13 Şubat 2007 Salı

Siyasi Tarih III

Siyasi Tarih (D-F)


Danzig Sorunu
Nazi Almanyası'nın Versailles Antlaşması ile "serbest kent" ilan edilmiş
olan Danzig (Gdansk)'i Almanya'ya katma çabaları ve buna karşı Polonya'nın
gösterdiği tepki sonucu doğan uluslararası bunalım. Serbest kent olan
Danzig 1922 yılında Polonya'nın gümrük sınırları içine alınmıştı. Doğuya
doğru genişleme politikası izlemeyi amaçlayan Hitler, İngiltere ve
Fransa'nın herhangi bir Alman saldırısına karşı Polanya'ya verdikleri
askeri güvencenin boş olduğunu göstermek ve bu iki devletin niyetlerinin
ciddi olup olmadığını denetlemek istiyordu. Bunun sonucu 1 Eylül 1939
sabahı Alman birlikleri Polonya'yı işgale başladılar. Almanya çekilmesi
için verilen ultimatomu reddedince 3 Eylül günü önce İngiltere sonra da
Fransa Almanya'ya savaş ilan ettiler ve böylece II. Dünya Savaşı başlamış
oldu.

Dawes Planı, 1924
I. Dünya Savaşından sonra Almanya'nın ödeyeceği savaş tazminatı sorununu
çözen Amerikalı maliyeci Charles G.Dawes başkanlığındaki bir kurul
tarafından hazırlanan rapor.
Versailles Antlaşması ile Almanya'nın müttefik devletlere ödeyeceği savaş
tazminatı -veya diğer deyişle tamirat borcu- 56 milyar dolar olarak
hesaplanmıştı. Daha sonra Almanya'nın itirazları üzerine bu miktar 33
milyar dolara indirildi. Almanya'nın bu miktarı da ödemeyeceğini
bildirmesi üzerine bir komisyon kuruldu ve bu komisyon tarafından Dawes
Planı diye adlandırılan plan hazırlandı. Bu plana göre Almanya'nın
tazminat borcu taksitlere bölünüyor ve bu borç için belirli bir tavan da
saptanmıyordu. Rapor Ağustos 1924'te müttefik devletler ve Almanya
tarafından kabul edildi. Rapor Almanya'nın 250 milyon dolardan borçlanmak
üzere giderek artan oranlarda yıllık ödemeler yapmasını öngörmüştü. Ayrıca
Almanya'ya 200 milyon dolarlık bir kredi açılacaktı.
Planın olumlu sonuç vermesi üzerine 1929 yılında Almanya üzerindeki sıkı
denetimin kaldırılmasına ve toplam tazminat borcu miktarının
belirlenmesine karar verildi. Bu da 1929 Young Planı ile gerçekleşti.
Dawes Planı tazminat borcu sorunu nedeniyle bozulan Alman-Fransız
ilişkilerini düzelmesine yardımcı olmuş ve Lokarno Antlaşmaları'na giden
yolu açmıştır.

Dayanışma Hareketi
Polonya'da Eylül 1980'de Gdansk kentinde kurulan bağımsız Dayanışma
Sendikası'nın önderliğinde başlayan komünist rejimin yumuşaması yönündeki
hareket. Aralık 1981'de ilan edilen sıkı yönetimle sendikanın faaliyetleri
durduruldu ve Ekim 1982'de Polonya Ulusal Meclisi'nin kararıyla resmen
kapatıldı. Bu "kapatılmışlık" dönemi boyunca sendika başkanı Lech Walesa
liderliğinde komünist yönetimen karşı pasif bir direnişte bulundu. Bu
mücadele sonucunda 80'lerin sonlarına doğru Jaruselwski hükümeti Dayanışma
ile temaslara başladı. Yönetim ile Sendika arasında yapılan "yuvarlak
masa" toplantılarından sonra yasallaştı ve bir siyasi parti niteliğini de
kazandı. 4 Haziran 1989'da yapılan yarı serbest seçimlerle birlikte
Dayanışma Hareketi parlamentonun seçimle belirlenen %35'inin tamamını
kazanarak 460 üyeli Ulusal Meclis'te 151 sandalya kazandı. Tamamı seçimle
belirlenen Senato'da ise 100 üyeliğin 99'unu kazanarak büyük bir başarı
elde etti. Seçim sonrası Dayanışma Hareketi ile Komünist Parti geniş
kapsamlı bir koalisyona gitti ve başbakanlığa Mazowiecki getirilirken
Cumhurbaşkanı Jaruselwski görevine devam etti.
Demir perde
II. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa'daki
sosyalist rejimlerin komünist olmayan ülkelerle ilişkilerindeki kapalılık
ve gizlilik siyasetini belirten terim. Demir perde terimi ilk kez Winston
Churchill tarafından 5 Mart 1946 tarihli ünlü Fulton konuşması sırasında
kullanılmıştır. Terim Soğuk Savaş dönemi boyunca Batılı ülkelerce komünist
ülkelerin kapalılık, gizlilik yönündeki tutumlarını eleştiri amacıyla sık
bir şekilde kullanılmıştır.

Deniz Egemenliği Teorisi
XX. yüzyılın başlarında Amerikalı Amiral Alfred T. Mahan tarafından ortaya
atılan jeopolitik egemenlik teorisi. Bu teoriye göre denizlere egemen olan
devlet, bütün dünyanın egemenliğine sahip olacaktır. Nitekim Avrupalı
devletlerin denizaşırı sömürgeciliğinin en ileri noktaya ulaştığı dönemde
yazdığı "Deniz Gücünün Tarih Üzerindeki Etkisi" adlı kitabında Mahan esas
olarak dönemin en büyük deniz gücü ve "üzerinde güneşin batmadığı" bir
sömürge imparatorluğuna sahip İngiliz imparatorluğunu incelemiştir.
Denktaş-Kyprianu Anlaşması, 1979
Kıbrıs sorunun çözümü konusunda toplumlararası görüşmeleri yönlendirecek
ana ilkeleri saptamak amacıyla 19 Mayıs 1979 da Kıbrıs Türk Federe Devleti
Başkanı Rauf Denktaş ile Kıbrıs Rum Kesimi lideri Spiras Kayprianu
arasında varılan anlaşma.On maddeden oluşan bu anlaşmaya göre
toplumlararası görüşmeler Birleşmiş Milletler gözetiminde 15 Haziran
1979'da başlayacak ve 1977 tarihli Denktaş-Makarios Anlaşması ile
Birleşmiş Milletler'in Kıbrıs ile ilgili olarak almış olduğu kararlar
çerçevesinde yürütülecekti. Toprak ve anayasa sorunları temel olarak
görüşülecek ama Maraş bölgesinin durumu öncelikle ele alınacaktı. Maraş
konusunda bir anlaşmaya varılır varılmaz bu anlaşma öncelikle yürürlüğe
geçirilecekti. Anlaşmaya rağmen taraflar ortak noktalarda uzlaşmaya
varamadılar.

Denktaş-Makarios Anlaşması, 1977
12 Şubat 1977'de Denktaş ile Makarios arasında imzalanan anlaşma. Dört
maddeden oluşan bu anlaşmaya göre taraflar "federal bir cumhuriyet"
esasını kabul etmiş ve devlet yapısı ve anayasal sistemi bu esasa
dayandırmayı kararlaştırmışlardır. Buna ek olarak toprak düzenlemesi
konusunun ekonomik yeterlik ve toprak mülkiyeti ilkelerine göre yapılması
kararına da varılmıştır.
Derebeylik: bkz. feodalizm
Doğrudan Haberleşme Hattı Antlaşması, 1963
Kırmızı Telefon Antlaşması olarak da bilinir. A.B.D. ile Sovyetler Birliği
arasında, herhangi bir yanlışlık çıkması veya kaza sonucu bir nükleer
savaş çıkması tehlikesini önlemek amacıyla imzalanan antlaşma. 1962 Ekim
Füzeleri Bunalımı (Küba)'ndan sonra, iki ülke lideri arasında doğrudan
devreye girecek ve diyaloğu kolaylaştıracak bir iletişim sisteminin
kurulması gündeme gelmişti. Bu amaçla iki ülke arasında 20 Haziran 1963'te
Cenevre'de söz konusu antlaşma imzalandı.

Doğu Politikası (Ostpolitik)
Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir bakışın sonucu olarak Federal Almanya'nın
1967 yılından itibaren izlemeye başladığı, Varşova Paktı ülkeleri ve
Demokratik Almanya ile ilişkilerini normalleştirmeyi amaçladığı Doğu
Avrupa politikası. Bu politikanın üç ana unsuru vardı. i-Moskova ile
doğrudan diyaloğun açılması ii-Doğu Avrupa ülkeleri ile ilişkilerin tam
olarak normalleştirilmesi için yolların aranması iii-Demokratik Almanya'yı
ayrı bir birim olarak tanımaksızın bu devletle "geçici bir anlaşmaya"
(modus vivendi) varılması.
Diyaloğun ilk adımı, 12 Ağustos 1979'te Sovyetler Birliği ile Federal
Almanya arasında yapılan andlaşmadır. Bu andlaşmayla iki devlet yumuşamayı
en önemli siyasal amaçları arasında tanımlamakta ve ilişkilerinde
başlangıç noktası olarak Avrupa gerçeklerini kabul edeceklerini
belirtmekteydiler. Ayrıca iki devlet, ilişkilerinde kuvvet kullanmayı ve
Avrupa'daki ülkelerin oluşmuş sınırlar içinde bütünlüklerine saygı
göstereceklerini taahhüt etmekteydiler. Andlaşmada ayrıca taraflar
Oder-Neisse akarsularının Doğu Almanya-Polanya sınırını oluşturduğu kabul
ettiklerini de açıklıyorlardı.
Ostpolitik'in ikinci unsuru 7 Aralık 1970 Federal Almanya-Polonya
Andlaşmasıdır. Bu andlaşma ile iki ülke Potsdam Konferansı ile belirlenen
Oder-Neisse sınırını tanımayı ve gelecekte de sınırların dokunulmazlığını
kabul ve birbirlerine karşı kuvvet kullanmamayı taahhüt ettiler.
Ostpolitik'in en önemli unsuru ise Federal Almanya ile Demokratik Almanya
arasında Soğuk Savaş'ın temelini oluşturan ilişkileri idi. İki Alman
devleti arasındaki andlaşma 21 Aralık 1972'de imzalandı. Böylece Federal
Almanya'nın Doğu Politikasının en önemli ve anlamlı uygulaması
gerçekleştirildi. Bu andlaşmaya göre, taraflar birbirlerine karşı kuvvet
tehdit kullanmayacaklar, birbirlerinin sınırlarının dokunulmazlığını ve
toprak bütünlüğünü kabul edecekler, birbirlerini uluslararası alanda
temsil etmeyecekler, öteki adına davranışta bulunmayacaklar ve aralarında
daimi temsilcilikler kuracaklardı. Federal Almanya, andlaşmanın
imzalandığı gün Demokratik Alman hükümetine bir nota vererek, imzalanan
andlaşmanın Almanya'nın birleşmesi amacıyla çelişmediği görüşünde olduğunu
açıklamıştır.
Federal Almanya'nın Doğu Politikasındaki son engel 11 Aralık 1973 tarihli
Federal Almanya-Çekoslovakya Andlaşmasıyla ortadan kaldırıldı. Bu andlaşma
ile, 1938 Münih Düzenlemesinin geçersiz olduğu kabul edilmiş, iki ülke
sınırlarının dokunulmazlığı yükümlülük altına alınmıştır. Ayrıca iki
devlet arasında diplomatik ilişki kurulmuştur.
Böylece, Willy Brandt'in 1967 yılında ortaya attığı Doğu Politikası, bu
politikanın özüne uygun olarak imzalanan andlaşmalarla yürürlüğe girmiş ve
Federal Almanya'nın bu tutumu, Soğuk Savaş'tan yumuşama dönemine geçişte
en önemli basamak taşı olmuştur.

Doğu Sorunu (Eastern Question)
Osmanlı Devleti'nin dağılmaya başlamasından sonra büyük devletlerin
Osmanlı üzerindeki rekabetlerini açıklayan terim (Eski dilde Şark
Meselesi). İlk kez 1813 Viyana Kongresi'nde kullanılmıştır.
1699 Karlofça Andlaşması ile Osmanlı ilk kez büyük toprak kayıplarına
uğramıştı. Kuzeyde Rusya'nın büyük bir güç olarak ortaya çıkması ile de
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti'nin hem
Karadeniz'de hem de Balkanlar'da nüfuzu sarsılmaya başladı. Bu arada Rusya
I. Petro zamanında itibaren Kafkasya'ya da inmeyi başlamış, bu da Osmanlı
Devleti için başka bir sorun olmuştur. XIX yüzyılda sömürgeci Avrupa
devletleri de Osmanlı Devleti'nin Afrika ve Ortadoğu'daki topraklarına göz
dikmeye ve buraları ele geçirmeye başladılar.
Bu parçalama süreciyle beraber tek bir devletin Osmanlı Devleti üzerindeki
etkisini artırılmasından korkan büyük devletler, mevcut dengeye korumak
amacıyla Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü Batılı devletlere
dayanarak koruması ve bunun karşılığında çeşitli ödünler verme yolunda bir
politika izlediler. Ama XIX. yüzyılın sonunda Osmanlı'nın artık
yaşamayacağına karar veren bu devletler, başta İngiltere olmak üzere,
artık Osmanlı Devleti'ni paylaşma çabasına girdiler. Bu durum Osmanlı
Devleti'ni Almanya'ya yaklaştırdı. 1912-1913 Balkan Savaşları'nda
Avrupa'daki son topraklarını da kaybeden Osmanlı Devleti I. Dünya
Savaşının hemen öncesinde Almanya ile bir ittifak andlaşması imzalandı.
Savaş sırasında Sykes-Picot andlaşması ile Osmanlı'yı paylaşma konusunda
anlaşan Batılı devletler, savaş sonrasında Rusya'da Bolşevik Devrimi'nin
olması sonucu doğan yeni ortam doğrultusunda San Remo Konferansı'nda yeni
bir paylaşıma gittiler. Bunun sonucunda Ortadoğu'daki Osmanlı toprakları
İngiltere ve Fransa arasında paylaşıldı. Büyük devletlerin Boğazlar ve
Anadolu için öngördükleri paylaşım ise Kurtuluş Savaşı ile başarısızlığa
uğratıldı. Sonuçta Batılı devletler 1923 Lozan Andlaşması ile Türkiye'yi
tanımak zorunda kaldılar.

Domuzlar Körfezi Olayı, 1961
1961 Nisan'ında Küba'daki Castro rejimini devirmek aacıyla A.B.D.'nin
desteklediği Kübalı mültecilerin ülkenin güneybatısındaki Domuzlar
Körfezinde giriştikleri başarısız askeri hareket. 1959 başında Küba'daki
Amerikan yanlısı diktatör Batista'yı devirerek iktidara geçen Fidel Castro
Sovyet yanlısı bir politika izliyordu. A.B.D. Castro'yu devirebilmek için
çeşitli yollar aradı. Amerikan Devletleri Örgütü (OAS)'ndaki diğer Latin
Amerikan devletlerini Küba aleyhinde girişme zorladı ve bu ülkeye karşı
bir şekel boykotu uygulamaya başladı. Castro bu harekete, Küba'daki
Amerikalıların mülklerini millileştirerek cevap verdi ve Havana'daki
Amerikalı diplomatların ülkeyi terk etmesini istedi. Bunun üzerine Başkan
Eisenhower Küba ile diplomatik ilişkileri kesti. Bundan sonraki Başkan
Kennedy de CIA'nın hazırlanmış olduğu planı uygulamaya koyarak Domuzlar
Körfezi Çıkartmasını gerçekleştirdi, ama plan başarısızlıkla sonuçlandı.
Kübalı yetkililerin harekata katılmış mültecileri yargılamaları sonucu
harekattaki A.B.D. rolü ortaya çıktı. Bu olaydan sonra iki ülke arasındaki
gerginlik Sovyetler Birliği'nin Küba'ya nükleer başlıklı Ekim Füzelerini
yerleştirmeye başlaması ile daha da arttı.

Dörtlü İttifak, 1815
Viyana Kongresi düzenlemeleri çerçevesinde, 20 Kasım 1815'te Avusturya,
Rusya, Prusya ve İngiltere arasında imzalanan ittifak. Rus Çarı
Aleksander'in girişimleri sonucu imzalanan Kutsal İttifak'a rağmen
Rusya'ya güvenmeyen Avusturya, daha geniş kapsamlı bir ittifak
istemekteydi. Yeni ittifak çağrısına daha sonra İngiltere de katıldı. Bu
ittifak, Fransa'ya karşı imzalanmış olmasına karşın Avrupa'da yeni
oluşturulan statükoyu korumayı amaçlamaktaydı. Her türlü liberalist eyleme
karşı tarafların ortak faaliyeti öngörülmekteydi. Aynı şekilde
milliyetçilik akımlarına da cephe alınacaktı. Bu ittifaka daha sonra
1818'de Fransa da katıldı. 1848 devrimlerine kadar bir şekilde başarılı
olduğu söylenebilecek ittifak, Viyana Düzeni'nin kurucularından Avusturya
şansölyesi Metternich'in adıyla da anılır.
Drago Doktrini
Ülkelerin dış borçlarının askeri müdahalelerle ödetilmesine karşı çıkan
doktrin. Bu doktrin 1902'de Arjantin'in Dışişleri Bakanı tarafından ortaya
atılmıştır. Louis M. Drago, borçlu devletin borcunu ödeyemediği durumlarda
zorlama tedbirleri uygulamanın veya borçlu devletin topraklarını işgal
etme hakkının olmadığını ve bunun uluslararası hukuğa aykırı olduğunu ilan
etmiştir.
Drago doktrinine göre, bir yabancı devlete borç veren sermaye sahipleri,
söz konusu ülkenin kaynaklarını, ödeme kabiliyetini durumunda
karşılayabilecekleri olası zararları gayet iyi bilirler. Bu yüzden de
borcun şartlarını o derece ağır tutarlar. Ayrıca sermaye sahipleri borç
verdikleri devletin egemen bir birim olduğunun ve borcunu ödemeye
zorlanamayacağının da bilincinde olmak durumundadırlar. Buna karşılık
borçlu devlet de mutlaka borcunu tanımak ve ödeme yollarını aramak
zorundadır. Ancak, varolan borcu zorla ödetmeye kalkmak zayıfların
kuvvetlilerin etkisi altına girmesine yol açacaktır. Drago'nun bu
görüşleri 1907'de La Haye İkinci Barış Konferansı'nda yeniden ele
alınmıştır. ABD temsilcileri Genel Horace Portes'in bazı önerileriyle
birlikte biraz değişikliğe uğrayarak kabul edilmiştir.
Drago Doktrini 1902'de İngiltere, Almanya ve İtalya tarafından Venezuela
borçlarını ödemeyince kurulan deniz ablukasıyla gündeme gelmiştir. Drago
doktrini Monroe doktrini çerçevesinde Avrupa'nın yarımküreye müdahale
etmemesi prensibini desteklemek için ABD tarafından savunulmuştur. Bununla
beraber borçlu devlet yargısal ve idari çareler bulamazsa uluslararası
hukuk standartlarında hakkın reddi davasına konu olabilir. Böyle bir
durumda bir dış devlet kendi vatandaşları adına diplomatik olarak müdahale
edebilir.

Dumbarton Oaks Konferansı, 21 Ağustos-7 Ekim 1944
Birleşmiş Milletler'in kuruluş ve faaliyetleri hakkındaki ön çalışmaların
yapıldığı konferans. İki ayrı safhadan oluşan konferansın ilk ve önemli
olan safhasına A.B.D., İngiltere ve Sovyetler Birliği katılmış, ikinci
safhada Çin de yer almıştır. Konferansta Milletler Cemiyeti yerine
kurulacak yeni uluslararası örgütle ilgili görüş alışverişinde bulunulup
önerilerle ilgili taslak planlar hazırlanmıştır.
Konferansta büyük güçlerin kurulmasını amaçladıkları dünya örgütünün
yapısı konusunda büyük oranda anlaşmaya varılmış. Anlaşılamayan konuların
çözümü (veto hakkının kullanımı, üyelik, bunalımların çözüm şekli) Yalta
Konferansı'na bırakılmıştır. Dumbarton Oaks Konferansı'nda hazırlanan
öneriler taslağı 1945 yılında düzenlenen San Fransisco Konferansı sonunda
yayınlanan Birleşmiş Milletler Andlaşmasına birkaç değişiklik dışında
temel olmuştur.

Dunkirk Andlaşması, 4 Mart 1947
İngiltere ve Fransa arasında 50 yıllığına imzalan ve yeni bir Alman
saldırganlığına karşı karşılıklı danışma ve ortak hareketi öngören
andlaşma. Tam adı Dunkirk İttifak ve Karşılıklı Yardımlaşma
Andlaşması'dır. Andlaşma askeri konularda olduğu kadar ekonomik konularda
da karşılıklı danışmayı içeriyordu.
Dunkirk Andlaşması, II. Dünya Savaşı'nda yaşanan felaketten sonra
Fransa'nın yeniden bir büyük güç olarak doğuşunu simgeler. Andlaşma bir
yıl sonra imzalanacak olan Brüksel Andlaşması'na öncülük etmiştir.

Düyun-ı Umumiye
Osmanlı Devleti'nin 1854 Kırım Savaşı'ndan sonra almaya başladığı dış
borçları ödemeyecek duruma gelmesi üzerine kurulan kurum.
Osmanlı Devleti 1854'ten sonraki yirmi yıl içinde on beş defa dış borç
aldı. 5.297.676.000 altın Franka ulaşan borcun yıllık faizi de 300 milyon
Franka varıyordu. Osmanlı Devleti bu borcun faizini bile ödemeyecek duruma
gelince Ekim 1875'te Ramazan Kararnamesi yayınlandı. Bu kararname ile
vadesi gelen taksitlerin ancak yarısının ödeneceği açıklandı. Ancak Mart
1876'da ödemeler tamamen durdu. Bunu, Osmanlı hükümetinin Galata
bankerlerinden aldığı ve toplam 8.725.000 Osmanlı lirası iç borcun
ödenmesinin durdurulması izledi.
1881 Eylül'ünde alacaklı temsilcileri İstanbul'da biraraya geldi. Toplantı
sonucunda, borçları, alacaklıların seçeceği üyelerden meydana gelen bir
meclisin yönetmesine karar verildi. 20 Aralık 1881'de yayınlanan Muharrem
Kararnamesi ile de hükümetle anlaşmaya varıldı. Kararname, 1858-1874
arasında alınan 5.5 milyon Franklık borcu içermekteydi. Aynı yıl içinde,
göreve borçlara ayrılan devlet gelirlerinin, alacaklıların çıkarlarına
uygun biçimde yönetilmesi olan "Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Meclis-i
İdaresi" kuruldu. Düyun-ı Umumiye'nin yönetim kurulu, İngiltere ve
Hollanda'yı temsilen bir, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya ve Osmanlı
Devleti ile Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerini temsilen yine birer
olmak üzere sekiz üyeleden oluşuyordu. Düyun-ı Umumiye'ye tuz, pul, ipek,
tütün, balık avı ve alkolden alınan vergiler ile damga resmi gibi gelirler
bırakılmıştı. Avrupa sermaye çevrelerinin baskısı ile tütünden alınan
vergiden elde edilen gelirin artırılması amacıyla bu ürünün üretimi
denetim altına alındı ve 1884 yılında Tütün Rejisi adında bir şirket
kuruldu.
Osmanlı Devleti, Duyun-ı Umumiye'nin kurulmasından sonra da borç almaktan
kurtulamadı. I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul hükümetiyle itilaf
devletleri arasında imzalanan Sevres Andlaşması ile Düyun-ı Umumiye'nin
devamı öngörülüyordu, ama Lozan Andlaşması ile bu kurum tarihe
karışmıştır. Lozan Andlaşması ile Osmanlı borçları ondan bağımsızlığını
kazanan devletler arasında paylaştırılmış ve Türkiye 1954'e kadar
taksitler halinde kendisine düşen payı ödemiştir.
Edirne Andlaşması, 1829
Osmanlı devleti ve Rusya arasında 14 Eylül 1829 tarihinde Edirne'de
imzalanan ve 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşını sona erdiren andlaşma.
Andlaşma ile Rusya'nın Doğu Avrupa ve Balkanlardaki konumu güç kazanırken
Osmanlı devleti zayıflama ve Avrupa'daki güç dengesine bağımlı bir hale
gelmiştir. Bu andlaşma Osmanlı'nın Balkanlarda geri kalan son toprakların
da kaybetmesi yolunda bir başlangıç olarak kabul edilir.

Ege Sorunları
Türkiye ile Yunanistan arasında varolan ve karasuları, kıta sahanlığı, FIR
hattı-hava sahası ve adaların silahlanması olmak üzere dörde ayrılabilecek
sorunlar.

Karasuları sorunu
Lozan Andlaşması Ege'deki karasuları 3 mil olarak kabul edilmiştir. 17
Eylül 1936 tarihinde Yunanistan bir yasa ile karasularını 6 mile
çıkarmıştır. O dönemde iyi olan Türk-Yunan ilişkileri nedeniyle, Türkiye
buna ses çıkartmamıştır. Böylece Yunanistan'ın Ege'deki payı %35'e
çıkmıştır. 6 mili ancak 1964'te uygulamaya başlayan Türkiye ise, %8,8'lik
bir paya ulaşmıştır. Eğer Ege'deki karasuları 12 mile çıkarsa bu oranlar
sırasıyla %63,9 ve %10'a yükselecektir. Bunun nedeni Ege'deki 12 mil
olayının aslında bir adalar sorunu olmasıdır. Yunanistan'ın Ege'de, bir
kısmı da Türkiye'ye çok yakın yerlerde bulunan 2383 adası bu ülkeye böyle
bir avantaj sağlamaktadır.
12 mil sorunu, sadece Türkiye'yi değil, Ege denizinin açık denizini bir
uluslararası su yolu olarak kullanan her devleti ilgilendirmektedir. Çünkü
12 mil durumunda Ege'deki açık deniz oranı %56'dan, %26.1'e inecektir.
Yunanistan, Ege karasuları sorununda karasularının azami sınırının 12 mil
olabileceğini kabul eden 1982 BM Sözleşmesine atıfta bulunmaktadır.
Türkiye ise, bu sözleşmeye taraf olmadığını vurgulamakta, Ege denizinin
bir yarı-kapalı deniz olduğunun altını çizmekte ve Ege'de sınır saptaması
yapılırken hakkaniyet ilkesine göre hareket edilmesi gerektiğini
belirtmektedir. Türkiye, ayrıca Yunanistan'ın karasularını 6 milin üstüne
çıkarmasının casus belli (savaş sebebi) sayılacağını ifade etmektedir.

Kıta sahanlığı sorunu
Yunanistan, Türkiye ile herhangi bir anlaşma yapmadan kıta sahanlığını
"eşit uzaklık" ilkesine göre tek taraflı bir biçimde saptayarak, bölgede
yabancı şirketlere petrol arama izni vermeye başlamıştır. Böylece
Yunanistan Ege denizi kıta sahanlığının tamamını kendisinin sayma
eğilimine girmiştir. Türkiye'de, kıta sahanlığının Ege Denizi'nin en derin
noktalarından geçen hatta göre sınırlandırılabileceği görüşünden hareket
ederek 1 Kasım 1973'te, TPAO'ya, Anadolu'nun doğal uzantısı, yani kendi
kıta sahanlığı saydığı yerlerde (ki bazı Yunan adalarının batısına
düşüyorsa) petrol arama ruhsatı vermiştir. Yunanistan bunu 7 Şubat
notasıyla protesto etmiş ve böylece sorun tırmanmıştır.
Yunanistan, Ağustos 1976'da sorunu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
ve Uluslararası Adalet Divanı'na götürdü. Güvenlik Konseyi, taraflarla
görüşmelere başlama ve Adalet Divanı'na başvurma önerisinde bulundu.
Divan, Yunanistan'ın "ihtiyatı tedbir" istemini 11 Eylül 1976'da reddetti.
Ayrıca divan, üç yıl sonra, 1979 Ocağında, Ege Denizi Kıta Sahanlığı
konusunda yetkisiz olduğuna karar verdi.
Taraflar arasında Kasım 1976'da, Bern'de yapılan toplantıda, kıta
sahanlığı konusunda yapılacak olan görüşmelerde nasıl davranılacağını
belirleyen birtakım kurallar saptandı. Ancak görüşmeler kesildikten sonra,
Yunanistan Bern Bildirisi'ni tanımadığını açıkladı. Mart 1987'den sonra
kendi kıta sahanlığı olduğunu iddia ettiği bölgede petrol arama izni
verdi. Bunun üzerine Türkiye 25 Mart 1987'de Yunan adalarının çevresinde
petrol arayacağını belirtti. Silahlı çatışma olasılığının çok yaklaştığı
bir bunalım doğduysa da 27 Mart'da her iki taraf şimdiki karasuları dışına
çıkmayacaklarını açıkladılar.
Kıta sahanlığı konusunda Yunanistan'ın görüşleri şunlardır. a)Türk kıyısı
boyunca dizilmiş olan Yunan adaları, Yunan ülkesinin ayrılmaz
parçalarıdır. Bu adaların takımada oluşturanlarında en uç noktalar
birleştirilerek bu çizginin içi "takımada suyu" kabul edilmektedir.
Böylece, Türk kıyılarındaki Yunan adalarının batısında Türkiye'ye kıta
sahanlığı kalmamaktadır. b)Adalar kıta sahanlığına sahiptir ve bu kıta
sahanlığının sınıflandırılması, kıta ülkeleri ile eşit koşullarda yapılır.
c)Kıta sahanlığı konusunda andlaşma yapılmamışsa, Türkiye ile adalar
arasında eşit uzaklık ilkesi uygulanmaktadır. Türkiye ise hakkaniyet
ilkesi gereğince bir tesbit yapılması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca,
kıta sahanlığının sınırlandırılmasında doğal uzantı esastır. Ülkesini
savunmakta, bir bölgede adaların bulunmasının kıta sahanlığı açısından
"özel durumlar" oluşturduğunu, Ege Denizi'nin bir "yarı kapalı" deniz
olduğunu iddia etmektedir. Kıta sahanlığı sorununu çözmek amacıyla, konuyu
sürekli olarak uluslararası forumlara götürmek eğiliminde olan Yunanistan
karşısında Türkiye gene sürekli olarak, karşılıklı görüşme ve anlaşmanın
esas olmasını ileri sürmektedir.

Fır hattı-hava sahası sorunu
Yunanistan, 1931'de bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile hava kontrol
sahasını 3 milden 10 mile çıkarmış ve Türkiye o dönemdeki iyi ilişkiler
nedeni ile herhangi bir itirazda bulunmamıştır. 1952 tarihli bir ICAO
(International Civil Aviation Organization-Uluslararası Sivil Havacılık
Örgütü) toplantısında, Türk-Yunan karasuları çizgisinin batısında kalan
hava trafiğinin Atina FIR'ının yetki alanına girmesi kabul edilmiştir.
Bu hattın doğusunda ise İstanbul FIR'ı geçerli olacaktır. Bu hat 1974'e
kadar bir sorun çıkarmamış, fakat 4 Ağustos'ta Türkiye NOTAM 714'ü ilan
etmiştir. (Notice to Airmen-Havacılara Duyuru). Buna göre, Türkiye yönünde
uçarken kuzey-güney orta çizgisine varan her uçak durumunu ve uçuş planını
Türk yetkilerine bildirecektir. Amaç, Türk radarlarının Kıbrıs bulanımında
zararsız uçaklarla potansiyel saldırgan uçaklar arasındaki farkı daha iyi
saptamalarını sağlamaktır. Böylece Türkiye, FIR hattını fiilen batıya
kaydırmış olmaktadır. Yunanistan bunu, Türk kıta sahanlığı iddialarının
batı sınırı olarak yorumlayarak reddetti ve 13 Eylül 1974'de NOTAM 1157'yi
ilan etti. Yunanistan Ege hava sahasının tehlikeli duruma geldiğini
açıklayarak, Ege Denizini uçuş trafiğine kapattığını açıkladı.
Haziran 1979'da NATO başkomutanı William Rogers'in hazırladığı plan
çerçevesinde taraflar, 1980 yılında NOTAM'ları kaldırdılar. Böylece Ege
Denizi yeniden sivil havacılığa açılmış oldu. Ancak Yunanistan'ın hava
sahasını 10 mil olarak kabul etmesini yarattığı sorunlar halen devam
etmektedir.
Adaların silahlandırılması sorunu
1960 sonrasında Ege Denizi üzerindeki adalarda taraflar arasında
egemenlik, denetim ve güvenliği sağlamaya yönelik anlaşmazlık başlamıştır.
Yunanistan, askeri amaçlarla da kullanılabilecek havaalanı ve diğer
tesislerin ilkini 1952'de Leros adasında kurmuştur. Ancak, Yunan
adalarının, 1974'ten daha doğrusu Türk Ege Ordusu'nun kurulduğu 1975'ten
sonra hızlanarak silahlandırıldığını kabul etmek uygun olacaktır.
Uluslararası andlaşmalar, bu adaları üç katogoriye ayırmaktadır.
1-Yunan adaları Limni ve Semadirek ile Türk adaları İmroz ve Bozcaada. Bu
"Boğaz önü" adaları Boğazlarla birlikte, Boğazlar Rejimine ilişkin Lozan
Sözleşmesinin 4. maddesiyle askerden arındırılmıştır.
2-Limmi, Sakız, Sisam ve Nikarya adlı Yunan adaları. Bunlar Lozan Barış
Andlaşması'nın 13. maddesi gereğince ülkelerinde ancak polis ve Jandarma
kuvveti bulunabilecek, deniz üssü ve istihdam kurmanın yasak olduğu
adalardır.
3-Oniki ada, sayıları aslında 14 olan bu adalar da 1947 Paris
Andlaşması'yla İtalya'dan alınıp Yunanistan'a verilmiş adalar olup, aynı
andlaşmanın 14. maddesine göre üzerlerinde ancak asayişi sağlayacak kadar
kuvvet bulundurulabilir.
Yunanistan'a göre, andlaşmalar yapıldığı sıradaki koşullar köklü biçimde
değişmiştir (rebus sic stantibus), dolayısıyla adalar üzerindeki sınırlama
ortadan kalkmıştır. (Ayrıca Boğazları silahtan arındıran Boğazlar rejimini
düzenleyen Lozan Sözleşmesi'nin yerine 1936 Montreux Andlaşması geçmiş ve
Boğazlar tekrar silahlandırılmıştır. 1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi
tamamen sona ermiştir. Boğazlar tekrar silahlandırıldığı için, bu sistemin
bir parçası olan adalar da silahlandırılabilir. Türkiye'ye göre ise
Montreux'den Boğaz-önü adalarının silahlandırılabileceği şeklinde bir
anlam çıkarılamayacağı, çıkarılsa bile, Lozan Barış Andlaşması'nın 12.
maddesi vardır. Bu madde, anılan adaların 1914'te silahsızlandırıldığını
doğrulamaktadır. Yunanistan, ayrıca, Türkiye'nin 1947'nin Paris
Andlaşması'na taraf olmadığını, bu nedenle de hak ve yükümlülükler
doğurmadığını iddia etmektedir. Türkiye ise, her ne kadar taraf olmasa da,
Paris Andlaşması'nın bir "objektif statü" yarattığını, bu nedenle de
kendisini ilgilendirdiğini belirtmektedir.
Eisenhower Doktrini, 1957
A.B.D. Başkan Eisenhower'in 1957 yılı başında Kongre'ye sunduğu bir
raporla açıkladığı ve uluslararası komünizm tehdidine karşı direnmek için
Amerikan yardımına ihtiyaç duyacak Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik
yardımı içeren politika. Doktrinin temelinde A.B.D.'nin Sovyetler
Birliği'nin Süveyş Bunalımı'ndan sonra Ortadoğu'da kazandığı prestije
karşı, bölgede bir karşı grup örgütleme çabası ve bölgedeki olayları
uluslararası komünizmin bir parçası olarak kabul etmesidir. Kongre'nin 9
Mart 1957'de kabul ettiği yukarda anılan rapor Eisenhower Doktrini'nin
temeli oluyordu ve şu noktaları içeriyordu. i-A.B.D. Ortadoğu ülkelerinin
bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü, kendi ulusal çıkarları ve dünya barışı
açısından hayati olarak kabul etmekteydi. ii-Uluslararası komünizm
tarafından desteklenen herhangi bir devletten gelecek açık bir saldırıya
karşı yardım isteyen bir devletin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını
korumak amacıyla, Amerikan askeri kuvvetinin kullanılması da dahil olmak
üzere, gerekli yardım ve işbirliğinin sağlanması için Kongre A.B.D.
Başkan'ının bu amaçla serbestçe kullanabileceği 200 milyon dolarlık bir
ödenek ayrılmaktaydı.
Eisenhower Doktrini A.B.D. açısından beklenen sonucu vermemiştir.
Sovyetler Birliği Mısır ve Suriye doktrini, Ortadoğu ülkelerin içişlerine
doğrudan bir müdahale, siyonizm tarafından beslenen emperyalist bir
manevra olarak görmüşlerdi. Doktrin İsrail'de bile soğuk karşılanmıştır.
Doktrini kabul eden Lübnan ve Libya ile hararetle destekleyen Türkiye,
İran ve Irak dışında Batı yanlısı Arap devletleri bile Doktrine
katılmaktan endişe duymuşlardır.

Ekim Füzeleri Bunalımı: bkz. Küba Bunalımı
Emperyalizm (imperialism)
Bir devletin kendi sınırları dışındaki başka halklar ve onların toprakları
üzerinde onların rızası olmadan egemenlik kurma yönündeki politikası. Dar
anlamda emperyalizm ise Avrupalı büyük devletlerin XIX. yüzyılın ikinci
yarısında öteki kıtalar üzerinde genişlemelerine verilen addır.
Emperyalizmin nedenleri ve ne anlama geldiği konusunda çok çeşitli
tartışmalar vardır. Bunları esas olarak dört grupta toplayabiliriz.
Birinci grup görüşler emperyalizmin ekonomik yanını ön plana çıkartır.
Biriken sermayeye yatırım olanak ve alanları bulma, makineleşme sonucu
ortaya çıkan üretim fazlası için pazar yaratma, nüfus fazlası için
yerleşim alanı bulma zorunluluğu ve üretim için gerekli hammaddeleri elde
etme isteklerinin devletleri emperyalist politikalara zorladığı iddia
edilir. Bu tezlere karşı çıkan Adam Smith, Rickardo, Hobson gibi
ekonomistler emperyalizmden sadece ufak bir grubun yarar sağladığına
işaret ederler. Marksist kuramcılara göre kapitalizmin en son aşaması olan
emperyalizm, ekonomi tekelci bir durum aldığı ve diğer kapitalizmin en son
aşaması olan emperyalizm, ekonomi tekelci bir durum aldığı ve diğer
kapitalist devletler ile rekabet halinde yeni pazarlar bulmaya çalıştığı
zaman ortaya çıkar. Bu görüşe karşı çıkanlar, bu görüşün tarihsel
kanıtlarca yeterince desteklenmediği ve kapitalizmden önceki emperyalizme
açıklama getiremediğini öne sürerler.
Emperyalizmle ilgili ikinci grup görüşler ise emperyalizm ile insanın ve
devlet gibi insan topluluklarının doğası arasında bir ilişki kurarlar.
Farklı bakış açılarına sahip, Machiavelli, Bacon ve Hitler gibi kişiler bu
yolla benzer sonuçlara varmışlardır. Bunlara göre emperyalizm var
olabilmek için sürdürülen doğal mücadelenin bir parçasıdır. Güçlü
olanların diğerlerine egemen olmaları doğanın kanunudur.
Üçüncü grup görüşler strateji ve güvenlik üzerinedir. Bu görüşe göre
devletler güvenliklerini sağlamak amacıyla stratejik noktalar, önemli
kaynaklar tampon devletler ve "doğal" sınırlar ile ulaşım ve haberleşme
yollarının denetimini ele geçirmek veya buraları başka devletlerin ele
geçirmelerini önlemek zorundadırlar.
Son grup görüşler ise ahlakla ilgilidir. Buna göre emperyalizm halkları
zorba yönetimlerden kurtaran ya da daha üstün bir uygarlığın nimetlerini
sağlayan bir araçtır.
Emperyalizmin zor bir şekilde ortadan kaldırabilmesi, kendilerini
emperyalizmin etkisi altında hisseden devletlerin emperyalist amaç
taşımayan politikalardan bile kuşku duymalarına sebep olmuştur. Eski
sömürgeci ve yeni gelişmiş bazı ülkeleri yeni-sömürgecilik
(neo-colonialism) ile suçlayan Üçüncü Dünya ülkelerine göre azgelişmiş
ülkelere verilen yardımların arkasında emperyalist amaçlar yatmaktadır.
Endüstri Devrimi
XVIII. yüzyılın ortalarından başlayıp XIX. yüzyılın sonları ve XX.
yüzyılın başlarına kadar süren, Batı'da özellikle Avrupa da bilimsel ve
teknolojik gelişme doğrultusunda buhar gücüyle çalışan makinaların
yapılması ve makinalaşmış endüstrinin doğması süreci. İki ayrı endüstri
devriminden söz edilebilir XVIII. yüzyılda başlayıp XIX. yüzyılın
ortalarına kadar süren birinci endüstrileşme sürecine "makinalaşma çağı"
denebilir. Bu dönedeki gelişme bir "makina devrimi"dir. Makina
kullanımının yaygınlaşması sonucu, büyük fabrikaların ortaya çıkmasıdır.
Böylece, Avrupa'da temelde tarım işçilerinin toplumundan, fabrikalarda
eşya üreten nüfusa doğru düzenli bir değişim olmuştur.
1870'lerle birlikte endüstri devrimi nitelik değiştirdi. Artık bilimsel
buluşlar ve bunların üretime uygulanması, pratik zekalı tek tek bireylerin
birbirinden ayrı çalışmalarına bağlı olmaktan kurtulmuş, devletlerin tüm
olanaklarıyla destekledikleri ve gerektiğinde de örgütledikleri büyük ve
zengin kuruluşların eline geçmiştir. Bu dönemle birlikte başlayan gelişme
"teknolojik devrim" olarak da anılır. Bu dönemde doğal kaynaklar ve bilim
elele vererek yeni ve kitle halinde mal üretimine yönelmiştir.
Endüstrileşme sürecinin bu ikinci aşaması, birincisine göre, toplumsal
etkilerinde daha şiddetli, sonuçlarında daha şaşırtıcı ve halkın yaşamını
değiştirmede daha etkilidir.
Enosis (birleşme)
XIX. yüzyılda Girit, XIX. yüzyılda da Kıbrıs'ın Yunanistan'la
birleşmelerini amaçlayan siyasi hareketlere verilen ad. Yunanca "birleşme"
anlamına gelir. 1830'da Yunanistan bağımsızlığa kavuşurken Girit ve doğu
Ege adaları bu ülke sınırları dışında kalmıştı. Pan-Helenizm tarafları
Yunan milliyetçileri Yunan-Rum asıllı halkların yaşadıkları bu adaları
Yunanistan'a katılması ile bu amaçlarına ulaştılar. Enosis'in ikinci
halkası olan Kıbrıs'ın ilhakı için de Georgias Grivas liderliğinde EOKA
örgütü kuruldu. Bu örgüt 1950'lerin ortalarından itibaren Kıbrıs'ta Enosis
için faaliyetlere başladı. 15 Temmuz 1974'te EOKA Kıbrıs'ta Makarios'u
devirerek Nikos Sampson'u başa geçirdi. Bunun üzerine Türkiye Kıbrıs'taki
garantörlük haklarını kullanarak adaya askeri müdahalede bulundu (I ve II.
Barış Harekatları). Sonuçta Enosis hayata geçirilemedi.
Entente Cordiale: bkz. Samimi Anlaşma
Enternasyoneller
1.Enternasyonel: 28 Eylül 1864'te Londra'da kurulan Uluslararası İşçi
Birliği (UİB)'ne daha sonradan verilen isim. Birliğin kuruluş bildirgesi
yürütme organının en önemli kişisi olacak olan Karl Marx tarafından ele
alındı. (UİB)'nin amacı: "İşçi sınıfının karşılıklı yardımlaşmasını,
ilerlemesini ve tam bir özgürlüğe kavuşması"nı gerçekleştirmekti. Bu
özgürlük işçilerin kendisinin olacaktır.
2.Enternasyonel: Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin girişimi üzerine 23
ülkenin sosyalistlerinin biraraya gelmesi. Bu enternasyonal 2 buçukuncu
Enternasyonel kuruluncu 1923'e kadar sadece adı olan bir kuruluş olarak
kaldı. Sosyalist İşçi Enternasyoneli kurulunca ortadan kalktı.
2 Buçukuncu Enternasyonel: Şubat 1921'de Viyana'da toplanan Sosyalist
partiler çalışma topluluğuna verilen isimdir. 2 buçukuncu Enternasyonel
çok geçmeden İkinci Enternasyonele yaklaştı ve bu örgüt Mayıs 1923'de
Hamburg Kongresinde Sosyalist İşçi Enternasyoneli ile birleşti.
3.Enternasyonel: 4 Mart 1915'de Moskova'da kurulan siyasal örgüt. Komünist
Enternasyonel olarak da bilinen bu enternasyonelin temelinde Rus
Bolşevikleri ve 1915'ten başlayarak "2.Enternasyonelin iflasını ilan eden
Lenin vardır. Mart 1919'da Kurucu Kongresi 21 ülkeden 54 delegeyle
toplandı.
Ağustos 1935'de Alman-Sovyet Paktı imzaladıktan sonra Enternasyonel
Yürütme Komitesi savaşta her iki taraf için de "haksız, gerici ve
emperyalist olarak niteledi. Ama bu eğilim Haziran 1941'de Hitler'in
SSCB'ye saldırması üzerine yeniden gözden geçirildi. Bundan sonra,
Nazilere karşı direnişe ve ulusal cephelerin kuruluşuna ağırlık verildi.
Bazı komünist partiler daha önceden bunu yapmaya başlamıştı. Bu cephelerin
kuruluşunu kolaylaştırmak için Komünist Enternasyonel 15 Mayıs 1943'te
feshedildi.
4. Enternasyonel: 11 ülkenin Troçkici hareket ve parti delegelerin Paris
Bölgesinde Eylül 1938'de kurdukları siyasal örgüt.
Ermeni Sorunu
1877 yılındaki Türk-Rus savaşlarından sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun
güçsüzlüğünden cesaret alan Ermenilerin ortaya çıkardığı sorun. Ermeniler
eğitim düzeyleri yüksek ve dış bağlantılara sahip olmalarına rağmen Ermeni
milliyetçiliği ancak 19. yy.'ın ikinci yarasında doğmuştur. Ermeni
cemaatinin bir tür anayasası olarak kabul edilen Ermeni Tüzüğü Osmanlı
padişahı tarafından 28 Mart 1862'te onaylanmıştır. Bu tarihe kadar
Ermenilerin büyük bir çoğunluğu "ayrılık" düşüncesine fazla eğilimli
olmamışlardır. XIX. yüzyılın son çeyreğinde dışarıdan tahrik edilen Ermeni
ayaklanmaları hızlandı. 1877 savaşını (tarihimizde 1293 savaşı olarak
anılır) Osmanlı İmparatorluğu kaybedince Ermeniler Aya Stefones'a gelen
Rus Çarına giderek koruyuculuk istediler. Çarlık Rusyası,Osmanlı
toprakları üzerinde yaşayan Hristiyan azınlıklar, özellikle Ortodoks Rum
ve ermeniler için"koruyucu patron" rolünü benimsemişti. Bu durumdan ve
Osmanlı Devleti'nin güçsüzlüğünden cesaret alan Ermeniler, II. Abdülhamid
döneminde Anadolu'nun doğusunda zaman zaman başkaldırarak kanlı olaylara
neden oldular. Çarlık Rusyası 1877'de ele geçirdiği Kars, Artvin ve
Ardahan'da Ermeni nüfusunu çoğaltmaya çalışmakta idi. I. Dünya Savaşı'nda
Ruslar yeniden Türkiye'ye saldırdılar. Ermeni subay ve erler Rus
ordularının ön saflarında yer aldılar. Diğer yandan Bogos Nubar Paşa adlı
bir Ermeni, bağımsız birErmenistan kurmak için Çarlık ile ilişkilerde
bulunuyordu. Kendi sınırları içindeki Ermenilere karşı sert önlemler alan
Çarlık, Osmanlı ermenilerini koruyarak Avrupa merkelerinde Osmanlı Devleti
aleyhine propaganda yapmaya yöneltmekteydi. XIX. yüzyılın ikinci
çeyreğinde Avrupa'da Ermeni tehdiş hareketleri arttı. Çarlık Rusya'nın
Anadolu'yu işgal planına karşı Osmanlı Hükümeti, savunma hattının gerisini
güvence altına almak amacı ile 14 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Yasası ile
Ermenileri toplu olarak Osmanlı İmparatarluğu'nun bir ili olan Suriye'ye
göndermeye başladı. Ayrıca 24 Nisan 1915'te İstanbul'da Ermeni cemaatinin
bazı üyeleri tutuklandı. Ermeni Taşnak ve Hınçak komitelerinin I. Dünya
Savaşı sırasında Doğu Anadolu'da giriştikleri katliamların ve
ayaklanmaların yarattığı karışıklık böyle bir zorunluluğa yol açmıştı.
Çarlık Rusyası'nın yanısıra Fransa ve İngiltere de Ermenileri kendi
politikalarının aracı olarak kullanmaya çalışmaktaydılar. Fransa'nın
Ermenilere olan ilgisinin temelleri Napolyon dönemine dayanmaktaydı.
Napolyon, Rus Ermenistanı Tiflis'te Ermeni ağırlıklı bir ordu oluşturarak,
Hindistan'daki İngilizlerle savaşmayı amaçlamıştı. Bu düşünce yaşama
geçmedi fakat, Paris'te Doğu Dilleri Enstitüsü bünyesinde Ermeni Enstitüsü
kuruldu. Enstitünün amacı, Ermeni ayrıkçılığının bilimsel temellerini
oluşturmaktı. Daha sonra Fransa'nın Ermeniler ile ilişkisi I. Dünya
Savaşı'ndan sonra yoğunluk kazandı. Osmanlı Devleti'nin paylaşımı
sırasında Fransa, Kilikya bölgesinde (Antep, Urfa, Maraş, Adana) Ermeni
devleti kurmaya çalıştı. Bu hareket bölge halkı tarafından bastırıldı.
Fransa daha sonra Ermenileri Beyrut'a yerleştirerek oradan Marsilya'ya
taşıdı. Ermenilerin bir kısmı Fransa'da kalırken, bir kısmı da Amerika
Birleşik Devletleri'ne gitti. Orly katliamına kadar Fransa ASALA dahil tüm
Ermeni örgütlerine göz yumdu.
İngiltere ise 1877 savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak
bütünlüğünü savundu. Bu savaştan sonra politikasını iki nedenle
değiştirdi. Birincisi, Doğu Akdeniz'de çıkarlarını koruyacağı bir üs
olarak Kıbrıs'ı ele geçirmişti; ikincisi 1877 savaşındaki performasından
dolayı Osmanlı İmparatorluğu'nun bütünlüğünü savunmaktan vazgeçerek, kendi
kontrolunda küçük devletler oluşturma yoluna seçti. Rusya'nın Akdeniz'e ve
Ortadoğu'ya yayılmasını önlemek amacı ile İngiltere'nin kurmaya çalıştığı
tampon Ermenistan oluşturma çabaları kısa dönemde sonuç getirmedi. Diğer
yandan İngiliz misyonerler, Ermeniler arasında "protestanlık"
propagandasına girişerek Ermeni hareketini, Ermeni Patrikhanesinin
kontrolu dışına çıkarmaya çalıştı. Ancak artan Alman tehlikesi Rusya ile
İngiltere'yi birbirine yaklaştırılınca, İngiltere dikkatini bu bölgeden
ayırarak, Alman donanmasının denizlerde yaratacağı sorunlara yöneltti.
Dışarıdan yöneltilen Ermeni hareketi beraberinde tehdiş eylemlerini
doğurdu. İttihat ve Terakki Partisi'nin başında bulunanlardan Talat Paşa,
Cemal Paşa ve Bahattin Şakir Bey'in öldürülmesi ile başlayan terör, son on
yıllarda ABD'de ve Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde Türk diplomatlarının
öldürülmesi ile tırmandırılmıştır.
Eski rejim (Ancient regime)
Avrupa'da rönesans, reformasyon hareketleri ve coğrafi keşifler ile
yıkılmış bulunan Ortaçağ düzeninden Büyük Fransız Devrimi'ne kadar olan
dönem. Otokrasi, monarşi ve kilise unsurlarını içeren eski rejim, 18.
yüzyılın sonlarına doğru milliyetçilik, demokrasisi ve liberalizmin
etkisiyle ortadan kalkmış, yerini çağdaş dünyaya bırakmıştır.

Eşik Antlaşmaları: bkz. Treshold Antlaşmaları
ETA: bkz. Bask Ulusal Bağımsızlık Hareketi
Etabli Sorunu: bkz. Lozan Andlaşması
Evrensel Bildirge
Bütün halklar ve uluslar için temel siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel
hakların sağlanmasını amaçlayan bildirge. BM İnsan Hakları Komisyonu ve
Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından hazırlanmıştır. 10 Aralık 1948
tarihinden de Genel Kurul tarafından kabul edilmiştir. Otuz maddeden
oluşan bildirge, hak ve özgürlükler, doğrudan insanın kişiliğini
ilgilendiren haklar, vatandaşlık hakları ve sosyo-ekonomik haklar
konularında hükümler içerir. Bildirge, devletler için bağlayıcılık ve
yaptırım gücüne sahip olmadığından aykırı uygulamalara karşı bir denetim
sistemi oluşturmamış ve sadece insan hakları konusunda bir ideali
simgeleyen bir belge olarak kalmıştır.
Bildirge'nin BM Genel Kurulu tarafından kabul edildiği 10 Aralık tarihi
İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır.
Fachoda Bunalımı, 10 Temmuz 1898
Fransız yüzbaşısı Manahand'ın Mısır kalesi Fachoda'yı ele geçirmesiyle
başlayan İngiltere ve Fransa arasındaki bunalım.

Falkland Savaşı (Falkland Bunalımı), 2 Nisan 1982
2 Nisan 1982'de Arjantin'in Falkland ve Güney Georgia Adalarını işgal
etmesi ile başlayan savaş. Altı hafta sürdü. Falkland Adaları üzerindeki
egemenlik sorunu 1964'de Birleşmiş Milletler'de Sömürge Sorunları
Komisyonu'nun gündemine geldi. Arjantinlilere göre, Malvinas olarak
bildikleri adalar Arjantin'in bir parçasıydı. Adaların Güney Amerika'ya
coğrafi yakınlığı vardı. Arjantin İspanya'nın halefi olduğunu ileri
sürüyordu. İngiltere, adalar üzerindeki hükümranlığı Arjantin'e
devretmeli, yönetimi belirli bir anlaşmaya uygun olarak sürdürmeliydi.
İngiltere ise adada yaşayan İngiliz asıllıların isteklerine aykırı olarak,
böyle bir düzenlemeye gidemiyordu. İngiltere 1833'den beri adalar üzerinde
"işgal ve yönetimi" sürdürdüğünü ve Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 1.
maddesine göre Falklandlılara self-determinasyon ilkesinin uygulanması
gerektiğini ileri sürüyordu. İngiltere'ye göre Falkland Adaları,
Arjantin'in yönetim ve denetimine geçerse sömürge durumu sona ermeyecek,
tam tersine başlayacaktı.
Yıllarca süren müzakereler bir sonuç vermeyince Arjantin Falkland ve Güney
Georgia Adalarını işgal etti. İngiltere Güney Amerika'ya hemen bir görev
kuvveti gönderdi. İngiltere, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Ekonomik
Topluluğu'nda büyük diplomatik destek gördü; Arjantin'e otomatik zorlama
tedbirleri uygulandı. 25-26 Nisan 1982 tarihlerinde İngiliz birlikleri
Güney Georgia Adasını ele geçirince, Falkland Adalarındaki Arjantin
birlikleri komutanı teslim oldu. Arjantin Devlet Başkanı Galtieri'nin
ayrılmasından sonra da İngiltere adalardan çekilme niyetinde olmadığını
gösterince iki ülke arasındaki sorun kesin bir çözüme bağlanamadı.
Feodalizm (feudalism)
Toprağı ve üzerinde yaşayan köylüleri tek bir kimsenin malı sayan ortaçağ
rejimi. Bir diğer adı derebeylik.
Derebeyliğin özü, orgütlenmiş devletin bulunmadığı yerel düzeyde, bir
hükümet görevinin yürütülmesidir. 500-600 km2'lik bir toprak parçası
üzerinde en önemli bir güçlü kişi, daha az toprağa sahip olanların
koruyuculuğunu üstlenmiş ve onlar da bu kişiye bağlılık sözü vermişlerdir.
Böylece, feodal "lord", "vassal" ve toprağa bağlı (serf) köylüleriyle,
derebeylik ortaya çıkmıştır.
Derebeyliğin önemli özelliği, lord ile vassal arasındaki "karşılıklılık
esası"dır. Derebeylikte hiç kimse tam anlamı ile hükümran değildir. Kral
ile halk ve lord ile vassal, bir cins "mukavele" ile birbirlerine
bağlıdırlar. Bu mukaveleye aykırı hareket edilirse, karşılıklı hak ve
görevler sona ermektedir. Bu durum, sık sık karışıklıklara, siyasal
istikrarsızlıklara ve hatta savaşlara yol açmışsa da, gelecek çağların
"anayasal hükümet" anlayışı, derebeyliğin bu mukaveleye dayanan
niteliğinden doğacaktır.
Filistin Sorunu (Palestinian Question)
Üç büyük dince (Musevilik-Hristiyanlık-İslam) kutsal sayılan Filistin
toprakları ile ilgili sorun. Günümüzün en karmaşık uluslararası
sorunlarından birisi olan Filistin sorununun çok eski bir geçmişi vardır.
Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, XIX. yüzyıl sonlarında başlayarak XX
yüzyıl başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, 1948 yılında bu toprak
üzerinde İsrail Devlet'inin oluşturulması ile ilgili olduğu söylenebilir.
Bu tarihten başlayarak meydana gelen Arap-İsrail çatışmaları veya
İsrail'in giriştiği tek yanlı eylemler sonucunda, hemen tüm Filistin
toprakları İsrail'in işgali altına girmiş, bu topraklarda yaşayan
insanların büyük çoğunluğu diğer Arap ülkelerindeki mülteci kamplarına
göçmüşlerdir. 1948 yılında Arap ülkelerinin muhalefetine rağmen, İsrail'in
kuruluşu Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmıştır. Birleşmiş
Milletler, bunu izleyen yıllarda, İsrail'in kuruluş aşamasındaki
sınırlarının dışında işgal ettiği toprakları terketmesi yolunda ve de
özellikle Filistin mültecilerinin durumlarının iyileştirilmesi
doğrultusunda sayısız karar almışsa da, bu konularda pek önemli bir
gelişme sağlanamamıştır. Soruna bir çözüm bulunamamasında, anlaşmazlığın
oldukça karmaşık bir nitelik taşımasının yanı sıra Arap ülkelerinin kendi
aralarındaki anlaşmazlıklarının sürmesinin, süper güçlerin bölgedeki
çıkarları ile ilgilenmelerinin ve İsrail'in askeri gücünün önemli rolü
vardır.
1987'de Ortadoğu'da etkinliğini artıran Sovyetler Birliği, Filistin
Kurtuluş Örgütünün Yaser Arafat liderliğinde yeniden birleşmesinde önemli
rol oynamaya başladı. 20 Nisan 1987'de Cezayir'de yapılan Filistin Ulusal
Konseyi toplantısında Arafat'ın Ürdün Kralı Hüseyin ile 1985 yılında
İsrail karşısında barış girişimlerini ortaklaşa sürdürme konusunda
vardıkları anlaşmayı feshetmesi üzerine örgüt içinde yeniden birlik
sağlandı.Yıl sonuna doğru Amman'da toplanan Arap Birliği zirvesinde,
barışın ön koşulunun "işgal altındaki tüm Arap topraklarının, özellikle
Kudüs'ün kurtarılması" olduğu vurgulandı. Diğer yandan, işgal altındaki
topraklarda FKÖ'nün genel yönlendirilmesi ile Aralık 1987 başlayan
"intifada" (ayaklanma) hareketi karşısında İsrail ordusunun kullandığı
dayak ve işkence yöntemleri, Filistin halkı ile geniş bir uluslararası
dayanışma yolu açtı. İsrail hükümeti ile kamuoyunda da ciddi görüş
ayrılıkları doğurdu.
13 Eylül 1993'te FKÖ ve israil arasında imzalanan "İlkeler Andlaşmasının"
ardından başlayan "Ortadoğu Barış Süreci" içinde Mayıs 1994'te Kahire'de
yapılan anlaşma ile İsrail Gazze ve Batı Şeria'yı Filistin Özerk Yönetimi
İdaresi altına bırakmayı kabul etmiştir. Bugün Gazze ve Batı Şeria'da
Filistin Özerk Yönetimi İdareyi sağlamakta, Filistin polis gücü asayiş
hizmetlerini yürütmektedir.
Filistin özerk yönetimi idaresi altındaki bu bölgede bugün ciddi bir
işsizlik, altyapı, konut, gıda ve sağlıklı içme suyu bulamama sorunları
vardır. Özellikle Gazze'de altyapı yetersizdir ve içebilecek su kaynakları
hızla bozulmaktadır. Bölgede ciddi yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Yeni
yönetimin deneyimsizliği ve maddi imkansızlıklar sebebiyle kamu hizmetleri
aksatmaktadır. Bu bölgelerde hala olaylar çıkmakta, İsrail güvenlik
güçleri ile halk zaman zaman karşı karşıya gelmektedir.

Ford Doktrini
ABD Başkanlarından Gerald Ford'un Kongrede yüksek miktardaki savunma
bütçesini geçirmek için yaptığı konuşmada ilan ettiği görüş olup, ABD'nin
barışçı yollarla ve müzakere masasında başarı sağlamasının, askeri alanda
çok kuvvetli bulunmasına bağlı olduğu ve bunun gerçekleştirileceğini
savunmuştur. Yeni ve güçlü silahların geliştirilmesi, bazı bölgelerde yeni
üsler kurulup kuvvet bulundurulması gereği bu doktrinin uygulanması için
öngörülmüştür.

Frankfurt Barışı, 1871
Fransa ile Almanya arasında imzalanan ve 1870-71 savaşına son veren barış
antlaşması. Bismark ile Thiers arasında Versailles'de imzalanan ön
anlaşmalar (26 Şubat 1871) Almanların Paris'e girmesini önlemek amacıyla 1
Mart'ta; Bordeaux'da Ulusal Meclis tarafından kabul edilmiş, Brüksel'de
yeniden başlayan (28 Mart-24 Nisan) görüşmeler, Frankfurt'ta Dışişleri
Bakanı Jules Fanre ve Maliye Bakanı Pouyer-Quertier tarafından
sürdürülmüştü. 10 Mayıs 1871'de imzalanan barış, ön antlaşmaları
onaylıyordu. Birey (Bismarck buradaki demir yatağının değerini çok geç
öğrenmişti) Chaleau-Salins ve Belfort bölgesi dışında (kat çevresinde 10
km'lik bir yarı çap). Alsace ve Moselk vadisi de içinde olmak üzere
(Thionville ve Metz) Lorraine yaylasının kuzeydoğusu Almanya'ya
bırakılıyordu. Anlaşmanın mali hükümleri ağırdı. %5 faizli 5 milyar frank
tazminat (1,5 milyarı 1871'de, 0,5 milyarı 1872'de ve 3 milyarı da Mart
1874'den önce ödenmek üzere), 266 milyarın üzerinde savaş borcu. Fransız
ordusu Lorraine'ın güneyine çekilerek, ancak Paris garnizonu
bırakılmayacaktı. Thiers, borçlanma yoluyla son borç taksidini Eylül
1873'te ödemeyi ve ülkeyi 6 ay önce kurtarmayı başardı.

Fransız Devrimi, 1789
1789 Devrimi olarak da bilinir. 1787'den başlayarak Fransa'yı sarsan, ilk
doruk noktasına 1789'da ulaşan ve değişik aşamalardan geçerek 1799'a değin
süren devrimci hareket. Fransa'da ancien regime'e (eski rejim) son vermiş
ve Avrupa tarihinde yeni bir çağ açmıştır.
Devrime yol açan nedenler konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte,
genel olarak üzerinde durulan başlıca etkenler şunlardır: 1)Avrupa'nın en
kalabalık ülkesi olan Fransa'da yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi,
2)Gelişmekte olan varlıklı burjuvazinin başka ülkelerdekinden daha
sistemli bir biçimde siyasal iktidarın dışında tutulması, 3)Köylülerin,
üzerlerinde ağır bir yük oluşturan çağdışı feodal sisteme duyduğu tepkinin
güçlenmesi, 4)toplumsal ve siyasal reformu savunan düşünürlerin Fransa'da
başka yerlere göre daha yaygın bir etki uyandırması, 5)Fransa'nın Amerikan
Bağımsızlık Savaşı'na sağladığı yoğun mali ve askeri destek yüzünden
devletin iflasın eşiğine gelmesi.
Fransız maliyesini düzene sokmakla görevlendirilen Charles-Alexandre de
Calonne, Şubat 1787'de üst düzey din adamları, büyük soylular ve yüksek
yargıçlardan oluşan İleri Gelenler Meclisi'ni toplantıya çağırarak bütçe
açığının kapatılması için ayrıcalıklı kesimlerin vergi yükümlülüğünü
artıracak reformlar önerdiğinde, Fransa'da devrimin ilk kıpırdamaları
başladı. Meclis, reformları reddederek ruhban sınıfı, soylular ve halkın
temsilcilerinden oluşan ve 1614'ten beri toplanmamış olan
Etats-Genaraux'un toplantıya çağrılmasını talep etti. Calonne'dan sonra
Fransız maliyesini yönetenlerin, direnişe karşın reformları uygulama
yolundaki çabaları, aristokratik kurumların, özellikle de Mayıs 1788'de
çıkarılan yasa ile yetkileri kısıtlanmış olan Parlement'lerin
başkaldırısına yol açtı. 1788'in bahar ve yaz aylarında Paris, Grenoble,
Dijon, Toulouse, Pau ve Rennes'de huzursuzluklar baş gösterdi. Ödün vermek
zorunda kalan Kral XVI. Louis, Jacques Necker'in maliyenin yönetimine
getirdi ve Etats Generaux'yu 5 Mayıs 1789'da toplayacağını açıkladı.
Kralın basın özgürlüğüne de göz yummasıyla Fransa bir anda devlet
yapısının yeniden düzenlenmesine ilişkin tasarıları içeren kitapçıklarla
dolup taştı. Ocak-Nisan 1789 arasında yapılan Etats-Generaux seçimleri
kötü geçen 1788 hasadının neden olduğu karışıklıklarla aynı zamana
rastladı. Temsilcilerini belirlemekte herhangi bir kısıtlamayla
karşılaşmayan üç toplumsal zümre de kendi sorunlarını ve isteklerini dile
getiren dilek listeleri ya da "şikayet defterleri" (cahiers de doleances)
hazırladılar. Tiers Etat (Halk Meclisi) için 600, soylular ve ruhban
kesimlerinin her biri için de 300 temsilci seçildi. Kırsal alanlarda iki,
kentlerde ise üç dereceli seçimler sonunda belirlenen Tiers Etat
temsilcileri bütünüyle burjuvalardan oluşuyordu.
5 Mayıs 1789'da Versailles'de toplanan Etats-Generaux, daha başlangıçta,
oylamaların toplam temsilci sayısına mı yoksa etat esasına göre mi
yapılacağı konusunda ikiye bölündü. Bu yöntem sorunu üzerindeki şiddetli
mücadelede Tiers Etat temsilcileri çok geçmeden çoğu halk kökenli küçük
papazların da desteğini kazandı. Ardından krala da meydan okuyarak Jeu de
Paume salonunda toplantı (20 Haziran) ve Fransa'ya yeni bir anayasa
getirilinceye değin kesinlikle dağılmayacağına ant içti. XVI. Louis bu
duruma istemeyerek boğun eğdi ve ruhban kesimiyle soyluları Kurucu
Meclis'i oluşturmak üzere Tiers Etat'ya katılmaya çağırdı; bir yandan da
meclisi dağıtmak üzere asker toplamaya girişti.
Askeri birliklerin kralın emriyle Kurucu Meclis'in çevresini sarması ve
Necker'in görevinden alınması meclisin tepkisine, kralın buna kayıtsız
kalması da Paris halkının ayaklanmasına yol açtı. Silahlanan Paris halkı
14 Temmuz 1789'da krallık baskısının simgesi olarak gördüğü Bastille'i ele
geçirdi. Bu hareketle ayaklanma devrime dönüştü. Yeniden boyun eğer Kral,
kentte dolaşırken krallığın beyaz renginin yanı sıra Paris'in renkleri
olan mavi ve kırmızıyı da içeren üç renkli kokart takarak halkın
egemenliğini tanıdığını gösterdi.
Taşrada büyük korku köylülerin de feodal beylere karşı ayaklanmalarına ve
şatoları hedef alan saldırılara girişmelerine yol açtı. Soylular ve
burjavazi dehşete kapıldı. Kurucu Meclis, köylüleri denetim altına almak
için 4 Ağustos'ta feodal vergi ve ayrıcalıkları ortadan kaldırdı. Ardından
İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile edilerek (26 Ağustos) özgürlük,
eşitlik, mülkiyet dokunulmazlığı ve baskıya karşı direnme hakları tanındı.
Kral, toplumsal yapıyı altüst eden 4 Ağustos kararları ile İnsan ve
Yurttaş Hakları Bildirisi'ni onaylamayı reddetti. Bunun üzerine Paris'te
halk kitleleri yeniden ayaklanarak 5 Ekim'de Versailles'a yürüdü. Ertesi
gün,kralliyet ailesi Paris'e getirilerek Tuileries Sarayı'nda oturmak
zorunda bırakıldı. Kurucu meclis de Paris'te yeni anayasa üzerinde
çalışmalarını sürdürdü.
Kurucu Meclis, feodalizmin tasfiyesini sürdürerek eski zümreleri (ordre)
kaldırdı, sömürgelerde köleliğe son vermekle birlikte en azından Fransa'da
yurttaşlar arasında eşitliği sağladı ve kamu görevlerine girişteki
eşitsizliklere son verdi. Kamu borçlarının ödenmesi amacıyla kilise
topraklarının devletleştirilmesi kararını mülklerin yaygın bir biçimde
yeniden dağıtılması izledi. Bundan çok yararlanan burjuvaziyle toprak
sahibi köylüler oldu; ama bazı topraksız köylüler de arazi satın alabildi.
Kiliseyi mal varlığından yoksun bırakan Kurucu Meclis, ardından yeni bir
düzenlemeye girişerek Fransız Kilisesi Temel Yasası'nı çıkardı. Yasa, papa
ve Fransız ruhban sınıfının çoğunluğu tarafından reddedildi. Ortaya çıkan
ayrılık, çekişmelerin şiddetini artırdı.
Kurucu Meclis, ancien rengime'in karmaşık yönetsel sistemini yıkarak
yerine seçilmiş meclislere yöneltilen il (departement), ilçe
(arrondissement), kanton (canton) ve bucak (commune) bölünmesine dayalı
akılcı bir sistem getirdi. Adalet mekanizmasının temelini oluşturan
ilkeler de köklü bir biçimde değiştirildi ve sistem yeni yönetsel
birimlere uyarlandı; yargıçların da seçilerek göreve gelmesi ilkesi kabul
edildi.
Kurucu Meclis'in çerçevesini çizdiği yeni düzen, yasama ve yürütme
güçlerinin kralla meclis arasında paylaşıldığı bir monarşiyi öngörüyordu.
Ama bütünüyle aristokrat danışmalarının etkisi altında olan XVI. Louis
ülkeyi yeni güçlerle birlikte yönetme yolunu seçmeli. 20-21 Haziran
1791'de ülkesinden kaçma girişiminde bulunduysa da Varennes'de yakalanarak
Paris'e geri getirildi.

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik