13 Şubat 2007 Salı

DÜNYADA GÜÇLÜ BİR MÜSLÜMAN DEVLETİN EKSİKLİĞİ HİSSEDİLİYOR

Son üç yüz yıldır, İslam alemi Batı' nın ezici üstünlüğü ile karşı karşıya. Osmanlı İmparatorluğu' nun, Birinci Dünya Savaşı' nın ardından yaşanan sancılı parçalanması ile büyük ve tek İslam Devleti olgusu da tarihe gömüldü. Ancak günümüze kadar gerek Ortadoğu' da, gerekse de Balkanlar' da Osmanlı mirası toprakların paylaşımı kavgası sona ermedi.

Sanayi Devrimi ile arayı bir hayli açan gelişmiş Batı ülkeleri, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları' nın sonucunda dünya siyaset ve coğrafyasına kendi emellerince şekil verdiler. Örneğin Osmanlı' dan bağımsız ve tek bir Arap Devleti vaadi ile ayaklandırılan müslüman Arap halklar, kandırıldıklarını ancak Birinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra anladılar. Üstelik Ortadoğu' nun kalbine yerleşmeye başlayan Yahudi varlığına rağmen.

Arap halkları, daha sonra sonra bağımsızlıklarına kavuşabildiler; ancak cetvelle masa üzerinde çizilmiş sınırlara sahip birçok devlet olarak. Ve yanı başlarında kurulan İsrail Devleti gerçeği ile.

Daha önce Doğu-Batı Çatışması, İslamiyet ve Hristiyanlık arasındaki mücadele olarak algılanıyor idi. Ama İkinci Dünya Savaşı bir dönüm noktası oldu. Şöyle ki; Asya' nın en doğu ucundan fırlayıveren Japon İmparatorluğu, daha önceki dünya savaşının aksine Batı' nın büyük güçleri olan ABD-İngiltere ve Fransa' ya açıkça meydan okudu. Fakat savaş sonucunda, ağır bir yenilgiye uğradı.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş yıllarında ise, Doğu kavramı; Doğu Bloku' nu oluşturan SSCB ve bağlaşık devletlerini ifade etmekte kullanıldı. Batı ise, gelişmiş Avrupa ülkeleri ile ABD ve müttefik devletlerden oluştu.

Peki ya SSCB' nin çöküşü ile nihayete eren Soğuk Savaş yılları sonrası, yani günümüzde Batı' nın karşıtı, düşmanı Doğu nedir, neresidir ? Bu ifadeyi sorgulamadan önce İslam milletlerinin dünya savaşları ve sonrası dönemdeki konumlarını irdelemek isteriz. Birinci Dünya Savaşı' na Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında katılan İslam alemi, savaş sonrası parçalanmış bir görünme büründü. Anadolu' da kurulan milli devlet Türkiye Cumhuriyeti' ni saymazsak, müslüman milletlerin dünya siyasetinde pek bir varlık gösteremediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu durum Soğuk Savaş yıllarında Ortadoğu' da yaşanan askeri darbeler ve Arap-İsrail Savaşları ile değişti. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Arap-İsrail Savaşları' nın mutlak galibi İsrail olmuştur. Arap Birleşik Orduları, her seferinde ağır hezimetlere uğramışlar ve toprak kayıpları sonucunda İsrail sınırlarını genişletmiştir. Sadece Yom-Kippur Savaşı' nda Mısır' ın İsrail karşısında göreceli bir galibiyetinden bahsedilebilir. Orda da İsrail işgalindeki Sina' nın küçük bir kısmı (Süveyş Kanalı' nın karşı kıyısı) kurtarılabildi sadece.

Petrolün üretici Arap ülkelerince silah olarak kullanılmasıyla yaşanılan Petrol Krizi ise, dünya ekonomisini derinden sarstı. Petrol fiyatlarındaki ani artış ile yükselen maliyetlerden, en çok gelişmekte olan ülkeler etkilendi. Sonuçta Arap ülkeleri de, hemen hemen tüm ihtiyaçlarını Batılı ülkelerden sağladıkları için; bu krizden olumsuz etkilendiler. Ve bölgede dengeler de pek değişmedi.

1980' lere geldiğimizde ise Lübnan' da yaşanan kargaşa bir iç savaşa döndü. Ayrıca Irak' ın İran' a saldırmasıyla İran-Irak Savaşı başladı. 1990' lara ise Irak' ın Kuveyt' i işgali ile başlayan Körfez Bunalımı damgasını vurdu. Kısaca özetlediğimiz üzere dünya savaşları sonrasında; müslüman alemi ve özellikle Arap dünyasında bir birlik sağlanamamış ve hatta çatışmalar dahi yaşanmıştır.

Müslüman gönüllüler, öncelikle İsrail-Filistin çatışmasında Filistin gerillaları arasında görülmeye başlasa da, esas kitle halindeki katılımlar SSCB' nin Afganistan' ı işgali sırasında yaşandı. Dünyanın her yerinden gelen müslüman gençler, Pakistan' daki kamplarda eğitilip Afganistan' daki mücahitler arasında yerlerini aldılar. ABD' nin de desteği ile mücahitler, Afganistan' da Sovyet güçlerini hezimete uğratmayı başardılar.

Bu gönüllüleri daha sonra Bosna Savaşı' nda, Çeçenistan' da ve Arnavutluk' da Hristiyanlar karşısında savaşırken gördük. Bugüne geldiğimizde ise tekrardan Afganistan' da, bu sefer eski hamileri Amerikalılara karşı savaşmaktalar.

Tüm bu mücadelelere rağmen müslüman milletler; her seferinde ezilen, güçsüz taraf olmaktan kurtulamıyor. Örneğin Filistin, Bosna, Çeçenistan, Azerbaycan ve nihayet Doğu Türkistan. Bunu sebebi açıkça belli; tüm bu olaylarda ağırlığını koyabilecek ve dünya siyasetini doğrudan etkileyebilecek güçte bir müslüman devlet veya devletler birliği yok.

Dolayısıyla tüm mücadele, dünya siyasetine yön veren Batılı büyük devletlerin dikkatini çekebilmek ve bu ihtilaflarda onların desteğini sağlayabilmek üzerinde yoğunlaşıyor. Böyle olunca da, bu sorunların çözümüne ilişkin kararlar büyük ölçüde Batılı devletlerin müdahaleleri ile belirlenebiliyor.

Avrupa Birliği, ki bir anlamda Avrupa Hristiyan Birliği olarak da görülebilir, gibi bir oluşum müslüman ülkeler bakımından da gerçekleşmiş olsaydı dünya siyasetinin çok daha farklı şekilleneceği söylenebilirdi. Veyahut da dünya ekonomisinde ilk beşteki ülkeler arasında bir müslüman devlet olabilseydi.

Yazık ki ne öyle bir devlet var ne de öyle bir birlik. Müslüman alemi bilim ve teknoloji alanında geri kalmanın sonucunda, ekonomik olarak da pek bir varlık ifade edemiyor. Gelecek açısından da teknoloji üretemeyen ülkelerin, bırakın dünya siyasetini kendi bölgelerinde dahi durumlarının kötüleşeceği aşikar.

Sonuç olarak günümüzde Doğu-Batı Çatışması' ndan bahsedildiğinde; bundan Hristiyan Batı ve Müslüman Doğu kavramlarına ulaşmak mümkün olamayacaktır. Çünkü ne birleşik halde bir Doğu (müslüman alemi) mevcuttur, ne de Batı' ya kafa tutabilecek bir güç vardır.

Günümüzde Doğu-Batı Çatışması ancak, ABD ve müttefikleri ile Asya-Pasifik ülkeleri (ve özellikle Çin, Hindistan gibi devler) arasında yaşanabilir.

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik