Siyasi Tarih IV
Siyasi Tarih (G-J)
Gaulle, Charles de, 1890-1970
Fransız devlet adamı, asker ve yazar, Fransa'da Beşinci Cumhuriyetin
mimarı. Askeri Akademi'yi bitirdikten sonra orduya katıldı ve I. Dünya
Savaşı'nda Almanya'ya esir düştü. Savaş sonrasında 1925'te Yüksek Savaş
Konseyi üyeliğine getirildi. Çeşitli Fransız kolonilerinde görev yaptıktan
sonra Konsey Sekreterliği üyeliğine kabul edildi. II. Dünya Savaşı'nın
başlaması ile tuğgenerallığa yükselen Gaulle, Almanya ile ateşkesin
imzalanması üzerine İngiltere'ye gitti. Onun gelişigüzel bir araya
toplanmış bir avuç siyasal yandaşında ve ilerde Özgür Fransa Kuvvetlerini
oluşturacak gönüllülerden başka destekçisi yoktu. Londra'da İngiliz
hükümetiyle ilişkilerini yürütmekte güçlüklerle karşılaşan de Gaulle,
alınganlığı ve yanlış yargılarıyla sık sık gerginliğin daha da artmasına
neden oldu. 1943'te karargahı, Cezayir'e taşıdı ve Fransız Ulusal Kurtuluş
Komitesi'nin başına geçti. Eylül 1944'te kurduğu gölge kabine ile birlikte
Paris'e döndükten sonra birbirini izleyen iki geçici hükümetin
başkanlığına getirildi. Ama koalisyon partileri ile arasındaki sürtüşmeler
sonucu Ocak 1946'da ansızın başbakanlıktan istifa etti.
Sonraları 1958'e kadar de Gaulle'ün siyasal yaşama dönmesi için çeşitli
istekler ve görüşler ortaya çıktı. Mayıs 1958'de,Cezayir'deki Fransız
birliklerinin Dördüncü Cumhuriyet yönetime karşı başlattıkları
ayaklanmanın ülkeyi iç savaşa doğru sürüklemesi sonucunda göreve çağırılan
de Gaulle Aralık 1958'de Cumhurbaşkanlığına seçildi. De Gaulle,
yurttaşların kendisini ancak bir bunalım döneminde kabul edebileceğini
bildiği için kamuoyunun desteğini sürekli kılmak amacıyla Parlamento'daki
"partiler sistemi"nin gücünü kırmak zorunda olduğuna inanıyordu. Bu
durumda önce, Cumhurbaşkanının hükümet politikalarını denetleme yetkisini
kabul ettirme sonra da seçimler ya da referandumlar aracılığıyla bu
denetimi sürekli kılma taktiği uyguladı.
De Gaulle, dış politikada genellikle A.B.D. karşıtı olarak nitelenen
tutumlar aldı. 1966'da Fransa'nın NATO'nun askeri kanadından ayrıldığına
ilan etti. Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerle ilişkiler
geliştirerek 1964'te Çin Halk Cumhuriyeti'ni tanıdı.
1969'da yapılan bu referandumda başarısızlığa uğrayan de Gaulle
Cumhurbaşkanlığından istifa etti. De Gaulle'ün Türkçeye'de çevrilmiş
askerlik ve siyaset hakkında kitapları vardı.
Gelişme İttifakı (İlerleme İçin İttifak)
John F.Kennedy'nin Küba'nın diğer Latin Amerika ülkelerini etkilemesini
önlemek için 13 Mart 1961'de ileri sürdüğü yöntem. 10 yıllık bir süre için
20 milyar dolarlık Amerikan yardımı ve yılda 300 milyon dolarlık özel
sermaye yatırımı 1946-1960 arasında kıtaya yapılan yıllık yardımı dört
katına çıkarmayı öngörüyordu. Buna karşılık Latin Amerika Ülkeleri 10 yıl
içinde 80 milyar dolarlık yatırım yapacaklar ve toprak, vergi, öteki
toplumsal ve ekonomik reformlara girişeceklerdi. Sonuç olarak bu ülkeler
yılda %5 oranında büyüyecekti.
Washington'daki bürokratik mekanizma, planın zamanında işlemesini
engelledi. Brezilya, Arjantin ve Meksika kendi ulusal ekonomik kalkınma
planlarının uluslararası düzeyde incelenmesine ve tartışılmasına izin
vermediler. Latin Amerika ülkelerinin bir bölümü planda sözü edilen
reformları çıkarlarına aykırı bulup uygulamadılar. 1960'larla birlikte dış
ticaret açığı vermeye başlayan ABD, Latin Amerika'ya yapılacak yardımların
tümünün Amerika ihraç mallarının alımında kullanılmasını isteyince, bu
kısıtlayıcı ticaretin etkisiyle 1960'ların ortalarına gelindiğinde
Arjantin, Şili ve Brezilya gibi ülkelerde korkunç bir enflasyon
başgösterdi.
Gelişme ittifak, Latin Amerika ülkelerinin ekonomik kalkınma planları
üzerinde ABD'nin etkisin artırarak düzenli, istikrarlı ve böylece Castro
tipi devrimlerin yeralmadığı bir Latin Amerika'nın kurulması ve
sürdürülmesini hedefliyordu. Program başarısız olmuş ve düş kırıklığı
yaratmıştır.
Gestapo
Devlet gizli polisi anlamına gelen Almanca GE, STA, Polizei'ın kısaltması.
Nasyonel sosyalist partinin siyasi polisi; 1933'te III. Reich'a mal
edilmiş. II. Dünya Savaşı sırasında faaliyet alanı Almanya tarafından
işgal edilen tüm topraklara yayılmıştı. Nazi partisinin gizli polisi alan
gestapo Hitler'in iktidara geçişinden sonra bir devlet organı haline
geldi.
Girit Sorunu
Girit, Osmanlılar devrinde Girit adası halkının önce bağımsızlık, sonra
Yunanistan'a katılma amacıyla ayaklanması, bu yüzden doğan olaylara
verilen ad. Girit'in Rum asıllı halkı ilk olarak 1821'de Osmanlı
yönetimine başkaldırdı. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa bu ayaklanmayı
bastırmakla görevlendirildi.
Yunanistan'ın Osmanlı devletinden ayrılarak bağımsızlık bir krallık
oluşundan sonra Girit'te ikinci bir ayaklanma oldu. (1830), Mehmet Ali
Paşa bunu da bastırdı (1831). Ancak, adadaki milliyetçilik akımının
gelişmesi ve Yunanistan'ın giriştiği yoğun propaganda sebebiyle Girit'te
huzur bir türlü sağlanamadı. 1840 Londra Antlaşmasından sonra burasının
yönetimi Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'dan alındı. Yunan mültecileri
tarafından çıkartılan bir isyan da Mustafa Naili paşa tarafından
kolaylıkla bastırıldı (1841). En önemli ayaklanma 1866'da oldu. Asiler,
Yunanistan'a katıldıklarını ilan ettiler. Osmanlılar bunu kabul etmediler.
Sadrazan Ali Paşa işe el koydu. Sonunda üye çoğunluğunu Rumların teşkil
ettiği bir meclisin kurulmasıyla ayaklanma bastırıldı. Daha sonra adanın
Rum halkı çeşitli haklar istemeğe başladı. 1877-1878'de yapılan
antlaşmalarla ada valisinin Rum, yardımcısının Türk olması, 80 üyelik
meclise 50 Rum üyenin seçilmesi, resmi işlem ve yazışmaların hepsinde
Rumcanın kullanılması kabul edildi.
Girit meselesi 1897'de yeniden alevlendi. Yunan hükümeti ve Etniki Eterya
cemiyetinin açık ve gizli kışkırtmaları sonucunda adada geniş bir çete
faaliyeti başladı. Bu arada Yunanlılar Girit'e 1500 kişilik bir askeri
kuvvet çıkardılar. İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya'nın desteğini
kazanmak için her türlü yola başvurdular. Ancak Osmanlı hükümetinin iç
işlerine yabancıların karıştırmamak konusundaki kararlı tutumu karşısında
batılı devletler, Yunanlıların adadan kuvvetlerini çekmesi için
donanmalarıyla Girit'i abluka altına aldılar. Yunan hükümeti bu ablukaya
da aldırmayınca Ethem Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu Makedonya,
Alasonya üzerinden saldırıya geçerek Dömeke meydan savaşından Yunan
ordusunu yenilgiye uğrattı, Atina'ya doğru ilerlemeye başladı. Ancak
batılı devletlerin işe karışmaları sonucu bu harekat durduruldu. Girit'te
Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya'nın himayesinde bir yönetim kurularak
Yunan kralının oğlu Georgios, komiser olarak tayin edildi. İkinci
Meşrutiyetin ilanından sonra (1908) Girit Meclisi Yunanistan'a katıldığını
resmen ilan etti. 26 Temmuz 1909'da Rumlar Hanya kalesine Yunan başrağını
çektiler. 1911'de 25 Girit Rum mebusu Yunan parlamentosu toplantılarına
katılmak amacıyla Pire'ye doğru yola çıktılar.Fakat İngiliz donanmasına
bağlı savaş gemileri bunu önleyerek Giritli mebusları tevkif etti. Balkan
savaşından sonra Londra ve Bükreş Antlaşmalarıyla Girit'in Yunanistan'a
ilhakı Osmanlı devleti tarafından resmen kabul edildi, böylece Girit
meselesi kapandı.
Guam Doktrini: bkz. Nixon Doktrini
Gümrü Andlaşması, 2 Aralık 1920
Kurtuluş savaşı sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Ermenistan
arasında imzalanan antlaşma. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra
Osmanlı Devleti Kafkasya Cephesindeki birliklerini geri çekmek zorunda
kalmıştı. Yeni kurulan Bolşevik rejiminden yardım alan Ermeniler 1920'de
Doğu Anadolu'da bazı bölgeleri işgal etmişti. Doğu cephesi komutanı Kazım
Karabekir karşısında yenglgiye uğrayınca barış görüşmeleri 22 Kasım
1920'de Gümrü'de başladı. Ermenistan Taşnak Hükümeti ile Türkiye arasında
imzalanması planlanan Gümrük Anlaşması ile doğudaki harekat sona erdi.
Kars sancağının bütünü, anlaşma öncesi Ermenistan'ın elinde bulunan Kulp
(Tuzluca) kazası Türkiye topraklarına katıldı. Andlaşmanın 10. maddesiyle
Ermenistan, Doğu Anadolu'da bir miktar toprağın Ermenilere verilmesini
öngören Sevr Antlaşması'nı yok sayacağını kabul etti. Türkiye sınırları
içinde Ermenilerin çoğunlukta bulunduğu hiç bir bölge olmadığı kabul
edildi.
Gümrük Andlaşma ile Erzurum-Bakü demiryolu açıldı. Türkiye-Sovyetler
arasında doğrudan bağlantı bu yolla sağlanarak Türkiye'nin bu devletten
yardım alması kolaylaştı. Türk kuvvetleri doğudan emin bir şekilde güney
ve batıda savaşma olanağı buldular.
Andlaşmanın imzalanmasından bir gün sonra Ermenistan, Kızıl Ordu'nun
denetimine girince burada bir Sovyet Hükümeti kurulduğu için Gümrü
Andlaşması onaylanamadı.
Güney Afrika'da Irkçılık: bkz. Aparthayd
Habeşistan Sorunu (Etiyopya Sorunu), 1935
Faşist İtalya'nın yeni sömürgeler elde etmek üzere uyguladığı emperyalist
politikanın sonucu olarak Habeşistan'a yönelik saldırgan politikası. Ocak
1935'de Habeşistan, Milletler Cemiyeti'ne resmen başvurarak soruna el
koymasını istedi. Habeşistan delegesi, M.C. statüsünde bu duruma ilişkin
15. maddenin uygulanmasını istedi. M.C. İtalya-Habeşistan anlaşmazlığını
barışçı yollardan çözmekle görevli beş üyeden kurulu bir komite seçti.
Beşler komitesinin hazırladığı bir öneri 6 Ekim 1935'te İtalya'nın
Habeşistan'ın işgali ile rafa kalktı. İtalya'nın Habeşistan'ı işgalinde
temel nedenler hızla artan nüfusunu bir sömürge elde ederek yerleştirmek
ve geliştirmekte olan ekonomisine hammadde kaynakları bulma çabasıdır.
Hızlandırıcı nedenleri ise gün geçtikçe güçlenen Habeşistan'ın İtalya'nın
sömürgeleri Eritre ve İtalya'nın sömürgeleri Eritre ve İtalyan Somalisi
üzerinde baskı yapması yanında Fransa ve İngiltere'nin daha çok
Almanya'dan korktukları için İtalya'nın işgaline yumuşak bakmaları olarak
sayılabilir.
Üyelerinden birine karşı girişilen bu açık saldırı karşısında toplanan
M.C. Konseyi İtalya'yı saldırgan ilan ederek, üye devletlerden İtalya'ya
karşı zorlama tedbirleri uygulamalarını istedi. Konsey kararına göre
İtalya'ya stratejik nitelikte maddeler ve malzeme verilmeyecek, kredi
açılmayacaktı. Ancak, zorlama tedbirleri başarılı olamadı. Özellikle
Almanya, Habeşistan'ın işgali boyunca İtalya için yaşamsal önemi olan
kömürü verdi. 1936 Mayıs'ında Habeşistan'ın işgali tamamlandı.
Sonuç olarak M.C.'nin uluslararası politikada etkin bir rol oynamadığını
Habeşistan sorunundaki etkisizliğine bağlayan Almanya, kendi güvenliğini
sağlamak gerekçesiyle Ren bölgesini işgal etti. Akdeniz'de İtalya
tehlikesi gören İngiltere'nin desteğinde Türkiye, Yunanistan ve
Yugoslavya'nın biraraya geldiği Akdeniz Paktı 1936'da kuruldu.
Konjonktürel dengelerin hızla değişmesi Habeşistan Sorunu sırasında
desteğini aldığı Almanya gibi Avrupa'da güçlü bir devletin desteğini
arayan İtalya'nın Almanya ile yakınlaşmasını sağladı. Bu sorun
Hitler-Mussolini ittifakının ilk adımını oluşturdu. Sonuç olarak 1936'da
Berlin-Roma Mihveri kuruldu.
Haklar Bildirisi (Petition of Rights), 1628
İngiliz Parlamentosu'nun 1628'de yayınladığı belge. 1625'de 1. Charles'in
tahta geçmesiyle İngiltere'deki siyasal mücadele bir iç savaşa dönüştü.
Kral, parlamentoya danışmadan İspanya ve Fransa'ya savaş ilan etti ve bunu
finanse edebilmek için de vergileri artırdı. Bunun üzerine İngiliz
Parlamentosu 1628'de haklar bildirisini (Petition of Rights) yayınladı. Bu
bildiride kralın yetkileri sınırlanarak, hukuksal sürecinden geçmeksizin
kralın kimseyi suçlamayacağı, cezalandıramayacağı ve orduyu halka karşı
kullanamayacağı belirtiliyordu. Kralın buna tepkisi büyük oldu,
parlamentoyu dağıtarak 11 yıl boyunca toplanmamasını sağladı. Ancak vergi
izni alabilmek için 1640'ta parlamentoyu tekrar toplantıya çağırmak
zorunda kaldı.
Haklar Yasası (Bill of Rights), 1689
İngiliz Parlamentosu'nun 1689'da yayınladığı, egemenliğin artık
parlamentonun eline geçtiğini bildiren yasa. 1689'da ilan edilen Bill of
Rights ilkelerine göre: 1)Parlamento sık sık toplanacaktır. 2)Parlamento
seçimleri serbest olacaktır. 3)Parlamento tam bir söz özgürlüğüne sahip
olacaktır. 4)Parlamentonun kabul ettiği yasal kral da dahil herkesi
bağlayacaktır. 5)Parlamentonun izni olmadan asker toplanamayacaktır.
6)Parlamentonun izni olmaksızın vergi toplanamayacaktır. Bu yasa ile
parlamenter demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi 19. yy.'ın kilit ilkeleri
önce İngiltere'de yerleşmiş ve uygulanmıştır.
Hatay Sorunu ve Antlaşması
Hatay'ın Türkiye ya da Suriye sınırları içine alınmasına ilişkin olarak
ortaya çıkan sorun ve Türkiye'nin Suriye'nin mandateri olan Fransa ile
yaptığı anlaşma (23 Haziran 1939). TBMM, Fransa ile imzaladığı Ankara
İtilafnamesinde ulusal sınırlar içinde olmasına karşın Hatay'ı sınırların
dışında bırakmayı politik koşullar nedeniyle uygun buldu. Antlaşmada yöre
halkının çoğunluğunun Türk olduğu ve kültürel gelişmelerinin
engellenmemesi gerekliliği açıkça belirtildi ve Türkçe'nin Hatay'da resmi
dil olması sağlandı. Bu arada Hatay, San Remo Antlaşması uyarınca Fransız
mandası altına alındı (25 Nisan 1920). Böylece Fransa, Hatay'da muhtar bir
yönetim kurdu. 9 Eylül 1936'daki antlaşma ile Fransa'nın Suriye'deki
mandasının sona ermesi, Hatay sorununu tekrar gündeme getirdi. Antlaşmanın
Fransa'nın tüm hak ve görevlerini Suriye'ye devretmesini belirten 3.
maddesi, Hatay'ın Suriye sınırları içinde kalmasına ve Türk halkın durumun
tehlikeye düşmesine neden oluyordu. Bunun üzerine Türkiye, sorunun
Milletler Cemiyeti'nde görüşülmesini istedi. Konuyu gündemine alan
Milletler Cemiyeti Fransa'nın izniyle İtalyan, Norveç ve İsviçreli 3
gözlemciyi Hatay'a gönderdi. Sorunun raportörlüğünü ise İsveç temsilcisi
Sandler yaptı.
Hazırlanan raporda, İskenderun ve Antakya'nın içişlerinde bağımsız olması
dışişlerinin ise bazı koşullara bağlı olarak Suriye tarafından
yürütülmesi, bölgenin ayrı bir statü ve anayasa ile yönetilmesi, Suriye
ile gümrük birliğinin kurulması, Türkçenin resmi dil olarak kullanılması,
zorunlu askerlik kuralının uygulanmaması, bölgenin silahlandırılmaması,
toprak bütünlüğünün Fransa ve Türkiye tarafından garanti edilmesi ilkeleri
yer alıyordu.
Milletler Cemiyeti bu raporun ardından Hatay'a özel bir yönetim tanıdı (27
Ocak 1937). Ancak raporda yer almadığı halde Türkçe'nin yanı sıra Arapça
da resmi dil olarak kabul edildi. Ardından, Türkiye ile Fransa arasında
Cenevre'de Hatay'a ulusal bütünlük kazandıran antlaşma imzalandı (29 Mayıs
1937). Aynı gün Milletler Cemiyeti Hatay'ın anayasasını onayladı. Buna
göre Hatay'a ilişkin statünün 55, anayasanın 37 maddesi vardı. Statüye
göre, anayasa hükümleriyle statü hükümleri arasında aykırılık olması
durumunda statü hükümleri uygulanacaktı. Türkiye uygulamaya hemen
geçilmesini istediği halde, Fransa'nın kışkırttığı Araplar uygulamalarına
karşı çıktılar. Bu nedenle statüde ve anayasada öngörülen seçimler
gecikti. Ayrıca Milletler Cemiyeti'nce görevlendirilen komisyonun önerisi,
seçim sistemini saptırdığı gerekçesiyle, Türkiye tarafından kabul
edilmedi. Seçim sistemi Milletler Cemiyeti'nce değiştirildi. Seçimlerin
güvenliğinin sağlanması konusunda Türkiye ile Fransa arasında çıkan
uyuşmazlık 3 Temmuz 1938'de askeri bir antlaşma ile sona erdi. Antlaşma
uyarıca görevlendirilen 6.000 kişilik güvenlik kuvvetinden 1000'i
Hatay'dan, geriye kalanı da eşit güçle Türk ve Fransız kuvvetlerinden
sağlanacaktı. Ayrıca taraflar 29 Mayıs 1937 antlaşmasında belirtilen
görevleri yerine getirmeyi kabul ettiler.
Yapılan seçimlerden meclisin 40 üyeliğinde 22'sini Türkler kazandı (22
Ağustos 1938). Meclis, 2 Eylül 1938'deki ilk toplantısında, "Hatay
devleti"nin kuruluşunu ilan etti ve Tayfur Sökmen devlet başkanı oldu.
Hatay sorunu, Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının Türkiye
tarafından kabul edilmesi üzerine son buldu (23 Haziran 1939). Antlaşma
görüşmelerini Türkiye adına Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile
Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Rena Massigli yönetti. Antlaşma 30 Haziran
1939 tarihli ve 3658 sayılı kanunla kabul edildi. Bu arada Hatay meclisi
olağanüstü bir toplantı ile Türkiye'ye bağlanma kararı aldı (29 Haziran
1939). Böylece, Türkiye ile Hatay arasındaki sınırlar kalkacak, Fransız
kuvvetleri bölgeden çıkacak, Hatay vatandaşları Türk vatandaşlarının
haklarını kazanacaktı. Ayrıca Türkiye kendi sınırları içinde, Fransa
Suriye sınırları için komşu devletlerin güvenlik ve rejimlerine yönelmiş
hareketleri önlemeyi kabul ediyordu. TBMM 30 Haziran 1939'da yaptığı
toplantısında Hatay'ın Türkiye'ye katılışını kabul etti.
Havana Konferansı: bkz. Dünya Ticaret Örgütü
Hellenizm
Grek Uygarlığı'nın zamanla Doğu'nun düşünce ve davranışlarını içererek, bu
kalıplar içerisinde erimeye başlamasıyla Hellenizm dönemi başlamıştır.
M.Ö. 4. yy'ın ortalarından başlayarak, Makedonya Kralı İskender Grek
kültürünü genişletmiştir. M.Ö. 334'te Çanakkale Boğazını geçerek Asya'ya
girmiş, Suriye ve Mısır'ı işgal etmiş, sonra da İran'a ve Keşmir'e kadar
yayılmıştır. Grek Medeniyeti'nin yayılışı 2 evreye ayrılabilir. Birincisi
bir Hellenleştirme evresidir. Yeni siyasi, felsefi, teknik kavramların
yaratıldığı bu evre Yunan-Makedon dünyasından bağımsız, ancak
Yunan-Makedon Uygarlığının Asya ve Kuzey Afrika'daki yansıması olarak
görülür. İkinci evre, Doğu Uygarlığının Batı'ya maddi ve manevi bakımından
üstün gelmesiyle belirgindir. Roma'nın Hellenistik siyaset düzenini
yıkmasına kadar sürmüş, Yunan kültürü bu evrede bütün Akdeniz'e
yayılmıştır. Hellenistik dönemde ortak bir eğitim, sınırları aşarak,
birçok ülkenin aydınlarını birleştiren bir kültürü yaymıştır.
Hükümdarların bilim ve sanat koruyuculuğu bilginin değerini artırmış,
Yunan felsefesi eski canlılığını yitirmekten kurtulmuştur. Bu gösterişli
bir lüks ve konfor dönemi, Yeni Eflatunculuk şeklini alarak, Roma
imparatorluğu döneminde de rol oynamış, imparatorluğun Hristiyanlaşmasıyla
yok olmuştur.
Helsinki Anlaşması (Helsinki Accord), 1975
1975'te Helsinki'de, Avrupa'da Doğu ile Batı arasında barış ve istikrarı
sağlamayı amaçlayan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nın sonucunda
imzalanan temel bir diplomatik anlaşma. Helsinki son senedi olarak da
bilinen anlaşma, NATO ülkelerini, Varşova Paktı uluslarını ve onüç
tarafsız ve bağlantısız Avrupa uluslarını içeren otuzbeş adet katılımcı
tarafından imzalanmıştır. Anlaşma dört bölüme ya da "sepete" ayrılmıştır.
Birinci sepet, güven yaratıcı önlemler kurumununun da dahil olduğu
devletler arasında ilişkilere ve spesifik sorunlara rehberlik eden temel
ilkeleri içeren Avrupa'nın güvenlik konuları ile ilgilidir. İkinci sepet,
ekonomi, bilim ve teknoloji ve çevre alanlarında işbirliğini
öngörmektedir. Üçüncü sepet, insan haklarını, kültürü, eğitimi, ve Avrupa
çapında insan, düşünce ve bilginin serbest akımını da içeren insancıl
çabaların arttırılması konusunda işbirliğini öngörmektedir. Bazen dördüncü
sepete atfedildiği üzere, anlaşma aynı zamanda, katılımcı devletleri
"Konferans'ta önayak olunan çok-taraflı sürecin devam ettirilmesi"
konusunda izleme konferanslarına çağırmayı da öngörmektedir. Önemli izleme
konferansları Belgrad'da (1977), Madrit'te (1980) ve Viyana'da (1987)
düzenlenmiştir.
Helsinki Antlaşması, tüm Avrupalı uluslara ve ABD'ye Avrupa'nın İkinci
Dünya Savaşı sonrası statükosunu kabul ettirmek ve tüm Avrupalı
uluslararasında işbirliği ve anlayış programlarını geliştirmek suriteyle
Doğu ile Batı arasındaki düşmanlığı azaltması nedeniyle önemli bir çaba
olmuştur. Bu anlaşma, bir andlaşmadan çok sadece bir diplomatik anlaşma
olmasına ve bu nedenle de uluslararası hukuk açısından herhangi bir
bağlayıcılığı olmamasına rağmen, katılımcı ülkeler arasında işbirliği
imzalanmasından sonra bazı yararlı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Sözgelimi
Sovyet yönetimi, Helsinki'den sonra artan bir şekilde Yahudi göçmenlerine
izin vermiştir. Alman Demokratik Cumhuriyeti af ilan etmiş ve pek çok
siyasal tutukluyu serbest bırakmıştır. Avrupalı katılımcı ülkeler, çevre
koruma alanında, hava kirliliği ile mücadeleyi amaçlayan bir konvansiyon
imzalamışlardır. Ama aynı zamanda bazı hareketler Helsinki Anlaşması'nın
prensiplerini reddetmiştir ve 1979'da Sovyetler'in Afganistan'ı işgal
etmesinden sonra Doğu ile Batı arasındaki ilişkiler kötüleşmiştir.
Hindistan-Pakistan Çatışması (Indo-Pakistani Conflict)
Hindistan ve Pakistan devletleri arasında, kökeni çok eskilere dayanan
anlaşmazlıklar nedeniyle süren mücadele. İki ülke arasındaki sorunların
kökenleri, tarafların iki ayrı devlet olarak ortaya çıkışları ile yakından
ilgilidir. Başlangıçta Hindu yarımadasındaki İngiliz Sömürge yönetimine
karşı Hindu egemenliğindeki Ulusal Kongre Hareketi içinde yer alan
Müslümanlar, Hindu çoğunluğunun hakimiyetindeki bir devlet içerisinde
olmak istemedikleri için, bir süre sonra Muhammed Ali Cinnah'ın
önderliğinde bu hareketten ayrılarak bağımsız bir devlet oluşturma
çabalarına girişmişlerdir. Böylece ortaya çıkan Pakistan ve Hindistan
devletleri, bölgedeki etnik ve dini birliği sağlayamadılar ve 1948'de
birbirleri ile çatışmaya başladılar. İki ülke arasında ilk çatışma nedeni
sayılan Keşmir Sorunu ile birlikte, tarafların yolları birbirinden iyice
ayrıldı. Çünkü Pakistan Bağdat Paktı'na girdi, Hindistan da Bağlantısızlar
Hareketi'nin öncü üç devletinden birisi oldu.
1963 yılında nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan Keşmir'de Hindular
ile Müslümanlar arasında yeniden baş gösteren çatışmalar, 1965
Ağustos'unda bir Hindistan-Pakistan savaşına dönüşmüştür. Hindistan'ın
ağır bastığı bu mücadele Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin ateşkes
kararına tarafların uyması sonucu bulundurulabilmiştir. Taraflar arasıda
beş-altı yıl süren barış dönemi 1971 yılı başlarında Doğu Pakistan'ın
Bangladeş adı ile bağımsızlığını ilan etmesi sonucu yeniden bozulmuştur.
1971 sonlarında taraflar arasında savaşın patlak vermesi üzerine, Hint
orduları Doğu Pakistan'a girmişler ve buradaki Pakistan kuvvetleri de
teslim olmuşlardır. Bu dönemden sonra iki ülke arasında doğrudan bir
çatışma görülmemek ile beraber Pakistan'ın Hindistan'daki ayrılıkçı Sih
azınlığı desteklediği görüşünden kaynaklanan gerginlikler olmaktadır. Son
zamanlarda Keşmir Sorunu'nun tırmanması iki ülke arasındaki ilişkileri
gerginleştirmiştir.
Hitler, Adolf: bkz. Nazizm
Hünkar İskelesi Antlaşması, 1833
Osmanlılar ve Ruslar arasında yapılan antlaşma (8 Temmuz 1833). Osmanlı
padişahı Mahmut II, Mısır'da Mehmet Ali Paşa'nın ayaklanması sonucu,
devletin güvenliğini tehlikeli görmeğe başladı. Fransa, Mehmed Ali Paşa'yı
tutuyor. İngiltere ise tereddütlü davranıyordu. Bu durum üzerine padişah,
Tuna kıyılarındaki otuz bin kişilik Rus birliğinin İstanbul'u korumak için
gönderilmesini istedi. Rusya bu isteği memnuniyetle kabul edince padişah,
Mehmet Ali Paşa ile uzlaşmak için yeni çereler aramaya başladı. Fakat
Fransa bu teşebbüsleri boşa çıkardı. Böylece amiral Lazenev'in
kumandasında dokuz savaş gemisinden kurulu Rus filosu, Karadeniz boğazını
geçerek Büyükdere önünde demirledi. Durumu kendi çıkarlarına uygun
bulmayan Fransa ve İngiltere, bu defa Mehmet Ali Paşa ile Osmanlı
padişahının arasını bulmak için çalışmaya koyuldular. Fransa amiral
Roussin'i, İngiltere ise Lord Ponsonby'i bu iş için görevlendirdi. Sonuçta
Mehmet Ali Paşa ile padişah arasında Kütahya Barışı imzalandı (14 Mayıs
1833). Kütahya Antlaşması, Mısır valisi ile olan antlaşmazlıkları
çözümleyecek ilkelerden çok uzaktı. Geleceği güvenlik altına almak isteyen
Mehmet Ali'nin teklifini olumlu karşılayan çar, ittifak fikrini kabul
etti. Böylece Hünkar İskelesi Antlaşması imzalandı. Antlaşma bir önsöz,
altı açık ve bir gizli maddeden meydana geliyordu.
Önsözde, Osmanlılar ile Ruslar arasında kurulmuş olan barış sistemi ve bu
antlaşmanın savunma düşüncesiyle hazırlandığına işaret ediliyordu. Birinci
maddede, iki devletin sadece savunma kaygısıyla bu antlaşmayı yaptıkları,
huzur ve güvenlikleri için birbirlerine yardımda bulunacakları
belirtiliyordu. İkinci maddede, 1829 Edirne antlaşması ile bu antlaşmada
geçen diğer maddeleri yeniden onanmaktaydı. Üçüncü madde, Osmanlılar,
Rusya'dan yardım istedikleri takdirde, Rusya'nın karadan ve denizden, iki
taraf arasında kararlaştıracak sayıda bir kuvvetle yardım edeceğine
ilişkindi.
İkinci Dünya Savaşı, 1939-1945
İnsanlık aleminin gelmiş geçmiş büyük savaşıdır ve dünya strateji ve
politika alanında meydana getirdiği değişiklikler de milletler için hayati
önemde olmuştur.
Savaştan önce, Avrupa ve Asya'da bu yönde bir gidiş sezilmekte adım adım
savaşa yaklaşılmaktaydı.
Avrupa'da Hitler'in 1933'de iktidara gelmesi ve Nasyonel Sosyalizm (kısaca
Nazizim) adıyla devletçi ve milisliğe dayanan partizan rejim kurması, bu
milletin savaş isteklerini gittikçe kuvvetlendirdi. Esasen, Birinci Dünya
Savaşı sonunda mağlup Almanya'ya kabul ettirilen Versay Antlaşması,
Almanlar için ağır hükümler getirmişti. Almanya bu hükümleri hiç bir zaman
benimseyemedi ve fırsat buldukça çiğnedi ve silahlanmasını arttırdı. Öte
yandan Hitler "Kavgam" (Mein Kampf) adlı eseriyle, Almanya milletine
savaşa yönelecek bir felsefe aşılıyordu. Bu eserinde Hitler, Almanların
hepsinin aynı bir ülkede ve aynı bir lider başkanlığında olmasını
savunuyordu. Böylece "Ein Volk, Ein Reich, Ein Führer" parolası ortaya
çıkmış ve Hitler, Avusturya'yı Çekoslavakya'nın Almanların yaşadığı
Südetler bölgesini ve Polonya'da bazı yerleri istemekteydi. Hitler
buraların Almanya'nın hayat sahası (Lebensraum) içinde olduğunu, ülkesinin
sıkıştırıldığını ve doğuda hayat sahası bulunduğunu söylüyor ve doğuya
yayılmayı (Drang Nach Osten) gerekli görüyordu. Nitekim savaşa kadar
Avusturya'yı ilhak etti (Anschluss), Südetler'i aldı, Polonya'dan
Almanya'nın Danzig bölgesine geçmek için arazi istedi (Danzing Koridoru)
ve bu verilmeyince savaşa girişti.
Öte yandan İtalya da Afrika'da Habeşistan'a saldırarak 1936'da burayı
kendisine ilhak etti. Akdeniz'de de eski Romalıların deyimi olan "Bizim
Deniz" (Mare Nostrum) politikasına yönelmiş,Güney Türkiye, Yunanistan ve
Arnavutluğu tehdit ediyor. Balkanlar ve Tuna bölgesiyle de ilgileniyordu.
Nitekim 1939'da Arnavutluğu işgal etti, savaş sırasında da Yunanistan'a
girdi.
Asya'da da, Japonya 1937'de Çin'e saldırmış ve bir kısmını işgal etmişti.
Orada da için için bir savaş sürmekteydi. Japonya da "Güney Asya Orta
Refah Alanı" ismiyle bir proje yapmış, bir çok Asya ülkesi üzerinde gözü
bulunuyordu.
Bu üç devlet çeşitli antlaşmalarla aralarında bir blok (Mihver-Axis)
kurdular ve İkinci Dünya Savaşı'nı bir arada yürüttüler.
Mihvere karşı da müttefikler (Allied Powers) denilen İngiltere, Fransa ve
diğer birçok batılı ülke bir blok kurmuştu. 1941'de Rusya, Almanya'nın
saldırmasıyla ve ABD'de Japonya'nın kendisine Pearl Harbour'da saldırması
ile müttefiklere katıldıla. Zamanla Birleşmiş Milletler şeklini alan bu
blok ülkeleri sayısı 56'ya kadar varmıştır.
İkinci Dünya Savaşı, 1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'ya saldırısı ile
başlamış, diğer devletlerin katılmaları ile 5 yıl sürmüş, 7 Mayıs 1945'de
Almanya'nın teslimi ile Avrupa'da son bulmuş, 2 Eylül 1945'de de
Japonya'nın teslim oluşu üzerine tamamen bitmiştir (Türkiye de 23 Şubat
1945'de Almanya ve Japonya'ya savaş ilan ederek müttefikler yanında yer
almış, fakat çatışmalara fiilen girmemiştir).
Almanya, Polonya'ya girdiğinden kısa bir süre sonra Ruslar da Polonya'yı
doğudan işgale başlamışlar ve bir kısmını almışlardır. Ruslar ayrıca
Finlandiya ile savaşa girmişlerdir.
Hızlı bir yıldırım savaşı (Blitzkrieg) stratejisiyle Almanlar, batıda da
Fransa, Belçika, Hollanda, Danimarka, Nosveç'i işgal etmişlerdir.
Afrika'ya da atlayarak (Afrikakorps) Mısır'a doğru süratle ilerlemişler,
bir yandan da Yugoslavya, Yunanistan, Macaristan, Bulgaristan ve
Romanya'ya kadar Balkanları da hakimiyetleri altına almışlardır. Bu arada
İtalya'da savaşa katılmış bulunuyordu ve Arnavutluğu işgal etmiş,
Yunanistan ve Afrika'da da İtalyan kuvvetleri bulunmaktaydı.
1941 yılı bu dünya savaşında çok önemli bir yıl olmuştur. Zira, 22 Haziran
1941 günü Alman Orduları bu kez de Rusya'ya saldırmışlar (Barbarossa
Harekatı) ve Alman-Rus savaşı başlamıştır.
Öte yandan 1941 Aralık ayı başında da Japonya Pearl-Harbour'da ABD'nin
Pasifik Filosu'na saldırmış ve böylece her iki ülke desavaşa
katılmışlardır. Japonya başlangıçta önemli başarılar sağlayarak
Filipinler, Hindiçini, Endonezya ve daha bir çok kesimleri işgal etmiştir.
Ancak, ABD'nin müttefikler yanında savaşa katılmasıyla kendisinin
tehlikesiz yerde bulunup sanayinin savaş amacıyla geliştirmesi ve
müttefiklere (özellikle İngiltere ve Rusya'ya) geniş ölçüde yardımı
arttırması sonucu, diğer ülkeler de kuvvetlerini artırarak savaş talihi
yavaş yavaş tersine dönmüş, Alman, İtalyan ve Japon kuvvetleri her tarafta
geriye sürülmeye başlamıştır.
Özellikle, Rusların Stalingrad'da direnmeleri Almanları çok sarsmış ve
Ruslar ilerlemeğe başlamıştır. Öte yandan, Afrika'da da Mısır civarındaki
El-Alemeyn savaşı ile Alman ilerlemesi durdurulmuş ve yavaş yavaş geriye
gidiş başlamıştır. 1942'de Amerikan ve İngiliz kuvvetlerinin Kuzey
Afrika'ya çıkarma yapmaları ile buralardaki Alman kuvvetleri büsbütün zor
duruma girdiler. 1943'de ise müttefik kuvvetler İtalya'ya Sicilya
çıkarmasını yaparak, savaşı artık Avrupa'ya doğru Almanya yönüne
döndürdüler. Müttefiklerin İtalya'yı işgale başlamaları sonucu Almanlar
çekildi ve Mussolini devrilerek, 1944'de İtalya mütareke yaparak teslim
oldu.
Rusya, Almanlarla çarpışan kuvvetlerinin yükünü hafifletmek için batıdan
da müttefiklerin Avrupa'ya saldırmasını istemekteydi. Böylece bir "İkinci
Cephe" açılacaktı. Müttefiklerin (Overlord Harekatı) Kod ismiyle andıkları
bu plan da 6 Haziran 1944'de General Eisenhower'in yönetiminde gerçekleşti
ve Fransa kıyılarında Normandiya'ya büyük bir çıkarma yapıldı. Artık savaş
Almanya için çok kötü günler hazırlıyordu ve her yöndenhızlı bir gerileme
ile bütün alınan topraklar elden gidiyordu. Özellikle, savaşın Alman
topraklarına intikali ileşiddetli direnme başladı ise de Almanya'nın bir
kısmı müttefiklerin, bir kısmı ile Berlin'de Rus kuvvetlerinin eline
geçti. Hitler intihar etti. Amiral Dönitz devlet başkanı oldu ve 7 Mayıs
1945'de Almanya Reims'de kayıtsız şartsız teslim anlaşmasını imzalayarak
savaş Avrupa'da sona erdi.
Pasifik'teki savaşta da Japonların başlangıçta yayılmalarından sonra,
özellikle deniz-hava savaşları yoğunlaştı ve Coral Sea, Midway, Leyte gibi
yerlerdeki savaşlarda Japon donanma ve hava kuvveti ağır kayıplar verince,
Amerikan kuvvetleri "kurbağa sıçraması" denilen bir taktikle Pasifik
adalarını birer birer almağa başlayıp Japonya'ya doğru ilerlemeğe
başladılar. Okinwa adasında büyük bir kara savaşı oldu. Japon gerilemesi
de iyice başlamıştı. Bu arada Avrupa'da savaş bitti. Fakat Pasifikte
Japonya direnmeğe devam ediyordu. Nihayet, 05 Ağustos 1945'te Hiroşima'ya
ilk atom bombası atıldı. 8 Ağustos'ta Rusya da Japonya'ya savaş açtı. 9
Ağustos'ta da Nagasaki üzerinde ikinci atom bombası atıldı ve 14 Ağustos
1945'te Japonya da kayıtsız şartsız teslim oldu. Böylece İkinci Dünya
savaşı sona erdi Hiroşima'da 60 bin ve Nagasaki'de 36 kişi atom
bombasından ölmüştür.
Bu savaş sırasında yoğun askeri harekatın yanısıra önemli diplomatik temas
ve konferanslar da yapılmıştır.
İlk önemli olay, Hitler'in 19 Temmuz 1940'da yardımcılarından Hess'i
İngiltere'ye gizlice gönderip barış teklif etmesidir. Bu teklif
İngilizlerce kabul olunmamıştır.
1941 Ağustos'unda, Roosevelt ile Churcill Atlantikte bir savaş gemisinde
buluşarak, "Atlantik Yasası" (veya beyannamesi) (Atlantic Charter) denilen
belgeyi imzaladılar. Beyannamenin esas prensipleri özgürlük ve
demokrasinin korunması hakkındaydı ve sonraları Birleşmiş Milletler
Andlaşmasının temeli olmuştur. Aynı yıl sonlarında, Washington Roosevelt
ile Churcill tekrar buluştular.
1 Ocak 1942'de Almanya'ya karşı savaş açmış bulunan 26 devletin imzası ile
Washington'da "Birleşmiş Milletler Beyannamesi" isimli belge imzalandı ve
Atlantik Yasasındaki prensipler kabul olunarak, son zafer kadar savaşın
sürdürülmesi kararlaştırıldı. 18-20 Temmuz 1942'de, Londra'da
İngiliz-Amerikan Konferansında, Kuzey Afrika'ya öncelikle bir çıkarma
yapılması ve Avrupa'da açılacak ikinci cephe için çıkarmanın da 1943
yılında alınması kararlaştırıldı.
30 Ocak 1942'de, Adana'da Türk Cumhurbaşkanı İ. İnönü ile Churcill
görüştüler ve Türkiye'nin savaşa katılması konuşuldu. İnönü ihtiyatlı
davrandı ve önce önemli askeri malzeme yardımı istedi.
12-26 Mayıs 1943'de Washington'da Churcill ile Roosevelt arasındaki
konferansta, İtalya'ya çıkarma yapılması, Avrupa'daki ikinci cephenin
açılması ve savaş sonrasında kurulacak Avrupa ve dünya düzeni haklarında
kararlar alındı. Aynı yılın Ağustos'unda, Churcill ile İngiliz ve ABD
Genelkurmayları arasında "Overlord" kod ismiyle ikinci cephe ve "Anvil"
ismiyle Sicilya çıkarması planları kesinleşti.
19-30 Ekim1943'de Moskova Konferans'ında 3 müttefik Dışişleri Bakanları
(Hul, Eden ve Molotov) ikinci cephenin açılması, savaş sonrasında
sürdürülecek işbirliği, büyük devletlerin nüfuz sahaları, kolonilerin
geleceği, savaş suçlularına yapılacak işlemler gibi konuları görüştüler.
Aralarında bazı anlaşmazlıklar belirdi.
1943 yılı 22-26 Kasım tarihlerinde Ruslarla Tahran'da görüşmeye orturmadan
önce, Roosevelt, Churcill ve Çan Kay Şek aralarında Kahire Konferansını
yaptılar.
28 Kasım-1 Aralık 1943 Tahran konferansında Roosevelt, Churcill ve Stalin
biraraya gelerek şu ana konularda karar aldılar; İkinci cephenin açılması,
Türkiye'nin savaşa girmesi, dünyanın savaş sonrası düzeni, Polonya'nın
geleceği, Müttefik çıkarmasının Fransa'ya yapılması gibi konularda oldu.
Tam bir anlaşma görülemedi.
4-6 Aralık Kahire toplantısında, Churcill ile İ.İnönü Türkiye'nin savaşa
katılmasını tekrar görüştüler. Churcill biran önce Türkiye'yi savaşa
sokmak arzusundaydı, fakat İnönü ihtiyatlı davranmaktaydı.
1944 yıl 21 Ağustos-7 Ekim arası Amerika'da Dumbarton Oaks Konferansı
yapıldı ve gelecekte kurulacak Birleşmiş Milletler Teşkilatının esasları
saptandı.
9-20 Ekim'de de Churcill ve Stalin Moskova Konferansında, Balkanlardaki
nüfuz bölgeleri, Montrö Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesi gibi
konuları görüştüler. Polonya'nın sınırları konusunda anlaşmazlık oldu.
4-11 Şubat 1945'te, Yalta Konferansında Roosevelt, Churchill, Stalin
toplanarak, Uzakdoğudaki durumun geleceği, Almanya'nın geleceği, savaş
tazminatları, Birleşmiş Milletlerin kuruluşu, Polonya meselesi İran ve
Boğazlar konularını görüştüler. Bu konferans savaş sonrası dünyasının
geleceği için çok önemli olmuştur. Bazı yazarlar buna "dünyanın taksimi
konferansı" demektedirler. Ruslar bu konferansta kendi lehlerine birçok
kararlar çıkardılar. Bu toplantıda, ABD ile Rusların savaş sonrasındaki
nüfuz ve çıkar bölgelerini saptadıkları ve ileri sürülmektedir.
17 Temmuz-2 Ağustos Potsdam Konferansında, ABD, İngiliz ve Sovyet
liderleri tekrar biraraya geldiler. Ancak, Roosevelt ölmüş yerine Truman
geçmişti ve İngiltere'yi Churcill temsil etmekteyken bu sıradaki seçimleri
kaybettiğinden yeni Başbakan Atlee onun yerine devam etti. Rusya'yı ise
gene Stalin temsil etmekteydi.Bu konferansta Almanya'ya yapılacak muamele
hakkında Yalta'da alınmış olan kararlar tekrar teyid edilmiş ve şimdilik
bir hükümet kurulmaması, ekonomik ve endüstriyel büyük karteller,
töristler ve sendikaların dağıtılması, ve savaş sonrası üretiminin
kısıtlanması öngörülüyordu. Doğu Prusya'daki Königsberg ve civarı Rusya'ya
bırakılıyordu. Polonya'nın batı sınırı Oder-Neisse hattı oluyor,
Çekoslovakya, Macaristan ve Polonya'daki Almanlar için de Almanya'ya göç
kararı alınıyordu.
Böylece bu konferans Almanya'nın geleceği ve doğu Avrupa ülkeleri için
önemli neticeler yaratmıştır. Topyekün savaş (total war) niteliğindeki
İkinci Dünya Savaşı, askerlik tekniği yönünden de çok önemli sonuçlar
vermiştir. Tank ve zırhlı raçlar çok geniş ölçüde kullanılmış, hava
kuvvetleri de hayati önemde olduklarını ispatlamışlar ve en büyük rolü
oynamışlardır. Denizaltı savaşları da bu silahın etkinliğini ortaya
koymuştur. Ayrıca uçak gemileri Pasifik savaşında, bunların gelecek için
ne kadar kıymetli ve vurucu bir silah olduğunu ispatlamıştır.
Denizden karaya yapılan Normandiya ve Pasifik çıkarmaları ise askerlik
alanında yeni bir amfibik harekat devri açmıştır.
"Pilotsuz uçak" denilen V-1 ve V-2 Alman füzelerinin de kullanıldığı bu
savaşın en önemli askeri neticesi kuşkusuz, atom bombasının yapılması ve
kullanılması olmuştur.
İkinci Dünya Savaşında uğranılan kayıplar olağanüstü derecede önemli
olmuştur. Bazı kaynaklara göre savaş masrafları 1.5 trilyon Dolar olmuş,
diğer bazı kaynaklar ise uğranılan tahribat ile maddi kaybın 4 trilyon
Dolar olduğunu hesaplamışlardır.
Bu savaş boyunca (1939-45) çeşitli ülkelerde 110 milyon kişi silah altına
alınmıştır. Bunların 27 milyonu savaşta cephelerde kırılmış, 25 milyon
kişi de cephe gerisinde sivillerden ölmüştür (Bu rakamın 5-6 milyonu
Nazizmin yürüttüğü ırkçılık olayları neticesi yokedilen, büyük çoğunluğu
yahudi olan halktır). Savaşta en ağır kayıplar Rusya'nın (17 milyon) ve
Almanya'nın (6 milyon) olmuş, ABD ise 259 bin kayıp vermiştir.
İkinci Dünya Savaşı bina ve yerleşme merkezlerinin tahribi bakımından da
insanlığa felaketler getirmiştir. Örneğin Almanya'da 1.6 milyon ev
yıkılmış (7.5 milyon kişi evsiz kalmış), Rusya'da ise 6 milyon ev yıkılmış
ve 1710 şehir ve kasaba ile 70 bin kadar köy tahrip olmuştur.
İkinci Dünya Savaşından önemli miktarda toprak kazanarak çıkan tek ülke
Rusya olmuştur. Finlandiya'dan parçalar, Estonya, Letonya, Litvanya, Doğu
Prusya'nın bir kısmı, Polonya'dan Çekoslovakya'dan ve Romanya'dan parçalar
alarak toplam 475 bin km. kare toprak ve buraların 24 milyonluk nüfusunu
almıştır.
Savaş sonucu, Almanya, Doğu ve Batı olarak iki parçaya ayrılmış, doğu
Avrupa ülkelerinde (Polonya, Romanya, Macaristan, Çekoslovakya,
Bulgaristan, Arnavutluk) komünist rejim kurulmuş, Çin'de yıllardan beri
süren komünist ihtilal birkaç sene içinde başarıya ulaşarak, bu ülke de
komünist rejimi benimsemiştir.
Savaş sonrasından Batılı ülkelerde büyük sayıda asker terhis etmişler ve
artık Birleşmiş Milletler'in dünya düzenini sağlayacağını düşünmüşlerdir.
Ancak, çıkan çeşitli pürüzlü konular ve gerginlikler ile "Soğuk Savaş"
denilen döneme girilmiş, yeniden askeri ve siyasi bloklaşmalar (NATO ve
Varşova Paktı) ile silahlanma yarışına ve özellikle nükleer silahların
geliştirilmesine önem verilmiştir.
Savaş sonrasında, 1947'de Paris Barış Antlaşmalarıyla, Müttefiklerle
İtalya, Finlandiya, Bulgaristan, Macaristan ve Romanya arasında barış
yapılmıştır.
Japonya ile de 1952'de San Fransisco Barış Antlaşması imzalanarak Amerikan
işgali sona ermiş ve bu ülkeye yeniden bağımsızlık verilmiştir.
Almanya ikiye bölünmüş ve ayrı ayrı devletler halini almış
bulunduklarından, bir barış antlaşması imzalanması mümkün olamamıştır.
Savaştan sonra Nürnberg'de bir Müttefik askeri mahkemesi Nazi harp
suçlularını yaralayarak idama ve ağır hapis cezalarına mahkum etmiştir.
İnfitah Politikası: bkz. Açılma Politikası
İngiliz-İran petrol anlaşmazlığı
İran Hükümetinin 1951'de petrol endüstrisini devletleştirmesiyle başlayan
sorun. İran petrollerini İngiliz petrol şirketi Anglo-Iranian Oil Company
işletiyordu ve hisselerin çoğunluğunu da elinde bulunduruyordu. İşletme
hakkını veren anlaşma 1933'te imzalanmıştı. İran Hükümeti İngiltere'nin bu
şirketi bir siyasal baskı aracı olarak gördüğünü ileri sürdü. Bu arada
şirket, İngiliz donanmasına petrol sağlarken, İran'da İranlılara iş
olanakları yaratmakta, çalışma şartlarını iyileştirmemekteydi. 1949'da
yapılan ikinci anlaşma İran kamuoyunda büyük tepki doğurdu. Ulusal cephe
hareketinin lideri Dr. Muhammed Musaddık başbakanlığı ele geçirdi ve
petrol endüstrisini devletleştirme girişimleri başladı. Bu, denetimi
elinden bırakmak istemeyen İngiltere ve Batı'nın tepkisine yol açtı.
Devletleştirme yasası İngiliz şirketini feshetmişti. Aslında anlaşmazlık
şirket ile İran hükümeti arasındaydı ama işin içine İngiliz Hükümeti de
girdi. İngiltere'nin uyguladığı ekonomik ambargo, ABD ile Dünya Bankasının
verdikleri krediyi kesmeleri İran'ı büyük bir ekonomik sıkıntıya soktu ve
Dr. Musaddık 1953'te düşürüldü. 5 Ağustos 1954'te yeni bir petrol
anlaşması imzalandı. 8 yabancı şirketten oluşan bu konsorsiyum İran
petrollerini işletecekti. İngiliz Anglo-İran'ın Oil Company'nın hissesi
%40, Hollanda'ya ait royal Dutch şirketinin %16, Fransız şirketinin %6 ve
geriye kalan 5 ABD şirketinin herbirinin de %8'er hissesi olacaktı ve
karın %50'si İran'a verilecekti.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi: bkz. İnsan Hakları
İnsan Hakları Evrensel Koruma Sözleşmesi: bkz. İnsan Hakları
İnsan Hakları Evrensel Sözleşmesi: bkz. İnsan Hakları
İran Devrimi (Iran's Revolution)
4 Kasım 1979'da Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin önderliğindeki islamcılar
tarafından İran halkının büyük desteğini de arkalarına alarak İran Şahı
Rıza Pehlevi'nin iktidardan düşürülmesidir. İran Şahı, ABD'nin müttefiki
olduğu için Başkan Carter İran'ın ABD'deki 12 milyar dolar tutarındaki
varlığını dondurmuş ve Şah döneminde kararlaştırılmış olan silah ve askeri
araçların satışını durdurmuştur. Humeyni hükümeti daha sonra pek çok
Batılı ülke gibi ABD'yi "Büyük Şeytan" olarak nitelendirip bu ülke ile
diplomatik ilişkilerini kesmiştir. Ardından, 14 Aralık 1979'da Tahran'daki
ABD Büyükelçiliğindeki diplomatlar rehin alınmıştır. Rehineler Ocak
1981'den sonraki ABD Başkanı Ronald Reagan'ın göreve başlama töreni
sırasında serbest bırakılmışlardır.
Irangate
İran-Irak savaşı sırasında ABD'nin İran'a gizlice yaptığı silah satışının
ortaya çıkmasıyla başlayan skandal. İran İslam Devrimi ve Rehineler Olayı
sonucu İran ve ABD ilişkileri gerginleşmiş, bu, ABD'nin İran'la diplomatik
ilişkilerini kesmesine kadar varmıştır. 1980'de başlayan İran-Irak
savaşında, ABD savaşa girmemekle birlikte bazı çatışmalarda yeralmıştı.
Savaş sırasında Kongrenin aldığı kararların dışına çıkılarak İran'a
gizlice silah satışı yapıldığı 1986 Kasım'ında ortaya çıktı. Başkanlık
Özel Araştırma Kurulu (Tower komisyonu olarak da adlandırılır) Ulusal
Güvenlik Konseyi'nin bu skandalla bağlantısını araştırma görevini aldı.
Tower Komisyonu Raporu'nun açıklanmasıyla Beyaz Saray danışmanlarında
Donald Reagen istifa etti. Delil yetersizliği nedeniyle, Başkan Ronald
Reagan'ın bu olayla ilgili kişisel sorumluluğunun bulunmadığı anlaşıldı.
Irangate skandalı 1989'da sonucu bağlandı. Ulusal Güvenlik Konseyi
üyelerinden eski deniz yarbayı Oliver North, Kongre çalışmalarını
engellemek, illegal yollardan para almak ve Beyaz Saray belgelerini yok
etmekten suçlu bulundu.
İran-Irak Savaşı (Iran-Iraq war), 1980-1988
İran ve Irak arasındaki savaş. Irak Hava Kuvvetleri'nin Tahran havaalanı
da dahil olmak üzere bazı İran havaalanlarını bombalaması ve bunun
sonucunda İran'a ait petrol alanlarında ve havalanı tesislerinde ciddi
hasarın ortaya çıkmasından sonra 22 Eylül 1980 tarihinde resmen
başlamıştır. Savaş, Irak'ın Ağustos 1988'de Birleşmiş Milletler kararını
kabul etmesi ile sona ermiştir. ABD, İran birliklerinin hareketleri ve
muharebe düzenleri konusunda Irak'a istihbarat yardımında bulunmak
suretiyle, bu savaşta etkin bir rol oynamıştır. İran, 4 Kasım 1979'da
Tahran'daki ABD Büyükelçiliği'nde 62 Amerikalıyı rehin almış ve ABD'nin
İran'daki bu yeni İslamcı rejim ile herhangi bir diplomatik ilişkisi
olmamıştır. ABD önderliğindeki Batılı ülkeler Şii İslam düşüncesinin Suudi
Arabistan, Mısır, Ürdün, Kuveyt ve Emirlikler'e yayılmasından endişe
etmiştir. Bu bölge, coğrafya (bölgede Sovyet yayılmasına karşı stratejik
bir denge) ve petrol açısından uluslararası düzeyde önem arzetmektedir.
Savaşta, zehirli gaz ilk kez Iraklılar tarafından kurbanlar arasında çocuk
yaştaki gençlerin çoğunlukta olduğu İranlılara karşı kullanmıştır. Her iki
taraf da bir-iki milyon civarında ölü verdiklerini iddia etmişlerdir.
Bu savaş, üçüncü dünya ulusları arasında ortaya çıkan gerçek anlamdaki ilk
önemli savaştı. Savaş boyunca ABD Irak'a yardım ederken, İsrail de silah
ve savaş aracı satmak suretiyle İran'a yardım etmiştir. Türkiye, bu iki
komşusu arasındaki savaşta tarafsız kalmaya gayret etmiş ve her iki ülke
ile olan ilişkilerini kesintiye uğratmamıştır.
İran-Irak Şattülarap Andlaşması: bkz. Cezayir Andlaşması
İsrail-Arap Çatışması: bkz. Arap İsrail Savaşları
İsrail'in Kuruluşu Sorunu
1917 Balfour Bildirisi ile İngiliz Dışişleri Bakanı'nın Filistin'de
Yahudiler'e bir "ulusal yurt" kurulması çabasının İngiliz Hükümeti
tarafından destekleneceğini açıklamasıyla başlayan ve burada 2. Dünya
Savaşı'ndan sonra bağımsız bir İsrail Devleti'nin kurulmasıyla sona eren
gelişmeler. Siyonistler bu bildiriden sonra diğer İtilaf Devletleri'nin de
bu deklarasyona katılması için çalışmışlardır. Fransa 1918 Şubat'ında,
İtalya ise hemen sonra desteklerini açıkladılar. 1. Dünya Savaşı bittikten
sonra yapılan San Remo Konferansı ile Filistin, İngiliz "mandat"
yönetimine bırakıldı ve burada çok sayıda Yahudi yerleşim alanı kuruldu.
1920 Eylül'ünde 16500 kişilik bir Yahudi grubunun Filistin'e göç etmesi
karar altına aldırıldı. 1934'de Filistin'deki Yahudilerin sayısı,
Naziler'in iktidara gelmesi sebebiyle hızlanan yasadışı göçler nedeniyle
900.000'i buldu. Eğitilmemiş ve sermayesi olmayan Araplar, Eğitilmiş ve
sermayesi ile gelen Yahudilerle rekabet edemezdi ve zamanla Araplar kendi
ülkesinde ikinci sınıf yurttaş haline geldi. Bu, Araplarla Yahudiler
arasında çatışmalar yarattı. 1936'da bir araya gelen Arap liderleri
Yahudiler'e karşı mücadelede önderlik edecek Arap Yüksek Komitesi'ni
kurdular ve başlattıkları genel grevi ulusal bir ayaklanmaya
dönüştürdüler. Bunun üzerine Filistin'e giden bir komisyon, Yahudilerle
Araplar'ın aynı devlet içinde yer almasının mümkün olamayacağını,
Filistin'in bölüştürülmesi gerektiğini öneren Peel Raporunu yayımladı. Bu
rapor Arap ayaklanmasının daha da şiddetlenmesine sebep oldu. 2. Dünya
Savaşı sonrasında Filistin toprakları üzerindeki İngiliz mandat yönetimi
sona ererken, sorun BM'ye götürüldü. BM Genel Kurulu 1947'de Filistin
topraklarının Araplar ve Yahudiler arasında bölünerek, Kudüs'e
uluslararası statü tanınmasını onayladı. 14 Mayıs 1948'de bağımsız İsrail
Devleti'nin kurulduğu açıklandı.
İstanbul Antlaşması, 1888
1882'de İngiltere'nin Mısır'ı ele geçirerek Süveyş kanalını kontrol altına
alması üzerine İstanbul'da 1888'de imzalanan anlaşma. İngiltere, sömürge
imparatorluğuna giden yolu güvence altına almak amacıyla, Hindistan'la
bağlantısını oluşturan Süveyş Kanalı'nı kontrol altına almak istemiş,
1882'de Mısır'ı işgal etmişti. O güne kadar bütün devletlerin kullanımına
açık olan Süveyş Kanalı'nın İngiltere'nin eline geçişi diğer büyük
devletlerde tepki yarattı ve bu anlaşma imzalandı. Bu görüşe göre, Süveyş
Kanalı yine bütün devletlerin gemilerine açık olacak, bu geçiş
serbestisinin güvenliği için kanalın her iki tarafında da üçer millik
alanda hiçbir silahlı çatışma veya da askeri harekat yapılmayacaktı.
İstanbul Antlaşması, 1915
1915 yılında İngiltere, Rusya ve Fransa arasında yapılan gizli anlaşma.
Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı'na girdikten sonra, açık denizlere
serbestçe geçiş sorunu Rusya için savaşın ana amacı haline gelmiştir.
Rusya, Çanakkale Savaşları'nın sürdüğü 1915 yılında harekete geçerek
müttefiklerine İstanbul ve Boğazlar üzerindeki isteklerini kabul ettirdi
ve 18 Mart 1915'te İstanbul Antlaşması İngiltere, Fransa ve Rusya arasında
imzalandı. Bu antlaşmaya göre istanbul dahil, Midye-Enez çizgisinden
Sakarya akarsuyunun Karadeniz'e döküldüğü yere kadar tüm Boğazlar Bölgesi
Rusya'ya bırakılıyordu. Buna karşılık Rusya, İngiltere ve Fransa'nın
Ortadoğu üzerindeki planlarına karışmayacaktı. Çanakkale Savaşları'nda
İngiltere ve Fransa'nın başarısızlığa uğraması, Sovyet Devrimi'yle
Rusya'nın savaştan çekilmesi gibi sebeplerle antlaşma uygulanamamıştır.
İtalyan Ulusal Birliği
19. yy.'ın ortalarına gelindiğinde İtalya henüz ulusal birliğini kuramamış
ve merkezi bir hükümete sahip olamamıştı. Aslında bunun sağlanabilmesi
için İtalya'nın savaş alanlarında önce Avusturya'yı yenilgiye uğratması
gerekiyordu. Çünkü Viyana Kongresi Kararıyla büyük ölçüde
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun etkisi altına alınmış
bulunmaktaydı. 1848'deki Avusturya'ya karşı başarısız denemelerden sonra
Piyemonte Başkanı Kont Camillo Cavour önce Fransa imparatoru III.
Napolyon'la ittifak kurdu ve 2 devlet 1859'da Magenta ve Solferino'da
zafer kazandılar. Lombardiya, Piyemonte'ye bağlandı. Orta İtalya
devletleri yapılan plebisitler sonucu Piyemonte'yle birleştiler Sicilya ve
Napoli Garibaldi tarafından işgal edilmişti. Bunların alınmasıyla Venedik
ve Roma dışında tüm İtalya yarımadası Piyemonte çevresinde birleşmiş oldu.
İtalya Parlamentosu 1961'de Piyemonte monarkı II. Vittorio Emanuele'yi
Birleşik İtalya'nın kralı ilan etti. 1866'da Avusturya'nın Prusya'ya
yenilmesiyle Venedik yine Prusya'nın 1871'de Fransa'yı yenmesiyle Roma
İtalya'ya katıldı ve İtalya Birliği 1871'de tümüyle tamamlandı.
Jacoben Diplomasisi
Jacobenlerin 1793'te Fransa'da uyguladığı diplomasi. 1793 Fransız
Anayasasında belirtilen devrimci diplomasinin ilkeleri şunları içeriyordu:
Fransız ulusu, diğer halkların iç rejimine karışmayacak ve kendi
içişlerine karışılmasını da kabul etmeyecekti; Fransa'da zorbalama iltica
hakkı tanınmayacak ve işgalci düşmanlarla barış yapılmayacaktı. 1793
Anayasası çok etkili olmamasına rağmen Jacoben diplomasisi etkili bir
biçimde uygulanmıştır.
Joe Amca (Uncle Joe)
İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyet lideri Stalin'e Amerikalıların
verdiği isimdir. Özellikle ABD Başkanı Roosevelt, savaş sırasında
Stalin'in etkisinde kalmış ve ona büyük ölçüde sempati ve güven beslemiş,
bunu belirlemek için de ona "Joe Amca" (Josef'ten kısaltma) samimi ismini
vermiştir. Stalin'de savaş bitimine kadar Roosevelt'in bu zaafından kendi
politikası ve çıkarları için hayli yarar sağlamış ve soğuk savaş dönemine
girilmesinde Roosevelt'in bu tutumuyla temeli atılan birçok husus önemli
rol oynamıştır.
Johnson Mektubu, 1964
1963 yılı Aralık ayında Kıbrıs'ta ortaya çıkan gergin durum ve kanlı
olaylar üzerine, Türk toplumunun güvenliğini korumak ve Rumların
katliamlarının bir jenoside dönüşmesini önlemek amacıyla Türkiye, 1960
Garanti Andlaşmasına taraf devlet olarak sahip bulunduğu hakları
kullanarak 1964'te Kıbrıs'a çıkarma yaparak müdahalede bulunmağa karar
vermiştir. Ancak, o zamanki ABD Başkanı Johnson, Başbakan İsmet İnönü'ye
önemli bir mektup yollayarak bu işe karşı bir karar almış ve hükümetimiz
de bu durumda müdahaleden vazgeçmiştir. Bu mektup, Türk Amerikan
ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir.
Jüpiter Füzelerinin Sökülmesi Olayı
Küba'daki "Ekim Füzeleri Bunalımı"nın sonucunda Sovyetler Birliği'nin
karşılık olarak, ABD'nin Türkiye'deki füzelerinin sökülmesini istemesi
üzerine gelişen olaylar. ABD, 1959 yılından hemen sonra Türkiye'ye Jüpiter
füzeleri yerleştirmişti. Küba Bunalımının ortaya çıkmasından sonra,
Sovyetler Birliği, ABD'nin Türkiye'deki benzer nitelikteki füzeleri
söktüğü takdirde, Sovyetler Birliği'nin de Küba'dakileri sökeceğini
bildirmişti. Soğuk savaşın doruğunda yaratılan bu yumuşama ve görüşme
havasının sonucu olarak Jüpiter Füzeleri, ABD tarafından Türkiye'nin
görüşü alınmadan Kasım 1962'den itibaren sökülmüştür.
Kahire Konferansları: bkz. II. Dünya Savaşı
Kapitülasyon Ahitnamesi
Osmanlılar'da bir kapitülasyon ayrıcalığının tanınması durumunda tanınan
ayrıcalıkların neler olduğuna ve kime tanındığına ilişkin sözleşme.
Osmanlılarda bir kapitülasyon ayrıcalığının tanınması işlemi hukuk
kurallarına uygun olarak gerçekleştirilmektedir. Böylece önce
gayri-müslimlerin islami ile dostluk ve barış içinde olmayı kabul etmesi
(eman) gerekmektedir. Bu sözverme karşılığı imamın anılan müsteminlerin
can ve mal varlığını garanti etmesi sonucu bir ahitname (sözleşme) yapılır
ve Osmanlı ülkesinde elde ettikleri kapitülasyon ayrıcalıkları
belirtilirdi. Tanınacak ayrıcalıklar nedeniyle müstemin ile müslümanlar
arasında dinsel açıdan kimi sorunlar çıkması olasılığı varsa,
şeyhülislamdan kuşkuları giderecek bir fetva alınırdı. Ondan sonra da
padişahın, berat ya da nişan adı verilen bir erman ile, müsteminin bu
ayrıcalıklardan yararlanmasını tanıması gelirdi.
Kapp Darbesi, 13 Mart 1920
Amerika doğumlu bir gazeteci olan Wolfgang Kapp'ın önderliğinde Erhardt
Tugayı'nın Berlin'de 13 Mart 1920'de yönetimi ele geçirerek Kurucu Meclisi
dağıttıklarını ilan ettikleri darbe. Kapp Darbesi Berlin'deki işçi ve
memurlarını genel grevi nedeniyle başarısız oldu, ancak Almanya'da
militarist hareketlerin başlandığını gösterdi.
Karışmazlık Komitesi, 1936
Karışmazlık ilkesinden doğan sorunları ele almak amacı ile Londra'da 1936
Eylül'ünde kurulan komite. İspanya'daki iç savaşa karışıldığı takdirde
bunun Avrupa çapında bir savaşa yol açabileceğinden korkuluyordu.
İngiltere'nin ısrarıyla kuruldu. Komitenin aldığı karara göre her iki
tarafa da yardım gönderilmeyecekti. Burada, uluslararası hukuk açısından
ilginç bir durum ortaya çıkmıştır. Çünkü karara göre, asiler olduğu kadar
meşru merkezi hükümet de dışardan yardım alamıyor ve böylece asilerle
meşru otorite aynı statüye indiriliyordu.
Karışmazlık Komitesi'nin aldığı bu karara İngiltere ile Fransa uymuş, ama
Almanya ile İtalya uymamıştır. İtalya ve Almanya'nın yardımıyla general
Franco 1939 yılında İspanya'ya tam anlamı ile egemen olmuştur. Böylece
komite fiilen dağılmış oldu. Bu komite İspanya'ya dışardan silah ve
malzeme gönderilmesini engellemek için Nisan 1937'de, İspanya kıyılarını
bölgelere ayırarak, her bölgenin kontrolünü Fransa, İngiltere, İtalya ve
Almanya'ya verdi. Karışmazlık Komitesi 1938 Nisan'ında, İspanya'daki bütün
yabancı gönüllülerin kademeli olarak çekilmesi için bir plan kabul etti.
Karlofça Antlaşması, 1699
İkinci Viyana kuşatmasından sonra Avusturya, Lehistan, Venedik ve
Rusya'nın katılmasıyla kurulan ittifakın sürdüğü savaşlar sonunda
Karlofça'da yapılan antlaşma (26 Ocak 1699). Zenta yenilgisinden sonra
Osmanlı devleti barış yapmaya taraftar göründü. Bu sırada Fransa ile
anlaşmazlık işinde bulunan Avusturya, Osmanlılar ile barış yapmak istedi.
Venedik hükümeti, Avusturya'nın dileklerine boyun eğmek zorunda kaldı.
Kutsal ittifakın diğer iki üyesi Lehistan ve Rusya ise, savaşı sürdürmek;
bunu karşılık Avrupa meselelerinde önemli rol oynayan İngiltere ve
Felemenk hükümetleri de Avrupa'da barışı kurmak istiyorlardı. Amcazade
Hüseyin Paşa Osmanlı hükümetinin barış isteğini Avusturya'ya bildirdi ve
Erdel'deki Osmanlı haklarının korunması, bazı kalelerin yıktırılması
gerektiğini ileri sürdü. Bununla birlikte Avusturyalıların Erdel üstündeki
ısrarlarını kabul etmek zorunda kalan Hüseyin Paşa, diğer şartları 27 Ocak
1698'de, Edirne'de bir protokola bağladı. 23 Temmuz 1698'de, padişah
Mustafa II, Reisülküttap (hariciye vekili) Rama Mehmet Efendiye
başmurahhas ve A. Mavrakordato Beyi, büyükelçi ve ikinci murahhas olarak
görevlendirildi. Uzun görüşmelerden sonra Avusturya imparatoru Leopold
I'ın teklif ettiği buluşma yeri (Karlofça kasabası) iki tarafça kabul
edildi.
13-16 Kasım tarihleri arasında yapılan dört görüşme sonunda Macaristan
sınırı çizildi. Bosna sınırında Posut'dan Brot kalesine kadar Sava
nehrinin sınır olması kabul edildi. Bununla birlikte Brot (Brod), Dobay
(Debej) Yesanofçer (Jasenowaç), Dupiçe (Dubica), Kostayniçe (Kostajnica),
Novi, Krüpa, Bihke kaleleri üstünde birçok münakaşe yapıldı. Nihayet
Kostaniçe'nin Avusturya'da kalmasına karşılık, diğerlerinin boşaltılması
kararlaştırıldı. Sınır meseleleri böylece çözümlendikten sonra, hukuki,
ticari ve askeri bölümlere geçildi. Jitva (jitwa) sözleşmesi, Osmanlılarca
da kabul edildi ve bu antlaşmanın 25 yıl süre ile geçerli olması
kararlaştırıldı. Avusturya ile görüşmeler devam ederken diğer devletler
ile de görüşmelerin tamamlanmasına çalışılıyordu. Lehistan ile 22 Kasım'da
başlayan görüşmeler sonunda 11 maddelik bir antlaşma yapıldı. Buna göre,
Osmanlı imparatorluğu Padolya'yı boşaltacak ve Ukrayna'da kurduğu "Kazak
hatmanlığını ortadan kaldırarak bu topraklardan çekilecekti. Ayrıca
Cemeniec kalesini tahrip edecek, Kırım akınlarının durduralacağı konusunda
garanti verecek, bunlara karşı Boğdan'da Lehlilerin işgali altında bulunan
Suçeva (Suczava), Roma (Romania), Nemçe (Nijamtzo), Soroka (Soroca) ve
Kampulek kalelerini geri alacaktı. Karlofça Konferansının en uzun süren
görüşmeleri Venediklilerle oldu. Ruzzini'nin Edirne mukavelenamesini
tanımak istememesi üzerine, 17 Kasım'da başlayan görüşmeler uzadı. Sonunda
Avusturya işe karıştı ve antlaşma maddelere bağlandı. (23 Ocak 1699)
Karşılıklı ve dengeli güç indirimi (mutual and balanced force
reduction-MBFR)
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ve Varşova Paktı arasında,
tarafların Avrupa'daki askeri varlıklarının azaltılması yönünde yapılan
görüşmeler. NATO içerisinde 1968 yılında gelişen bu fikir, 1970 Roma
toplantısında öneriler halinde Varşova Paktı'na resmen bildirilmiştir.
1971 yılında Sovyet lideri Leonid Brejnev konuyu görüşmeye hazır
olduklarını bildirmiştir. Görüşmeler 1973 yılında Viyana'da başlandı.
Toplantılara Fransa ve İzlanda devletleri dışındaki bütün NATO devletleri
ve Varşova Paktı üyeleri katıldılar (i) Asıl katılan devletler: Bunlar
kuvvetlerinde indirim yapacak ülkelerdi. ABD, Kanada, İngiltere, Federal
Almanya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Sovyetler Birliği, Demokratik
Almanya, Çekoslovakya ve Polonya (ii) Özel statülü katılmacılar. Bunlar,
indirim bölgesinde kuvvetleri olmayan, dolayısıyla indirim yapmaları
sözkonusu olmamakla birlikte indirimden bir biçimde etkilenebilecek NATO
ve Varşova Faktı üyeleriydi. Bunlar için "kanat ülkeler" deyimi de
kullanılmaktaydı. Türkiye, Yunanistan, İtalya, Danimarka, Norveç,
Bulgaristan, Romanya ve Macaristan.
1973'ten beri süren MBFR görüşmelerinde Batı'nın tutumuna değişiklik
getiren bazı önerilerin Doğu Blokuna iletilmesi ve burda kabul edilmesiyle
gelişme sağlanmış ve tarafların görüşleri arasında, özellikle ikinci aşama
indirimleriyle ilgili güvenceler, Sovyet tanklarında indirim ve ortak
tavanlar gibi konularda yaklaşma olmuştur.
1980'li yılların ortalarına gelindiğinde, MBFR görüşmelerinde önemli bir
ilerleme kaydedilmedi. Özellikle ABD'nin Batı Avrupa'ya orta menzilli
füzeler yerleştirmeye başlaması ile görüşmeler bütünüyle kesilmiştir.
Ancak 1970'li yılların başlarından beri süren bu görüşmelerden elde edilen
değerli bilgi ve deneyler boşa çıkmadı. Çünkü MBFR'ın bittiği yerde 1988
yılında Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Müzakereleri (AKKUM-CFE) başladı.
Keşmir Sorunu: bkz. Hindistan-Pakistan Anlaşmazlığı
Kıbrıs Sorunu
Türkiye ile Yunanistan devletleri arasında Kıbrıs adası üzerindeki
anlaşmazlık. Ada, 1571 yılından 1878'e kadar Osmanlı Devleti'nin
egemenliğinde kalmıştır. 1878'de Osmanlı Devleti, Rusya'ya karşı
diplomatik desteğin bedeli olarak Kıbrıs'ı İngiltere'nin "geçici
yönetimi"ne bırakmıştır. Ancak İngiltere adada bir koloni yönetimi kurarak
1960'a kadar buradan çıkmamıştır. XIX. yüzyılda Yunanistan bağımsızlık
mücadelesinin başlamasıyla Rum Ortodoks topluluğu adanınYunanistan'a
bağlanması için çaba harcamıştır. Bu çabalar 1878'den sonra daha da
artmıştır. Ancak Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlıların almış
oldukları yenilgi ve Türkiye'nin Kıbrıs'taki haklarında vazgeçmesi ve
adanın 1923 Lozan Andlaşması ile İngiltere'ye geçmesi Rumların
ihtiraslarına bir süre gem vurmuştur. Yunanistan 1950'lerde Kıbrıs
Sorununu uluslararası platforma çıkarmak istemiş ve 1954 yılında Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu'na götürmüştür. 1955'te Albay Georgies Grivas EOKA
(Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü) adlı örgütü kurarak adada silahlı
eylemlere girişmiştir. Bu hareketler karşısında Fazıl Küçük önderliğindeki
Kıbrıslı Türkler de adanın Türkiye'ye verilmesini yada bölünmesini
istemeye başlamışlardır. Adada çatışmaların giderek alevlenmesi nedeniyle
artan diplomatik temaslar sonucunda 1959'da Zürih ve Londra Andlaşmaları
imzalanmıştır. Böylece 16 Ağustos 1960'tan başlayarak, Kurucu Andlaşma,
Garanti Andlaşması ve ittifak Andlaşması adını taşıyan andlaşmalarla
bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti devleti kurulmuş, ve bütünlüğü Yunanistan,
Türkiye ve İngiltere tarafından garanti edilmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin
1960 Anayasası, bir yandan iki toplumun eşitliğini, öte yandan da bu iki
unsurun egemenliği birlikte kullanmalarını öngörüyordu. 1963 sonlarında
Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios'un yerel yönetim ve maliye ile
ilgili konulardan önerdiği anayasa değişikliği (1960 Anayasası'nın 13.
maddesi) Türk tarafından reddedilmiştir. Türklere yönelik saldırıların
artması üzerinde Lefkoşe bir ateşkes hattı ile ikiye bölünmüştür. Mart
1964'te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, adaya barış gücünün
gönderilmesini kararlaştırılmıştır. Bu arada İnönün adaya müdahale etmeye
karar verdiğini açıklamıştır ve Türk uçakları da ada üzerinde uyarı
uçuşları yapmışlardır. Buna ABD'nin verdiği yanıt Haziran 1964'te Johson
Mektubu ile gelmiştir. ABD, Ağustos 1964'te Acheson Planı'nı ortaya
atmıştır. Bu plan çerçevesinde Türkiye'ye sadece adanın kuzeydoğusunda üs
ve kantonlar verilecek; bunun karşılığında Meis adası Türkiye'ye
geçecekti. Bu teklifi Türklerden önce Yunan-Rum tarafı reddedmiştir.
1964-1974 yılları arasında adadaki olayların devamlı olarak Kıbrıslı
Türklerin aleyhine gelişmesi, EOKA'nın sahneye çıkması, olayları daha da
artırmıştır. 1971'de Albay Grivas adada EOKA-B adlı örgütü yeniden
kurmuştur. 15 Temmuz 1974'te EOKA-B önderi Nikos Sampson'un Makarios'u bir
darbe ile devirerek kendisini başkan ilan etmesi üzerine, 1960
Anayasası'nın fiilen ortadan kalktığını gören Türkiye, 20 Temmuz 1974'te
Kıbrıs'a askeri birlikler çıkarmıştır. 22 Temmuz'da yapılan ateşkes
sonrası Cenevre Konferansları'nda İngiltere, Yunanistan ve Türkiye'nin
katılımıyla bir sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine Türkiye, Birinci Barış
Harekatından sonra 14 Ağustos 1974'te İkinci Barış Harekatına başlamıştır.
Türk birlikleri 16 Ağustos'ta Kıbrıs Türk kesiminin bugünkü sınırlarını
oluşturan Atilla Hattı'na ulaşmışlardır. Makarios'un adaya dönerek Aralık
1974'te Cumhurbaşkanlığı makamına yeniden geçmesi ve görüşmelerde bir
ilerleme sağlanamayacağının anlaşılması üzerine, 13 Şubat 1975'te adanın
Türk kesiminde Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti (KKTFD) kurularak, Rauf
Denktaş devlet başkanı olmuştur. Kıbrıs Türk Federal Meclisi, 15 Kasım
1983'te, Bakanlar Kurulu'nun hazırladığı bağımsızlık bildirgesini
oybirliği ile kabul ederek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilan etmiştir.
Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanıdığını açıklamıştır. BM
Güvenlik Konseyi 11 Ekim 1991 tarihinde Kıbrıs sorununa ilişkin olarak BM
Genel Sekreteri Perez de Cuellar tarafından hazırlanan raporu destekleyen
716 sayılı kararı kabul etmiştir. Kararda Kıbrıs'ta çözüm için temel
ilişkiler; a)Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak
bütünlüğünün korunması, b)adanın tamamını ya da bir bölümünün bir başka
ülke ile birleşmesinin, her türlü bölünme ve ayrılmanın dışlanması, c)iki
toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon içinde Kıbrıslı Rumların ve
Kıbrıslı Türklerin refah ve güvenliğini sağlayacak yeni bir anayasanın
yapılması olarak belirtilmekteydi. Bu plandan bir yıl kadar önce, Temmuz
1990'da Kıbrıs Rum yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyeti adına Avrupa Topluluğu
üyeliği için müracaat etmiştir. 1992 yılında BM Genel Sekreteri Boutros
Ghali önce bir "fikirler dizisi" (set of ideas) ortaya attı. Fakat bir
çözüme ulaşmak mümkün olmadı. Bunun üzerine Kasım 1992'de "güven yaratıcı
önlemler paketi"ni oluşturdu. Bu paket fikirler dizisini tamamlıyordu, ve
şunları öneriyordu; a)KKTC'ye uygulanan ambargo büyük ölçüde
hafifletilecek, b)KKTC'nin egemenliğinde bulunan Maraş Bölgesi, Birleşmiş
Milletler denetiminde Rum yerleşim ve kullanımına açılacak. c)Lefkoşe
Uluslararası Havaalanı ulaşıma açılacak. Türk tarafı, Ercan Havaalanı ile
Magosa Limanı'nın da uluslararası trafiğe açılmasını istemiştir. 1994'ten
itibaren sözedilen paketin küçük değişikliklere uğramış bir şekli
tartışılmaya başlandı. Bu yeni paket, daha çok Klerides'in tercihlerini
yansıtıyordu. 31 Mart 1994'te Denktaş, Birleşmiş Milletler'e güven
yaratıcı önlemler paketini kabul ettiğini bildirdi. 8 Haziran 1994'te, tüm
Rum siyasal partilerinin temsil edildiği bir karar verme organı olan
Kıbrıs Rum Ulusal Konseyi güven yaratıcı önlemler paketini reddetmiştir.
Böylece, Rum tarafının kararı ile bu paket ortadan kalkmıştır. 1993
sonundan itibaren Yunan-Rum tarafı, Kıbrıs sorunun görüşülme çerçevesini
Birleşmiş Milletlerden Avrupa'ya aktarmak istemektedirler. Avrupalı
devletler de Rumları tek taraf olarak kabul ediyor görünmektedirler.
Sözgelimi AB Komisyonu Haziran 1993'te yayınladığı bir avis (görüş)'te
Kıbrıs'ın bir Avrupa devleti olduğunu ve dolayısıyla Kıbrıs'ın Avrupa
Birliği'ne katılması yönünde bir engel bulunmadığını belirtmiştir. Yine
Avrupa Adalet Divanı 5 Temmuz 1994'te aldığı bir kararında Kıbrıs'tan
AB'ye ithal edilen mallarda Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ihraç belgelerinin
aranacağını belirtmiştir. Bu karar, AB'nin KKTC'ye ambargo koyması
demektir. Kıbrıs sorunu aslında, adada bir Kıbrıslı halkın değil, bunun
yerine Yunanistan ve Türkiye ile yakından ilişkili iki farklı halkın
varolmasıdır. Sorun, zamanla farklı boyutlar kazanarak devam etmektedir ve
hala kesin bir çözüme ulaşılamamıştır.
1