28 Ocak 2007 Pazar

Nuh Tufanı

Andolsun, Biz Nuh’u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik, o da içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulmetmekte devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.(Ankebut Suresi, 14)

Hemen her kültürde yer aldığını gördüğümüz Nuh Tufanı, Kuran’da anlatılan kıssalar arasında, üzerinde en çok durulanlardan biridir. Hz. Nuh’un gönderildiği kavmin uyarıları ve öğütleri dinlememeleri, gösterdikleri tepkiler ve olayın meydana gelişi birçok ayette detaylarıyla anlatılır.
Hz. Nuh, Allah’ın ayetlerinden uzaklaşarak O’na ortaklar koşan kavmini, sadece Allah’a kulluk etmeleri ve sapkınlıklarından vazgeçmeleri konusunda uyarmak amacıyla gönderilmişti. Hz. Nuh, kavmine Allah’ın dinine uymaları konusunda defalarca öğüt verdiği ve onları Allah’ın azabına karşı birçok kez uyardığı halde, onlar Hz. Nuh’u yalanladılar ve şirk koşmaya devam ettiler. Müminun Suresi’nde, Nuh Kavmi’nde gelişen olaylar şöyle anlatılıyor:

Andolsun, Biz Nuh’u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik. Böylece kavmine dedi ki: ‘Ey Kavmim, Allah’a kulluk edin. O’nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?’
Bunun üzerine, kavminden inkâra sapmış önde gelenler dediler ki: ‘Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz.’
O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin.
Rabbim’ dedi (Nuh). ‘Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et. (Mü’minun Suresi, 23-26)

Ayetlerde anlatıldığı gibi, kavminin önde gelenleri Hz. Nuh’u, onlara karşı üstünlük elde etmeye çalışmak ve delilik gibi iftiralarla karalamaya çalıştılar. Ve onu gözetlemeye, baskı altında tutmaya karar verdiler.
Bunun üzerine Allah Hz. Nuh’a, bir gemi inşa etmesini, çünkü inkar edip zulmedenlerin suda boğularak azaplandırılacağını ve yalnızcaiman edenlerin kurtarılacağını haber verdi.
Sözü edilen azap vakti geldiğinde, yerden sular ve coşkun kaynaklar fışkırdı ve bunlar şiddetli yağmurlarla birleşerek dev boyutlu bir taşkına neden oldu. Allah, Hz. Nuh’a “onun içine her ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş onlanlar dışında olan aileni de alıp koy” (Mü’minun Suresi, 27) emrini verdi ve Hz. Nuh’un gemisine binmiş olanlar dışında -Hz. Nuh’un, yakındaki bir dağa sığınarak kurtulacağını sanan “oğlu” da dahil olmak üzere- tüm kavim suda boğuldu. Tufan sonucunda sular çekilip, ayetin ifadesiyle “iş bitiverince” de gemi, Kuran’da bildirildiğine göre, Cudi’ye -yani yüksekçe bir yere- oturdu.
Yapılan arkeolojik, jeolojik ve tarihi çalışmalar olayın Kuran’da anlatıldığı şekilde meydana geldiğini göstermektedir. Eski çağlarda yaşamış birçok uygarlığa ait tabletlerde ve elde edilen birçok tarihi belgede, tufan olayı, kişi ve yer isimleri farklılık gösterse de, çok büyük benzerliklerle anlatılmış ve “sapkın bir kavmin başına gelenler” bir ibret kaynağı olarak çağdaşlarına sunulmuştur.
Tufan olayı, Tevrat ve İncil’in dışında, Sümer, Asur-Babil kayıtlarında, Yunan efsanelerinde, Hindistan’da Satapatha, Brahmana ve Mahabharata destanlarında, İngiltere’nin Galler yöresinde anlatılan bazı efsanelerde, İskandinav Edna efsanelerinde, Litvanya efsanelerinde ve hatta Çin kaynaklı öykülerde birbirine çok benzer şekillerde anlatılır.
Birbirinden ve Tufan bölgesinden hem coğrafi hem kültürel olarak bu kadar uzak kültürlerde, Tufan’la ilgili bu denli detaylı ve birbiriyle uyumlu bilgi nasıl yerleşmiş olabilir?
Sorunun cevabı açıktır: Eski dönemlerde birbirleriyle ilişki kurmuş olmaları imkansız olan bu toplumların yazıtlarında aynı olaydan bahsedilmesi, aslında bu insanların bir ilahi kaynaktan bilgi aldıklarını gösteren açık bir kanıt durumundadır. Görünen odur ki, tarihin en büyük helak olaylarından biri olan Tufan, farklı uygarlıklara gönderilen peygamberler tarafından ibret için anlatılmış ve bu şekilde Tufan’la ilgili bilgiler çeşitli kültürlere yerleşmiştir.
Bununla birlikte, Tufan olayı ve Nuh kıssası birçok kültürde ve dini kaynaklarda anlatılmasına rağmen, kaynakların tahrif edilmesi veya yanlış aktarma ve kasıtlar sebebiyle birçok değişikliğe uğramış, aslından uzaklaştırılmıştır. Yapılan araştırmalardan, temelde aynı olayı anlatan ancak aralarında birtakım farklılıklar da bulunan Tufan anlatımları içinde, eldeki bilimsel bulgulara uygun yegane anlatım Kuran’dadır.

Kuran’da Hz. Nuh ve Tufan

Nuh Tufanı, Kuran’ın pek çok ayetinde anlatılır. Aşağıda, olayın gelişim sırasına göre ayetler derlenmiştir.

Hz. Nuh’un, Kavmini Dine Davet Edişi

Andolsun, Biz Nuh’u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.’ (A’raf Suresi, 59)

‘Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim. Artık Allah’tan korkup-sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; benim ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir. Artık Allah’tan korkup sakının ve bana itaat edin.’ (Şuara Suresi, 107-110)

Andolsun, Biz Nuh’u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik. Böylece kavmine dedi ki: Ey Kavmim, Allah’a kulluk edin. Onun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de korkup-sakınmayacak mısınız? (Müminun Suresi, 23)

Hz. Nuh’un, Kavmini Allah’ın Azabına Karşı Uyarması

Hiç şüphesiz Biz Nuh’u: Kavmini, onlara acı bir azap gelmeden evvel uyarıp korkut diye kendi kavmine (Peygamber olarak) gönderdik. (Nuh Suresi, 1)
(Nuh:) ‘Artık siz, ileride bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üstüne çökecek.’ (Hud Suresi, 39)

(Nuh:) ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım.’ (Hud Suresi, 26)

Kavmin Hz. Nuh’u Yalanlaması

Kavminin önde gelenleri? ‘Gerçekte biz seni açıkça bir ‘şaşırmışlık ve sapmışlık’ içinde görmekteyiz’ dediler. (A’raf Suresi, 60)

Dediler ki: ‘Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan bize vadettiğini getir (görelim.)’ (Hud Suresi, 32)

Gemiyi yapmaktaydı. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: ‘Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz’ dedi. (Hud Suresi, 38)

Bunun üzerine, kavminden küfre sapmış önde gelenler dediler ki: ‘Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz. O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin.’ (Müminun Suresi, 24-25)

Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve ‘delidir’ dediler. O, baskı altına alınıp engellenmişti. (Kamer Suresi, 9)

Hz. Nuh’a Uyanların Küçük Görülmeleri

Kavminden, ileri gelen inkarcılar: ‘Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz’ dedi.’ (Hud Suresi, 27)

Dediler ki: ‘Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?’ Dedi ki: ‘Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur. Onların hesabı yalnızca Rabbime aittir, eğer şuurundaysanız (anlarsınız). Ve ben mümin olanları kovacak değilim. Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcı-korkutucuyum.’ (Şuara Suresi, 111-115)

Allah’ın Hz. Nuh’a Üzülmemesini Hatırlatması

Nuh’a vahyedildi: ‘Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme.’ (Hud Suresi, 36)

Hz. Nuh’un Duaları

‘Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle birlikte olan müminleri kurtar.’ (Şuara Suresi, 118)

Sonunda Rabbine dua etti: ‘Gerçekten ben yenik düşmüş durumdayım. Artık sen (bu kafir toplumdan) intikam al.’ (Kamer Suresi, 10)

(Nuh) Dedi ki: ‘Rabbim, gerçekten ben kavmimi gece ve gündüz davet edip durdum. Fakat benim davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı.’ (Nuh Suresi, 5-6)

‘Rabbim’ dedi. (Nuh) ‘Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et.’ (Müminun Suresi, 26)

Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de ne güzel icabet etmiştik. (Saffat Suresi, 75)

Geminin Yapılışı

Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulme sapanlar konusunda da Bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda-boğulacaklardır. (Hud Suresi, 37)

Hz. Nuh’un Kavminin Suda Boğularak Helak Olması

Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (A’raf Suresi, 64)

Sonra bunun ardından geride kalanları da suda-boğduk. (Şuara Suresi, 120)

Andolsun, Biz Nuh’u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik, o da içlerinde elli yılı eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulmetmekte devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.’ (Ankebut Suresi, 14)

Hz. Nuh’un ‘Oğlunun’ da Helak Olması

Kuran’da, Tufan’ın başlangıcında Hz. Nuh ile onun oğlu arasında geçen konuşma şöyle anlatılır:
(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzmekteyken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: ‘Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma.’ (Oğlu) Dedi ki: ‘Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur.’ Dedi ki: ‘Bugün Allah’ın emrinden, esirgeyen olandan başka bir koruyucu yoktur.’ Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.’.. (Hud Suresi, 42-43)

Tufan’dan Müminlerin Kurtulmaları

Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık. (Şuara Suresi, 119)

Böylece Biz onu da gemi halkını da kurtardık ve bunu alemlere bir ayet (kendisinden ders çıkarılacak bir olay) kılmış olduk. (Ankebut Suresi, 15)

Tufan’ın Fiziksel Özellikleri

Biz, bardaktan boşanırcasına akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı birleşti. Ve onu da tahtalar, çiviler (le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık. (Kamer Suresi, 11-13)

Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: ‘Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle.’ Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti. (Hud Suresi, 40)

(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzmekteyken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: “Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma.” (Hud Suresi, 42)

Böylelikle Biz ona: “Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim Bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş olanlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır” diye vahyettik. (Müminun Suresi, 27)

Geminin Yüksekçe Bir Yere Oturması

Denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut.’ Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: ‘Uzak olsunlar’ denildi. (Hud Suresi, 44)

Tufan Olayı’nın İbret Verici Olması

Gerçek şu ki, su taştığı zaman, o gemide Biz sizi taşıdık; Öyle ki, onu sizlere bir ibret (hatırlatma ve öğüt) kılalım. Gerçeği belleyip kavrayabilen kullar da onu belleyip kavrasın. (Hakka Suresi, 11-12)

Allah’ın Hz. Nuh’u Övmesi

Alemler içinde selam olsun Nuh’a. Gerçekten Biz ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mümin olan kullarımızdandı. (Saffat Suresi, 79-81)


Tufan Yerel Bir Afet miydi?

Nuh Tufanı’nın varlığını inkar edenler, bu iddialarına delil olarak dünya çapında bir tufanın varlığının imkansız olduğunu söylemektedirler. Ayrıca böylesine bir tufanın gerçekleşmemiş olduğu iddiasını, inkarlarına bir gerekçe olması amacıyla da öne sürmektedirler.
Oysa, Allah’ın indirdiği ve tahrif edilmemiş tek kutsal kitap olan Kuran’ı Kerim’de Tufan olayı, Tevrat ve çeşitli kültürlerde bahsedilen Tufan efsanelerinden çok daha farklı anlatılır. Eski Ahit’in ilk beş kitabını oluşturan Muharref Tevrat, bu tufanın evrensel olduğunu ve tüm dünyayı kapsadığını söylemektedir. Oysa Kuran’da böyle bir bilgi verilmez, aksine, ilgili ayetlerden Tufan’ın yöresel olduğu ve tüm dünyanın değil, Hz. Nuh tarafından uyarılıp-korkutulan Nuh Kavmi’nin cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.
Tevrat’ın ve Kuran’ın Tufan anlatımlarına bakıldığında bu farklılık kolaylıkla görülebilmektedir. Tarih içinde çeşitli tahrifatlara ve eklemelere maruz kalmış olan Tevrat, Tufan’ın başlangıcını şöyle açıklamaktadır:
Ve Rab gördü ki, yeryüzünde adamın kötülüğü çoktu, ve her gün yüreğinin düşünceleri ve kuruntuları ancak kötü idi. Ve Rab yeryüzünde adamı yaptığına nadim oldu, ve yüreğinde acı duydu. Ve Rab dedi: Yarattığım adamı, ve hayvanları, sürünenleri ve göklerin kuşlarını toprağın yüzü üzerinden sileceğim; çünkü onları yaptığıma nadim oldum. Fakat Nuh, Rabbin gözünde inayet buldu. (Tekvin, 6:5-8)
Oysa Kuran’da tüm dünyanın değil, sadece Nuh Kavmi’nin helak edildiği bildirilmektedir. Tıpkı Ad Kavmi’ne gönderilen Hz. Hud (Hud Suresi, 50) veya Semud Kavmi’ne gönderilen Hz. Salih (Hud Suresi, 61) ve diğer peygamberler gibi Hz. Nuh da yalnızca kendi kavmine gönderilmiştir ve Tufan da Nuh’un Kavmi’ni ortadan kaldırmıştır:

Andolsun, Biz Nuh’u Kavmi’ne gönderdik. (Onlara) ‘Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp- korkutucuyum. Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acıklı bir günün azabından korkmaktayım’ dedi. (Hud Suresi, 25-26)

Helak olanlar Hz. Nuh’un tebliğini dinlemeyen ve isyanda direten kavimdir. Bu konudaki ayetler kesin bir anlatım ile açıklanmıştır:

Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (A’raf Suresi, 64)

Böylece onu ve onunla birlikte olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların da kökünü kuruttuk. (A’raf Suresi, 72)

Ayrıca Kuran’da Allah, herhangi bir kavme elçi gönderilmedikçe, o kavmin helak edilmeyeceğini bildirmektedir. Helak için, kavme uyarıcı korkutucu gelmiş olması ve bu uyarıcının yalanlanmış olması gerekmektedir. Kasas Suresi’nde Allah şöyle buyurmaktadır:

Senin Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)

Kendisine uyarıcı gönderilmeyen bir kavmin helak edileceği Kuran’da bildirilmektedir. Bir uyarıcı olan Hz. Nuh ise sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Bu sebeple Allah, uyarıcı gönderilmemiş olan kavimleri değil, sadece Hz. Nuh’un Kavmi’ni helak etmiştir.
Kuran’daki bu ifadelerden Nuh Tufanı’nın tüm dünyayı kaplayan değil, yöresel bir felaket olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Tufan’ın gerçekleştiği düşünülen arkeolojik bölgede yapılan -ve birazdan inceleyeceğimiz- kazılar da, Tufan’ın tüm dünyayı kaplayan evrensel bir olay değil, Mezopotamya’nın bir bölümünü etkisi altına almış olan çok geniş bir afet olduğunu göstermektedir.

Gemiye Bütün Hayvanlar Alındı mı?

Kitab-ı Mukaddes yorumcuları, Hz. Nuh’un yeryüzündeki tüm hayvan türlerini gemiye aldığına ve hayvan neslinin Hz. Nuh sayesinde yok olmaktan kurtulduğuna inanırlar. Bu inanışa göre yeryüzündeki tüm hayvanlar toplanmış ve gemiye yerleştirilmiştir.
Bu iddiayı savunanlar elbette birçok açıdan çok zor duruma düşmektedirler. Gemiye alınan hayvan türlerinin nasıl beslendikleri, gemide nasıl istiflendikleri, birbirlerinden nasıl tecrit edildikleri gibi soruların cevaplanması elbette mümkün değildir. Dahası, farklı kıtalara has hayvanların nasıl toplandığı da merak konusudur; kutuplardaki memeliler, Avustralya’daki kangurular veya Amerika’ya has bizonlar gibi. Ayrıca insan için son derece tehlikeli olan yılan, akrep gibi zehirli olanların ve vahşi hayvanların nasıl yakalandığı, Tufan’a kadar bunların kendi doğal ortamlarının dışında nasıl yaşatılabildiği gibi sorular da birbirini izlemektedir.
Ancak bunlar tahrif edilmiş Tevrat’ta yer alan ve açıklama getirilemeyen izahlardır. Kuran’da ise, yeryüzündeki tüm hayvan türlerinin gemiye alındığına dair bir açıklama bulunmamaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi Tufan belirli bir bölgede gerçekleşmiştir. Bu nedenle gemiye alınan hayvanlar, Nuh Kavmi’nin bulunduğu bölgede yaşayanlar olmalıdır.
Ancak sadece o bölgede yaşayan tüm hayvan türlerinin bile biraraya getirilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Hz. Nuh’un ve çok az sayıda oldukları belirtilen müminlerin (Hud Suresi, 40) çevrelerindeki yüzlerce hayvan türünden çiftler topladıklarını düşünmek de zordur. Yaşadıkları bölgedeki hayvanlardan sadece böcek türlerinin toplanması bile mümkün değildir; hem de erkek dişi ayrımı yaparak! Bu nedenle, toplanan hayvanların rahatlıkla yakalanıp himaye edilebilecek ve özellikle de insanlara yarar sağlayacak evcil hayvanlar olduğu düşünülebilir. Buna göre, Hz. Nuh muhtemelen, inek, koyun, at, tavuk, horoz, deve ve benzeri hayvanları gemiye almış olabilir. Çünkü Tufan nedeniyle canlılığını büyük ölçüde yitirmiş olan bölgede yeni kurulacak hayat için gerekli olan temel hayvanlar bunlardır.
Burada önemli olan nokta şudur: Allah’ın Hz. Nuh’a verdiği hayvanları toplama emrindeki hikmetlerden biri, hayvanların neslini korumaktan çok, Tufan sonrasında kurulacak yeni yaşama gerekli olan hayvanların toplanması olabilir. Çünkü Tufan yerel olduğu için hayvanların soylarının tükenmesi söz konusu olamaz. Nasıl olsa Tufan’dan sonra zamanla diğer bölgelerden hayvanlar bu bölgeye göç edip bölgeyi eski canlılığına getireceklerdir. Önemli olan Tufan’dan hemen sonra bölgede kurulacak yaşamdır ve toplanan hayvanlar temelde bu amaçla toplanmış olmalıdırlar.

Sular Ne Kadar Yükseldi?

Tufan hakkındaki bir başka tartışma ise, suların dağları kaplayacak kadar yükselip yükselmediği konusundadır. Bilindiği gibi Kuran’da, geminin Tufan sonrası “Cudi”ye oturduğu bildirilmektedir. “Cudi” kelimesi kimi zaman özel bir dağ ismi olarak alınır, oysa kelime Arapça’da “yüksekçe yer-tepe” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Kuran’da “Cudi”nin, özel bir dağ ismi olarak değil, sadece geminin yüksekçe bir mekana oturduğunu anlatmak için kullanılmış olabileceği göz ardı edilmemelidir. Ayrıca cudi kelimesinin bu anlamından, suların belirli bir yüksekliğe eriştiği, ama yine de büyük dağların seviyesine kadar yükselmemiş olduğu da çıkarılabilir. Yani Tufan Tevrat’ta anlatıldığı gibi tüm yeryüzünü ve yeryüzündeki tüm dağları yutmamış, sadece belirli bir bölgeyi kaplamış olmalıdır.

Nuh Tufanı’nın Yeri

Nuh Tufanı’nın gerçekleştiği yer olarak Mezopotamya Ovası gösterilir. Bu bölgede tarihte bilinen en eski ve en gelişmiş uygarlıklar kurulmuştur. Ayrıca bu bölge, Dicle ve Fırat Nehirleri’nin ortasında yer alması sebebiyle, coğrafi olarak büyük bir su baskınına uygun bir zemin teşkil etmektedir. Tufan’ın etkisini artıran sebeplerden birisi, büyük bir ihtimalle, bu iki nehrin yataklarından taşıp bölgeyi etkisi altına almış olmasıdır.
Bu bölgenin Tufan’ın gerçekleştiği yer olarak kabul edilmesinin ikinci bir sebebi de tarihseldir. Bölgedeki birçok medeniyetin kayıtlarında, aynı dönemde yaşanmış bir Tufan’ı anlatan çok sayıda belge ortaya çıkarılmıştır. Nuh Kavmi’nin helak edilmesine tanık olan bu medeniyetler, bu felaketin oluş biçimini ve sonuçlarını tarihsel kayıtlara işleme ihtiyacı hissetmiş olmalıdırlar. Tufan’ı anlatan efsanelerin çoğunluğunun Mezopotamya kökenli olduğu da bilinmektedir. En önemlisi de arkeolojik bulgulardır. Bunlar, bu bölgede gerçekten de büyük bir su baskınının meydana geldiğini göstermektedir. Bu su baskını, ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz gibi, bölgede bulunan uygarlığın bir süre için duraksamasına neden olmuştur. Yapılan kazılarda böylesine büyük bir felaketin açık izleri toprağın altından çıkartılmıştır.
Mezopotamya bölgesinde yapılan kazılardan anlaşıldığına göre, bu bölge tarih içinde birçok kez seller ve Dicle, Fırat Nehirleri’nin taşması sonucu meydana gelen felaketlerle yüz yüze gelmiştir. Örneğin, MÖ 2000 civarında Mezopotamya’nın tam güney kısmında bulunan büyük Ur kentinin hükümdarı olan İbbis’in zamanındaki bir yıl, “gökle yer arasındaki sınırları yok eden bir Tufan sonrası”1 şeklinde tanımlanmaktadır. MÖ 1700′lerde Babilli Hammurabi zamanında bir yıl da “Eşnunna kentinin bir selle yıkılması” olayıyla tanımlanmaktadır.
MÖ 10. yüzyılda hükümdar Nabumukinapal zamanında Babil şehrinde bir su baskını gerçekleşmiştir.2 Milattan sonra 7., 8., 10., 11. ve 12. yüzyıllarda da bölgede önemli su baskınları vuku bulmuştur. 20. yüzyılda 1925, 1930 ve 1954 yıllarında da bu meydana gelmiştir.3 Anlaşılan odur ki bölge, her zaman için bir sel felaketine açıktır ve Kuran’da belirtildiği gibi büyük çaplı bir selin tüm bir kavmi yok etmesi açıkça mümkündür.

Tufan’ın Arkeolojik Delilleri

Kuran’da helak edildiği haber verilen kavimlerin birçoğunun izlerine günümüzde rastlanılması oldukça dikkat çekicidir. Arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır ki, bir kavmin ortadan kaybolması ne kadar ani olursa, buna ait bulgu elde edilmesi şansı da o kadar fazla olmaktadır.
Bir uygarlığın birdenbire ortadan kalkması durumunda -ki bu bir doğal felaket, ani bir göç veya bir savaş sonucu olabilir- bu uygarlığa ait izler çok daha iyi korunmaktadır. İnsanların içinde yaşadıkları evler ve günlük hayatta kullandıkları eşyalar, kısa bir zaman içinde toprağın altına gömülmektedir. Böylece bunlar, uzunca bir süre insan eli değmeden saklanmakta ve gün ışığına çıkartılmalarıyla geçmişteki yaşam hakkında önemli ipuçları sunmaktadırlar.
İşte Nuh Tufanı’yla ilgili birçok delilin günümüzde ortaya çıkarılması bu sayede olmuştur. MÖ 3000 yılları civarında gerçekleştiği düşünülen Tufan, tüm bir uygarlığı bir anda yok etmiş ve bunun yerine tamamen yeni bir uygarlık kurulmasını sağlamıştır. Böylece Tufan’ın açık delilleri, bizlerin ibret alması için binlerce yıl boyunca korunmuştur.
Mezopotamya Ovası’nı etkisi altına alan Tufan’ı araştırmak için yapılmış birçok kazı vardır. Bölgede yapılan kazılarda başlıca dört şehirde büyük bir tufan sonucu gerçekleşmiş olabilecek sel felaketinin izlerine rastlanmıştır. Bu şehirler Mezopotamya Ovası’nın önemli şehirleri Ur, Uruk, Kiş ve Şuruppak’tır.
Bu şehirlerde yapılan kazılar, bunların tümünün MÖ 3000′li yıllar civarında bir sele maruz kaldıklarını göstermektedir.
Önce Ur şehrinde yapılan kazıları ele alalım.
Günümüzde Tel-El Muhayer olarak isimlendirilen Ur şehrinde yapılan kazılarda ele geçirilen medeniyet kalıntılarının en eskisi MÖ 7000′li yıllara kadar uzanmaktadır. İnsanların ilk uygarlık kurdukları yerlerden birisi olan Ur şehri, tarih boyunca birçok medeniyetin birbiri ardına gelip geçtiği bir yerleşim bölgesi olmuştur.
Ur şehrinde yapılan kazılarda ortaya çıkartılan arkeolojik bulgular, buradaki medeniyetin çok büyük bir sel felaketi sonunda kesintiye uğradığını, daha sonra zaman içinde tekrar yeni uygarlıkların meydana çıkmaya başladığını göstermektedir. Bu bölgede ilk kazıyı yapan kişi, British Museum’dan R. H. Hall’dür. Hall’den sonra kazıyı yürütme görevini devralan Leonard Woolley, British Museum ve Pennsylvania Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen bir kazı çalışmasına da başkanlık etmiştir. Woolley’in yürüttüğü ve dünya çapında büyük sansasyon yaratan kazı çalışmaları 1922′den 1934 yılına kadar sürdürülmüştür.
Sir Woolley’in kazıları Bağdat ile Basra Körfezi arasındaki çölün ortalarında gerçekleşti. Ur şehrinin ilk kurucuları, Kuzey Mezopotamya’dan gelmiş olan ve kendilerine “Ubaidyen” ismini veren bir halktı. Bu halka dair bilgi elde etmek için detaylı kazılar başlatıldı. Reader’s Digest dergisinde Woolley’in kazıları şöyle anlatılıyor:
Kazı yapılan bölgede, derine inildikçe çok önemli bir buluntu ortaya çıkarılmıştı; bu, Ur şehrinin krallar mezarlığıydı. Araştırmacılar Sümer krallarının ve soyluların gömülmüş olduğu bu mezarlıkta birçok efsanevi sanat eserlerine rastladılar. Miğferler, kılıçlar, müzik aletleri, altından ve kıymetli taşlardan yapılmış sanat yapıtları. Bunlardan çok daha önemli olan başka şeyler de vardı; kil tabletlere hayret verici bir ustalık ve beceriyle, yüksek bir teknikle pres edilmiş tarihsel kayıtlar. Araştırmacılar, Ur’da kral listelerindeki aynı adları taşıyan yazılar bulmuş, hatta bunların arasında Ur’un ilk krallık ailesini kuran kişinin adına rastlamıştı. Woolley, mezarlığın ilk Ur Hanedanlığı’ndan önce başladığı neticesine vardı. Bu nedenle, son derece gelişmiş bir medeniyetin ilk hanedandan daha önceleri var olduğu sonucuna vardı.
Kanıtın iyice incelenmesinden sonra Woolley kazıyı daha derinlere, mezarların altına doğru ilerletmeye karar verdi. İşçiler çamur olmuş tuğlaların içinden bir metre kadar derine daldılar ve çanak çömlekleri çıkarmaya başladılar. “Ve sonra birdenbire herşey durdu.” Woolley böyle yazıyordu. “Artık ne çanak, ne çömlek, ne kül vardı, yalnız suyun getirdiği temiz çamur.”
Woolley kazıya devam etti, iki buçuk metre kadar temiz kil tabakasından geçilerek derine dalındı ve sonra birdenbire işçiler, tarihçilerin son Taş Devri kültürü olarak isimlendirdiği bu devrin insanları tarafından yapılmış zımpara taşından aletler ve çanak çömlek parçalarına rastladılar. Çamur iyice temizlenince altında kalmış bir medeniyet ortaya çıktı. Bu durum, bölgede büyük bir su baskınının meydana geldiğini gösteriyordu. Ayrıca mikroskobik analiz, temiz kilden kalın bir katmanın, eski Sümer uygarlığını yok edecek kadar büyük bir tufan tarafından buraya yığılmış olduğunu gösteriyordu. Gılgamış Destanı ile Nuh’un öyküsü, Mezopotamya Çölü’nde kazılan bir kuyuda ortak bir kaynakta birleşmiş oluyordu.4
Ayrıca Max Mallowan kazıyı yürüten Leonard Woolley’in düşüncelerini şöyle aktarıyordu:
Woolley, tek bir zaman diliminde oluşmuş böylesine büyük bir mil kütlesinin sadece çok büyük bir sel felaketinin sonucu olabileceğini belirterek; Sümer Ur’u ile Al-Ubaid’in boyalı çanak çömlek kullanan halkı tarafından kurulan kenti ayıran sel tabakasını, efsanevi Tufan’ın kalıntıları olarak tanımladı.5
Bu veriler, Tufan’ın etkilediği yerlerden birinin Ur şehri olduğunu gösteriyordu. Alman arkeolog Werner Keller de söz konusu kazının önemini şöyle ifade etmişti: “Mezopotamya’da yapılan arkeolojik kazılarda balçıklı bir tabakanın altından şehir kalıntılarının çıkması burada bir sel olduğunu ispatlamış oldu.”6
Tufan’ın izlerini taşıyan bir başka Mezopotamya şehri ise günümüzde Tel El-Uhaymer olarak isimlendirilen, Sümerlilerin Kiş şehridir. Eski Sümer kayıtlarında, bu şehir “Büyük Tufan’dan sonra başa geçen ilk hanedanlığın başkenti” olarak nitelendirilmektedir.7
Günümüzde Tel El-Fara olarak adlandırılan Güney Mezopotamya’daki Şuruppak kenti de Tufan’ın açık izlerini taşımaktadır. Bu kentteki arkeolojik çalışmalar 1920-1930 yılları arasında Pennsylvania Üniversitesi’nden Erich Schmidt tarafından yürütüldü. Kazılarda MÖ 3000-2000 yılları arasında var olan bir uygarlığın doğuşu ve gelişmesi değişik tabakalarda rahatlıkla izlenebiliyordu. Çivi yazılı kayıtlardan anlaşılan oydu ki, bu bölgede MÖ 3000′li yıllarda, kültürel olarak oldukça gelişmiş bir halk yaşıyordu.8
Asıl önemli nokta ise, bu şehirde de MÖ 3000-2900 yılları civarında büyük bir sel felaketinin gerçekleştiğinin anlaşılmasıydı. Schmidt’in çalışmalarını anlatan Mallowan şöyle diyor:
“Schmidt 4-5 metre derinlikte kil ve kum karışımı sarı topraktan bir tabakaya erişti (bu tabaka selle beraber oluşmuştu). Bu tabaka, höyük kesitine göre ova seviyesine yakın bir düzeyde yer alıyordu ve höyüğün her yerinde izlenebiliyordu…” Cemdet Nasr dönemini Eski Krallık döneminden ayıran kil ve kum karışımı tabakayı Schmidt “tamamen nehir kökenli bir kum” olarak tanımlayarak Nuh Tufanı ile ilişkilendirdi.9
Kısacası Şuruppak kentinde yapılan kazılarda da yaklaşık MÖ 3000-2900 yıllarına rastgelen bir selin kalıntıları ortaya çıkartılmıştı. Diğer şehirlerle beraber Şuruppak kenti de muhtemelen Tufan’dan etkilenmişti.10
Tufan’dan etkilendiğine dair elde kanıtlar olan son yerleşim birimi, Şuruppak’ın güneyinde yer alan ve günümüzde Tel El-Varka olarak isimlendirilen Uruk kentidir. Bu kentte de diğerleri gibi bir sel tabakasına rastlanmıştır. Bu sel tabakası da, MÖ 3000-2900′li yıllarla tarihlendirilmektedir.11
Bilindiği gibi Dicle ve Fırat Nehirleri Mezopotamya’yı boydan boya kesmektedir. Anlaşılan odur ki, olay anında, bu iki nehir ve irili ufaklı bütün su kaynakları taşmış, bunlar yağmur sularıyla birleşerek büyük bir su baskını oluşturmuşlardır. Kuran’da bu olayı Allah şöyle bildirmektedir:

Biz de ‘bardaktan boşanırcasına akan’ bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti. (Kamer Suresi, 11-12)

Gerçek şu ki, su taştığı zaman, o gemide Biz sizi taşıdık. (Hakka Suresi, 11)

Aslında felaketin gerçekleşmesine neden olan öğeler tek tek ele alındığında hepsi gayet doğal olaylardır. Tüm bu olayların aynı anda olması ve Hz. Nuh’un da kavmini böyle bir felaket için uyarması, olayın mucizevi yönünü oluşturur.
Yapılan çalışmalar sonucu elde edilen ipuçları değerlendirildiğinde Tufan’ın oluştuğu alanın boyutlarının yaklaşık olarak doğudan batıya (genişlik) 160 km, kuzeyden güneye (boy) 600 km. olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu tespit de, Tufan’ın tüm Mezopotamya Ovası’nı kapladığını göstermektedir. Tufan’ın izlerini taşıyan Ur, Uruk, Şuruppak ve Kiş şehirleri dizilimini incelediğimiz zaman bunların bir hat üzerinde yer aldığını görürüz. Öyleyse Tufan, bu dört şehri ve çevresini etkilemiş olmalıdır. Ayrıca MÖ 3000′li yıllarda Mezopotamya Ovası’nın coğrafi yapısının günümüzdekinden daha farklı olduğunu söylemek gerekir. O devirlerde Fırat Nehri’nin yatağı, bugünküne göre daha doğuda bulunmaktaydı; bu akış rotası da Ur, Uruk, Şuruppak ve Kiş’ten geçen bir hatta denk geliyordu. Kuran’da belirtilen “yeryüzü ve gökyüzü pınarları”nın açılmasıyla, anlaşıldığına göre, Fırat Nehri taşmış ve yukarıda belirtilen bu dört şehri yerle bir ederek yayılmıştı.

Tufan’dan Söz Eden Din ve Kültürler

Hak dini tebliğ eden peygamberlerin ağzından hemen her kavme duyurulmuş olan Tufan, zamanla çeşitli dejenerasyon ve eklemelerle karıştırılarak, sözü edilen toplumların efsaneleri haline dönüştürülmüştür.
Allah, Nuh Tufanı’nı, insanlara bir ibret ve ders konusu teşkil etmesi için farklı toplumlara gönderdiği peygamberler ve kitaplar yoluyla aktarmıştır. Ancak her defasında metinler orijinalinden uzaklaştırılmış ve Tufan anlatımlarına mistik, mitolojik öğeler katılmıştır. Arkeolojik bulgularla uyuşan ve onları tasdik eden tek kaynak ise Kuran’dır. Bunun tek nedeni Allah’ın Kuran’ı en ufak bir değişikliğe uğramadan korumuş olması ve aslının bozulmasına izin vermemesidir. Kuran, “hiç şüphesiz zikri (Kuranı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da Biziz” (Hicr Suresi, 9) hükmüne göre, Allah’ın özel koruması altındadır.
Kitabımızın Tufan’la ilgili son kısmında olayın -oldukça bozulmuş olmakla birlikte- çeşitli kültürlerde, ayrıca Tevrat ve İncil’de nasıl yer aldığını inceleyeceğiz.

Tevrat’ta Nuh Tufanı

Hz. Musa’ya indirilmiş hak kitap olan Tevrat, bilindiği gibi zamanla orijinalliğini yitirmiş, bazı kısımları Yahudi toplumunun önde gelenleri tarafından değiştirilmiştir. Hz. Musa döneminden sonra İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerin bildirdikleri de aynı sona uğramış ve tahrif edilmiştir. Dolayısıyla orijinalliğini kaybetmiş olan “Muharref Tevrat”ın bu özelliği, bizim ona bir kutsal kitaptan çok, bir tarih kitabı gibi bakmamızı gerektirir. Nitekim M. Tevrat’ın bu yapısı ve barındırdığı çelişkiler, -bazı bölümlerinde Kuran ile paralellikler içermekle birlikte-, Nuh Kıssası’nda da kendini gösterir.
Tevrat’a göre, Allah, Hz. Nuh’a yeryüzünün zorbalıklarla dolu olması sebebiyle, inananların dışındaki tüm insanların yok edileceğini bildirir. Bunun için kendisine gemi yapmasını emreder ve gemiyi nasıl yapacağını etraflıca tarif eder. Ayrıca, gemiye ailesiyle beraber üç oğlunu ve onların üç karısını ve tüm canlılardan ikişer adet ve birtakım yiyeceklerden de almasını söyler.
Yedi gün sonra Tufan vakti geldiğinde, yerin bütün kaynakları yarılmış, göklerin pencereleri açılmış ve büyük bir sel ortaya çıkmıştır. Bu kırk gün, kırk gece devam etmiştir. Gemi, bütün yüksek yerleri ve dağları örten sular üzerinde yüzmüştür. Böylece Hz. Nuh ile beraber gemide olanlar kurtulmuşlar, geride kalanlar ise Tufan’ın sularına kapılıp gitmiş ve boğularak ölmüşlerdir. 40 gün 40 gece süren Tufan’dan sonra yağmurlar kesilmiş ve bundan 150 gün sonra sular alçalmaya başlamıştır.
Bunun üzerine gemi yedinci ayda, ayın on yedinci gününde, Ararat (Ağrı) Dağları üzerine oturur. Hz. Nuh, suların iyice çekilip çekilmediğini anlamak için birkaç defa güvercin yollar ve sonunda güvercin geri dönmeyince suların iyice çekildiği anlaşılır. Bunun üzerine Allah Hz. Nuh’a yeryüzüne yayılmaları için gemiden çıkmalarını söyler.
Tevrat’ta yer alan Nuh Tufanı ile ilgili bazı bölümler şöyledir:
Ve Allah Nuh’a dedi: Önüme bütün beşerin sonu geldi; çünkü onların sebebiyle yeryüzü zorbalıkla doldu, ve işte, Ben onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap; Ve Ben, işte Ben, göklerin altında kendisinde hayat nefesi olan bütün beşeri yok etmek için yeryüzü üzerine sular tufanı getiriyorum; yeryüzünde olanların hepsi ölecektir. Fakat seninle ahdimi sabit kılacağım; ve sen ve seninle beraber oğulların, ve senin karın ve oğullarının karıları gemiye gireceksiniz. Ve seninle beraber sağ kalmak için her yaşayan, bütün beden sahibi olanlardan, her nevinden ikişer olarak gemiye getireceksin; erkek ve dişi olacaklar. Ve Nuh Allah’ın kendisine emrettiği herşeye göre yaptı; öyle yaptı. (Tekvin, 6/13-22)
Ve gemi yedinci ayda, ayın on yedinci gününde, Ararat dağları üzerine oturdu. (Tekvin, 8/1-19)
Bütün yeryüzü üzerinde zürriyetlerinin sağ kalması için, kendine her temiz hayvandan, erkek ve onun dişisi olarak yedişer ve temiz olmayan hayvanlardan, erkek ve onun dişisi olarak ikişer… (Tekvin, 7/1-24)
Ve ahdimi sizinle sabit kılacağım, ve bütün beşer artık tufanın suları ile kesilmeyecektir, ve yeryüzünü helak etmek için artık tufan olmayacaktır. (Tekvin, 9/11)
Muharref Tevrat’a göre, tüm dünyayı kaplayan bir Tufan’la “yeryüzünde olanların hepsi ölecektir” hükmü gereği, tüm insanlar cezalandırılmış, Tufan sonrasında yaşayan yegane insanlar Hz. Nuh ile gemiye binenler olmuştur.

İncil’de Nuh Tufanı

Bugün elimizde var olan İncil de zaman içerisinde tahrif edilmesi dolayısıyla gerçek anlamda İlahi bir kitap değildir. Nitekim Yeni Ahit, Hz. İsa’nın sözlerini ve eylemlerini içeren, onun göğe yükselişinden 30 ila 50 yıl sonra, onu hiç görmemiş ya da bir süre yanında bulunmuş kişiler tarafından yazılmış dört “İncil”le başlar; Matta, Markos, Luka ve Yuhanna. Bu dört İncil arasında çok belirgin çelişkiler vardır, özellikle Yuhanna İncili, birbirlerine büyük ölçüde paralel olan diğer üçünden (Snoptik İnciller) çok farklıdır. Yeni Ahit’in diğer kitapları ise Hz. İsa’dan sonra onun havarilerinin yaptıkları işleri anlatan ve havariler veya Tarsuslu Pavlus (sonradan Aziz Paul) tarafından yazılan mektuplardan oluşur.
Dolayısıyla bugünkü İncil de ilahi bir metin değil, bir tarih kitabı niteliğindedir.
İncil’e göre Nuh Peygamber sapkın ve itaatsiz kavme gönderilmiş, ancak kavmi ona uymayıp sapkınlıklarına devam etmiştir. Bunun üzerine Allah Tufan ile inkar edenleri yakalamış, Nuh Peygamberi ve inananları gemiye bindirip kurtarmıştır. Konuyla ilgili bazı İncil bölümleri şöyledir:
Nuh’un günlerinde nasıl olduysa, İnsanoğlu’nun gelişinde de öyle olacak. Nuh’un gemiye bindiği güne dek, tufandan önceki günlerde insanlar yiyip içiyor, evlenip evlendiriliyorlardı. Tufan gelinceye, hepsini süpürüp götürünceye dek başlarına geleceklerden habersizdiler. İnsanoğlu’nun gelişi de öyle olacak. (Matta, 24/37-39)
Tanrı, eski dünyayı da esirgemedi. Ama Tanrısızların dünyası üzerine tufanı gönderdiği zaman, doğruluk yolunu bildiren Nuh’u ve yedi kişiyi daha korudu. (II. Petrus, 2/5)
Nuh’un günlerinde nasıl olduysa, İnsanoğlu’nun günlerinde de öyle olacak. Nuh’un gemiye bindiği güne dek insanlar yiyip içiyor, evlenip evlendiriliyorlardı. Sonra tufan gelip hepsini yok etti. (Luka, 17/26-27)
Ne var ki göklerin, çok önceden Tanrı’nın sözüyle var olduğunu ve yerin su aracılığıyla sudan şekillendiğini kasıtlı olarak unutuyorlar. O zamanki dünya yine suyla, tufanla mahvolmuştu. (II. Petrus 3/5-6)

Tufan’la İlgili Diğer Kültürlerdeki Bilgiler

Sümerlere göre, Enlil isimli bir tanrı, diğer tanrıların insanlığı yok etmeye karar verdiklerini, kendisinin de onları kurtarmaya niyetli olduğunu insanlara açıklar. Olayın kahramanı Sippar kentinin sofu kralı Ziusudra’dır. Tanrı Enlil, Ziusudra’ya Tufan’dan kurtulmak için ne yapması gerektiğini anlatır. Metnin kayığın yapılışını anlatan parçası yitiktir, ancak böyle bir parçanın varlığı, Tufan’ın gelip, Ziusudra’nın nasıl kurtulduğunu anlatan bölümlerinden anlaşılmaktadır. Tufan’ın Babilonya versiyonuna dayanılarak, olayın eksiksiz Sümer versiyonunda, Tufan’ın nedeni ve kayığın yapılışı hakkında çok daha doyurucu ayrıntının bulunduğu sonucuna varılabilir.
Sümer ve Babil kayıtlarına göre, Xisuthros ya da Khasisatra, ailesi, arkadaşları, kuşlar ve hayvanlarla birlikte 925 metre uzunluğunda bir gemiyle Tufan’dan kurtulmuşlardır. “Sular göğe doğru uzandı, okyanuslar kıyıları örttü ve nehirler yataklarından taştı.” denir. Gemi daha sonra Gordiyen Dağı’na oturmuştur.
Asur-Babil kayıtlarına göre ise Ubaratutu ya da Khasisatra, ailesi, uşakları, sürüleri ve vahşi hayvanlarla birlikte 600 kübit uzunluğunda, 60 kübit yüksekliğinde ve genişliğinde bir tekneyle kurtulmuştur. Tufan 6 gün 6 gece sürmüştür. Gemi Nizar Dağı’na gelince uçurulan güvercin dönmüş ama karga dönmemiştir.
Bazı Sümer, Asur ve Babil kayıtlarına göre de, Utnapishtim, ailesiyle birlikte 6 gün 6 gece süren Tufan’ı atlatmışlardır: “Yedinci gün Utnapishtim dışarı baktı. Herşey çok sessizdi. İnsanoğlu tekrar çamura dönmüştü” diye anlatılır. Gemi Nizar Dağı’nda karaya oturunca Utnapishtim bir güvercin, bir karga ve bir de kırlangıç gönderir. Karga cesetleri yemek için kalır, fakat diğer iki kuş geri dönmez.
Hindistan’ın Satapatha, Brahmana ve Mahabharata destanlarında, adı geçen Manu, Rishiz ile birlikte Tufan’dan kurtulmuştur. Efsaneye göre Manu’nun yakalayıp yaşamını bağışladığı bir balık birdenbire büyüyüp, bir gemi inşa edip boynuzlarına bağlamasını söylemiştir. Balık gemiyi dev dalgaların üzerinden aşırıp, kuzeye, Himavat Dağı’na çıkarmıştır.
Britanya’nın Galler yöresi efsanelerine göre, Dwyfan ve Dwyfach büyük felaketten bir gemiyle kurtulmuşlardır. Dalgalar Gölü adı verilen Llynllion’un patlaması sonucu oluşan korkunç seller durulunca, Dwyfan ve Dwyfach yeniden Britanya Halkını oluşturmaya başlarlar.
İskandinav Edna efsaneleri Bergalmer ile eşinin büyük bir tekneyle Tufan’dan kurtulduğunu anlatır.
Litvanya efsanelerinde ise birkaç çift insanın ve hayvanın yüksek bir dağın tepesinde bir kabuğun içinde barınarak kurtuldukları anlatılır. 12 gün 12 gece süren rüzgarlar ve seller yüksek dağa erişip oradakileri de yutacağı zaman, Yaratıcı onlara dev bir ceviz kabuğu atar. Dağdakiler ceviz kabuğu ile yolculuk yaparak felaketten kurtulurlar.
Çin kaynaklı öyküler Yao adında birisinin 7 kişiyle birlikte, ya da Fa Li, eşi ve çocuklarıyla birlikte bir yelkenliyle sel ve depremlerden kurtulduğu anlatır. “Dünya paramparça oldu. Sular fışkırıp her tarafı kapladı.” diye söylenir. Sonunda sular çekilir.
Tüm bu bilgiler bizlere somut bir gerçeği göstermektedir. Tarihte her topluluğa İlahi vahyin mesajı ulaşmıştır ve bu sayede de pek çok toplum Nuh Tufanı ile ilgili bilgileri öğrenmiştir. Ancak insanların İlahi vahyin özünden uzaklaşmalarıyla birlikte Tufan ile ilgili bilgiler de çeşitli değişikliklere uğramış, efsanelere ve mitolojiye dönüşmüştür.
Hz. Nuh’un ve onun inkarcı kavminin gerçek hikayesini öğrenebileceğimiz yegane kaynak ise, İlahi vahyin bozulmamış tek kaynağı olan Kuran’dır.
Kuran’ın bu özelliği, yalnızca Nuh Tufanı değil, başka tarihsel olaylar ve kavimler hakkında da doğru bilgileri edinmemizi sağlar…

27 Ocak 2007 Cumartesi

İşte Google Gerçekleri

Hiç bilmediğiniz yönleri ile Google

GOOGLE FENOMENİ

Tabii ki işin en merak edilen yanı bu Amerikan rüyasının nasıl gerçekleştiğidir. Google'ın formülünde biraz kapitalist dünyanın nimetleri, biraz girişimcilik, biraz teknik bilgi ve biraz da akademik destek var. nasıl mı? Şöyle; Google, Stanford'da doktora yapan Larry Page ve Sergey Brin adlı iki öğrenci, tarafından bir garajda kuruldu. 1998'de 25 milyon dolar yasal sermayeyle kurulan şirket öğrencilerin tez çalışmasıyken şimdi dünyanın en büyük arama motoru haline geldi.
Google, "googol" sözcüğünün üzerinde oynanmasıyla ortaya çıkmıştır. Edward Kasner adındaki Amerikalı matematikçinin yeğeni Milton Sorotta tarafından üretilmiş olan "googol" sözcüğü 1 ve onun ardından 100 sıfırın gelmesiyle oluşan rakamı belirten matematiksel bir terimdir. Google'ın bu terimi kullanması, şirketin dünyadaki tüm bilgiyi organize etme misyonunu yansıtır.
7 yıl önce basit bir tez çalışması olarak görünen kimsenin sahip çıkmak istemediği İnternet arama motoru Google'ın bugünkü piyasa değeri 80.82 milyar dolara ulaşarak Time Warner'ı geçmiş bulunmaktadır.
Bugün Şirketin GooglePlex denen merkez ofisi Kaliforniya'da bulunur ve tüm dünyada 5,000 civarında kişi çalıştırır. Şirketin sermaye ortakları, Kleiner Perkins Caufield & Byers ve Sequoia Capital'ı kapsamaktadır. Şirket ayrıca, içerik sağlayıcı firmalara özel web arama çözümleri de sunmaktadır.
TEKNOLOJİSİ:
Google'ın arama teknolojisi ve kullanıcı arabirim tasarımı Google'ı günümüzün ilk-nesil arama motorlarından farklı kılmaktadır. Sadece anahtar kelime veya meta arama teknolojisi kullanmak yerine, Google en önemli sonuçları ilk getiren, gelişmiş PageRank™ teknolojisine dayanmaktadır.
PageRank ağ sayfalarının önemini nesnel bir ölçeğe uyarlar; bu 500 milyon değişken ve 2 milyar terimden oluşan bir denklemin çözülmesiyle hesaplanır. PageRank ağın çok sayıda bağlantılı yapısını düzenleyici bir araç olarak kullanır. Doğal olarak, Google, Sayfa A'dan Sayfa B'ye kurulmuş her bağlantıyı, Sayfa A'dan Sayfa B'ye bir "oy" olarak yorumlar. Google bir sayfanın önemini aldığı oylarla belirler. Google ayrıca oyu veren sayfayı da inceler.
Google'ın komplike ve otomatikleştirilmiş arama metodları, insan müdahalesine engel olur. Diğer arama motorlarından farklı olarak; Google, hiç kimsenin daha yüksek listeleme yapamayacağı ve ticari amaçla sonuçları değiştiremeyeceği bir şekilde yapılandırılmıştır.
GOOGLE'IN İŞİ NE?
Kısa tanımıyla Google'ın yaptığı iş aslında dünyadaki bilgileri evrensel olarak erişilebilir ve kullanışlı hale getirerek internetteki en iyi araştırma tecrübesini yaşatmak olarak tanımlanabilir.
Dünyanın en büyük arama motorunun geliştiricisi Google, web'teki bilgilere en hızlı ve en kolay yolla ulaşmayı sağlıyor. 1.3 milyarın üzerinde web sayfalarına ulaşarak, yarım saniyeden az bir sürede tüm dünyadaki kullanıcılara arama sorgularıyla ilişkili sonuçları getiriyor. Google bugün, günde 100 Milyondan fazla kullanıcı sorgulamalarına cevap verebiliyor.
PEKİ BUNLARI NASIL YAPIYOR ?
Google'ın arama teknolojisi ve kullanıcı arabirim tasarımı Google'ı günümüzün ilk-nesil arama motorlarından farklı kılar.
Sadece anahtar kelime veya meta arama teknolojisi kullanmak yerine, Google en önemli sonuçları ilk getiren, gelişmiş PageRank teknolojisine dayanır.
Google'ın komplike ve otomatikleştirilmiş arama metodları, insan müdahalesine engel olur. Diğer arama motorlarından farklı olarak; Google, hiç kimsenin daha yüksek listeleme yapamayacağı ve ticari amaçla sonuçları değiştiremeyeceği bir şekilde yapılandırılmıştır.
GOOGLE YAN SANAYİİ
Bilindiği gibi bugün her konuda bize yardımcı Google'ın verdiği hizmetler saymakla bitmez.Birkaç örnek vermek gerekirse internetten indirilen uygulamalar dikkatimizi çeker.Bu uygulamalar:Google'ın Gmail hesabı olanlar için hazırladığı internet üzerinden mesajlaşma ve sesli görüşme yapılabilecek olan GoogleTalk, yeryüzünü ince ayrıntılarına kadar üç boyutlu görmeye yarayan programın indirilebildiği site GoogleEarth ve içinde Google'ın bütün programları bulunan paket program GooglePack şeklinde sıralanabilir. Bu programları şöyle sıralamak mümkün:
İnternet üzerinde indirilen Google uygulamaları :
http://talk.google.com: Google'ın Gmail hesabı olanlar için hazırladığı internet üzerinden mesajlaşma ve sesli görüşme yapılabilecek program
http://earth.google.com: Yeryüzünü ince ayrıntılarına kadar üç boyutlu görmeye yarayan programın indirilebildiği site, Google Earth
http://pack.google.com/ : Google'ın bütün programları bulunan paket programı
GSM (GPRS) internet hizmetleri:
http://www.google.com/sms/: Amerika bölgesel cep telefonu haritası upload hizmeti http://www.google.co.uk/sms/: İngiltere bölgesel cep telefonu haritası upload hizmeti
İnternet Gösterimcisi ile verdiği Hizmetler : Google arama motoru hizmetinin yanısıra aşağıdaki hizmetleri de sunmaktadır:
http://gmail.google.com: Gmail,Google'ın e-posta hizmeti. Alanı 2,7 GB'ın üstündedir. Bir Gmail üyesinin davetiye göndermesi yoluyla, ya da cep telefonu yoluyla gmail hesabı edinilebilir. http://docs.google.com: google'nin MS Office'ine alternatif ücretsiz internet ofisi uygulaması
http://google.com/ig: Google Kişiselleştirilmiş Giriş Sayfası
http://images.google.com: Resim, fotoğraf, grafik, çizim arama motoru
http://video.google.com: Video arama motoru
http://groups.google.com: E-posta listesi/grubu hizmeti
http://maps.google.com: Harita ve uydu görüntüleri
http://moon.google.com: Ay'ın uzaydan çekilmiş görüntüleri
http://mars.google.com: Mars'ın uzaydan çekilmiş görüntüleri
http://trends.google.com/: Google da en çok aranan kelimeler
http://books.google.com: Basılı kitaplar arama motoru
http://scholar.google.com: Akademik makaleleri, kitap bilgilerini ve göndermeleri arama motoru
http://catalogs.google.com: Yayınevlerinin kataloglarını aramaya ve sayfa sayfa okumaya yarayan motor
http://news.google.com: ingilizce Haberler
http://reader.google.com: RSS ve ATOM okuyucu hizmeti
http://labs.google.com/sets: Aynı kümeye giren başka sözcükleri öğrenmeye yarar
http://www.google.com/language_tools: Google'ın birçok dildeki web sayfasını ve metni İngilizce'ye tercüme eden ve yine İngilizce web sayfalarını ve metinleri başka dillere tercüme eden hizmeti
http://labs.google.com/: en son geliştirilme sürecindeki google prototip proje uygulamaları hakkında
http://www.froogle.com: İnternet üzerinden ürün satın almak isteyenler için karşılaştırma şansı sağlayan arama motoru
KURUMSAL GOOGLE
Google AdsenseGoogle AdSense web site yayıncılarının içerik sayfalarında konuyla ilgili Google reklamları göstermesinin ve para kazanmasının hızlı ve kolay bir yoludur. Reklamlar sitenizin içeriğiyle ilgili olacağından, içerik sayfalarınızı geliştirmenin de bir yolunu bulmuş olacaksınız. Web sitesi yayıncıları için Google arama sonuçlarına site kullanıcılarına sunmak ve sonuç sayfalarında Google reklamları göstererek para kazanmak da bir başka yoldur.
Google AdWordsBütçeye göre yüksek ölçüde hedeflenmiş tıklama-başı-maliyet (CPC) reklam satın almanın hızlı ve basit bir yoludur. AdWords reklamları Google yanında AOL, EarthLink, HowStuffWorks ve Blogger dahil olmak üzere sürekli büyümekte olan Google ağında yer alan arama ve içerik sitelerinde de gösterilir.
EN ÇOK NELERİ MERAK ETMİŞİZ; "GOOGLE BİLİR" DEMİŞİZ?
80 dilde kullanım hizmeti sağlayan Google'da en çok aranan kelimeler ülkeye göre değişiyor. Genel ortalamada en çok aranan kelimeler summer camps(yaz kampları), Ronaldinho, coffee(kahve), tea(çay) ve sudoku.
Türkiyede en çok aranan kelimelerin başında porno, kpss, kraloyun, yonja, ssk, ösym, burçlar ve siberalem gelirken İngiltere'de en çok aranan kelimeler the sun, topshop ve bbc olarak sıralanıyor.
SEN SOR O CEVAP VERSİN
Google'a her gün binlerce soru soruluyor. Türkiye'de bunların başında şu sorular geliyor.
Gökyüzü neden mavidir? En hızlı koşan kuş hangisi?Dünyaya en yakın yıldız hangisi?Pusulayı kim icat etti?
GOOGLE KURUMLARI (!)
GOOGLE TIP FAKÜLTESİ
Google'ı artık doktorlar da şaşırtıcı tıbbi vakalarda teşhis için kullanıyor. Brisbane'deki Prenses Aleksandra Hastanesi'nden bir ekip Google'ın faydasını ölçmek için, 26 teşhisi zor hastalıkla ilgili terimleri Google'da aradılar. 26 vakadan 15'inde teşhis doğruydu.
Raporda şu da vurgulandı: "Google sonuçları, sadece arayanın bilgi düzeyi kadar yararlı. Hastalar kendi kendilerine teşhis koymaya kalkmasın!"
Google doktor oldu, şifa buldu Avusturalya Brisbane'deki Princess Alexandra Hastanesi doktorları teşhisi zor olduğu bilinen 26 vaka ile ilgili bazı anahtar kelimeler kullanarak Google'da arama yaptı.
Doktorlar, Google'dan çıkan teşhisleri alıp doğru teşhisle karşılaştırdılar. Google, 26 vakanın 15'inde doğru teşhis koydu. Uzmanlar doktorların hastalardan daha doğru sonuçlara varacağını, hastaların tek başlarına Google'da doğru teşhise ulaşmalarının zor olduğunu söyledi.
İngiliz tıp yayını British Medical Journal'da yayımlanan araştırmanın sonucuna göre, 'doktorlar ve hastalar her geçen gün internete daha hakim hale geliyorlar ve tıbbi bilgileri elde edebilmek için sık sık Google'a başvuruyorlar.' "Araştırmamızda teşhisi zor vakalarda teşhis için Google kullanılmasının faydalı olduğu ortaya çıktı" ifadesine de yer verildi.
DÜNYANIN TÜM HARİKALARI DA BURADA
Dünyanın tüm harikaları Google'da Google, tüm dünyanın uydu fotoğraflarını görüntülediği 'Google earth' programından sonra şimdi de dünyanın doğal harikalarını, popüler bölgelerini ve dünya üzerinde insan eliyle yapılan değişiklikleri bilgisayar ekranlarına getirecek. 'Google earth' programı içinde geliştirilen 'Featured content' bölümü, Tutankamun'un Mısır'daki mezarından, Japonya'daki Itsukushima Türbesi'nden Çin'deki Three Gorges Dam Barajı projesine kadar sayısız yeri gösterecek. Kullanıcı ikonları tıklayarak doğal harikaları, dünyanın önemli şehirlerini, çevresel etkilerin neden olduğu değişiklikleri bilgisayar ekranında görecek.
CHURCH OF GOOGLE
Bu haber pek çok okuyucunun hoşuna gitmese de Church of Google, Google'ı tanrı olarak kabul eden bir topluluüun yaptığı internet sitesi. Artık gerçek alemide himayesine almış olan sanal aleminde bir tanrısı olmamalı mı? Bu site Google'ın tanrılığını şu şekilde açıklıyor:
Her şeyi bilir: 9,5 milyar sayfayı satır satır bellemiştir. Ayrıca topladığı ek bilgilerle başka kimsenin sahip olmadığı bilgilere sahiptir.Her an, her yerdedir: Hafızasına aldığı milyarlarca sayfalık bilgi dünyanın her yerine dağılmıştır. Her cihazdan, her yerde ona ulaşmamız mümkündür.Dualara cevap verir: Bir arama yaparak dileğinizi istersiniz, o da verir. Örneğin kanserseniz dilediğiniz şifanın (tedavinin) yerini size o gösterir.Ölümsüzdür: Fiziksel bir varlık, cisim değildir. İşleyişini sağlayan algoritmaları birçok bilgisayara dağılmıştır. Bir parçası yok olsa da kalanı çalışır. Teorik olarak sonsuza kadar var olacaktır.Sonsuzdur: İnternet teorik olarak sonsuza kadar büyüyebilir. Google da.Her şeyi hatırlar: Kaşe belleği sayesinde sizin sildiğiniz şeyleri bile aklında tutar. İnternetteki her şey sonsuza kadar hafızasına yerleşir.Şeytanlık yapmaz: Kurumsal felsefesi bunu yasaklar.Varlığının belgesi boldur: Google'ın varlığı şu ana kadar tapınılan her Tanrı'dan daha barizdir. Eğer görmek inanmaksa, google.com'a bakılabilir!
GOOGLE ile MICROSOFT BİR GÜN YOLDA YÜRÜYORMUŞ...
Google'den Microsoft'a darbe Tüm bunlar olurken Google, Microsoft'un tekerine çomak sokmaktan geri kalmıyor. Google birden bire gelen vahiyle belge yazma, işleme ve saklama hizmeti sunmaya başladı. Rakip firma Microsoft'un kurulum gerektiren özel ve ücretli yazılımı Office'le rekabet amacıyla başlatılan "Docs&Spreadsheets" adlı hizmetin en önemli özelliği ücretsiz olmasıydı.
Google, bu hizmet için, 2006 başında geliştirdiği internet üzerinden metin yazma programı "Writely" ile arşivleme ve paylaşma sistemi "Spreadsheets"'i birleştirdi. İnternet kullanıcılarının, bundan yararlanabilmek için programı bilgisayarlarına yüklemesi gerekmiyor ki bu da Microsoft'un canını sıkıyor.
Kullanıcılar, bu hizmetten yararlanarak yeni belge hazırlayabildikleri gibi Excel, Word...vs programlarla hazırlanmış belgeleri de yeniden işleyip arşivleyebiliyor, diğer insanlarla paylaşabiliyor. Bu işlemler, internete bağlı herhangi bir bilgisayardan yapılabiliyor.
Bu hamle, yazılım devi Microsoft'un egemenliğindeki internet sektöründe ücretsiz yazılımlarla atılan büyük bir rekabet adımı anlamına geliyor. Çünkü Microsoft, gelirinin büyük kısmını, tanesi yaklaşık 400 dolara sattığı Office programının satışından elde ediyor.
MICROSOFT'UN ELİ ARMUT MU TOPLUYOR PEKİ?
Microsoft'tan da Google'a rakipTabii Google bu stratejilerle Bill Gates'in üzerine gidince olan oldu, yazılım devi Microsoft firması, güncelleyip ismini değiştirdiği kişiselleştirilebilen arama motoru ''Windows Live Search''ü, geçtiğimiz ay resmen başlattı.
Microsoft firmasının halen internet üzerindeki arama motoru ''MSN Search'' yerine geçecek olan ''Windows Live Search'', aylardır sürdürülen beta test yayınının ardından faaliyete geçti ve 23 dilde kullanıcıya ulaştı.
Ocak ayında yüzde 11 olan Microsoft'un arama motoru alanındaki pazar payı, Temmuz ayında Google ve Yahoo'nun arkasında yüzde 9,6 ile 3. sıraya inmişti. Microsoft firması, ayrıca ABD ve İngiltere'de ''Live Local Search'' adlı yerel arama motorunu da resmen hizmete soktu. Yine bir süredir test yayınında olan bu adresten kapsamlı harita hizmeti veriliyor.
Microsoft, Google Earth'a da rakip Tüm bunların ardından Microsoft, Google’ın Earth adlı online harita hizmetine rakip 3 boyutlu bir ayrıntılı harita hizmeti başlattı.Şimdilik sadece ABD’nin belli başlı büyük kentlerini kapsayan ve "Virtual Earth 3D" adlı 3 boyutlu harita hizmetine, "http://live.com" adresinden ulaşılabiliyor.
Aralarında San Francisco, Los Angeles, Seattle, San Jose, Las Vegas ve Dallas’ın bulunduğu 15 kentin, yeni bir teknolojiyle elde edilen 3 boyutlu kuş bakışı görüntüleri, indirilen programla kullanıcılara sunuluyor.
Microsoft, yakında başka Amerikan ve dünyanın belli başlı kentlerinin de 3 boyutlu haritalarının kullanıma açılacağını belirterek, Virtual Earth ile gerçek zamanlı trafik bilgilerinin, güzergahların ve sanal reklam ilanlarının da kullanıma sunulacağını bildirdi.
Aslında görünen o ki; Microsoft ve Google arasında ki bu rekabet internete büyük bir canlılık getiriyor.
GOOGLE ve MÜSLÜMAN ÜLKELER
İslam ülkeleri Google'da en çok neyi arıyor? İnternetin önde gelen arama motorlarından Google'da, farklı başlıklar altında seks konusunda en çok arama yapan ilk 10 ülkeden 6'sının Müslüman ülkeler olduğu tespit edildi. Buna göre, listenin ilk sırasında Pakistan, ikinci sırada ise Mısır yer alırken, Türkiye listenin 8'inci sırasında yer alıyor. Listedeki tek Avrupa ülkesiyse, 10'uncu sıradaki Polonya. 'Gay seks' başlığı altında en çok arama yapan ülkeler arasında birinci sırada Filipinler var. İkinci Suudi Arabistan yer alırken Türkiye bu kategoride 7'nci sırada yer buldu... 'Grup seks' başlığında birinciliği Hindistan ve Suudi Arabistan paylaşırken, Türkiye ise 8'inci sırada bulunuyor. İran, Google'a ateş püskürdü Türkiye’nin de zaman zaman karşılaştığı harita krizleri bu kez İran ile dünyaca ünlü arama motoru Google’ı karşı karşıya getirdi. Guardian gazetesinin haberine göre, İran’daki Azeri bölgesinin başkenti Tebriz’i “Şu anda İran topraklarında bulunan Güney Azerbaycan” olarak nitelendiren bir görüntü, Google Video’da yayınlandı.
Sitede yayınlanan turizm filminin bu metni, Tahran tarafından “İran’ın toprak bütünlüğüne karşı bir müdahale” olarak kabul edildi. İranlı milletvekili Valiallah Azarvash, “Bir İranlı asla böyle bir şeyi kabul edemez. Milattan Önce 2000 yılından bu yana Tebriz ve Doğu Azerbaycan İran’dan hiç ayrılmadı. Şimdi nasıl bir başka yere ait olabilir ki” dedi. PROTESTO ÇAĞRISIİran Enformasyon Teknoloji Bakanlığı da İran halkını Google’a protestolarını iletmeye çağırdı. Bakanlığın Meclis Temsilcisi Samad Mohmen Bela, “Bu eylem, bir başka ülkenin işlerine karışmak için tipik bir örnek. (Buna karşı) En basit ve en etkili yöntem, bütün İranlı kullanıcıların Google’ı e-mail yağdırmasıdır” diye konuştu.
Bu yılın başlarında Tebriz bölgesi, Farsça yayınlanan bir gazetede Azerice konuşanları hamam böceğine benzeten bir karikatür yayınlandığı için şiddet eylemlerine sahne olmuştu.
ÇOCUK PORNOSUNDA İLK DÖRTTE
Türklerin arama yaptığı başlıklardan biri de hayvanlarla, özellikle de atlarla seks... Burada birinci sırayı yine Pakistan alırken Türkiye üçüncü oldu. Türkiye'nin listede birinci olduğu tek başlık ise anal seks. Türkiye'yi; Romanya, Yeni Zelanda, Kanada ve ABD izliyor. Oral seks konusundaki arama sıralamasındaki tek Müslüman ülke olan Türkiye, 10 ülke arasında 4'üncü sırada yer alıyor. Araştırmanın en dehşet verici başlıklarından biri de, 'çocukla cinsel ilişki.' Bu konuda en çok araştırma yapılan ülke Pakistan. Türkiye ise bu alanda dördüncü sırada.
GOOGLE TÜRK YETKİLİRCE SUÇLU BULUNDU
'Çocuk pornosunda suçlu Google'dır' Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan, 'Türk vatandaşlarının çocuk pornografisine düşkün olduğu'na dair görüşün doğru olmadığını söyledi. Çalışkan, bu görüşe dair varsayımın arama motorunun özelliğinden kaynaklandığını ileri sürdü.
'Çocuk yazınca hepsi geliyor' Haftalık bilgilendirme toplantısında konuşan Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü Çalışkan, basında, 'internet ortamında Türk kullanıcıların, çocuk pornografisi içerikli siteleri en çok ziyaret eden kişiler olduğu'na dair haberler çıktığını belirtti. Bunun arama motoru Google sitesinin özelliğinden kaynaklandığını vurgulayan İsmail Çalışkan, şöyle konuştu: "Arama motoru Google'a 'çocuk' kelimesinin yazılması durumunda çocukla ilgili her türlü bilgi bilgisayara geliyor. Yani konu basına yansıdığı gibi, 'Türk vatandaşlarının çocuk pornografisine düşkün oldukları' şeklinde bir görüşün doğruluğu söz konusu değildir."
MERAKLISINA SON BİLGİLER:

Tür :Anonim Şirketi Kuruluş: Menlo Park, California (1998)

Merkez: Mountain View, California, USA
Önemli şahıslar: Dr. Eric E. Schmidt, Yönetici ve Genel Müdür Larry Page, İkinci Kurucu & Başkan, Ürünler Bölümü Sergey Brin, İkinci Kurucu & Başkan, Teknoloji Bölümü Omid Kordestani, Başkan Yardımcısı, Ticari Geliştirme & Satışlar Bölümü Wayne Rosing, Mühendislik Bölümü Başkan Yardımcısı Cindy McCaffrey, Başkan Yardımcısı, Kurumsal İletişim Bölümü Joan Braddi, Başkan Yardımcısı, Arama Servisleri Bölümü Tim Armstrong, Başkan Yardımcısı, Reklam Satış Bölümü Urs Hölzle, Google Üyesi Craig Silverstein, Teknoloji Bölümü Yöneticisi

Sektör: Internet Ürünler: Arama, Bilişim, Reklam, Teknoloji Gelir :$7.14 Milyar USD (2006)

Çalışan sayısı :6,800 (2006)

Web sitesi: www.google.com

KAYNAKÇA:
wikipedia.org,
ilginchaber.com,
forum.zurnachat.com,
radikal,
blogspot.com,
ozgurhaber.net

DERLEYEN:
Gökçe Günaydın
Kaan Ezgimen

Dünya Osmanlı´yı anlama derdinde

15. Türk Tarih Kongresi´ne büyük ilgi var. Özellikle Osmanlı´ya ilgi çok büyüt. Eskiden yalnız Avrupalıların ilgi gösterdiği Osmanlı Devleti şimdi tüm dünyanın merak odağı

Ortadoğu en huzurlu ve refah dolu yıllarını Osmanlı döneminde yaşadı. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin kutsal mekânlarını barındıran bu topraklar, 400 yıl boyunca huzur solukladı. Yaklaşık 1 asır önce Osmanlı’nın elinden çıkan bu bölge, daha son
ra gün yüzü görmedi, dünyanın en istikrarsız, en kanlı bölgelerinden biri haline geldi. Son yıllarda Ortadoğu’nun yeniden kaynaması dünya tarihçilerini Osmanlı’ya yöneltti.
Önümüzdeki hafta düzenlenecek olan 15. Türk Tarih Kongresi’ne tam 750 yabancı bilim adamı bildiri gönderdi.
Zaman’ın sorularını cevaplayan Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, rekor düzeydeki ilgiyi şöyle yorumladı: “Son yıllarda olayların dinmediği Ortadoğu’daki toprakların Osmanlı coğrafyasında bulunması tarihçileri daha fazla araştırma yapmaya itiyor.” Halaçoğlu, kongreye katılmak isteyen bütün yabancı tarihçilerin Osmanlıca ve Türkçe bildiğini vurguladı.
Yabancı bilim adamları, 15. Türk Tarih Kongresi’nde, Türk tarihinin çok çeşitli dönemlerine ışık tutacak bildirilerini sunmak için adeta yarıştı. 11-15 Eylül 2006 tarihleri arasında Türk Tarih Kurumu’nun (TTK) ev sahipliğinde gerçekleşecek kongre için 750 bilim adamı bildiri gönderdi. Bu bildirilerin sadece 310 tanesi kongreye kabul edildi.
TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu, rekor derecedeki katılım talebinin, tarih uzmanları arasında son yıllarda giderek artan Türkiye ve Osmanlı merakından kaynaklandığını söyledi. Halaçoğlu, kongrede bildiri sunmak isteyen 750 tarih uzmanını zaman bakımından ağırlama imkanı olmadığı için aralarında Türk bilim adamlarının da bulunduğu 310 isim ile sınırlı tuttuklarını açıkladı. Atatürk’ün bizzat katıldığı 1932 yılında düzenlenen ilk kongrede 33 bilim adamı bildiri sundu
Katılımcı yabancı tarihçilerin hemen hepsinin Osmanlıca ve Türkçe bildiğini hatırlatan Yusuf Halaçoğlu, Türkiye tarihinin giderek artan sayıda takipçilerinin olduğunu aktardı. Kongre boyunca çok farklı konu başlıklarını içeren bildirilerin sunulacağını belirten Halaçoğlu, uzmanların konu seçimlerinde ve ifadelerinde tamamen özgür olduklarını söyledi. Ermeni ve misyonerlik gibi tartışmalı konuların da konuşulacağı kongrede, Ermeni soykırımını savunan isimlerin de çıkabileceğine işaret eden Halaçoğlu; “Ancak bu iddialarını sağlam belgelere dayandırmalıdırlar. Bu iddiayı savunacak bilim adamının tezlerini çürütecek birikimimiz var.” dedi.
Yusuf Halaçoğlu, bu yılki ilgiyi; “Ortadoğu’da yaşanan olayların geçtiği toprakların Osmanlı coğrafyasında bulunması, tarihçileri bu topraklarda daha fazla araştırma yapmaya itiyor.” sözleri ile açıklarken, Hazırlık Komitesi’nde yer alan Prof. Dr. İlber Ortaylı da, kongrenin bilim dünyasında prestijli bir yere sahip olmasının ilgi noktasında önemli bir sebep olduğunu söyledi. Ortaylı, eskiden sadece Avrupalıların ilgi gösterdiği Osmanlı’ya şimdi tüm dünyadan ilgi olduğunu belirtti.
Yabancı uzmanların sunacağı bazı bildiri başlıkları
Salahi R. Sonyel “Kurtuluş Savaşı Döneminde Padişah Vahdettin’in İngilizlerle İlişkileri”, Howard Reed “Gazeteci Louise Bryant’ın 1923 Yılında Türk Liderleri ile Yaptığı Röportajlar”, Entela Muço “Atatürk Döneminde Türk Kadının Batılılaşması ve Arnavutluk’taki Etkileri”, Boris Potskhveriya “İkinci Dünya Savaşı Zamanında Türkiye’nin Tutumu ile İlgili Sovyet Arşiv Belgeleri”, George S. Harris “Washington’da İki Türk Büyükelçisi: Ahmet Muhtar ve Mehmet Münir”, Kerstin Tomenendal “1. Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan Yergili ve Mizahi Haftalık Dergilerinde Müttefiki Türklerin İmgesi”, Aleksander Vasilyev “18.-19. Yüzyıllarda Rusya Harbiyesinde Öğretim Görerek Rus İmparatorları Tarafından Ödüllendirilmiş Olan Türk Subayları Hakkında Rusya Devlet Arşivindeki Belgeler”, Muhammed Ahmed “Sultan 2. Abdülhamit ve Filistin Meselesi”
Yabancı uzmanların yanı sıra Türk bilim adamları da Osmanlı’da ABD’li misyonerlerin faaliyetleri, Ermeni iddiaları, Osmanlı toplumuna şans oyunlarının girmesi, İncirlik Üssü ve Türkiye-ABD ilişkileri gibi ilgi çekici konularda Türk uzmanlar bilgiler verecek.

Sultan Abdulhamit´in en büyük sırrı

Sultan İkinci Abdülhamid´in kendi parasıyla bir heyete petrol haritası hazırlattığı ortaya çıktı.

İlk kez haftalık haber dergisi Aksiyon'un bu haftaki sayısında yayımlanan "Sultan'ın petrol haritası"nda, Güneydoğu Anadolu'nun neredeyse tamamında yüksek ölçekte petrol rezervinin bulunduğu yer alıyor.

Haşim Söylemez imzalı habere göre, Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibi Dicle'de sal üstünde, karada at ve eşek sırtında aylarca süren bir çalışma yaptı. 22 Ekim 1901'de II. Abdülhamid'e sunulan raporda, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervlerinin bulunduğu yer alıyor. Güneydoğu Anadolu'nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu'nun bir kısmını kapsayan petrol haritasında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Batman Çayı etrafı, Dicle bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı etrafı, Habur, Fındık, Cizre, Habur Çayı etrafı, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkâri (Çölemerik)'de önemli petrol yataklarının bulunduğu kaydediliyor. Groskoph, raporunda "Dicle ve Fırat nehirleri havzasında zengin ve mühim petroller bulunuyor. Bunların işletilmesi ve pazarlanması için Bağdat'a uzanan bir tren yolu lâzım. 1889'da inşaatına başlanan ve 1902'de biten demiryolu, petrolün Anadolu'ya taşınmasını sağlayacaktır. Ana hatta sadece birkaç ilave ek hattın yapılması yeterlidir." diyor. Başmühendis, ayrıca iyi değerlendirilmesi durumunda bu petrol coğrafyasının gelecekte dünyanın en önemli merkezlerinden biri olacağını vurguluyor.

AKSİYON'daki haberin tam metnini okumak için tıklayın

Papa çarmıha gerilsin

Papa 16. Benediktus’un İslamiyet’le ilgili sözlerine Müslümanlardan tepkiler gelmeye devam ediyor.

Irak’ta El Kaide’ye bağlı Ensar El Sünnet grubu, internet üzerinden Batılıları ve özellikle İtalya’yı tehdit ederken, Endonezya’da İslamı Savunanlar Cephesi adlı örgüt gösteri düzenleyerek, Papa’nın çarmıha gerilmesini istedi. ( O da güzel )

Mısırlı milletvekilleri de Papa’nın doğrudan ve açık şekilde özür dilemesi gerektiğini söyleyerek, Vatikan’la diplomatik ilişkilerin dondurulmasını talep ettiler. ( Çok diplomatik :)

Suudi Arabistan’da yayımlanan El Yum gazetesi de Papa’nın sözlerinin sıradan bir hata olmadığını ve bunların uygarlıklar çatışması konusunda ABD’deki aşırı sağcı ideolojiyle tam olarak uyuştuğunu savundu. ( eee karşılığı hangi aşırılığı desteklemek? )

Çin’de 18 milyon Müslümanın resmi temsilcisi Chen Guangyuan da Papa 16. Benediktus’un İslam inancına ve Hz Muhammed’e hakaret ettiğini belirterek, Papa’dan sözlerini geri almasını istedi.

Ürdün’ün başkenti Amman’da da Hristiyan ve Müslüman milletvekilleri ile dini liderler gösteri düzenleyerek, Papa’nın sözlerini protesto etmek için oturma eylemi düzenlediler.

Pakistan’ın Cenevre Büyükelçisi Mesud Han da BM İnsan Hakları Konseyinin İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) adına dini hoşgörü konusunda bir toplantı düzenlemesini istedi. ( Hadi cnm çok yumuşak ama birilerinin yapması lazım tabi )

İnsan Hakları Konseyinde İKÖ adına konuşan Mesud Han, Papa’nın sözlerinin ardından üzüntü duyduğu yolunda açıklama yapmasının kendisini biraz rahatlattığını söyledi.

Fas Kralı 6. Muhammed de ülkesinin Vatikan’daki büyükelçisini danışmalarda bulunmak üzere geri çağırarak, Papa 16. Benediktus’u İslam’a saygılı olmaya çağırdı.

HEPİMİZ TÜRK´ÜZ manşeti

Dink´in cenazesinde açılan pankart karşı tepkiye yol açtı. Tercüman´ın attığı sürmanşet beğeniyle karşılandı.

Hrant Dink'in cenazesinde açılan pankart gündeme oturdu. Milliyetçilik tartışması yeniden alevlendi. Tercüman'ın attığı bu manşet kavgayı daha da kızıştıracak.Cenazeye katılanların "Hepimiz Ermeniyiz" pankartına karşı Halka ve Olaylara Tercüman Gazetesi sürmanşetten HEPİMİZ TÜRK'ÜZ manşetini attı. Spotta ise şu ifadeler yer aldı: İçimizdeki hainler Hrant Dink'in cenazesinde 'Hepimiz Ermeniyiz' pankartı açınca vatanseverler Türk bayrağı altındaki binlerce yıllık beraberliği bölenlere haykırdı: Ayrımız yok, hepimiz Türk'üz

İsrail istihbaratının Türkiye korkusu

İsrail’in Herzliya kentinde bir araya üst düzey savunma ve istihbarat analistleri, İran ve Türkiye’nin Ortadoğu’da yükselen süper güçler haline geldiği görüşünde. İşte ayrıntılar:

Guardian gazetesi, İsrailli üst düzey savunma ve istihbarat analistlerinin, İran ve Türkiye’nin Ortadoğu’da yükselen süper güçler haline geldiği konusunda hem fikir olduğu ifade edildi.
Gazetenin başyazısında, İsrailli üst düzey istihbarat ve savunma analistlerinin bu hafta yıllık toplantılarını yapmak üzere İsrail’in Herzliya kentinde bir araya geldiği belirtildi. Yazıda, üst düzey analistlerin, Ortadoğu’nun geleneksel siyasi haritasının değişmekte olduğu konusunda fikir birliği içinde bulunduğu kaydedildi.
“TÜRKİYE VE İRAN SÜPER GÜÇ OLUYOR”
İsrail’in de anlaşmaları kestiği bölgede baskın Arap ülkeleri olan Mısır ve Ürdün’ün etkisinin azaldığı vurgulanan yazıda, buna karşın Türkiye ve İran’ın bölgesel süper güçler olarak etkilerinin arttığı ifade edildi. İsrail’in Batı Şeria işgaline direnişle birlikte Pan-Arabizm’in yerini İslamcılığa bıraktığı kaydedilen yazıda, artık öncü direniş örgütlerinin El Fetih ya da Filistin Kurtuluş Örgütü değil Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütüyle ilişkisi bulunan Hizbullah ve Hamas olduğu belirtildi.
Yazıda, Filistin’de El Fetih ve Hamas arasındaki çıkmazın süreceği ve barışın gelmeyeceği ancak buna karşın bir iç savaşın da yaşanmayacağı öngörüldü. Yazıda ayrıca, İsrail’in bu konuda Filistinli mahkumların serbest bırakılması gibi bazı adımlar atabileceği kaydedildi.
“İSRAİL İRAN İÇİN İZOLASYON KAMPANYASI BAŞLATTI”
Guardian gazetesinin başyazısında ayrıca, İsrail’in İran’ı dünya finans pazarlarından izole etmek istediği, bu yöndeki kampanyanın da dün Eski İsrail Dışişleri Bakanı Benyeman Netanyahu’nun Londra ziyaretiyle başladığı ifade edildi.
Yazıda, bu yöndeki ilk “salvonun” Tahran’da yatırım yapan Batılı emekli sandıklarını hedef alacağı belirtildi.
İSRAİL VE AHMEDİNEJAT MAHKEMELİK OLACAK
Guardian gazetesi ayrıca İsrail’in, İran Devlet Başkanı Mahmut Ahmedinejat’a “İsrail haritadan silinmeli” sözleri nedeniyle 1948 Genova Soykırım Konvansiyonu kapsamında dava açacağını da kaydetti.

YÖK, dekanlık davasını kaybetti

En fazla oyu almasına rağmen, YÖK tarafından Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi´ne dekan olarak atanamayan Prof. Dr. Tümer Çorapçıoğlu, açtığı davayı kazandı.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı için en fazla oyu almasına rağmen YÖK Genel Kurulu tarafından ataması yapılmayan ve büyük tartışmaya yol açan Prof Dr. Tümer Çorapçıoğlu, açtığı davayı kazandı. Ankara Üniversitesi'nde ortaya çıkartılan bir yolsuzluğu Cumhuriyet Savcılığı'na şikayet ettiği için YÖK tarafından rektörlükten ayrılması istenen Prof. Dr. Nusret Aras da yine Danıştay kararıyla görevinde kalabilmişti. YÖK'ün Ankara Üniversitesi ile giriştiği mücadele dün yeni bir boyut kazandı. Dekanlığa en yüksek oyu almasına rağmen YÖK tarafından seçilmeyen Prof. Dr Tümer Çorapçıoğlu'nun Ankara 15'inci İdare Mahkemesi'ne açtığı dava az önce sonuçlandı . Mahkeme kararında şöyle denildi: "Üniversite tarafından ve dekanlık atama komisyonunca üçüncü defa dekanlığa ataması önerilen Prof. Dr. Tümer Çorapçıoğlu'nun dekanlığa atanmasına ilişkin dava konusu işlemde sebep unsuru yönünden hukuka ve kamu yararı gereklerine uygunluk görülmemiştir. Hukuka aykırılığı açık olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı'na davacının atanmamasına ilişkin dava konusu işlemin ise uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğabileceğinden yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. YÖK'ün dekanlık atamasındaki uygulaması kamuoyunda büyük tartışmaya yol açmış YÖK'ün oy sıralamasında ikinci olan adayı atamasından sonra bu kişi de görevinden istifa etmişti. Prof. Dr. Tümer Çorapçıoğlu karşısında davayı kaybeden YÖK'ün karara itiraz etmesi bekleniyor.

23 Ocak 2007 Salı

Yehova Şahitleri kimdir ve inançları nedir?

YEHOVALAR KİMDİR VE İNANÇLARI NELERDİR?

Önceleri Russel’ın tarikatı durumunda iken, 26 Temmuz 1931′den itibaren Yehova Şahitleri adı ile kendilerini tanıtmaya başlamışlardır. Yehovalar Hristiyanların bir koludur. İncil’in içine kendilerine göre birtakım sözler sokmuşlardır ve çok sözleri de kendilerine göre açıklamışladır. Diğer hıristiyanlar bunlara çok kızmaktadırlar. Bu Yehovalar, Hz. İsa’dan 1931 sene kadar önce neredeydiler de isimlerini açıklamadılar?

Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’i kendi yaptıkları yeni tercümede, metnin içine 200′den fazla Yehova adını katmışlardır.
Hiç mukaddes sayılan bir kitaba, kullar tarafından ek yapılır mı?

Demek ki bu kitap eksikmiş ki, içine 200 tane Yehova eklemişler. İçine sonradan ek yapılan bir kitap, nasıl, olur da mukaddes kitap olabilir? Yehova, Yahudilerde tanrının ismidir. Bizde ise Sanrının ismi, Allah’tır. İncil’in içine, 200 tane Yahudilerin tanrılarının ismini koymalarından, bunların Yahudiler tarafından Hıristiyanlığı bölmek için kurulan bir mezhep olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, her yerde Yahudileri destekleinektedirler. Yehova Şahitleri teşkilâtı yöneticilerinin düşüncelerini yansıtan yorumlar ve görüşler, 1917-1928 yılları arasında 148 noktada değişiklik göstermiştir. Onların dünyevî krallıklarının kurulduğunu, kendi anlayış çerçeveleri içinde devletlerin ve hükümetlerin sonunun başladığını ilan ettikleri tarihler daima fiyasko ile neticelenmiştir.(261) İsa’nın kırallığının başladığı ve milletlerin, hükümetlerin sonu olduğunu iddia ettikleri tarihler, 1914-1918-1925-1975 tarihleridir. Bu söyledikleri tarihlerde ne İsa’nın krallığı başladı, ne de diğer hükümetlerin sonu oldu. Hıristiyanlığın kutsal kitabı, 66 kitaptan ibarettir. Bunların 39′u aynı zamanda Yahudilerin de kutsal kitabıdır. Yahudiler 39 kitap dışında, hıristiyanlarca eklenen 27 kitabı kutsal saymazlar, reddederler. Onları uydurma olarak görürler. Bazı taraflarının yalan yanlış kendilerinden kopya edildiğini söylerler. Onların nazarında İsa ne Yehova’nın oğlu, ne de bir peygamberdir. Onu yalancılık ve sahtekârlıkla itham ederler. Bu 66 kitap Yehova Şahitlerinin de temel mukaddes kitaplarıdır. Bundan yaptıkları yorumla, ve eklemelerle ayrı bir akım, ayrı bir Hıristiyanlık mezhebi şeklinde görünürler. Bazı Hıristiyan mezhepleri İsa’yı ilâhlaştırırlar ve bilinen teslis (baba-oğul-ruhul kudüs) içinde görürler. Katolik, Ortodoks ve Protestanlık da böyledir. Yehova Şahitleri için ilâh Yehova olmakla beraber, onun yanında ilâha eşit olmayan fakat aynı zamanda onun oğlu olan insanüstü bir varlık yer almaktadır. Yehova Şahitlerine göre, İsa Yehova’nın sağında yer almıştır. Ve onun oğludur. Bu şekilde bile, İsa’yı ilâh olmaktan çıkarış, Katolik, Ortodoks ve bazı Protestanları kızdırmıştır.

Yehova Şahitleri İsa’nın ikinci gelişi için 1914 tarihini öne sürmektedirler. Bu defa onun gelişini “Russel Takipçileri” durumunda olan Yehova Şahitlerinin göreceklerini iddia ettiler. İsa’nın bu gelişinin maddî gözle değil, ruhen olacağını ve ruhanî gözle görüleceğini ileri sürdüler. Yehova Şahitleri bunda da yanılmışlardır. Zira vahiy kitabının 1:6-7 cümleleri onu her gözün görebileceğini, Yuhanna’da günahkarların bile onu görebileceği anlatılmaktadır. (262) Bu da gösteriyor ki, Yehova Şahitleri Hıristiyan olduklarını iddia ettikleri halde, şu andaki hıristiyanların mukaddes kitabının emirlerine ters inanışlar da taşımaktadırlar.

(261) Yehova Şahitleri - Doç. Dr. Hikmet Tanyu.

Russel ve tarikatçılarına göre, zavallı İsa, dirildikten sonra hemen kral olmamıştır. O zaman krallık ehliyetini almış olduğu halde kral olabilmek için ta 1914′e kadar beklemeliydi. Nasıl ki zavallı fakir bir adam, şoförlük ehliyetini alır ama parası olmadığı için bir oto satın alamaz ve muayyen parayı kazanıncaya kadar ehliyet cebinde olduğu halde beklemelidir. İşte böylece de zavallı fakir (haşa Allah(!) İsa’ya krallık ehliyeti verdiği halde, krallığı yürütecek kudrette değildi, ta Yehova Şahitleri’nin kurulacakları zamana kadar beklemeliydi. İşte tam o zaman zenginleşen baba, İsa Mesih’i krallık ehliyetini kullanmak üzere tahta geçen kral yapmıştır! Eğer bu hususta “Allah Hak Olsun” adlı kitabın 17. bölümüne ve 13 ve 14. paragraflarına bakarsanız, bu çeşit bir saçma iddiayı şaşkınlıkla görürsünüz. Ama öbür taraftan, bu konuda Hıristiyanlığın kutsal kitabı ne diyor? Rab İsa, 1914′te mi krallığı aldı? O tarihte mi krallığı kullanmaya başladı? Yoksa mezara ve ölüme dirilişiyle bu zaferinden hemen sonra babasının (Hristiyanlığa göre tanrının) sağına, göğe gider gitmez mi krallığını kullanmaya başladı (262-a) Yehova Şahitleri’nin bu konudaki yorumlarının, Hıristiyanlık kutsal kitabına uymadığı yine bu kitaptan deliller göstererek açıklamaya çalışılmakta ve Efesos 1.120-22, Matta, 28:18, Vahiy 17:14, Vahiy 19:16 ve diğer kitaplardan alınan cümlelerle Yehova Şahitleri bu noktada tekzip edilmektedir. (263)

(262) Aynı Eser. (262-a) Aynı eser.

Yehova Şahitleri diğer Hıristiyan mezhep ve tarikatları gibi asli suç inancına sımsıkı sarılmışlar, onu bütün anlamıyla benimsemişlerdir. Onlara göre insan, Adem ve Havva’nın cennette işledikleri yasak meyveyi yeme, şeytana uyuş ve Tanrı’ya itaatsizlik yüzünden cennetten suçlu olarak kovulmuş ve bu sebeple ölüme mahkûm olmuştur. Böylece, soya çekimle bütün insanlar bu suçu taşımaktadırlar. İnsan kendi gücü ile bu suçtan kurtulamaz. Ancak Tanrı, yani onlara göre Yehova, oğlu İsa’yı, insanları bu suçtan kurtarmak için gönderir ve işkence ile yine insanlar tarafından haç şeklinde tahtaya çivilenir, ölür. Böylece kendisini insanlığı kurtarmak için güya fidye yapar. İnsanlar İsa’yı öldürdüğü halde, yani yeni bir suç işlediği halde önceki aslî suçundan bu fidye ile kurtulmuştur. Bu kadar saçmalık olur mu hiç?
Nasıl olur da bir insanın suçunu bütün insanlar çekebilir?
Yani Adem (a.s)’ın suçunu nasıl bütün insanlar çekebilir?
Diğer insanların ne suçu var, bu bir haksızlık, adaletsizlik değil mi? Hiç Allah olan adaletsizlik yapar mı?
İnsanlar günahkâr olarak dünyaya geliyormuş. Hiçbir şeye aklı ermeyen zavallı çocuğun ne günahı olabilir de, günahkâr olarak dünyaya geliyor?
Yoksa anasının karnında mı suç işledi? Diyelim ki soya çekimle Hz. Adem’in suçundan dolayı bütün insanlar suçlu olsun, bütün insanların suçunu affetmek için niçin bir kişiyi cezalandırsın?
Bütün insanları cezalandırması gerekmez miydi?
Asılanın suçu ne idi?
Hem de Tanrı Yehova, oğlu İsa’yı çarmıha gerdiriyor, insanların suçunun keffareti için. Tanrının insanların suçunu affetmesi için mutlaka birini mi çarmıha germesi lâzımdı? Bütün insanları affettim demekle, affedemez miydi? İsa’yı aslî suçlu olarak kabul etmiyorlar.
O zaman nasıl olur da asli suçu olmayanı Tanrı asabiliyor?
Bu bir adaletsizlik değil mi? Nasıl olur da bir Tanrı, oğul evlat edinir?
Ne ihtiyacı var ki evlada?
Hiç bu kadar saçmalık, beyinsizlik olur mu Allah’ım?
Tanrı çarmıha gerecek birini bulamamış da, günahsız olan oğlunu mu asmış?
Oğlunun acı çekmesine niçin müsaade etmiş?
Oğul edinmek isteyen bir tanrı, hemen bir oğul meydana getiremez miydi de, 9 ay aciz bir kadının karnında oğlunu tuttu? Aciz miydi ki hemen yaratamadı?
Bu kadar büyük saçmalık olur mu?
Üstelik bir kısım insanlar (onlara göre) İsa’yı çarmıha gererek işkence ile öldürmüşlerdir. Peki, Tanrı bu yeni suç ve cinayetle insanların aslî suçunu nasıl bağışlamış oluyor?
Bu türlü dolaylı işlemlerin lüzumunu tahlil edip açıklamıyorlar, dolayısı ile çelişkiler içinde bocalamaktadırlar.

(263)/Aynı Eser.

Hıristiyanların kiliselerine karşı Yehova Şahitleri’nin de hem bethel, Tanrı evi, hem de krallık salonu vardır. Onlarda toplantılar dua ile başlar, dua ile sonuçlanır. Hatta kendilerine mahsus ilahileri, şarkıları da vardır. Müslümanlara inançlarını aşılamak isteyen Yehova Şahitleri, bu Hristiyan yönlerini gizler, kiliseye gidilmediğini söyler ve çok zaman Yehova yerine Müslümanlara cana yakın gelmesi için “Allah” ve diğer İslâmi terimleri kullanırlar.

Yehova Şahitleri merkez teşkilatı, Hıristiyanlık kutsal kitabını (İncil’i) kendilerine göre yorumlarlar. İncillerinde cennet inancı olduğu ve orada evlilik, zürriyet, tenasül gibi hususlar olmadığı halde, onlar cennetin yeryüzünde (dünyada) olacağına İsa’nın orada krallığına ve 144 bin seçkin Yahudinin orada yönetileceğine, dünya cennetinde maddî, bedenî bir hayat yaşanacağına, çoluk çocuk sahibi olunacağına inanırlar. Ruhun varlığına ve ölmezliğine inanmazlar. Şimdi bunlar İncil’e inandıkları halde niçin İncil’in içindeki ayetlere karşı geliyorlar? Zaten İncil’lerin içindekilerin çoğu da doğru değil. Çünkü İncil doğru olsa idi, bir tane İncil olurdu. Halbuki dört tane İncil var. Onların da içindekiler birbirini tutmuyor (İleride buna da temas edeceğiz.) İndilerde cennet var diyor; bunlar cennet yoktur, ancak bu dünyada vardır diyorlar. Orada evlilik, çoluk çocuk yoktur deniyor, bunlar vardır diyorlar. Hıristiyansa bunlar nasıl Hristiyan ki İncil’in dediğine inanmıyor. Yok Hristiyan değil yeni bir din kurdularsa peygamberleri kim bunların? Cennet bu dünyada olacakmış, hem de bu maddî bedenle. Bu kadar saçmalık ve dünya ilminden habersizlik olur mu? Çünkü, bütün dünya insanları kabul ediyorlar ki bu dünya fanidir. Bütün madde yok olmaktadır. Güneş enerjisi bitmektedir. Güneş dakikada binlerce ton parçalanıp, toz haline geldikten sonra yok olmaktadır. Yani, bu dünyanın mutlaka birgün yok olacağını herkes kabul ettiği halde, nasıl oluyor da bunlar, “Cennet bu dünyada olacak” diyorlar?
Ruha inanmıyorlarmış.
Acaba kendi varlıklarına inanıyorlar mı ki, bu kadar saçmalıkları söylüyorlar? Ruhun varlığının ispatını kitapta daha önce yapmıştık, oradan okuyun. Eski ve yeni Ahiti benimser göründükleri birçok yerde inançları için delilleri merkez teşkilatlarının yorumlarıyla getirdikleri, eski ve yeni Ahit kitaplarının Allah tarafından yazdırıldığını ileri sürdükleri halde, Tevrat’ta açık şekilde belirtilmiş pesah (mayasız ekmek) bayramını,
sünnet olmayı, domuz eti yememeyi ve (on emirde yer alan) cumartesi gününü istirahatla geçirme gibi esasları benimsemezler.
İsa bunları değiştirmiş midir?
Neden?
Nasıl?
Bunlara cevap veremezler. Tevrat’taki cumartesi günü ateş yakmama buyruğuna uymazlar.
Fakat kan nakline, kan vermeye engel olmak için yorumlara girişir, bunun yasaklandığını iddia ederler. Bazı Hıristiyan mezheplerinde olduğu gibi, mabette (ibadet edilecek yerde) resim, heykel, haç, mum yakma, tesbih, Tanrının resmini yapma adetlerine karşıdırlar. Kiliselerinin altınla, rahiplerin süslü elbiseler içinde olmasına da karşıdırlar. “İsa’nın ve havarilerin özel kıyafetleri yoktur” derler. Hıristiyanlık kutsal kitabından aldıkları bazı sözleri ve levhaları duvarlara asarlar.

Yehova Şahitleri’nin ahlak ilkeleri, Musa’nın on emri ve Hıristiyanlık kutsal kitabının bazı cümlelerinden gelmektedir. Üçleme (teslis anlayışları), bazı Hıristiyan mezheplerinden farklı olmakla beraber tamamen reddetmemektedirler. İsa, Allah’ın sağında duran, onun ruh verdiği mümtaz oğludur. Allah’ın hiç sağı solu olur mu? Bu Allah’a mekan tayin etmektir. Halbuki, Allah mekândan münezzehtir. Mekan, sağ, sol, ancak yaratıklar için söz konusudur. Teslisleri Allah (baba) yaratıcı, İsa (oğul) kurtarıcı, kutsal ruh (takdis edici kuvvet) oluyor ve bu kutsal ruh insana, vaftizle Yehova’dan (tanrıdan) çıkıp geliyor. Vaftiz mayolarla ve yarı çıplak, topluca suya dua ile girmek demektir. Vaftiz, temel ayindir. Vaftiz, ölüm demektir. Suya batan insan, önceki hayatında ölüp yeni hayatına başlıyor. Bazı Hıristiyan ilahiyatçıları, “İnsanın hakiki ilahî hayatı o andan itibaren başlıyor” diyorlar.

“Tevrat’ta, Tanah’ta poligami (çok evlilik) oluşuna Yehova müsaade etti” diyorlar. Fakat İsa müsaade etmiyor diyerek bir çelişmeye düşüp, İsa’nın tek evliliği istediğini ileri sürüyor ve evlenmeyi dini bir anlamda kabul ediyorlar” (264). Güya inandıkları kitabın, işine gelmeyen yerlerini değiştiriyorlar. Yehova’nın (tanrının) müsaade ettiği bir emri nasıl olur da bir peygamber olan İsa kaldırabiliyor? Peygamber İsa (Yehova’nın oğlu), böylece Tanrıya (babasına) karşı gelmiş olmuyor mu? Ayrıca mukaddes dedikleri kitabın içindekileri nasıl değiştirebiliyorlar? Yehovalar ilmî hakikatlere karşı gelirler. İlmî hakikatleri kendilerine göre açıklamaya çalışırlar. İlmî hakikatlere karşı çıkanlara ne demeli? Bunlara, gerici yobaz, ahmak demek gerekmez mi?

Zamanımızda faaliyetlerini arttıran Yehova Şahitleri bilhassa şu propaganda üzerinde durmaktadırlar. Yakında mutlaka İsa’nın meydana çıkışı ve Armagedon son savaşı vukuu bulacaktır. Bu savaşta İsa’ya, Hıristiyanlığa karşı olanların dünyevi güçleriyle, 1000 yıllık hükümetin hükümdarı (İsa) karşı karşıya gelecektir. Kim Yehova’ya olan inancını bildirip yayarsa, uzun zaman yaşamaya devam edecek ve.böylece bir kimse 1000 yıllık hükümetin imtihanını kazanırsa, bir insanî mükemmeliyet içinde ebedî hayata ve cennet olan dünyaya (Yeni dünyaya) girebilecektir. Yehova Şahitleri hali hazırda kurmuş oldukları örgüte (Yeni Dünya Derneği) dedikleri gibi ayrıca ilerideki kuruluşa da (Yeni Dünya Derneği) demektedirler.

Yesus Kritus (İsa Mesih) dünyaya gelmiş. Tanrı Yehova onu ruhanî bakımdan tekrar diriltmiştir ve onu 1874-1914′den itibaren görünmez teokratik organizasyonun kralı, başkanı yapmıştır. İsa Mesih’in dünyaya geldiğini kim söyledi bunlara? Hıristiyanların diğer mezhepleri İsa Mesih’in şimdi indiğini acaba kabul etmekte midirler?
Niçin görünmez bir devletin kralı, görünen bir devletin kralı olmuyor?
Çünkü böyle bir şey yok da ondan. Acaba kendileri görüyorlar mı? Kendileri de görmüyorlarsa nasıl inanıyorlar?
Kendi inançlarına göre İsa çarmıha gerilirken görünüyordu da niçin şimdi gözükmüyor?
(İslâm dininde İsa (a.s) çarmıha gerilmemiştir. İsa’ya benzeyen birini çarmıha germişlerdir. İsa’yı (a.s) Allah Teala göğe çekmiştir.

(264) Aynı Eser.

Yehova Şahitleri peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v) yalancılıkla ve Kur’an’ı batıl, asılsız olarak itham ederler. “İncil’de ne eksiklik var da Kur’an gelmiştir” derler. Biz de onlara: “Zebur’da ne eksiklik vardı da Tevrat geldi, Tevrat’ta ne eksiklik vardı da İncil geldi?” dersek, acaba ne cevap vereceklerdir?
Elbette süt dökmüş kedi gibi susacaklar veya kendilerine göre saçma sapan açıklamalar yapacaklardır.

“Yehova Şahitleri kitap, dergi ve broşürlerinde İsrail’i, Yahudiliği överek onun yedi şamdanını (menora) tekrar tekrar resimleriyle ele alması ve bu siyon adını teşkilatın ve derginin ilk günlerinde başlık olarak kullanması ve sık sık kapak arkalarında renkli İsrail haritaları vermesi ve İsrail’i tarih ve ülkesiyle övmeye ve ona saygılı davranmaya sevketmesi, Yehova Şahitleri merkez teşkilatının arkasında Yahudi desteği, etkisi ve malî yardımı olduğuna dair şüpheler uyandırmıştır. Yıllıklarında başbakan yardımcılarının İsrail’i, Arap memleketlerinin yenilgisinden sonra ziyareti ve İsrail’in muzaffer durumunu övmesi, üzerinde ibretle düşünmeyi gerektirir.” (265)

Ahmet Kahraman, “Dinler Tarihi” adlı kitabında bu düşünceyi şöyle belirtiyor: “Hıristiyanlık ve Yahudilik”, “Yehova Şahitleri” adı altında bugün faaliyet göstermektedirler. Kendilerini Hz. İsa’ya nisbet edilen İncil’in telkin ettiği saf Hıristiyanlığın müdafii olarak takdim eden ve çeşitli kombinezonlarla gençleri, bilhasa din yönünden aydınlatılmamış nesilleri kandırma yollarını arayarak, Yahudi zihniyetine hizmet ettirme gayesini güden bu mezhep, Yahudi teşkilatından başka bir şey değildir… En geniş faaliyet sahalarından bir tanesi de Türkiye’dir.

(266-a)
(265) Aynı Eser.

YEHOVA ŞAHİTLERİNİN PSİKOLOJİK USULLERİ VE TELKİN METODU:

1 — Dünyadan ve insanlıktan ümitsizliğe uğratmak, savaş, yer sarsıntısı, sel baskını, kıtlık, hastalık, hatta hava kirlenmesi üzerinde durarak, insanın bunlarla cezalandırıldığı veya insanın bunları düzenleyemeyeceği telkinini yapmak, kendileri dışında mevcut dinleri, manevî idealleri, partileri, hukukî nizamı kötüleyerek, manevî bir buhran, zihnî bir bezginlik, ümitsizlik telkin etmek.

2 — Korku içinde bırakmak. Yakında ölüneceği, Yehova Şahidi olmayanlar için ise kıyamet ve felaket geleceği-

3 — Biricik kurtuluş ümidinin ve gerçek yönün kendilerinde olduğunu telkin.

4 — Avlanan insanları grup, kitle psikolojisinden faydalanmak üzere, kızlı, kadınlı dinî toplantılara götürüp, konuşmaların, tanışmaların manevî havasından faydalanmak.

5 — Devamlı, sürekli konuşma, telkin. Ses tonunu değiştirme (sesi alçaltıp, yükseltme). Birkaç dakika birisinin konuşması, sonra diğerinin devam etmesi.

6 — Devamlı, sürekli okutma, aynı inançla ilgili yeni yayınların arkasını kesmeden vermek ve onları okutmaya çalışma. Böylece hem sözlü, hem okumalı telkine tâbi tutma.

(266-a) Ahmet Kahraman - Dinler Tarihi.

7 — Hıristiyanlık kutsal kitabını mantıkî tahlil ve muhakeme. Ondaki tutmazlık ve çelişmeleri göstermeden, çok zaman teviller ve onun pürüzlerinden sapmalarla işi değiştirme ve diğer dinleri ciddi bir inceleme okuma ve mukayese etme faaliyeti, emeği olmadan tek taraflı bir ezbercilik faaliyetine sevketme.

8 — Dünya çapında bir kuvvete ve çokluğa, örgüte dayanma ve mensubiyetle övünme, güvenme, kendine önem verme, verdirme ve bu gibi durumlar.

9 — Aktif, aksiyoner veya eylemci bir hale, bir robot haline gelme ve getirilme, vaiz öncü yapılma.

10 — Yabancı memleketlere seyahat ve temas imkânları. Kongrelerin, toplantıların havasından telkin altında kalış.

11 — Yehova Şahidi kadınlarla evlendirme metodu veya kadınları Yehova Şahidi erkeklerle evledirme usulü.

12 — İş ve menfaat sağlama, aylık alma vesair imkânlarla kendilerine çekme.

13 — Bir çevre temini veya tesisi, yeni dostluklar, arkadaşlar edinme psikolojisi.

14 — Maddî, cinsî menfaat, bu türlü arkadaşlıklar kurma ve örgüte girme suretiyle zevk temin etmek.

15 — Bilhassa Türkiye’de İslâmî bilgisi olmayan, imanı, inancı zayıf, geniş tahsili bulunmayan insanlar üzerinde çalışma, onlara ciddi ve gerçekmiş gibi, hayatlarında roman ve hikâyeden, gazete ve resimli romanlardan başka birşey okumamış olanlara önem vererek kendi telkinlerini, verdikleri kitapları, dergileri hazmettirme. Onları hipnotize edilmiş bir hale getirme.

Yehova Şahitlerinin vaizleri, öncüleri ve daha ileri mevkideki adamları bu konuşma ve tartışmalarda sakin kalmak, sinirlenmemek, kızmamak gibi alışkanlıklarla yetiştirilirler. Görüştükleri kimse onları kovsa bile, kavgaya mahal vermeden uzaklaşmak hususunda emir aldıkları için ses çıkarmazlar ve kendilerini istemeyenlere “keçiler” diyerek, onları inatçılıkla (içlerinde ve kendi aralarında) küçümserler.

Yehova Şahidi örgütünün propagandacıları, kendisinden kitap ve dergi almak isteyenlere hatta bunları, kendilerini incelemek için olsa bile aldırış etmezler, yeter ki kendileriyle konuşulsun ve yayınlarından alınsın. Onlar er-geç kendi telkin kabiliyetlerine ve bu telkin metodunun başarı kazanacağına inanırlar.

Yehova Şahitleri’nin öncüleri, müjdecileri ve vaazla, daha doğrusu propaganda ile görevlileri çok metodlu, planlı çalışmaktadırlar.

Ellerinde geniş bölge haritaları ve vaazda, telkinde bulunacakları kimselerin adları yazılı liste vardır. O günkü konuşmanın planını hazırlamak ilk işleridir. Bunu ufak bir pusula üzerinde yaparlar. Vaaz verirken arada bir durup karşıdaki şahsı inceler, bazan ona konuşma, soru sorma fırsatı vererek yine kendi bildikleri konuya dönerek vaaza devam ederler.

Kıyafetleri, giyimleri, temiz ve tertiplidir. Bununla da karşıdakine tesire çalışırlar. Vaazlarını denetleyen müfettişlerin veya bir üst dereceli dernek mensuplarının ellerinde matbu veya teksir makinesinde yazılmış veya daktilo makinasıyla düzenlenmiş, öğrenci karnesi gibi kağıtlara konuşma, telkin ve diğer hususlarda iyi, orta gibi notlar verirler. Kurnaz, işini bilir bir propagandacı olarak adamlarını yetiştirmeye çalışırlar. Bilhassa genç kız ve kadınların yardımından faydalanırlar. Umumiyetle bir kadın ve bir erkek veya iki kadın birlikte giderek propaganda yaparlar, tekrar görüşmek için - umumiyetle bir hatfa sonra- söz almaya çalışırlar. (266)

Yehova Şahitleri’nin kurucusu Charles Taze Russel’in (1852-1916) ahlakî karakteri: Maria Francis, 1879′da evlendiği Russel’i kendini beğenmişlik, bencillik ve kadınlara düşkünlük, ahlâksızlık iddiasıyla mahkemeye verdi ve Russel, mahkeme önünde evlatlık kızı Roz Boll ile olan cinsî münasebetlerini alenen itiraf etti. Russel mahkûm oldu. Fakat mahkeme kararına uymayarak karısına nafaka ödemediğinden, tekrar muhakeme edilerek aleyhte bir hüküm giydi.

Russel ahlâksız olduğu kadar büyük bir yalancı idi. Kendisini etrafındakilere, “Çok saygı değer çoban” olarak tanıttığını gören Protestan Baptist kilisesi üyesi, söylevci C. Ross, Russel’in sahte bir çoban olduğunu ileri sürerek, “Some facts about the selfstyled Pastor Charles T. Russel”, “Kendisine vaiz süsü vermek isteyen Russel hakkında bazı gerçekler” adlı broşürünü yayınladı. Russel buna karşı çıkarak, C. Ross’u mahkemeye verdi. Mahkemede avukatın bir sorusuna karşılık Russel, Yunanca bildiğini ileri sürerek yemin edince, avukat kendisine Yunanca bir İncil uzatarak okumasını söyledi, fakat okuyamayınca mahkemece “yalan yere yemin eden biri” olarak ilan edildi. Daha sonra, kendisinin başka din adamları tarafından takdis edilmiş, “çok saygı değer çoban” olduğunu söyleyince isbatı istenmiş, zor durumda kaldığından, kendisinin hiçbir din adamı tarafından takdis edilmemiş olduğunu itiraf etmeye mecbur olmuş, böylece mahkeme onun bir “yalancı” olduğuna dair hüküm vermiştir.” (Bak. Martin and Klann adlı eserin 18-22. sayfalarına).

(266) Yehova Şahitleri - Doç. Dr. Hikmet Tanyu.

Russel, yine satışa çıkardığı bir buğdayın az miktarının bile çok fazla ürün vereceğini, bu buğdayın mucizeli olduğunu ilan etti. Buğdayın içindeki büyük mucizeye inanan safdil, bilgisiz kimseler bunun bir avucunu 60 dolara satın alarak ektiler. Fakat, doğru dürüst bir mahsul alınmayınca dolandırıldığını anlayan halk tarafından mahkemeye verildi Mucizevî olduğu reklam edilen buğdayın diğer buğdaydan hiç bir farkı olmadığını mahkeme huzurunda itiraf etti ve tekrar mahkum oldu. (Bu olay ansiklopedilere de geçmiştir.)

Yine Çin ve Japonya’ya yaptığı seyahat sonunda oralarda ilk misyoner teşkilatını kurduğunu söylediğinden, kiliseler ve diğer ilgililer tarafından tekrar mahkemeye verildi. “Yalan yere propaganda eden” bir kişi olarak bu davada tescili yapıldı.

31 Ekim 1916′da ölen Russel daima kullandığı, “Şimdi yaşayan milyonlarca kişi hiçbir zaman ölümü görmeyecektir” sloganına rağmen, ölümü görmüş ve cehennemin gayyasına yuvarlanmış gitmiştir.

Şimdi Hıristiyanların amentüsüne bir göz atalım: Müslümanların amentüsünün Hz. Peygamber tarafından öğretilmesine rağmen, Hıristiyanların amentüsü Hz. İsa tarafından değil, çok daha sonra gelen Hıristiyan din alimleri tarafından meydana getirilmiştir. Nasıl olur da bir dinin amentüsünü peygamber değil de, insanlar hazırlayabilir? Peygamber İsa niçin hazırlamamış? Gelelim amentülerine:

1 — Ben, yeri ve göğü yaratan herşeye kadir, baba Tanrıya inanırım. Tanrı için kullanılan “baba” tabiri çok alçaltıcıdır. Zira, insan cemiyetinde, kötü hatıra bırakan aile babaları vardır. Aynı zamanda baba terimi (sözü) cinsel ilişkileri hatırlatır. Baba da öleceği için ölümü düşündürür; yani Tanrı’nın öleceğini düşündürür. Mirası düşündürür.

(267) Aynı Eser.

2 — Ve efendimiz olan, onun biricik oğlu İsa’ya inanırım. Mecazî ve temsilî manada bile olsa, hem eski Ahid ve hem de yeni Ahid’de (Ahid, kitapların ismi) İsa’dan başka insanlar için “Tanrı’nın oğlu” tabiri kullanılmıştır. Bu ise “Biricik oğul” tabiri ile tezat halindedir. Luka’ya göre (3/38), Adem (a.s) Tanrının oğludur. “Seignur” kelimesinden, İsa’nın Tanrı oğlu, yani ulûhiyyete iştirak ettiği anlaşılıyor ki bu da Allah’ın birliğine zıt düşmektedir.(268)

3 — Ruhu-1 Kudüs’ten gebe kalınana inanırım. Ruhu-1 Kudüs’ün gösterdiği fonksiyondan, onun Tanrı için bir alet olduğu görünümü çıkıyor. Amil ile alet aynı şey olamaz. Bu ruhu ulûhiyyete ortak koşmak, ilahî birliğe ters düşer. Kur’an-ı Kerim (17-85) “ruh” kelimesinin emir manasına geldiğini beyan eder. Allah kendi emriyle, İsa’yı babasız yarattı. Bu durum fevkaladedir. Ve ilahî bir mucizedir. Diğer taraftan, Hz. Adem’in yaratılışında bir anne de söz konusu değildir. Onun ulûhiyyete ortak olmaksızın, fevkalade yaratılışı daha da üstün bir mucize idi.

4 — Ve bakire Meryem’den doğana inanırım. Şayet Tanrı bir bakireden bir çocuk doğurtursa, bu çocuğa değil, bizzat Tanrı’ya tapınılma gereğini ortaya koyar.

5-6 — Onun Pontus Pilatus’tan zulüm gördüğüne inanırım. Doğum, işkence, ölüm ve defnedilmek insanla ilgili özelliklerdir. Tanrı’nın özellikleri değildir. Şayet Hz. İsa’nın, aynı anda ilahî ve insanî olmak üzere iki hüviyete sahip olduğu ve onun insanî hüviyetiyle öldüğü söylenirse, bu dahi anlaşmazlıklara sebep olur.

(268) İslâmiyet ve Hristiyanlık - Doç. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Tercüme.

7 — Cehennemlere indiğine inanırım. Cehennem günahkârların yeridir. Acaba İsa oraya niçin gitti ve bize oradaki acaip olaylar hakkında niçin bilgi verdi? Bir cezadan kurtarmak için mi? Allah suçluları affetmesi için bir masumu (günahsızı) cezalandırmaz. Günahkârları çıkarmak için, Hz. İsa niçin üç gün cehennemde kalsın? Hapishanenin kapısını açmak yeterli idi. Kaldı ki, İsa’nın oradan ayrılışından sonra gelecek günahkârların durumu ne olacaktı?

8 — Üçüncü gün tekrar canlandığına inanırım. Herhangi birşeyi yapmaya muktedir olmadan cehennemlere ölü olarak inişi, hiçbir işe yaramayacaktı.

9 — Göklere çıkıp, kadir olan baba Tanrı’nın sağına oturduğuna inanırım. Bu maddeye göre İsa, Tanrı’nın sağına oturduğu için, o (İsa) Tanrı’dan farklıdır. Zira birisinin, kendi kendisinin sağına oturması mümkün değildir. Şayet İsa, yeryüzünde insan olup, gökte de insan kalırsa o halde ne zaman Tanrı oluyor?

10 — Oradan gelip ölüleri ve dirileri hesaba çekeceğine inanırım. Şüphesiz ölüler, tekrar dirildikten sonra muhakeme edilirler. Fakat, yaşayanları hesaba çekmek acelecilik olmuyor mu? Zira onların hayatı henüz bitmediğinden, çok sayıda iyi veya kötü hareketlerde bulunma imkanına sahiptirler.

11 — Ruhu-1 Kudüs’e inanırım.

12 — Mukaddes Katolik kilisesine inanırım. Tarih, kilisenin temel noktalarda bile görüş değiştirdiğini göstermiştir. Bu nedenle kilise dahi kesin ve mükemmel değildir.

13 — Azizlerin cemaatine inanırım Azizler günahkârları kurtarmazlar. Allah istediğini cezalandırma

veya affetme konusunda kesinlikle hürdür. Şayet “communition” “uluhiyyete iştirak” düşüncesiyle, biraz şarap içmek ve biraz ekmek yemek ameliyesine ihtiyaç duyuluyorsa, bu ilahi birliğin hiç bir şekilde müsamaha etmeyeceği bir şirk koşma çeşididir.

14 — Günahların affedileceğine inanırım. Günahların affı, tövbe ve ilahî rahmet neticesinde olur. Bir masumun cezalandırılmasından değil. Velev ki Tanrı’nın oğlu olsun. Hıristiyan amentüsü metninin dışında İsa, Yeni Ahid’in hiçbir yerinde “Ben tanrıyım” demiyor. Bilakis tam zıddını söylüyor. Meselâ, Matta 12, 18′de şöyle diyor: “İşte benim seçtiğim kulum”. Tanrının bu sözünü söyleyerek bunu kendisine tatbik eden İsa, Tanrı’nın kulu ve kölesi ol maktan gurur duymaktadır. Yine Matta 24/36 ve Markos 13,32′ye göre, dünyanın sonu ne zaman gelecek sorusuna, İsa şöyle cevap verir. “Fakat o gün saat hakkında ne göklerin melekleri, ne de oğul, yalnız Babadan başka kimse bir şey bilmez.” Aynı şekilde Yuhanna 5/19′a şöyle denmektedir: “Doğrusu ve doğrusu size derim: Babanın yapmakta olduğunu gördüğü şeyden başka, oğul kendiliğinden birşey yapamaz, Çünkü, o ne yaparsa, oğul da onları öylece yapar.” İsa Tanrı olmadığını, fakat onda fenafîllah olduğunu, açıkça söylemektedir. (269) Ayrıca, aşağıdaki İncil ayetlerinde İsa için, “Ebul insan” denilmektedir.
Matta İncili Bab 8 Ayet 20 ” ” 9 ” 6 ” “.”‘ 13 ” 37

” ” 16 ” 27-28 ” ” 17 “21

” ” 18 ” 11

269)Aynı Eser

” ” 19 ” 28

M 20 „ 18

” ” 24 ” 28,30,37,40,45

” 25 ” 13,31

” ” 26 ” 21,24

Markos ” 8 ” 32,38

‘’ ” 9 ” 9, 112,31 (270)

15 —Vücudun tekrar canlanacağına inanırım.

16 — Ebedî hayata inanırım.

İNCİL’İN DİLİ

Hz. İsa Yahudi milletine peygamber olarak gelmiştir ve dolayısıyla kendisi de bu millete mensuptu. İncil’i yazan şakirtleri de elbette bu millete mensuptu. Her peygamberin kendi zamanında revaçta olan ilimin cinsine göre mucizelerle gönderildiği gibi, her peygamberin kendi kavminin lisanı ile yazılmış ve herkesin anlayabileceği bir şekilde kitap da gönderilmiştir. Halbuki, elde bulunan bugünkü en eski İnciller halk Yunancası ile yazılmıştır. İçinde bazı Aramice kelimeler vardır. (271) İnsan bunu okuyunca, neredeyse İsa (a.s)’ı Yunanlı kabul etmesi geliyor içinden. Ama ne Hz. İsa Yunanlı, ne de onun konuştuğu lisan Yunanca idi. O, ancak peygamber yatağı diyebileceğimiz Asya kıtasında doğmuş ve kendisine burada vazife verilmiştir. Meram ve isteklerini kavmine bildirmesi de ancak kavminin konuştuğu lisanla konuşması ile mümkün olabilir. Yoksa onlara anlatmak imkansızlaşır. Renan’ın da bildirdiği gibi, küçük bir kasaba olan ve memleketinin dışında pek fazla bir yer görmeyen Nasıra halkına, Allah’ın Yunanca hitap etmesi, Hakkari dağlarındaki bir çobana Japonca hitap etmek kadar abes ve çirkindir.

(270) İmanî Suallere Cevaplar - ismail Fenni Ertuğrul.

(271) Kur’an ve Garb Kaynaklarına Göre Hristiyanlık - Ziya Korur.

Biz, Allah’ı böyle bir küçüklükten uzak görürüz. Keza, bu kitaplarda Aramice birkaç cümlenin bulunması bu kitapların Yunanca değil de, Hz. İsa’nın konuştuğu lisan üzere olduklarını gösterir. Fakat bugün elde bu lisanda bir İncil’in bulunmaması insanı düşündürüyor ve ister istemez bu kitabın aslının kaybolduğu kanaatine vardırıyor. Bugünkü İnciller’in bu kusurunu örtbas etmek için mutaassıp Hıristiyan yazarlar, İsa zamanında Yunancanın umumi olarak kullanıldığını ileri sürerler. Fakat bunun birçok bakımdan hatalı olduğunu izah etmeden önce şunu söyleyelim ki, Hıristiyan yazar ve aynı zamanda eski bir papaz olan E. Renan bu fikir hakkında şöyle der: Yahudiler Yunanca konuşmuyordu, konuşanı da ayıpladıkları gibi ondan domuzdan kaçar gibi kaçarlardı. Yahudilikte domuzun haram olduğunu göz önüne alırsak, Yahudilerin bunlara karşı nasıl hareket ettiği kolayca ortaya çıkar. Tarihte önemli mevkileri olan milletler dillerinden vazgeçmezler. Yahudiler gerçekten çok önemli bir kavimdir. Hangi durum ve şart altında olursa olsun Yahudi daima kendisini efendi, başka milletlere mensup olan kimseleri de aşağılık görür. Zira bu dinlerinin bir icabıdır.

Kur’an’da ismi zikredilen peygamberlerden bir çoğu Beni İsrail’e gönderilmiş olan peygamberlerdir. Bu bakımdan yahudilerin önemli bir millet olduğu aşikardır. Hatta kendilerinden uzun uzadıya bahsedilmektedir. Allah’ın Firavun’a karşı nasıl onları galip getirdiği bilinen bir gerçektir. Bu yüzden Yahudilerin kendi dillerini kısa bir zaman içinde unutmayacakları belli olduğu gibi Yahudilerin kendi dinlerine çok sıkı bir şekilde bağlı oldukları da bilinmektedir. Dinlerinin ve din kitapları İbranice yazılan Yahudilerin, dillerinden kolaylıkla fedakârlık etmeyecekleri bilinen bir gerçektir. Bilhassa bunun için yahudiler kendi dillerini feda etmezlerdi. Tabul-ul Ahd’ın yere düşmemesi için canından fedakarlık eden yahudi, mukaddes kitabının yazıldığı dilden herhalde kolay kolay vazgeçmese gerek.

Medeniyet ve incelik bakımından yahudiler kendilerini Romalılardan aşağı görmezlerdi; bilakis üstün görürlerdi. Bu durum herhalde onları kendi dilleri ile öğünmemeye ve ondan vazgeçmemeye sevk etmiş olmalıydı. Tarihte.yüksek bir medeniyete sahip olan bir millet başkasının boyunduruğu altına kısa bir zaman için girmiştir. Fakat yüksek medeniyetleri sayesinde müstevli milletleri potasında eritebilmiştir. Medeniyet bakımından kendilerini Romalılardan üstün gören yahudilerin durumu bununla izah edilebilir mi?

Yahudiler siyasî kudretlerini birgün elde edeceklerini umuyorlardı. Bir millet istikbalinden tamamen ümidini keserek kötümser olabilir, dili ile öğünme yeteneğini kaybedebilir. Fakat İsa zamanındaki yahudiler, yahudi idaresini tekrar kuracak olan bir yahudi kralın çıkacağım bekliyorlardı. Yahudilerin İsa ile olan münakaşalarında bir çok kimse bu ümidi istismar bile etmiştir. Böyle ilerisi için beklemekte olan bir milletin kendi dilini unutacağı imkân dahilinde olmayan bir şeydir. Siyasî kudretlerinin tekrar avdet edeceğine inanan bir milletin başbakanı olan Levi Eşkol’un, “İki bin senelik rüyamız gerçekleşti” demesi bile bunun açık bir delilidir. Kaldı ki, İsa zamanındaki yahudilerin durumu bundan altmış, yetmiş sene önceki yahudilerin durumundan daha iyiydi.

O devrin yahudi yazarları kendi dilleri veya o dilin bozuk bir şivesi ile yazarlardı Dilleri değişmiş olsaydı, o devirde Yahudiceden başka bir dil ile yazdıkları kitapların elimizde bulunması gerekirdi. O devre ait kitaplar içinde Yahudiceden başka kitapların olmaması bize yine bir hakikati açıklar niteliktedir. O hakikat İncil’in ilk orijinal nüshasının Yunanca değil, Yahudice olmasıdır.

Yeni Ahid’in en eski nüshalarının Yunanca olduğunu söylemiştik. Fakat Hz. İsa zamanında Roma İmparatorluğu henüz ikiye ayrılmamıştı; İmparatorluğun merkezi hâlâ Roma şehri idi. Latince ve Yunancanın çok zor birer lisan oldukları da göz önüne alınınca bunun imkânsız olduğu kendiliğinden anlaşılır. Roma tesiri Yahudi hayatına tesir etmiş olsaydı, İbrani diline Yunanca değil, Latince kelimelerin girmesi gerekirdi. Halbuki en eski Yeni Ahid yazmaları hep Yunancadır. Bu da ispat ediyor ki, Yeni Ahid kitapları Roma İmparatorluğunun ikiye bölündüğü ve şarktaki topraklarının Rum-Bizans İmparatorluğu idaresi altına girdiği bir zamanda yazılmıştı ve bu yüzden Yunanca, Hıristiyanlık dini ve edebiyatı üzerinde geniş bir tesir icra etmeye başlamıştı.

Elde bulunan en önemli delillerden bir tanesi de İncillerdeki ifadelerdir. Bu ifade tarzları, bu kadar tahrifata uğramamasına rağmen hâlâ İncil’de mevcuttur. Orjinal şekillerini muhafaza etmektedirler. Bu ibarelerden birkaçı şöyledir:

a — “Osenna” (Matta, 21:9)

b — “Eli, eli, lama sabaktini.” (Matta, 27:46)

c — “Rabbi” (Yunanna, 3:2)

d — “Talita kumi” (Markos 5:41)

Yukarıdaki ifadelerden de İncil’in Yunanca değil, yahudilerin kendi lisanı üzere olduğu anlaşılmaktadır.

Resulllerin işlerinden de (2:4/13) anlaşıldığına göre, İsa çarmıha gerildikten sonra bile (bu Hıristiyan inancına 332

göredir. Kur’an-ı Kerim’in Hz. İsa’nın durumu hakkındaki ayeti açıktır. Bir müslümanın inancı, bu ayetin karşısında değil yanındadır), Yahudiler İbranice konuşuyorlardı:

“Hepsi Ruhu-1 Kudüs’le doldu ve kendilerine ruhun verdiği söyleyişe göre başka başka dillerde söylemeye başladılar. Gök altındaki her milletten yahudiler, dindar adamlar, Kudüs’te oturmakta idiler. Ve bu ses gelince, halk bir araya toplanda ve çok şaşırdılar. Çünkü her biri onların kendi dili ile söylediğini işitiyordu. Hayran oldular ve şaşırıp dediler: “İşte söyleyen bu adamlar hep Galile’li değil mi? Ve nasıl biz, herbirimiz kendi ana dilimizi işitiyoruz? Biz Partlar, Medler, Elamlılar ve Mezopotamya’da, Yahudiye’de hem de Kapadokya’da ve Pontus ve Asya’da Frikya, hem de Pamfilya’da, Mısır ve Libya ülkelerinde, Birine çevresinde, oturanlar, gerek Yahudi ve gerek mühtedi Romalı misafirler, Giritliler ve Araplar, kendi dillerimizde Allah’ın büyük işlerini söylediklerini işitiyoruz. Ve hepsi hayran olup birbirlerine: “Bu ne olsa gerek?” diye tereddüt ediyorlardı. Fakat başkaları eğlenip dediler: “Onlar yeni şarapla dolmuşlar.”

O zaman değil yahudilerin Yunanca konuşması, bütün bilinen ve yahudilere komşu olan diğer milletlerin kendi lisanları üzere anlaşılmaktadır. Bunun için, yahudilerin Yunanca konuştuklarını ileri sürmek suretiyle bu meseleyi örtbas etmek isteyen kimselerin sözlerinin gerçekle bir ilgisi olmadığı anlaşılmaktadır. (272).

Bu durum gösteriyor ki, İncil’in aslı Yunanca değil, Aramice olması lâzımdır. Fakat elde bulunan en eski İncil Yunancadır. Bu da gösteriyor ki, İncil değiştirilmiştir.

Hıristiyan aleminin elinde bulunan ve kutsal olarak kabul edilen bugünkü İndilerin kutsal olarak kabul edilmesi ancak İsa (a.s)’dan 325 sene sonra olmuştur. Bu tarihten önce altmıştan fazla İncil mevcuttur. Herkes elindekinin kutsal kitap olduğunu, diğerlerinin uydurulmuş birer kitaptan öteye geçemeyeceğini ileri sürüyordu.

(272) Aynı Eser.

İsa (a.s) doğumundan 325 sene sonra İznik’te bin kişilik bir heyet halinde Hıristiyan ruhani meclisi putperest, fakat bazı siyasî sebeplerle Hristiyan görünmek zorunda kalan imparator Konstantin’in emri ve başkanlığı altında toplanır. Altmıştan fazla ve her biri diğerini kafirlikle itham edecek kadar aralarında ayrılık bulunan İnciller heyete sunulur. Yine imparatorun emri ile 318 gibi azınlık reyi ile bugün teslisi (üçlü ilah sistemi) savunan kitaplar kutsal ilan edilmiştir. İznik Ayasofya kilisesi içinde mezarı ve mezarının içinde de biraz kemiği bulunan Mısır heyetinin başkanı Aius, bu toplantıdan çoğunluğun sözcüsü olarak, zorla kabul ettirilen üçlü ilah sistemine karşı çıktığı için mecliste bir tokata maruz kaldığı gibi sonra da imparator tarafından hapsettirilerek çeşitli işkencelere tâbi tutulmuştur. Nihayet, bu şiddetli işkenceye tahammül edemeyen bu zât hapishanede ölmüştür. Bunca işkenceye tâbi tutulması putperest ve hıristiyanların bugünkü İndilerini kabul etmemesi yüzündendir.

Arius ve diğer arkadaşlarının fikri, İslâm’ın kendisinden gerçek Hristiyanlık diye bahsettiği ve Hz. İsa’ya inen safiyetini muhafaza eden Hristiyanlık olduğu şeklindeydi. Şu halde dört İncil, yirmi bir mektup, bir Yuhanna vahyinden ibaret olan Ahd-i Cedid 325 senesinde İznik’te toplanan azınlığın fikri ve imparatorun desteği ile kutsal ilan edilmiştir. Daha önceleri ne böyle bir kitap herkes tarafından kabul ediliyor ve ne de sayısı bu kadar azdı. Bir kimsenin kabul gören bir Hristiyan olabilmesi için elde mevcut olan bu kitapları olduğu gibi kabul etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde ona Hıristiyan denmediği gibi papazların para ile sattığı cennete de giremez. Fakat insanın aklına şöyle bir soru sormak geliyor: 325 tarihine kadar Hıristiyanlık aleminin elinde altmıştan fazla kitap bulunuyordu ve bunların arasındaki tezatlar çok büyüktü. Bir diğerini sapıklıkla itham edecek kadar birbirinden ayrı idiler. Adı geçen tarihe kadar pek az kimse bu kutsal olanlara inanıyordu. Şu halde, kendisine inanmak suretiyle Hıristiyan olunan bugünkü İndilere daha önce inanmayanların dinsiz olarak ilan edilmesi gerekmez mi? Birçok Hıristiyan azizin bu tarihten önce yaşadığı nazarı itibara alınırsa, hiçbir Hıristiyan bunu kabul edemez. Şu halde, söylenecek bir söz kalıyor. O da, Hıristiyanlık aleminin 325 sene kitapsız kaldığıdır. Öyle ya kutsallıkları ancak bu tarihte kabul edilen bu kitabın bu tarihten önce kutsal olması imkânsızdır. Bir hıristiyanın buna nasıl cevap vereceği pek bilinemez.

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik