KUR'AN ve TARİH
KUR'AN ve TARİH
“Andolsun ki, rasullerin kıssalarında aklı olanlar için bir ibret vardır.” (Yusuf, 111)
Nuh kavmin’in bugün Yukarı Mezopotamya denilen topraklarda yaşadığını ve Musul şehrinin temellerinin Hz. Nuh a.s. tarafından atıldığını okudunuz mu?
Ad kavmi’nin Hicaz, Yemen ve Yemame arasında yaşadıklarını ve daha sonra Irak topraklarına kadar genişlediklerini biliyor musunuz?
Ya da Semud kavminden Asur belgelerinde bahsedildiğini ve
Semudluların Roma ordularında görev aldıklarını;
Hz İbrahim a.s.’ın önceleri Ur şehrinde yaşadığını; Ur şehrinin “tanrı-kralı” Urnammu‘nun “Nemrud” olduğunu;
Lut kavminin bugünkü Lut gölü yakınındaki “Sodom” şehrinde yaşadığını;
Sebe halkının Güney Yemen’nin başkenti Sana’ya 50 km uzaklıktaki Maribliler olduğunu ve Ebrehe’nin bunlar arasından çıktığını;
Hz. Yunus a.s.’ın Asurluları ıslah için gönderildiğini; onların başkentlerinin Musul civarında Ninova olduğunu;
Mısır hükümdarlarından Apophis’in Hz. Yusuf a.s. olduğunu;
Hz. Musa a.s.’ın II.Ramses zamanında doğduğunu ve kendisi ile mücadele eden fravunun Menfitah olduğunu;
Hz. İsa a.s.’ın Filistin’deki Galile bölgesinde bulunan Nasıra şehrinde doğduğunu; o dönem Filistin topraklarının Romalıların elinde bulunduğunu , Romalıların başında İmparator Tiberus’un olduğunu, biliyor muydunuz?
Sadece resmi tarih kitaplarını okuyarak büyümüş kuşakların, bu sorulara “evet” diyebileceğini sanmıyorum. Çünkü tarih kitapları peygamberleri dışlamıştır.
KİTAPLARIN GÖZ ARDI ETTİĞİ GERÇEKLER
Tarih kitaplarına göre, sanki bu kavimler ve bu peygamberler hiç yaşamamıştır. Yine tarih kitaplarına göre kurulan medeniyetler ya savaşlar sonucunda, ya ekonomik çöküntülerle, ya da başka kavimlerin istilalarıyla ortadan kalkmıştır. Allah’a ve peygamberlerine karşı çıkıp onları reddetme, şirk, zulüm, yalan, hile, israf, cinsel sapkınlıklar, rüşvet, zina, faiz, gibi toplumsal hastalıklar, sanki medeniyetlerin sonunu getirmemiştir.
Bu kitaplara göre ne Nuh kavmi Allah’a karşı isyanları ve yaptıkları zulümler sebebiyle Allah tarafından gönderilen bir tufanla yok olmuştur, ne de Âd kavmi Allah’ın yanında başka güçleri ilâh edindikleri için gönderilen ve yedi gün yedi gece esen rüzgarla yanık ağaçlar gibi düşüp ölmüşlerdi!
Sanki Semud kavmi, dağlardaki görkemli binalarının kibriyle Salih Peygamber’e kulak tıkadıkları için, istedikleri mucizeler gerçekleşmesine rağmen küfürlerinde inat ettikleri için şiddetli bir patlama ve ardından gelen depremle yok olmamışlardı!
Hz. İbrahim a.s.’ın kendini tanrı gören Nemrud’la mücadelesini; Hz. Lut a.s.’ın haramı helalleştiren, sefahat ve eşcinselliği hayat biçimi haline getiren Sodom halkına karşı mücadelelerini de tarih kitapları anlatmaz.
Dini insan hayatından çıkarmak isteyenler, peygamberlerin tevhid mücadelesini tarih kitaplarından çıkarmışlar, fakat buna karşı eski medeniyetlerin çok tanrılı dinlerine, Olimpos tanrılarına çokça yer ayırmışlardır. Bu da akaidi bozmanın bir başka metodu olsa gerektir.
Babil ve Asur yazıtlarında kendilerinden bol bol bahsedilen Sebe halkı M.Ö. 1100 yıllarında her tarafa yayılmışlar, Hz. Davud a.s. ve Hz. Süleyman a.s. döneminde zenginliklerinin zirvesine ulaşmışlardı. Ticaret ve ziraatte büyük güce erişen Sebeliler, uluslararası ticarette de söz sahibiydiler. Arap tarihçiler onların o dönemin gökdeleni sayılabilecek 20 katlı, her katının yüksekliği 12 metre olan Gumdan sarayından bahsederler. Zenginlikleri, lüks ve israflarıyla şımaran bu milletin yok oluşunun ibretli öyküsü de tarihlerde yer almaz.
Aşırı kâra düşkün, hileleriyle meşhur, ticaret kervanlarından aldıkları haraçlarla zenginleşmiş Medyen ve Eyke halkının tevhid dinine karşı direnişleri, Hz. Şuayb a.s. ile mücadeleleri ve sonunda ilâhi gazaba uğrayarak dehşetli bir yağmurla yok oluşları; Hz. Yunus a.s.’ın ilâhi mesajlarına kulak tıkayan Asurluların, Allah’ın “azmış, sapmış bir kavmi başka bir kavmin eliyle cezalandırması” kanunu gereği tarih sahnesinden silinmelerini de tarih kitaplarında okuyamıyoruz.
KUR’AN NEDEN KISSA ANLATIR?
Oysa hem Kur’an-ı Kerim’de hem de tarihte anlatılan olaylar hikaye olsun diye nakledilmez. Tarih, insanının mazisini ve dolayısıyla kendini arayışının ilmidir. Tarih, Hz.Adem a.s.’dan günümüze insanın serüvenidir.
İşte bu sebeple Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde kıssaları anlatırken sırf tarihi bir olayı vahyetmemiş; “Rasullerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar. Sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir.” (Hud, 120) buyurarak, geçmişte yaşanan olaylar ve kişilerden yola çıkılarak, yaşanan ve yaşanabilecek olaylara dikkat çeker. Böylece insanları dikkatli olmaya davet eder.
Nuh a.s.’ın kıssasını anlatan ayetler indiğinde Mekkeli müslümanlar ne anlıyorlardı. Onlara salt bir tarih bilgisi mi inmiş oluyordu? Elbette ki hayır...
Rabbimiz, Rasulü s.a.v.’e indirdiği bu ve benzeri ayetlerle, Hz. Nuh a.s. yahut Hz. Musa a.s. ya da diğer bir peygamberin ve ona inananların başlarına gelenleri anlatarak tebliğde gevşememelerini, dinde sebat etmelerini, mücadele yöntemlerini, ilâhi kanunlara karşı çıkanların başlarına gelenlerin, kendilerinin de başlarına gelebileceğini, Allah’ın yoluna davette karşılaşılacak sorunlar ve bunlara verilecek cevapları, atılacak çamur ve iftiraları, kâfirlerin takınacakları tutumlar ve bunlara karşı alınacak tedbirleri anlatıyordu.
Bel’am, Karun, Samiri, Nemrut, Firavun gibi şer güçlerin özelliklerinden ve faaliyetlerinden bahsederken, onların her zaman, her yerde olabilecek modellerine dikkat çekiyordu.
TARTIŞMALARIN TOZU-DUMANI
Ashab hiçbir zaman, Hz. Adem a.s.’ın boyu kaç metreydi, cennette hangi haram meyveyi yedi, Hz. Nuh a.s. kaç yaşında vefat etti, gemisi kaç metreydi diye sormuyordu. Hangi peygamberin hangi mesleğin piri olduğunu, Hz. ibrahim a.s.’ın nasıl bir mancınıkla ne kadar büyük bir ateşin ortasına atıldığını,Hz. Yunus a.s.’ın hangi balığın karnında kaç gün kaldığını, Hz. Süleyman a.s.’ın Sebe melikesi Belkis ile nasıl konuştuğunu, Karun’un anahtarlarının sayısının kaç olduğunu, Ashab-ı Kehf’in köpeğinin ne renk olduğunu tartışmıyordu.
Ashab sadece vahyedilen ayetleri hayatlarına tatbik etmeye, karşılarına muarız olarak dikilen ana ve babalarından tutun, en ücra köşelerdeki insanlara İslâm’ı anlatmaya, yaptıklarından tevbeye çağırıyorlar ve ayetlerdeki kıssalardan metod çıkarıyorlardı.
Kur’an’ın vahyoluşu süresinde Hz. Peygamber s.a.v. ve sahabenin bu kıssalardan ne anladıklarını, bugün onların vârisleri olan bizlerin anlamamız gerekenleri iyi tahlil etmek durumundayız. Çünkü rasullerin kıssaları bize yaşadığımız anın ve gelecekte yaşayacağımız olayların ipuçlarını verir.
Kıssaları, Hz. ibrahim a.s.’ın kurban olayı, Hz. Süleyman a.s.’ın hayvanlarla, cinlerle konuşması, Hz. Musa a.s.’la savaşırken denizde boğularak ölen ve müzelerde sergilenen firavunun mumyasına indirgeyerek anlamaya çalışmak, karşımıza olağanüstülüklerle örülü, içe kapalı, özümsenmemiş bir din anlayışı çıkardığı gibi, “bunların üzerinde durmaya ne gerek var?”, “biz bunları aşmalıyız, daha önemli konular var” gibi yaklaşımlarla Kur’an’ın mesajını yanlış anlama sonucunu doğurur.
KISSALARIN HAYATIMIZDAKİ İŞLEVİ
Evet; peygamber kıssaları tebliğ metodu açısından önemli mesajlar içerir. Mesela Hz. Yunus a.s.’ın kavmine kızarak, “bunlar ıslah olmaz” diye çekip gitmesini değerlendiren bir müslüman, böyle bir hareketin Allah tarafından hoş karşılanmayacağını öğrenir. Zira, “...o öfkelenip giderken kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı...” (Enbiya, 87) ayetine kendisinin de muhatap olacağını; peygamber olmasına rağmen Hz. Yunus’un başına gelenlerin kendi başına da gelebileceğini düşünür ve bıkmadan usanmadan Allah’ın dini için çalışır.
Hz. ibrahim’in Allah ve kainat üzerine başlayan soruları ve düşüncelerinden yola çıkarak hakikate ulaşmasını, yakın akrabasından başlayarak tebliğ yapmasını, insanları tevhide çağırmasını, bu yolda çektiği sıkıntıları günümüzdeki benzerleriyle karşılaştırarak dersler çıkaran bir müslüman, hedefine ağır, temkinli ve güvenle ilerlemesini bilir.
Allah’ın kanunları değişmez. Geçmişte nasıl değişmez kanunlar var idiyse, gelecekte de bu kanunlar gereğince gelişmeler olacaktır. Mazi, hal ve gelecek ekseninde hareket eden insanlık tarihinde, yaşadığımız anı ve hali Allah’ın değişmez kanunları muvacehesinde değerlendirmemiz gerekir. Bunun için de geçmişten geleceğe olan akışı iyi tanımamız lazımdır. Kur’an-ı Kerim ayetlerinin yüzde ellisi tarihe yöneliktir.
Sonuç olarak; “tarih Kur’an’dan ayrılmayan, onunla kaim, insanı ideale götüren bir ilimdir. Kur’an insanın hayat rehberi olduğundan, ideal bir dünya için, devlet adamları Kur’an’ı bilecekler ki, eski yönetimlerin iyi ve kötü yanlarını dikkate alarak yönetsinler. Halk tarihi bilecekler ki, sırat-i müstakimden sapıp Allah’ın gazabına mucip olmasınlar ve iyi yönetimleri hak etsinler.”
Tarih, sadece okullarda okutulan geçmiş hadislerin sıralaması değildir. Tarih hayatın kendisidir. Onun için denmiştir ki, “tarih insan oluşumunun ilmidir.” Ve Kur’an, insanı insan yapan en büyük değerdir.
Muzaffer Taşyürek
“Andolsun ki, rasullerin kıssalarında aklı olanlar için bir ibret vardır.” (Yusuf, 111)
Nuh kavmin’in bugün Yukarı Mezopotamya denilen topraklarda yaşadığını ve Musul şehrinin temellerinin Hz. Nuh a.s. tarafından atıldığını okudunuz mu?
Ad kavmi’nin Hicaz, Yemen ve Yemame arasında yaşadıklarını ve daha sonra Irak topraklarına kadar genişlediklerini biliyor musunuz?
Ya da Semud kavminden Asur belgelerinde bahsedildiğini ve
Semudluların Roma ordularında görev aldıklarını;
Hz İbrahim a.s.’ın önceleri Ur şehrinde yaşadığını; Ur şehrinin “tanrı-kralı” Urnammu‘nun “Nemrud” olduğunu;
Lut kavminin bugünkü Lut gölü yakınındaki “Sodom” şehrinde yaşadığını;
Sebe halkının Güney Yemen’nin başkenti Sana’ya 50 km uzaklıktaki Maribliler olduğunu ve Ebrehe’nin bunlar arasından çıktığını;
Hz. Yunus a.s.’ın Asurluları ıslah için gönderildiğini; onların başkentlerinin Musul civarında Ninova olduğunu;
Mısır hükümdarlarından Apophis’in Hz. Yusuf a.s. olduğunu;
Hz. Musa a.s.’ın II.Ramses zamanında doğduğunu ve kendisi ile mücadele eden fravunun Menfitah olduğunu;
Hz. İsa a.s.’ın Filistin’deki Galile bölgesinde bulunan Nasıra şehrinde doğduğunu; o dönem Filistin topraklarının Romalıların elinde bulunduğunu , Romalıların başında İmparator Tiberus’un olduğunu, biliyor muydunuz?
Sadece resmi tarih kitaplarını okuyarak büyümüş kuşakların, bu sorulara “evet” diyebileceğini sanmıyorum. Çünkü tarih kitapları peygamberleri dışlamıştır.
KİTAPLARIN GÖZ ARDI ETTİĞİ GERÇEKLER
Tarih kitaplarına göre, sanki bu kavimler ve bu peygamberler hiç yaşamamıştır. Yine tarih kitaplarına göre kurulan medeniyetler ya savaşlar sonucunda, ya ekonomik çöküntülerle, ya da başka kavimlerin istilalarıyla ortadan kalkmıştır. Allah’a ve peygamberlerine karşı çıkıp onları reddetme, şirk, zulüm, yalan, hile, israf, cinsel sapkınlıklar, rüşvet, zina, faiz, gibi toplumsal hastalıklar, sanki medeniyetlerin sonunu getirmemiştir.
Bu kitaplara göre ne Nuh kavmi Allah’a karşı isyanları ve yaptıkları zulümler sebebiyle Allah tarafından gönderilen bir tufanla yok olmuştur, ne de Âd kavmi Allah’ın yanında başka güçleri ilâh edindikleri için gönderilen ve yedi gün yedi gece esen rüzgarla yanık ağaçlar gibi düşüp ölmüşlerdi!
Sanki Semud kavmi, dağlardaki görkemli binalarının kibriyle Salih Peygamber’e kulak tıkadıkları için, istedikleri mucizeler gerçekleşmesine rağmen küfürlerinde inat ettikleri için şiddetli bir patlama ve ardından gelen depremle yok olmamışlardı!
Hz. İbrahim a.s.’ın kendini tanrı gören Nemrud’la mücadelesini; Hz. Lut a.s.’ın haramı helalleştiren, sefahat ve eşcinselliği hayat biçimi haline getiren Sodom halkına karşı mücadelelerini de tarih kitapları anlatmaz.
Dini insan hayatından çıkarmak isteyenler, peygamberlerin tevhid mücadelesini tarih kitaplarından çıkarmışlar, fakat buna karşı eski medeniyetlerin çok tanrılı dinlerine, Olimpos tanrılarına çokça yer ayırmışlardır. Bu da akaidi bozmanın bir başka metodu olsa gerektir.
Babil ve Asur yazıtlarında kendilerinden bol bol bahsedilen Sebe halkı M.Ö. 1100 yıllarında her tarafa yayılmışlar, Hz. Davud a.s. ve Hz. Süleyman a.s. döneminde zenginliklerinin zirvesine ulaşmışlardı. Ticaret ve ziraatte büyük güce erişen Sebeliler, uluslararası ticarette de söz sahibiydiler. Arap tarihçiler onların o dönemin gökdeleni sayılabilecek 20 katlı, her katının yüksekliği 12 metre olan Gumdan sarayından bahsederler. Zenginlikleri, lüks ve israflarıyla şımaran bu milletin yok oluşunun ibretli öyküsü de tarihlerde yer almaz.
Aşırı kâra düşkün, hileleriyle meşhur, ticaret kervanlarından aldıkları haraçlarla zenginleşmiş Medyen ve Eyke halkının tevhid dinine karşı direnişleri, Hz. Şuayb a.s. ile mücadeleleri ve sonunda ilâhi gazaba uğrayarak dehşetli bir yağmurla yok oluşları; Hz. Yunus a.s.’ın ilâhi mesajlarına kulak tıkayan Asurluların, Allah’ın “azmış, sapmış bir kavmi başka bir kavmin eliyle cezalandırması” kanunu gereği tarih sahnesinden silinmelerini de tarih kitaplarında okuyamıyoruz.
KUR’AN NEDEN KISSA ANLATIR?
Oysa hem Kur’an-ı Kerim’de hem de tarihte anlatılan olaylar hikaye olsun diye nakledilmez. Tarih, insanının mazisini ve dolayısıyla kendini arayışının ilmidir. Tarih, Hz.Adem a.s.’dan günümüze insanın serüvenidir.
İşte bu sebeple Rabbimiz Kur’an-ı Kerimde kıssaları anlatırken sırf tarihi bir olayı vahyetmemiş; “Rasullerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar. Sana bu belgelerle gerçek, inananlara da öğüt ve hatırlatma gelmiştir.” (Hud, 120) buyurarak, geçmişte yaşanan olaylar ve kişilerden yola çıkılarak, yaşanan ve yaşanabilecek olaylara dikkat çeker. Böylece insanları dikkatli olmaya davet eder.
Nuh a.s.’ın kıssasını anlatan ayetler indiğinde Mekkeli müslümanlar ne anlıyorlardı. Onlara salt bir tarih bilgisi mi inmiş oluyordu? Elbette ki hayır...
Rabbimiz, Rasulü s.a.v.’e indirdiği bu ve benzeri ayetlerle, Hz. Nuh a.s. yahut Hz. Musa a.s. ya da diğer bir peygamberin ve ona inananların başlarına gelenleri anlatarak tebliğde gevşememelerini, dinde sebat etmelerini, mücadele yöntemlerini, ilâhi kanunlara karşı çıkanların başlarına gelenlerin, kendilerinin de başlarına gelebileceğini, Allah’ın yoluna davette karşılaşılacak sorunlar ve bunlara verilecek cevapları, atılacak çamur ve iftiraları, kâfirlerin takınacakları tutumlar ve bunlara karşı alınacak tedbirleri anlatıyordu.
Bel’am, Karun, Samiri, Nemrut, Firavun gibi şer güçlerin özelliklerinden ve faaliyetlerinden bahsederken, onların her zaman, her yerde olabilecek modellerine dikkat çekiyordu.
TARTIŞMALARIN TOZU-DUMANI
Ashab hiçbir zaman, Hz. Adem a.s.’ın boyu kaç metreydi, cennette hangi haram meyveyi yedi, Hz. Nuh a.s. kaç yaşında vefat etti, gemisi kaç metreydi diye sormuyordu. Hangi peygamberin hangi mesleğin piri olduğunu, Hz. ibrahim a.s.’ın nasıl bir mancınıkla ne kadar büyük bir ateşin ortasına atıldığını,Hz. Yunus a.s.’ın hangi balığın karnında kaç gün kaldığını, Hz. Süleyman a.s.’ın Sebe melikesi Belkis ile nasıl konuştuğunu, Karun’un anahtarlarının sayısının kaç olduğunu, Ashab-ı Kehf’in köpeğinin ne renk olduğunu tartışmıyordu.
Ashab sadece vahyedilen ayetleri hayatlarına tatbik etmeye, karşılarına muarız olarak dikilen ana ve babalarından tutun, en ücra köşelerdeki insanlara İslâm’ı anlatmaya, yaptıklarından tevbeye çağırıyorlar ve ayetlerdeki kıssalardan metod çıkarıyorlardı.
Kur’an’ın vahyoluşu süresinde Hz. Peygamber s.a.v. ve sahabenin bu kıssalardan ne anladıklarını, bugün onların vârisleri olan bizlerin anlamamız gerekenleri iyi tahlil etmek durumundayız. Çünkü rasullerin kıssaları bize yaşadığımız anın ve gelecekte yaşayacağımız olayların ipuçlarını verir.
Kıssaları, Hz. ibrahim a.s.’ın kurban olayı, Hz. Süleyman a.s.’ın hayvanlarla, cinlerle konuşması, Hz. Musa a.s.’la savaşırken denizde boğularak ölen ve müzelerde sergilenen firavunun mumyasına indirgeyerek anlamaya çalışmak, karşımıza olağanüstülüklerle örülü, içe kapalı, özümsenmemiş bir din anlayışı çıkardığı gibi, “bunların üzerinde durmaya ne gerek var?”, “biz bunları aşmalıyız, daha önemli konular var” gibi yaklaşımlarla Kur’an’ın mesajını yanlış anlama sonucunu doğurur.
KISSALARIN HAYATIMIZDAKİ İŞLEVİ
Evet; peygamber kıssaları tebliğ metodu açısından önemli mesajlar içerir. Mesela Hz. Yunus a.s.’ın kavmine kızarak, “bunlar ıslah olmaz” diye çekip gitmesini değerlendiren bir müslüman, böyle bir hareketin Allah tarafından hoş karşılanmayacağını öğrenir. Zira, “...o öfkelenip giderken kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı...” (Enbiya, 87) ayetine kendisinin de muhatap olacağını; peygamber olmasına rağmen Hz. Yunus’un başına gelenlerin kendi başına da gelebileceğini düşünür ve bıkmadan usanmadan Allah’ın dini için çalışır.
Hz. ibrahim’in Allah ve kainat üzerine başlayan soruları ve düşüncelerinden yola çıkarak hakikate ulaşmasını, yakın akrabasından başlayarak tebliğ yapmasını, insanları tevhide çağırmasını, bu yolda çektiği sıkıntıları günümüzdeki benzerleriyle karşılaştırarak dersler çıkaran bir müslüman, hedefine ağır, temkinli ve güvenle ilerlemesini bilir.
Allah’ın kanunları değişmez. Geçmişte nasıl değişmez kanunlar var idiyse, gelecekte de bu kanunlar gereğince gelişmeler olacaktır. Mazi, hal ve gelecek ekseninde hareket eden insanlık tarihinde, yaşadığımız anı ve hali Allah’ın değişmez kanunları muvacehesinde değerlendirmemiz gerekir. Bunun için de geçmişten geleceğe olan akışı iyi tanımamız lazımdır. Kur’an-ı Kerim ayetlerinin yüzde ellisi tarihe yöneliktir.
Sonuç olarak; “tarih Kur’an’dan ayrılmayan, onunla kaim, insanı ideale götüren bir ilimdir. Kur’an insanın hayat rehberi olduğundan, ideal bir dünya için, devlet adamları Kur’an’ı bilecekler ki, eski yönetimlerin iyi ve kötü yanlarını dikkate alarak yönetsinler. Halk tarihi bilecekler ki, sırat-i müstakimden sapıp Allah’ın gazabına mucip olmasınlar ve iyi yönetimleri hak etsinler.”
Tarih, sadece okullarda okutulan geçmiş hadislerin sıralaması değildir. Tarih hayatın kendisidir. Onun için denmiştir ki, “tarih insan oluşumunun ilmidir.” Ve Kur’an, insanı insan yapan en büyük değerdir.
Muzaffer Taşyürek