Savaşı sırasında gizlice İsrail’e giderek yardımı “tazeleme” talebinde bulundu. İsrail, bu öneri üzerine Kürt peşmergelerle “aktif bir işbirliğine” girmenin yollarını araştırmaya başladı. Ancak İsrail’in elini tutan konu Kürtlerle sınırı olan bir üçüncü ülkenin “ciddi yardımına” gereksinimi olmasıydı. Bölgeye yığılması gereken silah ve mühimmat için ne Türkiye, ne İran, ne de Suriye uygundular. Bu nedenle İsrail, Barzani’ye para yardımı yapmaya ve bir yandan da ABD’yi Kürtler’e yardım konusunda sıkıştırmaya başladı.Ancak ilerleyen dönemde, İsrail, aynı 1960′lı ve 70′li yıllardaki gibi, yani doğrudan kendi askeri uzmanlarıyla Kuzey Irak’taki Kürt hareketine destek vermeye başladı. Hayfa Üniversitesi’nden Dr. Amatzia Baram, bu gerçeği kabul eden, ancak elden geldiğince önemsiz göstermeye çalışan makalesinde şu satırları yazıyor:
… Ancak 1991-92′den bu yana Kürt kampının en güçlü iki bloğunun liderleri Mesud Barzani ve Celal Talabani İsrail ile en azından dolaylı olarak diyalog kur- maktadırlar. 1992 yılından beri her iki Kürt liderinin de bölgelerinde ufak bir İsrailli ekibi barındırdıkları yolunda bir takım söylentiler vardır.
İsrail’in Kuzey Irak’taki Kürt gruplar, özellikle de Barzani güçleri ile olan ilişkileri hakkında üsttekine benzer kaçamak yorumların dışında çok somut bilgiler çıkmadı ortaya. Ancak bu durum, ortada bir bilgi olmayışından değil, bu bilgilerin ortaya çıkarılmak istenmeyişinden kaynaklanıyordu daha çok. Türkiye’de bile, İsrail’i ideolojik nedenler yüzünden ideal bir müttefik olarak gören çevreler, bu bağlantıyı gizleme gayreti içine girdiler.
Nezih Tavlaş’ın Mossad ve Barzani arasındaki ilişkileri anlatan makalesinin başına gelenler, bunun bir örneğiydi. Tavlaş’ın makalesi, yazıyı kendilerine götürdüğü Sabah gazetesi yönetimi tarafından “ilgisiz” olduğu gerekçesiyle reddedildi. Bunun üzerine makaledeki bilgileri Uğur Mumcu “Gözlem” adlı köşesinde 7 Ocak 1993 tarihinde yayınladı, fakat bu yazıdan 17 gün sonra da faili meçhul profesyonel bir bomba ile hayatını yitirdi. Dahası, Mumcu suikastından bir süre sonra ortaya çıkan bir MiT belgesinde, eylemin Mossad tarafından görevlendirilen bir GADNA timi tarafından düzenlendiği yazılıydı. Mumcu suikastı ile ilgili bu Mossad bağlantısı, daha sonra Uğur Mumcu’nun ağabeyi Ceyhan Mumcu tarafından da dile getirilecekti. Cumhuriyet gazetesi ise, ölümünden sonra Mumcu’nun eski yazılarını tek tek yayınlamasına karşın, “Mossad ve Barzani” başlıklı sözkonusu yazıyı, nedendir bilinmez, es geçti…
Mossad-Barzani ilişkilerini anlatan Nezih Tavlaş’ın makalesi, strateji dergisi Avrasya Dosyası’nın Sonbahar 1994 sayısında yayınlandığında ise, sonuç Avrasya Dosyası’nın ilgili sayısının toplatılması oldu.
BARZANİLER VE İBRANİLER
Şimdiye dek Irak’taki Kürt hareketi, özellikle de bu hareketin liderliğini yürüten Barzani aşireti ile İsrail’in arasındaki işbirliğinin siyasi boyutunu inceledik. Ancak bunun yanında bu işbirliğinin bir de sosyolojik bir boyutu vardır; Irak’ın kuzeyinde yüzyıllardır yaşamakta olan Kürt Yahudileri, iki taraf arasında önemli bir akrabalık bağı kurar.Bu ilginç konu, Dr. A. Medyalı ismiyle kaleme alınan Kürdistanlı Yahudiler adlı kitapta ayrıntılı biçimde incelenir. Kitap, Kürtler ile Yahudiler arasındaki tarihsel ilişkiye dikkat çekmekte ve bu noktadan hareketle bu iki halkın Ortadoğu’da “müttefik” olmaları gerektiğini öne sürmektedir. Bu dahiyane sonuç, İsmail Beşikçi’nin Kürt Aydını Üzerine Düşünceler adlı çalışmasından yapılan bir alıntıyla, kitabın henüz başında şöyle anlatılır:
Kürtlerin Ortadoğu’da Yahudiler’e karşı düşmanlık hisleri beslemesinin hiçbir yararı yoktur. Kürtler Yahudi toplumuyla daha sıcak ilişkiler kurmak durumun- dadırlar. Yahudi toplumunun demokratik kurumlarını görmezden gelemezler. Yahudi toplumu Ortadoğu’da Kürtler’in doğal ittifakçısıdır.
Kürt Yahudilerinin büyük bir bölümü, Mossad’ın 1950′li yıllarda düzenlediği “Ezra ve Nehemya Operasyonu” ile İsrail’e getirilmişlerdir. Ancak yine de iki halk arasındaki geleneksel ilişki kopmaz. İsrail’e gelen Iraklı Yahudiler, Kürt kimliklerini de bir yandan muhafaza ederler. İsrail’de yaşayan Kürt kökenli Yahudiler tarafından kurulmuş olan İsrail’deki Kürt Yahudiler’i Ulusal Örgütü’nün (The National Organization of Kurdish Jews in Israel) başkanlığını yapmış olan Haviv Şimoni, 1973 yılında yapmış olduğu bir açıklamayla, İsrail’de 90.000 “Kürt” bulunduğunu açıklamıştır.
Gazeteci yazar Pamela Kidron ise, 1988′de kaleme aldığı bir makalesinde “İsrailli 150.000 Kürt”ün varlığından söz etmektedir. A. Medyalı’nın kitabına göre ise, “günümüzde İsrail’de, Kürdistan kökenli yaklaşık 200.000 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir.” Yona Sabar’ın The Folk Literature of the Kurdistani Jews adlı kitabında da Kürt Yahudileri ile ilgili 60′ın üzerindeki kaynaktan ayrıntılı bilgi verilir. Tüm bunlar, bugün İsrail’de ciddi bir Kürt Yahudisi varlığından söz edilebileceğini göstermektedir
Dahası, bu Kürt Yahudileri, Irak’taki Kürtlerin kaderi konusunda da oldukça hassastırlar. Türk Yahudiler’i'nin yayınladığı “cemaate özel gazete” Şalom’un yazdığına göre, İsrail’deki Kürt Yahudiler’i Ulusal Örgütü başkanı Haviv Şimoni, Nisan 1991′de İsrail Dışişleri Bakanı David Levy ile görüşerek ABD’nin Kürt yanlısı tutumunu daha da arttırması için istekte bulunmuştur. Kuruluş sözcülerinden Aharun Sariy ise, biraz iddialı bir rakam öne sürerek, İsrail’de tahminen 1 milyon Kürt Yahudisi bulunduğunu söylemiştir. Bu “etnik” bağlantı, Barzaniler ile Yahudiler arasına kültürel ve geleneksel bir yakınlık katmaktadır. Ancak daha da ilginç bir şey vardır. Kürt Yahudileri, Barzani aşiretinin de bir parçasıdırlar! Dahası, Barzani aşireti, çok sayıda “ünlü haham” çıkaracak kadar dindar bir Yahudi kimliğini içermektedir. Kürdistanlı Yahudiler adlı kitap, bu Barzani hahamları şöyle anlatır:
16. ve 17 yüzyıllarda Kürdistanlı hahamlar tarafından yazılmış olan çeşitli bel- geler ve elyazması kitaplar, genel olarak Kürdistanlı Yahudilerin başta dinsel olmak üzere, sosyal ve ekonomik yaşantıları hakkında ayrıntılı bilgilerin yanısıra Kürdistan’la ilgili bazı dolaylı bilgiler de içermektedir. Bu dönemlerde kimi Yahudi toplulukları Kürdistan halklarının genel yoksulluk tablosu içinde yer alırlarken, öte yandan özellikle ünlü Barzani Ailesi’nden gelen hahamlar Kürdistan’ın birçok yerinde dinsel çalışmalar ve eğitim için merkezler kurmuşlardı. Bu dini merkezler Mısır ve İsrail gibi uzak yerlerden bile öğrenci kabul ediyorlardı.
Barzaniler’in Yahudi kimliğinin doğal bir sonucu olarak, Kürt Yahudileri de kendi kaderlerini Barzaniler’e bağlı görürler. Bu nedenle, Barzani önderliğindeki Kürt hareketinin 1975 yılında yenilgiye uğramasının ardından, İsrail’in de kolaylaştırıcı müdahaleleriyle bir grup Kürt Yahudisi İsrail’e göç etmiştir. Barzani kimliğinin içerdiği bu Yahudi faktörü, hem Molla Mustafa Barzani’nin hem de oğlu Mesud Barzani’nin İsrail’le olan ilişkilerinde önemli rol oynamıştır kuşkusuz. Kürt Yahudileri de, belirgin bir biçimde Barzani hareketinin ön saflarında yer almışlardır. (En son, 16 Nisan 1996′da Ankara’ya gelip üst düzey yetkililerle görüşmeler yapan “Mesud Barzani’nin sağ kolu” Evair Barzani’nin İsrail pasaportlu bir Kürt Yahudisi oluşu oldukça dikkat çekicidir.)
Posted in yahudiler (israiloğulları), günümüzde İslam ülkeleri, sömürgecilik, sömürgeci batı, İnsanlık tarihi, dünya ve ademoğulları, dünyanın fitnesi (güncel dünya), kafir ve münafıklar potansiyel suç ve günah üretic, meteryalizm, hiristiyan batı, ahir zaman, kapitalizm, ALINTILAR, Şia (iran ve şiilik), haber ve İstihbaratlar, Türkiyedeki İslam Düşmanları Ve Taraftarları, ALLAH ın Taktiri Paylaşılamıyan Topraklar, america.
Kaynak : otvav.wordpress.com
Başlık ve yazı alıntıdır ; Yahudiler tarihten bilindiği üzere Tanrı tarafından cezalandırılıp , Maymun ve Domuz Yapılan aşağılık yaratıklardır . Köpek olabileceklerini ben şahsen sanmıyorum. Çok çalışmaları lazım ,orospu çoc.klarının , Piç kuruları .