21 Mayıs 2007 Pazartesi

İki jandarma komutanının fazilet mücadelesi

Albay Hami Çakır, İstanbul Jandarma Alay Komutanıydı. Büyük operasyonlar yaptı, geleceğin generallerinden biriydi. Binbaşı Zeki Bingöl, devletin zirvesine uzanan operasyonların başındaydı. Peki onlara ne oldu?


--------------------------------------------------------------------------------

Albay Hami Çakır, Harp Okulu’nu 1974’te bitirip Jandarma teşkilatına teğmen olarak katıldı. Askerlik hayatının yaklaşık 15 yılı Güneydoğu bölgesindeki görevlerde geçti. Yarbay rütbesiyle Hakkari’de görevli iken 1997’de, “Yüksekova Çetesi” olarak bilinen oluşumun ortaya çıkmasını sağlayanlardan biriydi. Bu olayda bazı jandarma ve emniyet görevlileri ile korucular ve sivil kişilerden oluşan bir grup, bölgede devletin gücünü kullanarak çeşitli faaliyet ve eylemler yapmakla suçlanıyordu.

Çakır, albay rütbesinde iken 1999’da Edirne Jandarma Alay Komutanı oldu. Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan ve kardeşlerine yönelik yolsuzluk operasyonunu yapan timler onun alayındandı. Normalde bu görev İstanbul Jandarması’na aitti. Ama Ankara, o dönemde İstanbul Jandarması’nı devre dışı bırakıp bu işi Hami Çakır eliyle yapmayı uygun buldu. 2001 yılı ortasında Çakır artık İstanbul Jandarma Alay Komutanıydı ve iki yıl sonra general olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Çünkü jandarma teşkilatının en parlak subaylarından biriydi. Zaten geleceğin generalleri gözü ile bakılan albaylara İstanbul Alay Komutanlığı görevi veriliyordu. Çakır’ın en büyük özelliği, 24 saat görev bilincini özümsemiş bir subay olmasıydı. Telefonunu 24 saat ulaşılabilir şekilde açık tuttuğu gibi, birlikte görev yaptığı jandarma mensuplarına “İşinizi eşiniz gibi görün” öğüdünde bulunurdu. Bir askerî birliğe gidince ayrı yemek istemez, o gün asker ne yiyorsa, aynısını yerdi.

Binbaşı Zeki Bingöl, Harp Okulu’nu 1988’de bitirdi. 1993’te üsteğmen rütbesinde iken Şırnak’ta 13 timi olan seyyar bir bölüğün komutanı oldu. Şırnak’ta Tugay Komutanı Tuğgeneral Mete Sayar’dı ve terörün en yoğun olduğu dönemdi. Üç yıl Şırnak’ta görev yapan Bingöl, yüzbaşı iken Bingöl ilindeki komando taburunun komutanıydı. 2000 yılında Bayrampaşa Cezaevi’nde görevli jandarma taburunun istihbarat harekât subayı olarak İstanbul’a geldi. Bayrampaşa Cezaevi’ndeki manzara şöyleydi: Normal kapasitesi 800 kişi olan bu cezaevinde 3 bin 500-4 bin kişi kalıyordu. 40 kişilik koğuşlarda 120 kişi vardı. Cezaevinin deposu, hamamı, iş atölyeleri bile koğuş yapılmıştı. Koğuşlar bir numaralı, iki numaralı, üç numaralı koğuş olarak değil; koğuşlardaki organize suç gruplarının lideri her kimse onun ismiyle anılıyordu. Bu gruplar zaman zaman onlarca kişinin ölümü ile sonuçlanan çatışmalara girecek kadar silahlanmıştı. Devlet bırakın koğuşlardaki tabancaları toplamayı, koğuş kapılarını bile açamıyordu.

Buradaki kaosu yönetmekle görevli bin gardiyanla birlikte, bin civarında askerden oluşan jandarma taburu vardı, ama devlet cezaevine bir türlü hâkim olamıyordu. İstanbul’daki mahkemelerin bir günde aldığı tutuklama kararları üzerine tutuklanan kişilerin yarısı Bayrampaşa’ya geliyordu. Burası öyle bir yerdi ki, yolu mahkemeye düşüp de burada yatmamış kimse yoktu. 1989 döneminde Başbakan Erdoğan da, seçim yasakları ile ilgili bir dava sebebiyle kısa bir süreliğine Bayrampaşa’da yatmıştı.

Albay Hami Çakır’ın İstanbul Alay Komutanı, Yüzbaşı Zeki Bingöl’ün Bayrampaşa Cezaevi istihbarat subayı olduğu bu dönemde, İstanbul’un Büyükçekmece bölgesinde artık ayyuka çıkmış olan; ama nedense o tarihe kadar devletin ortaya çıkarmayı başaramadığı bir yolsuzluk dosyası vardı. 1990’lardan itibaren İstanbul’un rant bölgesi haline gelen Büyükçekmece ve Beylikdüzü’nde belediye başkanlarından üst düzey jandarma görevlilerine, emniyet mensuplarına, hakimlere, savcılara ve bazı büyük işadamlarına uzanan bir düzen oluşturulmuştu. Bölgedeki arazileri ve rantı paylaşmak üzere kurulan bu sistemde; İstanbul Kapalıçarşı’daki bazı kişilerden temin edilen paralarla mantar gibi kooperatifler kuruluyor ve büyük bir arazi paylaşım savaşı yaşanıyordu. İkisi emekli orgeneral olmak üzere pek çok üst düzey devlet görevlisi kooperatiflerde ev ve villa sahibi olacaktı.

İddialar öylesine boyutlar kazanmıştı ki; 2002 yılı başında bizzat dönemin Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı Korgeneral Hakkı Kılınç, olayı soruşturmak üzere İstanbul’a gelmişti. Kılınç, dürüstlüğü ve görevdeki adil tutumları sebebiyle jandarma teşkilatında “Peygamber Hakkı” lakabını alacak kadar sevilen bir insandı. Ancak İstanbul’da yaptığı teftişte Kılınç da bu olayı ortaya çıkartamadı.

İstanbul’daki vahim manzara sadece bu dosyadan ibaret değildi. Bir yoklama sırasında Bayrampaşa Cezaevi savcısı, kadın mahkûmlar koğuşunda duş alırken yakalanmıştı! Apar topar yüzbaşıya gelen bir vali yardımcısı, çok üst düzey bir devlet yetkilisinin kendisine ilişki teklifinde bulunduğunu, bu teklif karşısında sinirlerini kaybederek söz konusu yetkiliyi yumruklayıp gözlüklerini kırdığını ifade ediyordu. Vali yardımcısı aynı ifadesini savcı önünde de tekrarlıyordu. ‘Cinsel sapkınlık’la yani eşcinsellikle suçlanan kişi İstanbul’da en üst seviyedeki devlet görevlilerinden biriydi.

Ankara’da bir bakana “ayıp olmasın” diye para vermek yerine, eşi için paha biçilmez pırlanta gönderilince, “Pırlantayı kim bozacak? Parayı getirin, size güveniyorum.” cevabı geliyordu! Yolsuzluk çarkının içindekiler, birbirlerini ele vermemek ve sır tutmak için Kur’an üzerine yemin bile ediyordu! Organize suç gruplarının toplantısına dört üst düzey emniyet yetkilisi de katılıyor ve bunlardan biri daha sonra Ankara’da üst düzeyde bir göreve getiriliyordu. Emekli bir jandarma genel komutanı, İstanbul Jandarma Alay Komutan Yardımcısı bir albayı yanına alarak, banka hortumlamak suçlamasıyla tutuklanan bir işadamını tutuklu bulunduğu Kartal Cezaevi’nde gizlice ziyaret ediyordu.

Yeni alay komutanı Albay Hami Çakır, en azından Büyükçekmece’deki rant düzenini deşifre etmeye kararlıydı. İşin başına getireceği yüzbaşıyı da kafasında belirlemişti. Bu kişi Bayrampaşa Cezaevi’nde görevli Yüzbaşı Zeki Bingöl olacaktı. Zaten Bingöl’ün cezaevindeki misyonu hemen hemen tamamlanmıştı. Türkiye çapında cezaevlerini kontrol altına almak için başlatılan “Hayata Dönüş” planı çerçevesinde Bayrampaşa’da da operasyon yapılmıştı. Üstelik, Yüzbaşı Bayrampaşa’da özel bir operasyon daha yaptı. Devlet ilk defa koğuşlara girip sayım yapabildi, bütün silahlar toplatıldı. Bu silahların bir bölümü cezaevi dışından özel bir yöntemle koliler içinde cezaevi bahçesine fırlatıldığından bunun önüne geçildi. Büyük bir soruşturma açmaya kararlı olan alay komutanı Albay Çakır’ın ilk işi Büyükçekmece Jandarma Bölük Komutanı yüzbaşıyı görevden alıp yerine Yüzbaşı Zeki Bingöl’ü getirmek oldu. Çakır, Yüzbaşı Bingöl’e 2002 yılının ortalarında bir gün şu mesaj emrini gönderdi: “Seni Büyükçekmece Jandarma Bölük Komutan Vekili olarak tayin ettim, hemen göreve başla!” Daha önce yapılmış olan yirmiden fazla soruşturmanın ortaya çıkaramadığı İstanbul’daki bu rant düzenini Albay Hami Çakır ve Binbaşı Zeki Bingöl ikilisi yargı önüne getirecekti.

Ama Albay ve Yüzbaşı, üstesinden gelinmesi hayli güç bir manzara ile karşı karşıyaydı. Çünkü belediye başkanları ile bazı jandarma komutanlarının ilişkileri öylesine bir boyuta ulaşmıştı ki; olmayan bir adreste bir albay eşi ve oğlu ile birlikte seçmen olarak kaydedilmişti. Bu belediye başkanları sıradan insanlar değildi. Soruşturma sürerken ikisi Ankara’ya gittiler. Önce bir parti genel başkanıyla; ardından İçişleri bakanı ve Adalet bakanı ile görüştüler. Üstelik bu temasları yaptıkları sırada, soruşturmayı yürüten Büyükçekmece Cumhuriyet Savcısı Mehmet Tiftikçi iki başkandan biri hakkında tutuklama kararı çıkarmıştı. Yani Büyükçekmece’deki rant düzeninin en önemli aktörlerinden biri olan bu başkan, hakkında tutuklama kararı olmasına rağmen Ankara’da Adalet ve İçişleri bakanları ile görüşüyordu.

İki başkan, Adalet bakanının odasından çıktıktan sonra Ankara’daki bir ağır ceza mahkemesi başkanının yanına gittiler! Onlar başkanın odasında iken hakkında tutuklama kararı olan başkanın cep telefonu çaldı. Arayan kişi, soruşturmanın başındaki Yüzbaşı Zeki Bingöl’dü. Yüzbaşı, “Belediye başkanısınız, kaçmak size yakışmaz, gelin teslim olun.” dedi. Bu konuşmaya ağır ceza mahkemesi başkanı da tanık oldu ve o anda iki başkanla yapmakta olduğu görüşmenin jandarmanın resmî takibi altında olduğunu düşünüp telaşlandı. Ağır ceza mahkemesi başkanı da konuğu belediye başkanına, “Yüzbaşı doğru söylüyor, İstanbul’a git, teslim ol.” dedi. Ama İstanbul’a gelip teslim olan başkanın jandarma tarafından sorgulanmasına izin verilmedi, doğrudan savcıya çıkarılması sağlandı. Hatta başkanlar, soruşturmayı yapan yüzbaşıyı görevden almak için hemşehrileri olan bir kuvvet komutanını bile devreye sokmaya çalıştılar. Ancak kuvvet komutanı orgeneral, soruşturma makamları tarafından zamanında bilgilendirilince belediye başkanları kendisi ile temas kuramadı.

Eski parti başkanı Besim Tibuk’un yeğeni’nin öldürüldüğü Ankara Hilton Oteli’nde yaşanan silahlı çatışmanın temelinde dahi İstanbul Büyükçekmece’deki rant paylaşım savaşının izleri vardı. İfade vermeye çağrılan bir belediye başkanı, “Sekiz yıldır başbakanın ayağına bile gitmedim.” diyordu. Büyükçekmece’de yükselen sitelere “Parlamenterler Sitesi, Adalet Sitesi, Mülkiye Sitesi” gibi isimler veriliyordu! Düzenin tam göbeğindeki bir işadamı içkili yemek masasında dönemin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili ve bir Yargıtay üyesi ile birlikteydi. Boşuna, “En az 50 hâkim ve savcı tanıyorum.” demiyordu.

Dönemin İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdülkadir Eryılmaz da, bu rant düzeninin açığa çıkmasını istiyordu. Dolayısıyla Albay Çakır ve Yüzbaşı Bingöl’ün yürütmekte oldukları bu soruşturmayı destekliyordu. Albay ve Yüzbaşı’nın bir diğer şansı da, Savcı Mehmet Tiftikçi’nin engellere aldırmadan soruşturmayı sonuna kadar götürmekteki kararlılığıydı. Bu arada rant düzeninin aktörleri de boş durmuyordu. Bir bakanın avukat oğluna, kendilerini savunması için 3 milyon dolar önerdikleri gibi, savcı ile temas kurmak için ona bir aracı gönderdiler. Ama aracı şahıs, bu işe alet olmak istemedi ve durumu savcıya şöyle itiraf etti: “Bana 10 milyon dolar vereceklerdi. Sizin için de savcı bey rakamı kendisi belirlesin dediler!”

Bu ortamda, soruşturmayı sağlıklı yürütmek elbette kolay değildi. Damarına basılan herkes ayağa kalkıyordu. İşin doğası gereği tehditler de eksik olmuyordu. Ama bu tehditlerin Yüzbaşı’yı yıldırması söz konusu değildi. Dönemin İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici onun için boşuna, “Yüzbaşı rotu çıkmış kamyon gibi kime çarpacağı belli olmaz!” demiyordu. Yüzbaşı Bingöl bu niteliklerinden dolayı, “Seni de Binbaşı Ahmet Cem Ersever gibi vururlar.” uyarılarını da dikkate almıyordu.

Sonunda binbir zorlukla da olsa ve en tepedeki isimlere kadar gidilemese de İstanbul’daki bu rant düzeni yargının önüne geldi. Belediye başkanları ve bazı işadamları tutuklandı. Soruşturmada ismi geçen subaylardan albay rütbesine kadar olanları İstanbul dışına gönderildiler. Kimileri yeni görev yerlerini sürgün olarak değerlendirip istifa etti.

Peki Albay Hami Çakır, Yüzbaşı Zeki Bingöl ve Savcı Mehmet Tiftikçi’ye ne oldu? Albay Çakır, İstanbul’daki iki yıllık görev süresini tamamladığında general yapılmadığı gibi, Siirt Alay Komutanlığına tayin edildi. Çakır, iki sene sonra Ankara’da Korgeneral Nurettin Çakır’ın başında olduğu Jandarma Genel Komutanlığı Denetleme Başkanlığı emrinde bir göreve verildi. Bir sene sonra da general yapılmayarak albaylıktan emekli edildi. Sonradan anlaşıldı ki Çakır için, “İçki içmez, gizli namaz kılar, eşinin başı örtülü” gibi ihbarlar yapılmıştı. (Korgeneral Nurettin Çakır ile sanıldığı gibi akrabalık yoktu, sadece soyadları benzerdi.) Yüzbaşı Bingöl, terfi sırası geldiği için binbaşı oldu, ama Ardahan’a gönderildi. Üstelik Ardahan’daki alay komutanı; İstanbul’daki soruşturmada ismi geçtiği için buraya gönderilmiş olan bir albaydı. Binbaşı Bingöl buna itiraz edince Ağrı’ya tayin edildi. Savcı Mehmet Tiftikçi ise, savcılık görevinden alınıp Erzurum’a hâkim olarak atandı!

Hami Çakır 2005’te emekli olduğundan, çocukları Ankara’da okuduğu için, emeklilik ikramiyesi ile başkentte bir ev almayı düşündü, ama parası yetmediği için alamadı. O da tıpkı Elazığ’da aracı mayın tuzağına düşünce şehit olan ve geride 6-7 milyar lira borç bırakan Yarbay Alim Yılmaz gibi eğer görevi sırasında başına bir iş gelse muhtemelen borçlu ölecekti. Jandarma’nın ana omurgasını Albay Çakır, Alim Yarbay ve Yüzbaşı Bingöl gibi subayların oluşturduğundan kuşku yoktu; ama bir de karşılarındaki Türkiye gerçeği vardı.

Binbaşı Bingöl’ün, 2005 yılı eylül ayında Ankara’da emekliliğini isteyerek jandarma teşkilatından ayrılma sahnesi de sıra dışıydı. Huzuruna çıktığı Korgeneral Nurettin Çakır’ın odası bile sıra dışıydı. Jandarma Genel Komutanlığı’nın Beştepe’deki binasında, üçüncü katta bulunan geniş odanın camlarla çevrilmiş üç tarafı Ankara manzarasına sahipti. Rütbesi korgeneral olan komutanın masası, alışılmışın dışında bir konuma sahipti. Odaya girdiğinizde komutan sırtı dönük olarak masada oturuyor olurdu. Odaya giren bir subayın selam verdikten sonra huzuruna çıkmak için; önce uzun bir “L” çizecek şekilde yürümesi, sonra tekrar masanın önüne kadar adım adım ilerlemesi gerekiyordu.

Komutanın odasına giren Binbaşı Bingöl, selamını verip kendisini tanıttıktan sonra kapının önünde durdu. Komutan, onun huzura gelmesini bekliyordu, ama Binbaşı Bingöl’den hareket yoktu. Koltuğunu çevirip Bingöl’e dönen komutanın hayli sinirlendiği her halinden belliydi. Ağzından şu cümleler çıktı: “Sen neyine güveniyorsun, arkanda kim var? Ben asıl onu merak ediyorum. Delikanlıysan söylersin!”

Binbaşı kısa bir cevap verdi: “Mustafa Kemal.”

Aralarındaki diyalog şöyle sürdü:

Komutan: O da kim?

Binbaşı: Atatürk.

Komutan: (Bir an duraklıyor ve sinirleniyor): Bak senin hazırladığın rapor elimde. (Bu aşamada komutan binbaşıya karşı sert sözler kullanıyor.)

Binbaşı: Ben cumhuriyetin onurlu bir subayıyım. Sizinle görüşmem burada bitmiştir.

Komutan: Seni mahkemeye vereceğim, tazminat davası açacağım.

Binbaşı: O halde açın.

Bu olayın ertesi günü üniformasını bir daha giymemek üzere çıkararak askerlik hayatını noktalayan Bingöl Ordu’dan ayrılınca, İstanbul’da yaşanan bütün olayları “Türk işi Mortgage” adını verdiği bir kitapta anlattı. Bu arada Korgeneral Nurettin Çakır, Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı olmayı beklerken ona bu görev verilmedi ve emekli edildi.

Binbaşı Bingöl ile Korgeneral Çakır arasındaki hesaplaşma ikisinin emekliliğinden sonra da sürdü. Bingöl kitabında Korgeneral Çakır’dan da epeyce söz ediyordu. Çakır, Bingöl aleyhine 30 bin YTL’lik tazminat davası açtı. Bingöl’ün kitabında ismi geçen başka komutanlar da davalar açtılar. Eski İstanbul Jandarma Bölge komutanları Tuğgeneral Engin Hoş ve Tuğgeneral Halil İbrahim Tüysüz; eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman da 30 bin YTL’lik davalar açtılar. Yüzbaşı’dan tazminat isteyenler arasında iki albay ve bir belediye başkanı da vardı. Albaylar Mehmet Ay ve Mehmet Polat, 60’ar bin YTL tazminat istediler.

/ Ya bak sokucam müdehalelerinize ,de aklınıza da , fazla birşey denmiyor. Yeriz biz o komutanı , o mekanları da basarız / tebdilliyimözgürüm

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik