7 Nisan 2007 Cumartesi

ÖZAL VİZYONU

26 11 2006

Biyografisi:

1927 yılında Malatya’da doğdu. 1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ni Elektrik Mühendisi olarak bitirdi. 1952 yılında ABD’ye giderek ekonomi tahsili gördü. Türkiye’ye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcılığı’na atandı. 1961-1962 yıllarında askerlik hizmetini, Milli Savunma Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak yaptı ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulmasına katkıda bulundu. Bu sırada, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde ders verdi. Bir süre Başbakanlık Teknik Uzmanlar Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve 1967-1971 yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini yürüttü. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında bulundu. 1971-1973 yıllarında Dünya Bankası’nda danışman olarak görev yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli sınai kuruluşlarında çalıştı ve 1979 yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atandı. Aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürüttü. 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan Hükümete ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı. 1982 yılında bu görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisi’ni kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde partisinin birinci gelmesi üzerine hükûmeti kurmakla görevlendirildi ve böylece Türkiye’nin 19. Başbakanı oldu. 1987 seçimleri sonrasında tekrar hükümet kurdu ve başbakan olarak görev yaptı. 31 Ekim 1989′da Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin sekizinci Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9 Kasım 1989 gününde bu görevine başladı. 17 Nisan 1993 gününde geçirdiği bir rahatsızlık sonucu görevi sırasında vefat etti. 1954′de Semra Hanım’la evlenen Turgut Özal’ın üç çocuğu bulunuyordu.

Özal’ı Anlamak:

Zamanında merhum Turgut Özal’ı, uzun vadeli yatırımlarını görmezden gelerek çok eleştirdik, yerden yere vurduk. Gerek medya, gerek muhalefet ve gerekse halk olarak… Ama şimdi yerlere göklere sığdıramıyoruz. Tekerrürden ibaret olan tarihi olayları, sırasını bile şaşırmadan yaşadıkça “keşke”lerle başlayan uzun cümleler kuruyoruz. Türkiye’de siyasal, yapısal ve sosyal değişimin ne şekilde olabileceğini bizlere gösteren Özal’ın, hem ekonomiyi hem de kafaları değiştirebilen vasıflara sahip bir lider olduğunun farkına varıyoruz.Biz Özal’ı, yakın tarihimizi irdelerken, geçmişi özlerken, günümüz hükümetinin istikrarını onun misyonuyla bağdaştırıp umutlanırken anıyoruz. Bu anmalar o döneme dönmek için değil, yakın geleceği daha iyi görmek ve yorumlayabilmek içindir. Ölümünün 12. yılında bile Özal hala diri, hala canlı ise bir durup düşünmekte fayda var!Turgut Özallı geçen 10 yıllık dönemi daha iyi anlayabilmek için Özal’ın Türkiye’nin kaderinde rol almaya başladığı dönemin şartlarını iyi bilmek gerekir. Özal’ın sahneye çıkışı, Genel Kurmay Başkanı Org. Kenan Evren ve arkadaşlarının 12 Eylül 1980 darbesi ile parlamento ve hükümetin feshedildiği, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı, ülke genelinde sıkı yönetimin ilan edildiği, bütün siyasi partilerin kapatıldığı, siyasi liderlerin sürgüne gönderildiği(Demirel, Ecevit, Baykal….), temel tüketim maddelerinin karnelerle satıldığı dönemle çakıştı. 12 Eylül harekatı ile kanun ve nizam hakimiyetini sağlamak amacıyla yasama ve yürütme organlarını tek elde toplayarak yapılacak düzenlemelerle siyasi partilerin seçimlerde anayasal çoğunluğu sağladıktan sonra çekilme kararını açıkladıkları dönemi öğrenmek ya da hatırlamak gerekir. (Halet-i zihinlerden çıkmamacasına)Zorlama yollarla istikrar kurmayı amaçlayan askeri yönetimin ardından (ki Türkiye’deki siyasal sistem, askeri darbeler olmadan kendini yenileyemiyor!) iki dönem başbakanlık yapan etkili bir lider ve dahi bir Cumhurbaşkanı’ydı..Hani toplum mühendisleri vardır, toplumu yönlendiren, yöneten, kitleler oluşturan; Hitler gibi Stalin gibi….. Demokratik sistemlerde toplum mühendisleri yoktur, değişim mühendisleri vardır. Özal, bunu bize uygulamalı olarak öğretti. Yeniliğe başbakanlıkla değil; iş hayatıyla, uygar topluluklara ulaşma gayretiyle başladı. Başbakanlığının birinci ayında projelerini uygulamaya koydu. Dediğini yapan insanı biz Özal’la tanımıştık. Özal, değişim mühendisi olarak devrimlerini yaparken tabuları yıkmayı hedeflemişti.

“Uzun İnce Bir Yol”

Bugünlerde Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ile yatıp AB ile kalkıyor. Herkesin dilinde… Kimilerince 17 Aralık’la gelen müzakere tarihi, tarihi bir dönem, kimilerince de aldatılmışlık senaryosunun bilinen replikleri… Mustafa Kemal gibi, değişimi batıda gören Özal’ın AB yolundaki (o zamanlar Avrupa Topluluğu idi) girişimlerini bilmek gerekir. Bu sureci başlatan, AB kapılarında 14 Nisan 1987’de önemli bir viraj alarak üyelik başvurusunu yapan hükümetin başındaki isimdir Turgut Özal.Silahların konuştuğu, üretimin durduğu 12 Eylül askeri darbesinin izlerinin henüz silinmediği, Avrupa ülkeleriyle ilişkilerin askıya alındığı ve daha birçok zorlukların, olumsuzlukların hüküm sürdüğü Türkiye’de, üyelik başvurusunun yapılması ve üye ülkelere Türkiye’nin doğru biçimde izah edilmesi hiç de kolay değildi… Üyelik başvurusunun sonrasında, ülkeyi Avrupa’ya taşıyacak teşkilatı hazırlamak için ciddi çalışmalar yapmaktaydı hükümet. AB’ye hemen kabul edilmeyeceğimizi, tam üyelik alamayacağımızı aslında herkes biliyordu… Hükümet de farkındaydı bunun. Esas amaç, tam üyelik alma yolunda zaman kazanırken bir yandan Türkiye’yi Avrupa normlarına yaklaştırmak, üyelik için zemin hazırlayabilmek, sağlam temeller atabilmek bir yandan da bu zaman zarfında Avrupa ülkeleri ile ilişkileri sıcak tutarak dışa açılmayı kolaylaştırmaktı. Belki de en büyük talihsizlik merhum Özal’ın kalp sorunları yaşaması, ABD’de ameliyat olduktan sonra uzun seyahatlere dayanamayacak olmasıydı. Zorunlu istirahata çekildiği Londra’daki otel odasında, tehlikeyi henüz atlatamamışken, kurduğu zoraki cümlelerle ağzından çıkan “haysiyetimizle oynatmayınız” buyruğuyla yola devam edilmişti. Merhumun deyimi ile AB “uzun, ince bir yol”du ve bu yolda kararlı, sabırlı ve sürekli çalışmak lazımdı. Günümüz hükümetinin bu süreçte birebir markajlarla aleyhimizde olan kararları lehimize çevirdiğini görünce o dönemde yaşanılan talihsizlikleri daha iyi anlarız belki. Ama unutmamak gerekir ki 1989’dan 2004’e kadar kaybolan yılların-altın çağı olması gerekirken- hesabını Özal’ı anlayamayan, haklı mücadelesindeki kararlılığı gösteremeyen beceriksiz siyasetçilerimizden sormak gerekir. Ya da en azından tarihin tekerrür etmemesi için yapılan yanlışlıkları bilmek…Dış politikada dünyaya global olarak bakabilen, Türkiye’ye vizyon oluşturabilen bir şahsiyeti anlamaya çalışıyoruz sadece. AB ile ilişkilerimizin geldiği nokta malum…Bizden 45 sene sonra demokrasiye geçenler, bizden 10 sene sonra serbest ekonomiye geçenler bugün AB’ye üye oldular. Türkiye ise sadece seyirci konumunda. Seyirciliğimizi 10 yıl önce bırakıp devam edebilseydik bu yola, oyalama taktiklerini yemez, haysiyetimizi koruyarak haklılığımızı daha kolay anlatabilirdik belki de…Bu sebepledir ki O’nun yolundan yürümenin gerekliliğini “acabalarla” savunuyor, yeni yöntemler arıyoruz.32.gün ekibinin hazırladığı “Özallı yıllar” belgeselinde Zeynel Abidin Bey Özal’la olan anılarını bizlerle paylaşıyor ve şöyle anlatıyordu Özal’ı: “Bütün dünyayı okuyordu. Okur yazardı. Batıyı okuyordu, Doğu’yu okuyordu. O günkü komünisti okuyordu, liberali okuyordu, muhafazakar ilkeleri okuyordu. Bush ile oturuyor sonra dönüyor öbür cephede İran lideri ile meseleyi hallediyordu. Bir gün Avustralya’dayız. Konuşmacıydı orada. Konuşmasını yapmak için kürsüye yürürken hiçbir Avustralyalı ayağa kalkmadı. Kürsüden indiğinde ise 7 dakikalık alkış kesintisiz sürmüştü. Avustralyalı’lara hitaben söylediği şu söz çok anlamlıydı: “Siz bakıra güvenerek muhasır medeniyetlere ulaşmayı hedefleyen yanlış politikalar izliyorsunuz.” Sovyetler Birliği’nin yıkılacağını önceden hissetmişti. Adeta bir ayağı Balkan’larda bir ayağı Kafkas’larda bir ayağı Asya’daydı. Rafa kaldırılmış olan Türk konfederasyonunu kurma hayali peşindeydi. “Türkiye’nin üzerinde bir darağacı kurmak isteyecekler. Buna göre hazırlıklı olmamız lazım. Bunun da çıkış yolu komşularımız ile önce ekonomik ve ticari sonra kültürel ilişkilerimizi geliştirmek, böylelikle Batı’ya karşı güçlü olmaktır.” derdi. Bütün politikaları rakiplerini anlayarak geliştirmek istiyordu.

“Ortadoğuda dengeleyici bir Türkiye siyaseti”

Körfez Savaşı döneminde komşumuz Irak hakkındaki tavrı son derece net oldu. Saddam, diktatördü, Türkiye için tehlikeliydi ve ne kadar çabuk diktalığına son verilirse dünya için o kadar iyi olurdu. Etnik köken bakımından zengin bir coğrafyada kurulmuş olan Irak’ta, kargaşa bir gün mutlaka su yüzüne çıkacaktı. Özal, 15 yıl önce bu kargaşayı gördüğü için oradaki Kürt kimliğini, Arap’ları ve Türkmen’leri bir bütün olarak değerlendirmeye çalıştı. Balkan’larda çok ayrı bir statü içerisinde olsak da Ortadoğu’da oynamamız gereken aktif rol bizim için kaçınılmazdı. Demokratik toplumlarda, varlığını savunma yöntemi bellidir. Bir devlet adamı için, temsil ettiği topluma karşı sorumluluklarından dolayı, kabul edilmesi zor da olsa ülkesinin çıkarlarını korumak, insani yönünün önüne geçebilir. Savaşın hiçbir haklılığının olmadığını bilsek de, 90’lar Türkiye’sindeki Özal’ı farklı bir açıdan değerlendirmek zorundayız. Çünkü Irak’ın Saddam Hüseyin’den arındırılmış bir ülke olması için savaş kaçınılmaz son olabilirdi. Saddam, Halepçe’de yapılan katliamın tek sorumlusuydu nihayetinde. Kaldı ki son 200 yıldır güçlünün yanında yer alarak bir yerlere gelmeye çalışan zorunlu siyasetimizin bağımsızlığını bir anda hayır diyerek kurtaramazdık. 500 yıl boyunca aynı sınırları paylaştığımız devletlerle oluşturduğumuz ortak kültürlü bir medeniyette komşularıyla kopuk ilişkili bir Türkiye istemiyordu Özal. Türkiye’yi Ortadoğu’nun merkezine oturtma ve lider konumuna getirme çabası vardı. Ayrıca, 12 milyonluk Kürt nüfusu barındıran ve terör bağlantılı bir ülkenin komşusu olan Türkiye’nin, ilerde oluşabilecek ayrımcı, kışkırtıcı hareketlere karşı tedbir alması gerekiyordu. Türkiye için Amerika’nın yanında yer almak Amerika’ya duyulan sempatiden ya da Amerika’nın gerçekten Ortadoğu’ya barışı, istikrarı, demokrasiyi veya hukuku getirecek olmasından kaynaklanmıyordu. ABD’yle birlikte hareket etmek, savaş sonrasında Ortadoğu’nun, haliyle Türkiye’nin geleceğinin tayin edileceği masada söz sahibi olabilmek, ülkenin bütünlüğünü koruyabilmek için gerekliydi. Bunların bilincinde olan Özal, Ortadoğu’nun önemini çok önceden farketmiş, kaçınılmaz savaşı önceden sezmiş ve kendisine söz hakkı tanınmasını beklemeden konuşmak için söz istemişti. Ortadoğu ve dolayısıyla tüm dünya için büyük önem arzeden bu süreçte Özal aktif bir rol oynamış ve ABD’yle birlikte hatta ABD’den önce fikir beyan edip olaylara yön vermiştir. Özal’ın ölümünden sonra baba Bush’un Özal ile ilgili anılarında anlattıklarıyla Özal’ın bu savaştaki baskın konumunu daha net anlayabiliriz:“Biz başlangıçta sorunu barışçıl yollardan çözmeye çalışıyorduk. Özal buna inanmıyordu. O’na göre, Saddam Irak’ın başında olduğu sürece barışçıl çözümler başarılı olamazdı. Saddam’ı sevmezdi. Beni hep uyarırdı. Bir delilik yapabileceğini hep söylerdi. Neticesinde savaşın başladığı ilk dakikalardan itibaren Özal ile çok yakın çalıştık. Bölgedeki diğer liderlerle ilgili bana son derece yardımcı oldu. Amerika, Turgut Özal’la konuşmaktan çok yüksek telefon faturaları ödedi çünkü ondan çok güzel fikirler alıyorduk. Çok güçlü fikirlere sahipti. Bana, Saddam’ı az kayıp ile yeneceksiniz, onunla savaşmanız gerekebileceğinin farkına varmanız lazım diyen ilk liderlerden biri oldu.”“İktidar olmak” siyasi partiler için çok önemli sayılsa da “muktedir olmak” kavramının içi doldurulmadığı sürece hiçbir anlam ifade etmez…! Özal iktidarı aynız zamanda muktedirdi de…Bizde, devlet ve milletin iç içe olması gibi tarihi bir gelenek vardır. Bu gelenek, Özal dönemi öncesinde bozulmaya yüz tutmuştu. Siyaset sahnesinde devleti tekrar millete getiren adam olarak tanınır Özal. Bir nevi, bu yıkılmaya yüz tutmuş geleneği tekrar ayağa kaldırmıştır.

“kafasındaki Türkiye’yi yönetme modeli”

Vizyonu şöyle tarif eder Özal: “Kabiliyet ve bilgi olacak tabi. Ama bunu görgü ve dış dünya temasları ile zenginleştirdiğimiz anda vizyon olur.” Özal’a göre kısa ve öz bir anayasamız olmalıydı. Devletçiliği %30’lara indirgemek, özelleştirmeyi bitirmek istiyordu. Yani devletin asli görevlerine dönmesini amaçlıyordu.Turgut Özal, müthiş bir sentezdir. Dinlemesini bilen biri…. Başka dinleyen bir siyasetçi tipi hatırlıyor musunuz? Konuşurlar diğerleri; radyoda, televizyonda, miting alanlarında… Mecliste konuşanlardan değildir Özal! Enflasyonu şoförüyle, Irak meselesini bir polis memuruyla münazara ederdi.

Kimdir Turgut Özal? Muhafazakar mı? Liberal mi? Bir ayağı Malatya’da, bir ayağı Amerika’da modernleşmenin öncülüğünü yapar Turgut Özal. Ayağı Anadolu’ya basar, gözü Türk Hava Yolları’na bakar. Türk tarihine vakıftır. Yeni dünya düzeninde, geçmişle sadece iftihar etmekle milliyetçi olunamayacağını anlatır. Değerler açısından muhafazakar ama özgürlükler, sivil insiyatifi kullanmayı özendirmek, statükoya karşı olmak açısından liberal; aynı zamanda devrimci bir kişilikti Özal. Sadece bir fikre sabitlenmekten uzak, bütün fikirlerden faydalanmayı bilen iyi bir sentezciydi. Bu sentez, O’na ileri görüşlülük özelliği kazandırmış dolayısıyla da Sovyet rejiminin çökeceğini, Çin’in serbest pazara geçeceğini çok önceden öngörmüştür.Türkiye, Özal döneminde modern dünyanın kabul etmediği Devletçilik’ten kurtulmak için atılımlar yapar. Özal, özelleştirmeye büyük önem verir. Bürokrasiye savaş açar. Devleti hantal yapısından kurtarmak için sert tedbirler alır. Açık sözlülüğüyle tanınır. Romanya’ya gittiğinde “Eğer böyle giderseniz batarsınız.” demekten tereddüt etmez. Pekin’de “Eğer bu fiyatla metro taşımacılığı yaparsanız Çin biter.” sözünün sahibidir. O zamanki komünist liderlere “Saçmalıyorsunuz” diyecek kadar özgüvene ve güçlü bir iradeye sahiptir. Özal, konuşmaya başladığı zaman Amerikalı’lar not almaya başlarlar.Cumhurbaşkanlığı yeminini yaparken üç şey üzerinde durdu. Din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüğü. Özgürlüklere çok inanırdı ama hemen arkasından şunu söylerdi: “Eğer ekonomik bakımdan güçlü olmazsak salt bu kavramlarla yaşama şansı bulamayız. Bilakis, gelişmiş ülkelerde bu kavramların yerleşmesi ekonomik yönden güçlü olmalarıyla doğrudan ilintilidir.” Dolayısıyla bu dengeleri korumak için büyük gayret sarfediyordu. Özal’ın, Devlet Planlama Teşkilatı günlerinden beri ağzından eksik etmediği laf şuydu: “Çocuklar en kötü karar, kararsızlıktan iyidir çünkü karar verirseniz düzeltme şansınız olur.” Risk alabilen, ani kararlar verebilen insanların olması için daha ne söylenebilir ki….Dankwort Rustov’a göre Türkiye’nin modernleşmesinde üç temel devrim vardır. Bunlar: Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti ilan etmesi, İsmet İnönü’nün demokrasiye geçiş kararı ve Turgut Özal’ın Türkiye’yi piyasa ekonomisine geçirmesidir.İlk İzmir İktisat Kongresini 1923’de Mustafa Kemal toplamıştı. Sahne değişir aynı oyunda aynı rolde sadece karakterler farklıdır sonrasında. Aradan geçen 58 yılın ardından yine aynı amaçla ikinci ve üçüncü kongreleri toplayan isimdir Özal.1981’deki konuşmasında Özal, asırlarımıza damgasını vuran temeldeki yapısal darboğazlarımıza dikkat çeker: Altyapı, enerji ve ihracat yokluğu… Bu üç darboğazı aşmak için takip edilen piyasa ekonomisi ve dışa açılma reformlarının on yıllık sonuçlarını 1992 kongresinde de anlatır. Sıçrayan rakamlardan, gerçekleştirilen projelerden ve döviz girdilerinden örnekler verir.Turgut Özal her hafta düzenli biçimde yapılan grup toplantılarında bıkmadan ve yorulmadan vizyonunu, projelerini milletvekillerine anlatır.Tabi sadece iktidar milletvekillerinin anlaması yetmez…Özal,“İcraatın içinden” programları ile her ay televizyonda halkın karşısına çıkar. “Sevgili vatandaşlarım” diyerek, elindeki kalemi sallaya sallaya yapmayı tasarladıklarını halka anlatır. Zaman geçtikçe ve yapılanların sayısı arttıkça yapılacaklara olan inanç fazlalaşır. 4-7 Haziran 1992’de 3. İzmir İktisat Kongresi’nde değişim programını açıklar ve “Türkiye’nin büyük devletler arasında yerini alması müktesep bir haktır. Ciddi hatalar yapmazsak 21. Yüzyıl Türk asrı olacaktır.” der.Ne yazık ki sonra çok ciddi hatalar yaptık….

Kaynaklar: Aksiyon dergisi, 32.gün “özallı yıllar” belgeseli, Mehmet Barlas’ın sabah gazetesindeki yazıları, yakınçağ türkiye tarihi “sina akşin, cemil koçak,hikmet özdemir……”

not: Yazar bu makaleyi Betül Karakayış ile hazırlamıştır.

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik