30 Nisan 2007 Pazartesi

[WASHINGTON] 27 Nisan sürecinin dış uzantıları . Kısaca Amc?k Ağızlılar

Önceki hafta bir grup Türk meslektaşla Amerikan Yahudi Komitesi'nin (AJC) organizesiyle İsrail'i ziyaret ettik. Büyük misafirperverlik gördük, çok şey öğrendik ( Misafirperverlik gördük devamı güzel ve anlamlı çok şey öğrendik. Kısaca Biz ne yaraklıyız görün de korkun ona göre yazın , uyarın birbirinizi . Ulan Giden Hödükler. Uyarınızı düzgün yapın. Deyin Bu amcıklara bu amcıklar gibi cevap vermek gerek . - yalan , korkutma , baskı , tehdit , şantaj dahil - ). Dünya Yahudi 'network'ünün en hayati 'proje'si olan İsrail'i yerinde gözlemledik. ( Can Damarlarından da sikmek lazım bi ibneleri , varmı yürekli milliyetçi , var mı yürekli türk-islamcı , varmı yarrak ?)

Türkiye'ye ve Türklere gösterilen yakın alaka bizi hassaten mutlu etti. ( Hadi canım Sende , skerim onların göstereceği yakınlığı da , o yakınlıktan mutlu olanları da)Ancak özellikle Türkiye'yi takip eden İsrail elitindeki Türk sevgisinin daha çok 'laikçi'lere endeksli olduğunu hissettim ( Biliyosunuz yahudiler domuz , bahsettiğin laikçiler de onların bir varyanti zaten ). Bizdeki bir kısım İslamofobik elitle güçlü bağları olduğu ve onlar gibi aşırı laikçi reflekslerle hareket ettikleri anlaşılıyordu. ( Biz de bizi tehdit eden her harekete karşı tedbirimiz var , isterseniz buna aşırı milliyetçi deyin , isterseniz aşırı zeki deyin , isterseniz anımızın amını görücez deyin; size kalmış )

İç işlerimizi iyi bilen İsrailli uzmanlarla da görüştük. Mesela bir emekli İsrailli büyükelçi ile akşam yemeğindeyken Abdullah Gül'e sıcak bakmadığını açıkça ifade edenler oldu. ( Biz de kendisine iyi bakmıyoruz o zaman ) Şaşırmadım; çünkü Amerikan Musevi cemaatinin bir ayağı İsrail'deki bazı etkili liderlerinin AK Parti yönetimini 'özde laik' görmediğini ve Filistin meselesine yaklaşımlarını beğenmediğini biliyordum (delirten var , Deliler de filistin yönetimine hiç iyi bakmıyorlardı). Başbakan Erdoğan'ın işi İsrail'e terörist demeye kadar götüren beyanlarından zaten yaka silkiyorlardı. ( Siktiğimin ibneleri) Gül'ü ise sinsi bir 'İslamcı' buluyor, cumhurbaşkanlığı makamında çok daha etkili bir dış siyaset aktörü haline gelmesinden çekiniyorlardı.( Sinsi diyen yılanlara bak, Kafanızı keseriz pis maymunlar )

Haddizatında Yahudi milliyetçiliğine dayalı Siyonizm ile aşırı Amerikan milliyetçiliğinin bileşkesinden oluşan neocon ideolojisi de aynı çizgide. Dindar Müslümanlara öteden beri potansiyel stratejik tehdit nazarıyla bakıyorlardı ( Onların bildiklerinden ve dile getirdiklerinden değilim öyleyse ben bu ibnelere dostmuyum. Yok öyle görüyorlarsa bilelim . Çok amerikalı da bize dostuz stratejik dostuz , dedi dedi gerekeni becerdiler. Ben de güzel amerikalı beceririm. Çok klasik ama tesbih gibi dizip dizip Clinton u da imame diye başlarına koymak lazım diye düşünüyorum, Chirac ibnesini de püskül etmeyi canı gönülden istiyorum ) . 11 Eylül saldırılarından sonra tehdit algılaması akutlaştı. Sözde laikliği koruma adı altında yapılan İslam karşıtı toplum ve siyaset mühendisliği projelerini destekliyorlar. ( Çok sıkıcı yazacak birşey bulamıyorum )

27 Nisan postmodern darbe süreci, aynen 28 Şubat süreci gibi, en büyük uluslararası dayanağını güçlü Siyonist-neocon 'network'ünden (şebeke) alıyor. Her iki süreçteki resmi ve gayri resmi aktörlerinin temas trafiğine şöyle bir bakılması bu kanaate varmak için yeterli. Hele bir profesyonel darbe kotarıcısı var ki, sırf onun koordinatlarından bu 'network'ün nasıl çalıştığı, hangi karanlıklar prenslerinin müdahil olduğu ayan beyan görülür. ( Ne güzel listeye yazın puştların isimlerini , tüm dünyayı kana bulayan bu ibnelerin yaptıkları yanına mı kalır . Amerikayı da karanlıklaştırıcaz tabi , Etme bulma dünyası :)) alırız ifadelerini de ölçeriz ciğerlerini de, Bırakmayız yanlarına ) Türkiye-İsrail-Amerika üçgeninde faaliyet gösteren bu bayan provokatör, 28 Şubat sürecinde oynadığı kilit rolün benzerini 27 Nisan sürecinde de oynuyor. Washington'da bazı düşünce kuruluşlarında ona yardım ve yataklık eden Türkiye uzmanları da, finansörleri de belli. Ama her seferinde Türkiye'yi onlarca yıl geriye götüren, ülkemizin âlî menfaatlerine büyük zarar veren anti-demokratik müdahalelere dış destek zeminini hazırlayan bu tipler, muayyen güç odaklarınca el üstünde tutuluyor. ( tutsunlar tutsunlar aman kendi ecelleriyle ölmesinler )

Bu işi nasıl mı kotarıyorlar? Çok basit. Washington'a gelip etkili kontakları aracılığıyla ulaştıklarına Türkiye'nin şeriat rejimine kaydığını anlatıyorlar. Bu martavallara inanmaya dünden razı birçok adam buluyorlar. Sonra Ankara'ya dönüp, Washington'da da aynı kaygıların paylaşıldığı, askerî müdahaleye yeşil ışık yakıldığı yolunda dezenformasyon yapıyorlar. Tabii Ankara, duymak istediğini dinleyen adam kaynıyor. ( Çok sıkıcı , Bu adamlar tam anlamıyla gerizekalı , zekalarını sikeyim hepsinin ayrı ayrı )

Peki bütün bu oyunlar oynanırken, Amerikan yönetimi uyuyor mu? Yönetimin bir kanadı zaten o kafada. Mesela Başkan Yardımcısı Richard Cheney'nin orkestra şefliğini yaptığı Siyonist-neocon çizginin Amerikan devletindeki ve entelijansiyasındaki uzantıları eminim ki 27 Nisan sürecinden çok mutlu. Çünkü onlar için Türkiye ve diğer İslam ülkelerinde demokrasi öncelik taşımıyor. Hatta neo-faşist idare taktiklerine bakılırsa, Amerika'ya bile demokrasiyi lüks gördükleri söylenebilir. İslam dininin motivasyon kabiliyetini, neo-koloniyalist emellerinin önündeki en büyük engel görüyorlar. Dolayısıyla İslam ülkelerine reva gördükleri ideal rejim, totaliter laiklik. İran ve Suriye'yle savaşa ve yeni savunma ihalelerine imza atabilecek laikçi Müslüman diktatörler hoşlarına gider.

Amerikan devletinde başını Dışişleri bürokrasisi ve kısmen CIA'in çektiği makul kanat ise bu 'network'ün oldukça organize çalışmaları karşısında aciz. 27 Nisan muhtırasına karşı Brüksel'in sağlam demokratik duruşuna rağmen Amerikalı yetkililerden gelen ürkek açıklamalar bu tablonun sonucu. Muhtıra gecesi Bush yönetiminin resmi görüşünü almaya çalışırken yaşadıklarım çok ilginçti. Aradığım Dışişleri basın sözcüsü, ilk olarak bana 'Türkiye'de demokratik süreci destekliyoruz' dedi. Daha sonra telefon ederek açıklamasını 'laik demokrasiyi destekliyoruz' diye değiştirdi. Bir süre sonra tekrar düzeltme yaparak açıklamayı şu hale getirdi: 'ABD, Türkiye'deki laik demokrasinin anayasal süreçlerini tam olarak desteklemektedir.'

Belli ki farklı mercilerden gelen beslemelerle ABD'nin resmi görüşü muhtıracıları fazla rahatsız etmeyecek şekle tekamül ettirilmiş, Dışişleri Bakanlığı'ndaki ilk demokratik refleks bastırılmıştı. Ne de olsa Türkiye'den beklentilerinin büyük kısmı hâlâ askeri nitelik taşıdığından orduyu kızdırmaya gelmezdi. Belki iç işlerimizde taraf seçiyor görüntüsü vermemek de istemişlerdi. Ama böylesine kritik bir eşikte ABD'nin demokrasiye daha net taraf olması gerekirdi.

27 Nisan postmodern askerî müdahale süreci de benzerleri gibi tarihe tüm vatanperver güdülere rağmen neticede Türkiye'ye değil, bir kısım iç ve dış çıkar gruplarına yarayan bir eylem olarak geçecek. Çok yazık.





Kısaca Sinsi amerikanın Sinsi yılanları , Oyunlarınız devam edemiyecek fazla. Kına yakın.


2003'den sonra yargıtay hakimi bana 'biz bunlara göz açtırmayız' dedi

Siyaset Bilimci Prof. Metin Heper, 2003 seçimlerinden sonra Yargıtay üyesi eski bir hakimin kendisine 'Biz bunlara göz açtırmayacağız' dediğini söyledi,

İlgili Haberler

Cumhurbaşkanı Sezer CHP'li

Bilkent Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı, Türkiye Bilimler Akademisi üyesi hukukçu ve siyaset bilimci Prof. Metin Heper, 2003 seçimlerinden sonra Yargıtay üyesi bir hâkimin kendisine, 'Biz bunlara göz açtırmayacağız' dediğini söyledi.

Bir hâkimin insanlara ne göz açtırma ne de açtırmama yetkisine sahip olmadığını ifade eden Heper, 'O, önündeki dosyaya bakacak. ( Olmaz öyle şey! Onlar Derin , Laik , komünist , ve tabibi ki kalın kafalılar . İlimden, Bilimden , gerçeklerden , halktan uzaktırlar ) Bakın... Türkiye'de ilk kez, İslamcı olarak bilinen bir parti tek başına iktidara geldi. ( AB diye bağırınmaktan başka bir lüksleri yok. Türk Özgürdür. Ben AB yi de Mahkemelerini de sokarım AB ye. Y?raklı hakim olsunda yorsunlar dünyayı , yorsunlar olanı biteni . Sağlasınlar Adaleti de , Avrupalı bize başvursun . Var mı Yürekli Atatürkçü , Var mı Laik. Kıçımızın Laikleri bunlar, Bi yaraktanda anlamazlar ) 1923'ten beri bürokrasi hiç böyle bir partiyle çalışmadı. İş yapabilmek için bürokraside değişiklikler yapmanız gerekir. ( Sezer var , laiklik var neyine gerek değişiklik ) AB sürecine , ekonomiye, yabancı sermaye girişine, dış politikaya baktığınızda, bu yeni atananlar başarılılar. İşler iyi gidiyor. Demek ki, dindar da olsalar bu insanlar ehliyetliler.' dedi.

Metin Heper, kendisinin ve bazı başka sosyal bilimcilerin de AK Parti'nin zannedildiği gibi İslamcı olmadığını düşündüğünü söyledi. ( Bence de her ne kadar islami geçmişleri de olsa Düzen partisi olduklarını kanıtlayacak cok adımları var. Gerci onlarda birtakım zorunluluklardan belki )

AK Parti'lilerin yollarına devam ederek cumhurbaşkanını seçtirmeye çalışacaklarını da sözlerine ekleyep Heper, şimdiye kadar laiklik konusunda yanlış bir adım atılmadığını bundan sonra da atmayacaklarını ifade etti.

Sezer'in CHP'li olduğunu belirten Heper, Cumhurbaşkanının övüldüğü gibi bütün toplumu kucaklamadığını da sözlerine ekledi. ( Skerim ...)

28 Nisan 2007 Cumartesi

Emekli Orgeneral Tolon: Nush ile uslanmayana tekdir verilmiştir

Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Genelkurmay Başkanlığı'nın dün gece yaptığı açıklamayı çok önemli ( orospu çocuğu önem vereceği şeyleri biliyor ) bulduğunu belirterek, “Nush ile uslanmayana tekdir verilmiştir” dedi. ( Bu onun bunu çocuğu geçmişte görev yaptığı sürelerde başka hangi önemli gördüğü olaylarda tekdir yapılmasını istemiştir . Açıklasa da bilsek )

Türkiye Gençlik Birliği'nin (TGB) Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Cğrafya Fakültesi bahçesinde düzenlediği ‘Atatürk Gençliği Buluşması' eylemine katılan Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamayı değerlendirdi. ( Türklerin atası 100 yıllara dayanır . Türklerin atasını 80 yıla görenlerin anasını sikicem, demek lazım, dediğini de yapmak lazım. Nerde o gençlik çıkarsınlar da görelim. Pislik dinazorlar )

Hurriyet

"Büyükanıt istifa edecekti!" Öyleyse S?ktirsin Gitsin

Genulkarmay Başkanlığından dün gece yapılan laiklik çıkışı farklı iddiaları da gündeme getirdi. Vatan gazetesi yazarı Mehmet Tezkan'a göre Gül Cumhurbaşkanı seçilseydi Büyükanıt istifa edecekti.

Mehmet Tezkan'ın köşe yazısı

Söylenen şu: Abdullah Gül seçilirse Genelkurmay Başkanı Büyükanıt istifa edecekti

Bunu beklemiyordum..
Neyi?

Gece yarısı gelen Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasını..

İçeriği kadar yayınlanış tarzı da önemli!

Bildiriyi Genelkurmay sitesine koymuş..

Okuyan, okusun mu?

Hayır.. El altından gazeteciler uyarılıyor..

Beş dakika sonra sitemize bakın diye uyarı notları geçiyorlar..

Bildirinin altında imza da yok..

Niye?

Bilmem..

Yanlış mı?

Evet..

En azından altında imza olsaydı..

Ankara’da söylenen şuydu: Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, Erdoğan veya Abdullah Gül veya Bülent Arınç Cumhurbaşkanı olursa istifa edecekler diye..

Peşinden Kara Kuvetleri Komutanı..

Olur mu?

Olmaz dedim..

Ama gece gelen bildiriden sonra inandım..

Askerler çok sert..

Son kale olarak görüyorlar..

Son kale düşemez diyorlar..

Peki, buna.. Yani bu açıklamaya gerek var mıydı?

Hayır..

Niye?

Olay yargıda..

En yüksek makamda..

Anayasa Mahkemesi’nde..

Sonuç beklenmeliydi..

Sonra yapsınlar anlamında söylemiyorum.. Keşke hiç yapmasalardı.. Tavır alsalardı, istifa mekanizmasını çalıştırsalardı.. Bu demokratik bir tavır olurdu.. Türkiye anlardı..

Hata yaptılar..

Ne yazık ki demokrasiye yine müdahale oldu.


***

Gelelim gündüze..

Aslında yine tiyatro oynadık..

Neden mi?

Çünkü..

367 gerekli mi, gereksiz mi iddialarını değil.. Genel Kurul’da 367 vekil var mıydı, yok muydu?

Bunu tartışıyoruz.. Yeni konumuz bu..

Vardı.. Yoktu..

Nasıl olur demeyin..

Oldu..

Bunu da başardık..

Nasıl mı?

Şöyle: 361 milletvekili oy kullandı.. Demek ki salonda 361 vekil vardı..

Hayır..

Tutanaklara göre 368 vardı.. 6 CHP’li milletvekili herhalde yolunu şaşırmış olacaklar ki salona daldı..

Veya bilerek girdiler..

Veya bilgisizlikten..

Her neyse..

Meclis Başkanı Arınç durur mu?

Balık gibi avladı..

Sobeledi..

Gördüm sizi dedi tutanaklara isim isim geçirdi..

361 artı 7 eder: 368..

Peki ne olacak?

Kararı Anayasa Mahkemesi verecek..

Artık çifte karar verecek.. Mahkeme üyelerinin işi gerçekten zor.. Oylama öncesi bir konuda karar vereceklerdi.. 367 gerekli mi, değil mi?.

Şimdi iki konuda karar verecekler..

Hem 367 için..

Hem de ilk turda 367 var mıydı, yok muydu..

Tutanaklara geçen 368’i mi dikkate alacak.. Oy kullanma sayısı olan 361 mi?


***

Sizin de kafanız karıştı değil mi?

Anlatayım..

Önümüzde üç olasılık var..

Bir: Anayasa Mahkemesi 367 gerekli değil derse.. AKP güle oynaya turlara devam edecek.. Gül Cumhurbaşkanı olacak..

İki: 367 gerekli.. İlk turda da 367 değil, 361 oy kullanılmıştır, esas olan budur.. İlk tur geçersizdir derse Türkiye seçime gidecek..

Üç: 367 gerekli.. İlk turda 368 kişinin olduğu tutanaklarla saptanmıştır, oylama geçerlidir kararı verirse döneceğiz başa..

Yine pazarlıklar başlayacak..

Adam adama markaj..

AKP ikinci turda da 367’yi bulmak zorunda..

Yoksa yine seçim..

Vatan



Orospu çocukları , yaşamayı bilmezler , Millete musallat olmaya çalışıyorlar hala. Adamın aklını alırız biz. Adam olanın bundan da haberi olur.

15 Nisan 2007 Pazar

Türk Okçuluk Tarihi

Osmanlı Türklerinde okçuluk, eski Türklerdeki okçuluk anlayış ve uygulayışının bir uzantısıdır. Ancak Osmanlı Türklerinde okçuluk daha büyük önem kazanmış, amaç ve uygulayışa yenilik ve genişlik kazandırmıştır.
Eski Türklerde olduğu gibi Osmanlılarda da okçuluk, ordunun etkinliğini ortaya koyan bir araçtı. Bu nedenle bu aracı en iyi biçimde kullanabilmek için eğitim ön planda tutulmuştur. Eğitim, doğal olarak yarışmayı da bünyesinde barındırıyordu. Okçuların birbirlerinden üstün olduklarını gösterme amaçları onları günümüzün insanını şaşkınlık içerisinde bırakan başarılara itmiştir.

İncelenen Türk oklarının ortaları kalın, baş ve sonlara doğru incelen, çok düz, esnek ve kozalaklı ağaçlardan yapıldığı saptanmıştır. Batılı araştırmacıların yaptıkları saptamalara göre "Türklerde okun uzunluğu, öncelikle oku atacak kişinin boyuna ve yayın niteliklerine bağlı" idi.

Evliya Çelebi Seyahatnamesine göre yaycıların piri, ilk halife Ebubekir'in oğlu, Mehmet kabul edilir.

Ok yapımcıları Istanbul'daki 200 dükkanda 300 kişi idiler. Ok yapımcılarının piri olarak Kavvasoğlu, Ömerinoğlu Ebumuhammed gösterilir. Okçuların piri olarak bazı kaynaklarda II. Halife Hz. Ömer'în adı da geçmektedir.

Türklere Anadolu'nun kapılarını açmış olan Osmanoğulları, ok ve okçuluğa çok büyük önem ve değer verdiler. Orhan Bey Bursa'da yaptırdığı "Atıcılar Alanı" ile bu konuda ilk girişimi yapan hükümdar oldu. Yıldırım Beyazıt da Gelibolu'daki Okmeydanını yaptırdı. Daha sonraki dönemlerde ülkedeki önemli ok meydanlarının sayısı 34'ü buldu. Bu arada şunu da belirtmek gerekir; Geçici hatta devamlı ok atılan her yere "Okmeydanı" denilmemiştir. Düzenlenen alanların bu adı alabilmesi için, sınırları taşlarla çevrili, gerekli tesisleri olan, usta kemankeşlerin menzil taşlarının yer aldığı yönetici ve eğitici kadroları bulunması zorunluydu.

Bölgelerdeki okçuluk çalışmasının topluca yapılması amacıyla okçuluk tekkeleri kurulmuştur. Bu kuruluşlara "Kemankeş Tekkesi, Tirendazlar Zaviyesi ve Atıcılar Dergahı" gibi adlar verilmiştir. Okçular tekkesi, günümüzün değerlendirilişi ile bir kulüp idi. Bu tekkenin başında bulunan kişiye, "Şeyh" denirdi. Bu kişi devlet tarafından görevlendirilmiş bir kulüp başkanı durumundaydı. Şeyh'e aynı zamanda "Binyüzcü Şeyh" adı da verilirdi. Şeyhler usta kemankeşlerin en olgun ve en akıllılarından seçilirdi.

Kemankeşler usta atıcılar tarafından hazırlanan program doğrultusunda çalışmalarını sürdürürlerdi. Usta atıcılar arasında "İdmanı bir gün bırakanı, kemankeşlik on gün bırakır" denilirdi.

Okçular tekkelerinin her birinde bir sicil defteri tutulur, kemankeşler ve sağladıkları dereceler günü gününe bu deftere yazılırdı. Bu defterde yer alabilmek için en az 900 gez (594 m.) uzaklığa ok atabilmek şarttı. Bu barajı aşan okçu günümüzde lisans olarak kabul edilen, " Kabza" alma onuruna erişirdi. Okçular kanunnamesinde ençok özen gösterilen konulardan biri bu kanunname ile biçimlendirilmişti.

Okçular tekkesinin bünyesinde, disiplin dışı hareketlerde bulunan kemankeşleri yargılayan ve cezalandıran bir Divan ile bu meydanın güvenliğini sağlayan bir güvenlik örgütübulunurdu. Kemankeş Mustafa, Kavisname adlı yapıtında ok atışlarıyla ilgili çalışmaları yöneten ve günümüzde antrenör denilen kişilere duyulan sınırsız saygıyı şu cümle ile nakleder: "Üstadsız bir nesne kemal ile idrak olunmak muhaldir."

Kemankeşlikle ilgili tüm çalışmalar da bir programa bağlanmıştır. Hatta büyük yarışlardan önce kemankeşlerin hazırlanması için birkaç hafta önce kampa alındıkları ve bu kamplarda gıda, çalışma ve dinlenme yanı sıra uykularına da özen gösterildiği, uyku sırasında sol kolları ve kalp üzerine yatmalarını önlemek için nöbette bekleyen kişilerin görevlendirildiği kaydedilmektedir.

Okçulara, "Tirendaz, Tirzen, Kemankeş, Kavvas, Tirkeş" denilirdi. Kemankeşler hergün "Alalade idman" yaparlardı. Önemli yarışmalardan önce "Muhkem İdman" ağır ve zorlu çalışma dönemine girerlerdi. Okçuluk yapmak isteyen kişiler önce tekke şeyhinden izin alırlar ve namaz kılarak çalışmalara başlarlardı. "Şakirt" denilen acemi okçular önce tekkede yapılan ilk bölüm çalışmalarına katılırlardı. Bu acemi okçulara önce yayla idman yaptırılırdı. Bu idmanda ustasından "Kepaze kabzası" nın nasıl tutulacağını öğrenen okçu adayı, bu çalışmada vücüdun kepaze ile uyum kazanmasını sağlardı.İlk dönemlerde 66 kez kepaze çekilirdi. Bu çalışma ustaların yönetiminde günde bine kadar çıkarılabilirdi. Bu arada " Şakirt"ler her sabah on kezden başlayarak her defasında arttırmak üzere avuçlarını bir mermere vurulardı. Okçuluk hem kuvvet hem de yetenek gerektiren bir beden sporu olduğu için uzun bir hazırlık dönemini zorunlu kılardı. Bu çalışmalar toplam dört ya da beş ay sürerdi.

Okçulukta meydan çalışmaları, uzun süreli olurdu. Ustasının yönetiminde gerekli düzeye erişen okçu, "Kemankeş" sıfatını kazanabilmek için en az 900 geze ok atabilmesi zorunluydu. Bu gelişimi gerçekleştiren okçu, "Kabza", yani izin alabilmek için tekke şeyhinin, bazı durumlarda da padişahın onayını alması gerekirdi.

Ok atışlarında başlıca iki tür atış vardı: Menzil (mesafe) ve puta (hedef) atışları. Bu iki atış türüne de katılabilmek için okçunun kabza almış olması gerekirdi.

Okmeydanlarında "Menzil atmak" ya da, "Menzil dikmek" (rekor kırmak) için yarışılan günlere, "Meydan günü" denirdi. Okun düştüğü uzaklık "Gez" ile ölçülürdü. Orta boylu bir kişinin normal olarak attığı bir adım boyu "bir gez" olarak kabul edilirdi, bunun uzaklığı yaklaşık 66 cm'dir.

Hedefe ok atışları ise kuvvet, teknik, beceri ve görüşün birleşiminde noktalanıyordu. Hedefe atışlara, "Nişan atışları", "Puta atışı" ya da "Puta koşulları" denilirdi.

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Fatih Sultan Mehmet'in fetihten sonra putların, Ayasofya Camii içinde ve İstanbul'un diğer yerlerinden toplattırarak Okmeydanı'nda "Nişangah" (hedef) olarak kullanılmasını emrettiği anlatılır. Bu nedenle bu atışlara "Puta atış" denmiştir. Hedefe atış yerlerinde nişangah olarak kullanılan put ya da sepetler 300 gez uzaklığa konurdu. Ayrıca nişangahların üzerinde bir de çıngırak vardı. Bu çıngırak, atışlarda hedefe isabeti haber veriyordu.

Hedefe atış yarışlarının değişik türleri vardı: İp altından yapılan atışlarda kemankeşin boyunun altında ip gerilirdi. Zarp atışlarında kalın demir ya da tunç levhaları okla delmek gerekirdi. Makbul İbrahim Paşa, Atmeydanı'ndaki sarayını yaptırması nedeniyle Kanuni Sultan Süleyman'a bir ziyafet vermiştir. Bu ziyafet eğlenceleri sırasında, Türk Okçuluk Tarihinin önemli kişilerinden biri olan Tozkoparan İskender, at üstünden attığı okla birbirinin içine yerleşmiş 5 kalkanı delmiştir. Bu usta kemankeşin başarıları efsanelere konu olacak kadar büyüktür. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında Tozkoparan İskender'in Gündoğusundaki 1281,5 gez menzilinden daha uzağa ok atışı hiçbir dönemde gerçekleşememiştir. Tozkoparan başarılı okçuluk yaşamında sadece Lodos menzilinde Bursalı Şüca'yı geçememiş ve "Ah! Lodos menzili..." diyerek ölmüştür.

Ok'a "Tir" ya da "Sehem" de denilirdi. En iyi ok çam ağacından yapılırdı. Bir metre uzunluğunda, üç parmak kalınlığında ve budaksız olan dallar bir takım işlemlerden geçirildikten sonra 3 yıl dinlenmeye bırakılırdı. En iyi ok yapımı için 20 yıl, "Timarlı" denilen daha dayanıklı oklar için 50 yıl beklenirdi. Okların maden ya da kemikten sivri ucun geçirildiği yere "Temren", "Demren", ya da "Soya" denirdi. Oku hedefe dik götüren tüye "Yele" adı verilirdi. Bu yeleler kuğu, kerkenez, kartal, tavşancıl gibi kuşların kanat tüylerinden yapılırdı.

Güçlü kolların çektiği yaylardan fırlayan oklar mermi gibi giderek hedefi adeta sabun kalıbı gibi delerlerdi. Yarım metre kalınlığındaki kütükleri delip geçen oklar bulunduğu gibi, deve çanları, su bardakları ve demir kahve havanlarını delen oklar da görülmüştür.

Ok uçları da farklı olabilirdi; Düdüklü oklar, havada ıslık çalarak giderdi. Uçları testere gibi olan saplandıkları yerleri paramparça etmeden çıkmazlardı. Geniş uçlu temrenler av ve savaşta, uçları meşinli oklar eğitimde kullanılırdı. Parlayıcı fitilli (Dum Dumlu) oklar tüm okların en önemlisiydi. Bunlar deniz savaşlarında düşman yelkenlilerini ateşe vermek için kullanılırdı. Ayrıca uçları zehirli oklar da vardı.

Okların kondukları torbalara "Kandil, kubur, tirkeş, sadak, ok kesesi, okluk" denirdi. Bunlar en güzel şekilde işlenirdi.

Yaya "Kavs" ya da "Keman" denirdi. En iyi yaylar akağaçtan yapılırdı. Yay yapımında kullanılan sinirler öküzlerin bileklerinin üst tarafından diz kapaklarına kadar olan bölümden sağlanırdı. Yaydan çıkan okun düzgün gitmesini sağlayan tüy üzerindeki yere "Siper" ya da "Ok yatağı" denirdi. Yayların sürekli olarak rüzgara karşı gölgede asılması gerekirdi.

Türk yayları geniş ve ortası içeriye doğru basık, İran yayları bir daire biçiminde, Tatar yayları ise, her iki yaydan daha geniş görünümdedir. Bunların içinde etkili olanı Türk yaylarıdır.

KADEK TERÖR ÖRGÜTÜ KRONOLOJİSİ


17 Ağustos 1984
Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan bir açıklamada, '15 Ağustos 1984 gecesi bir grup teröristin Siirt’in Eruh ilçesindeki Jandarma Karakol binasına karşı bombalı ve silahlı saldırıda bulundukları ve saldırı sonucunda 1 jandarma erinin şehit olduğu 6 er ve 3 sivilin yaralandığı, Hakkari ili Şemdinli ilçesinde de bir başka grup tarafından Jandarma subay açık hava gazinosu, subay lojmanları ve ilçe jandarma Karakolu’na silahlı saldırı düzenlendiği ve 1 subay, 1 astsubay ve 1 erin yaralandığı' bildirildi.

22 Ocak 1987
Hakkari, Uludere ilçesi, Ortabağ köyü katliamı.

23 Ocak 1987
Midyat, Bayburt köyleri, Efeler mezrası katliamı.
26 Ocak 1987 Seri katliamlara dönüşen yeni PKK stratejisi.

7 Mart 1987
Nusaybin ilçesi, Açıkyol köyü katliamı. (6 Çocuk, 2 Kadın, Toplam 8 kişi)

20 Haziran 1987
Ömerli ilçesi, Pınarcık köyü katliamı. (16 Çocuk, 6 Kadın, 8 Erkek, Toplam 30 Kişi)

9 Temmuz 1987
Hani ilçesi, Kırım köyü katliamı.
11 Temmuz 1987 Yine baskın, yine 5 ölü.

22 Temmuz 1987
Hakkari, Şemdilli İlçesi'na başlı Umur köyü katliamı.

20 Ağustos 1987
Siirt, Kılıçkaya köyü katliamı. (14 Çocuk, 10 Erkek, Toplam 24 kişi)

20 Ağustos 1987
Midyat ilçesi, Dargeçit Bahçebaşı mahallesi katliamı. (3 Çocuk, 1 Kadın, 1 Erkek Toplam 5 kişi)

8 Eylül 1987
Pervari ilçesi, Sığırkaya köyünde öldürme olayı.

21 Eylül 1987
Güneyce köyü katliamı.

21 Eylül 1987
PKK'lı teröristler, Bingöl ve Siirt'in 2 köyüne düzenledikleri baskınlarda 12 kişiyi katletti.
22 Eylül 1987 PKK'ya çifte operasyon

12 Ekim 1987
Şırnak'ta kanlı baskın, 13 ölü.

12 Ekim 1987
Rezzuk mezrasında saldırı ve öldürme (Toplam 13 kişi)

12 Kasım 1987
Öğretmen'i telle boğdular.

28 Mart 1988
Eruh ilçesi, Fındıkbucağı Yağızoymak köyü katliamı.

1 Nisan 1988
Nusaybin, Bahmimi mezrası katliamı.

7 Mayıs 1988
Dereler Köyü, Taraklı mezrası katliamı.

8 Mayıs 1988
Siirt’in Şırnak ilçesine bağlı Taraklı ve Üçkardeşler mezralarını basan PKK’lı teröristler, 4’ü kadın 11 kişiyi katlettiler, 3 kişiyi ise kaçırdılar.

9 Mayıs 1988
Mardin’in Nusaybin ilçesi Taşköyü’nün Behmenin mezrasını basan PKK’lı teröristler, bir aileden 8’i çocuk, 2’si kadın 11 kişiyi katlettiler, 2 çocuk ağır yaralandı. PKK’lı teröristlerin Şırnak baskınında kaçırdıkları 3 kişi de ölü bulundu.

5 Kasım 1988
Mardin Dargeçit yazıörün köyü (3 Öğretmenin öldürülmesi)

25 Ocak 1989
Kömür ocakları baskını

14 Ağustos 1989
Yine PKK, yine kan: 6 ölü

21 Ağustos 1989
Aktaş köyü öldürme olayı

14 Eylül 1989
PKK, kaçırdığı öğretmenleri kurşuna dizdi.

16 Eylül 1989
3 öğretmeni şehit eden 2 PKK'lı güvenlik görevlileri tarafından ölü olarak ele geçirildi.

2 Kasım 1989
Pervari ilçesinde tahrib ve öldürme olayı.

9 Kasım 1989
Lice ilçesi, Duru köyü Gomabekan mezrası katliamı.

24 Kasım 1989
Hakkari, Yüksekova ilçesi, ikiyaka köyü katliamı

26 Kasım 1989
Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı İkiyaka köyünde 21 kişinin öldürülmesi ile ilgili olarak Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’nden yapılan açıklamada, 'Bir grup teröristin, saldırıyı düzenledikten sonra komşu bir ülkeye kaçtıkları, kaçarken 9 çoban ile 700 koyunu beraberlerinde götürdükleri' bildirildi.

14 Nisan 2007 Cumartesi

Osmanlı - Bazı Osmanlı Padişah'larının Hobileri..

Osmanlı’da devlet erkanının işlerinin yanı sıra özel olarak ilgilendikleri hobiler vardı. Komutanlıkları ve devlet yöneticiliği kimliğiyle tanıdığımız birçok padişahın ilginç hobileri vardı.

İşte Mustafa Armağan’ın kaleminden Osmanlı padişahlarının hobileri:

Hemen her Osmanlı padişahı, el sanatları veya güzel sanatların bir (ya da birkaç) dalına hakim olacak şekilde yetiştirilmiştir. Tabii bir de hobileri olması doğaldı. Zira her insan gibi, rutin meşguliyetlerinin yanında gönlünün arzuladığı işleri yapmak, padişahları psikolojik olarak içinde bulundukları sıkıntılardan uzaklaştırır, aynı zamanda bu durum, mevcut koşuşturmacanın dışında farklı bir düşünme pratiğine imkân tanırdı.

Fatih Sultan Mehmed’in bahçıvanlığa özel bir merakı vardı.

Bu meslekte iddialıydı ve bu yüzden boş vakitlerinin çoğunu bahçıvanlığa ayırır, bundan da büyük bir haz duyardı. Seferler arasında kalan zamanlarında Topkapı Sarayı ve diğer sarayların bahçelerinde çalışmaktan zevk alırdı. Ayrıca ok için parmağa takılan yüzükler, kemer tokaları ve kılıç kınları imalatı da elinden gelirdi.

Yavuz Sultan Selim’in hobisi kuyumculuktu.

Şiire meraklıydı. Nitekim bazı Türkçe şiirlerinin yanında Farsça bir divanı da vardır ve Almanya’da basılmıştır. Ayrıca Osmanlı padişahları içerisinde çok okumaktan dolayı gözlerinin bozulduğunu ve bu yüzden gözlük taktığını bildiğimiz ilk padişah, Yavuz’dur.

Kanuni Sultan Süleyman iyi giyinmeyi severdi.

Babası gibi kuyumculuğa meraklıydı; ama şiir alanında, komutanlığı ve yöneticiliği kadar iddialı bir padişahtı. ‘Muhibbî’ mahlasını kullandığı Divan’ında tam 2.779 gazel bulunmaktadır ki, Divan şairleri arasında en fazla gazel yazmış olan Zâtî’nin bile ulaştığı gazel sayısı ancak 1.825 adette kalmaktadır. Kanuni böylece Divan edebiyatının gazel rekorunu kırmıştır. Ayrıca kavaf (kunduracı) olduğuna dair kayıt da vardır.

I. Mahmud hilalci, mühür kazıcısı ve kuyumcuydu.

Eserlerini çarşıda sattırır, eline geçen paralarla sadakalarını dağıtır, ufak tefek ihtiyaçlarını karşılar, bundan da büyük bir haz alırdı. Bir gün kendisine vezirlerinden birisi, “Şevketlüm, milletin hazinesi sizin demektir. Niçin böyle uğraşıp zahmet edersiniz?” deyince, “Milletin hazinesini millete sarf etmek gerek. Saniyen, insanın çalışıp alın teri dökerek kazandığı paranın zevki başkadır.” cevabını almıştır.

II. Abdülhamid’in at binme, yüzme, atıcılık gibi merakları vardı.

Silah kullanmakta pek mahirdi. Nişan alarak ismini yazar, madalyaları ortasından delerdi. Kakma ve süsleme işlerinde mahir olmasının yanında usta bir marangozdu da. Sarayında özel marangozluk aletleri vardı. İş tulumunu giyer ve atölyesinde saatlerce kendini kaybederdi. Bir başka merakı da polisiye roman okumak, daha doğrusu okutmaktı. Ünlü polisiye roman dizisi Sherlock Holmes’un yazarı Sir Conan Doyle’un hayranlarındandı.

Kansere karşı doğal besinleri tüketin

Şişmanlarda kanser riski normal kilolulara göre iki kat daha fazla.

Şişmanlarda kanser riski normal kilolulara göre iki kat daha fazla. Şişmanlığın, özellikle kadınlarda meme kanseri riskini ikiye katladığını vurgulayan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Dalı Uzmanı Yasemin Bölükbaşı, kanserden korunmak için şu önerilerde bulunuyor:

* Doğal besinleri tercih edin, sebze ve meyveyi mevsiminde yiyin. Dengesiz beslenme kanser riskini yüzde 35 artırır; bu nedenle sofranızda, çeşitli besinlere yer vererek bir gökkuşağı oluşturun. Günde 5 öğün meyve-sebze tüketmek, kanser riskini yüzde 20 azaltır. Düzenli beslenme; kalın bağırsak ve mide kanseri riskini yüzde 90 azaltır.

* Sigara; kanser riskini yüzde 30, enfeksiyon hastalıklarını yüzde 10 artırır. Sigara içmemek sizi kanserden yüzde 30 oranında korur.

* Düzenli egzersiz yapın; egzersiz, insanı kanserden yüzde 30-40, kadınları meme kanserinden yüzde 60 oranında korur.

* Antioksidan içeren ürünler fizyolojik etki yapar. Bol bol brokoli, çay, fındık, ceviz, badem, domates, lahana, keten tohumu, karnabahar, brüksel lahanası, balık, soya, süt ve süt ürünleri tüketin. Fındık, ceviz ve badem kolesterolün yükselmesini önler, kemik gelişimini destekler. Havuç; C ve B vitamini içerir, kanser riskini azaltıcı antioksidan içerir.

* Yeşil çay içmek sağlık için iyidir ancak 5 dakikadan fazla demlemeyin.

Düzenli seks vücudu güzelleştiriyor

Belfast Queens Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre düzenli seksin kalp sağlığından koku alma duygusuna, kas geliştirmekten kemik güçlendirmeye kadar birçok faydası var.

Belfast Queens Üniversitesi’nde 1000 orta yaşlı erkek üzerinde yapılan araştırmaya göre seksin fizyolojik olarak birçok faydası olduğu kanıtlandı.

1000 erkeğin 10 sene boyunca takip edildiği araştırmada, benzer sağlık durumunda ve yaşta olan erkeklerin ölüm oranları karşılaştırıldı.

1997’de British Medical Journal’da sonuçları yayınlanan araştırmaya göre, daha fazla orgazm yaşayan erkeklerin ölüm oranı diğerlerine göre daha düşük oluyor.

DÜZENLİ SEKSİN FAYDALARI
Araştırmada varılan diğer sonuçlara göre düzenli seksin insan sağlığına faydalı olduğu noktalar şöyle:

Koku alma duyusu: Orgazm sonrası salgılanan prolaktin hormonu beynin koku alma merkezini uyarıyor. Düzenli bir seks bu merkezin düzenli uyarılmasını sağlayarak koku duyusunu geliştiriyor.

Kalp krizi riski: Seks kardiovasküler sağlığı da güçlendiriyor. Araştırma sonuçlarına göre haftada 3 ya da daha fazla kere seks yapan erkeklerin kalp krizi geçirme oranları daha düşük.

Güçlü kemikler, düzgün vücut: Düzenli seks vücuttaki testosteron oranını da artırıyor. Bu hormon kemiklerin güçlenmesini sağlıyor. Seks yapmak aynı zamanda karın, bacak, boyun, ve kalça kaslarını harekete geçiren bir egzersiz olduğu için vücut şekli de forma giriyor. Bir kere seks yapmak ortalama 200 kalori yakıyor. Bu da koşu bandında 15 dakika koşmaya denk.

Ağrı kesici: Orgazm öncesi oksitosin hormonu 5 kat artıyor. Oksitosin de endorfin hormonunu harekete geçirerek migrenden arterit ağrılarına kadar bir çok şikayeti hafifletiyor.

Osmanlı torunu Bill Gates'i zorluyor

Osmanlı torunu Meksikalı Carlos Slim, servetini bu yıl 4 milyar dolar artırarak dünyanın en zengin 2'nci kişisi oldu.

Meksikalı milyarder Carlos Slim'in Forbes'un her yıl düzenlediği milyarderler sıralamasındaki yükselişi devam ediyor. Geçen yıl servetini 19 milyar dolar birden artırarak dolar milyarderleri sıralamasında üçüncü sıraya yerleşen Slim'in gözü artık liderlikte. Gelen bilgilere göre Forbes'un son olarak geçen ay yayımlanan listesinin ardından geçen süre içerisinde servetini 4 milyar dolar daha artıran Slim, ikinci sırada bulunan ünlü yatırımcı Warren Buffett'ı da geride bıraktı. Slim böylece Forbes'un zenginler listesine 3.5 milyar dolarla en zengin Türk olarak giren Hüsnü Özyeğin'in toplam servetini bir ayda kazandı. Bu arada 53 milyar dolarlık serveti bulunan Slim'in bu yıl 13'üncü defa dünyanın en zengin insanı seçilen Bill Gates ile arasında 'yalnızca' 3 milyar dolar kaldığı bildirildi. Bill Gates'in serveti ise 56 milyar dolar seviyesinde bulunuyor. Slim'in servetindeki hızlı artışa gerekçe olarak gelişen Meksika ekonomisiyle Slim'in sahibi olduğu şirketlerin piyasa değerlerindeki hızlı artışı gösteriliyor.

BABASI OSMANLI'YDI
Oldukça ilginç bir başarı hikâyesine sahip olan Slim'in babası Yusef Selim Haddad Lübnan'da doğdu. O dönemler Osmanlı toprağı olan Lübnan'da yaşayan Haddad 1902 yılında Lübnan'dan ayrılarak iki kardeşiyle birlikte Meksika'ya göç etti. Burada emlak işine giren Haddad kısa sürede büyük başarıya ulaştı. Zengin bir Meksikalının kızı Linda Helu ile evlenen Haddad'ın altı çocuğu oldu. Forbes'un listesinde üçüncü sırada bulunan Carlos Slim Helu çiftin beşinci çocuğuydu. Meksikalılar, Haddad'ın Selim olan soyadını tam telaffuz edemedikleri için ailenin soyadı zaman içerisinde Slim olarak değişti.

TELMEX'LE YÜKSELDİ
Oldukça iyi bir eğitim alan Carlos Slim inşaat mühendisi oldu ve baba mesleği olan inşaatçılığı bir süre daha devam ettirdi. Slim'in asıl başarısı ise 1990 yılında Meksika'da özelleştirilen telekom şirketi Telmex'i satın almasıyla birlikte başladı. 1996 yılında Meksika Borsası'nın başkan yardımcılığını da yürüten Slim 1998 yılına kadar New York Borsası Latin Amerika Komitesi'nin başkanlığını yürüttü. Sonraki yıllarda bu görevlerinden ayrılan Slim, telekom devi MCI'da bulunan hisselerini satarak elde ettiği geliri kendine ait sabit telefon operatörü Telmex ve mobil telefon şirketi America Movil'e yatırdı. Özellikle America Movil'in hisse değerleri hızla gelişen pazar nedeniyle kısa sürede üçe katlayınca Slim'in servetine servet katıldı. Slim'in telekom sektörünün yanı sıra Volaris adlı bir de havacılık şirketi bulunuyor. 67 yaşındaki Slim geçen sene de servetini 6 milyar dolar birden artırarak üçüncü sıradaki yerini korumuştu.

SABAH

13 Nisan 2007 Cuma

Konuşma ses getirdi: PKK sorununu çözebiliriz!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın dünkü basın toplantısında Kuzey Irak ile ilgili "girelim" çağrısında bulunması Kuzey Irak bölgesel yönetimini tedirgin etti. Neçirvan Barzani "sorunları çözebiliriz" dedi.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyakanıt'ın, ''Kuzey Irak'a operasyon yapılmalı'' açıklamasının öncesinde, Kuzey Irak'taki federal Kürt yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, Ankara'ya diyalog çağrısında bulundu. Barzani, ''PKK, Kerkük, ticaret, yatırım, petrol gibi sorunları konuşarak çözebiliriz'' dedi.

BBC'nin Türkçe servisine konuşan Barzani, Türkiye'nin Kürtler için çok önemli bir komşu olduğunu, geçmişteki yardımlarının ardından bugün ilişkilerin gerginleşmesinin ise "rahatsız edici" olduğunu vurguladı.

"Türkiye bizim Avrupa'ya açılan kapımız. Ortak yanlarımız, farklılıklarımızdan çok daha fazla" diyen Barzani, "Türkiye'nin içişlerine geçmişte hiç karışmadık. Gelecekte de, asla karışmak niyetinde değiliz" dedi.

PKK'nın sadece Türkiye için değil, bölge ülkeleri için de sorun olduğunu belirten Barzani, sorunun siyasi yollarla çözülmesi gerektiğini yineledi.

Kerkük sorununa da değinen Barzani, "Kerkük'te sadece Kürtlerin yaşamadığının farkındayız. Şehirde yaşayan Türkmenler ve diğer gruplarla, şehrin yönetimini, iktidarı paylaşmaya hazırız" dedi.

Büyükanıt neler dedi?

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, PKK'ya karşı Kuzey Irak'a askeri operasyon yapılması gerektiğini söyledi. Büyükanıt, ''Bunun için siyasi kararın çıkması lazım'' dedi.

Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'nda dün bir basın toplantısı düzenleyen Orgeneral Büyükanıt, "Kuzey Irak'a operasyon yapılmalı mı? Evet, yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar. Bir hudut ötesi operasyon için siyasi kararın çıkması lazım" diye konuştu.

Kuzey Irak'taki yerel Kürt yönetiminin lideri Mesud Barzani'nin Türkiye'ye yönelik sözlerini değerlendiren Genelkurmay Başkanı, "Asker olarak bakınca, o söylediklerini kabul etmek mümkün değil... Geldiğimiz noktaya ibretle bakıyorum. Gerçekten, sarfettiği sözler çok seviyesiz sözler. Ben, ona söylettirenlere bakıyorum" ifadesini kullandı.

Bu tip konuların kendilerini üzdüğünü ve Türk insanını rencide ettiğini söyleyen Büyükanıt, "Onları şımartanların kimler olduğunu sizler benden daha iyi biliyorsunuz... Türkiye'nin başından bu belayı defetmek zorundayız" dedi.

CNNTurk

Sezer’den "genç subaylar”a irtica mesajı!

Sezer’den "genç subaylar”a irtica mesajı! , ( Nesli Tükenecek tür bir hayvandan Mesajlar )
Büyükanıt Paşa’nın dünkü konuşması toplumda olumlu bir hava yaratırken, Cumhurbaşkanı Sezer Harp Akademilerinde “irtica” uyarısı yaptı. Büyükanıt’ın söylemediği ancak Sezer’in ısrarla vurguladığı o sözler!

Cumhurbaşkanı Sezer Harp Akademilerindeki konuşmasında irtica uyarısı yaptı. Sezer’in konuşmasından bazı bölümler:

Cumhurbaşkanının siyasal tarafsızlığı anayasa gereğidir.
Dış güçler Türkiye’nin ılımlı İslam Cumhuriyeti olmasını istiyor. Ilımlı İslam’ın çok kısa sürede radikal İslam’a evrilmesi kaçınılmaz.
Cumhuriyetin temel değerleri ilk kez tartışma konusu yapıldı.
Siyasal rejim büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.
Devletin temel değerleri kırmızı çizgilerdir, herkes buna uymalıdır.

iyibilgi.com



Keşke Bilgi üretmek , Teknoloji üretmek , Tarihine sahip çıkmak , Büyük düşünmek , Akıl'a ve Bilime Önem vermek ve akılcık, bilimsel özgürlüğü sağlamak Temel Değerlerin Olsaydı

12 Nisan 2007 Perşembe

"ABD teröristlere kimlik dağıtıyor"

Şırnak'ın Silopi ilçesinde, terör örgütü PKK'dan kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan bir kadın terörist, kampa gelen ABD'liler hakkında ilginç açıklamalarda bulundu.

Kadın terörist, ayrıca örgütte anlatıldığının aksine Türkiye'de çok iyi karşılandıklarını ifade ederek, arkadaşlarına gönül rahatlığıyla teslim olmaları çağrısında bulundu.

Terör örgütü PKK mensubu bir kadın, dün Şırnak'ın Silopi ilçesi yakınlarında silahsız ve teçhizatsız olarak güvenlik güçlerine teslim olmuştu. Gözaltına alınan kadın terörist, çarpıcı itiraflarda bulundu. Örgüte henüz 14 yaşındayken katıldığını ve o zamanlar çocuk olduğu için bir şey anlamadığını ve kandırıldığını söyledi.

Örgüt yaşamının çok zor olduğunu kaydeden kadın terörist, "Örgüt yaşamı ağır şartlarla doluydu ve herkes mutlaka bu şartların gerektirdiklerini yapmak zorundaydı. Bu nedenle herkes çok çabuk yıpranıyordu. Bizim ihtiyaçlarımız genelde dış devletlerden geliyordu; ama bazen de köylere inip zorla yiyecek alıyorduk. Silahlar ise genelde Irak tarafından geliyordu.

Örgütün içinde bir süre komutanlık yaptığım için özellikle Amerikan komutanlarının ziyaretlerini duyuyorduk. En son Mahmur Kampı'na geldiler; orada sayım yaptılar ve herkese Birleşmiş Milletler kimliği verdiler. Örgütte özellikle bahar aylarında yoğun bir çalışma dönemi oluyor. Yeni mevziler kazılıyor, cephaneler tamamlanıyor ve özellikle sınır taraflarına büyük yığılmalar yapılıyor" diye konuştu. /aptal , ahmaklar , Marifet Yapıyorsunuz ! /

Abdullah Öcalan ile örgütün gönül bağı olduğunu ifade eden kadın terörist, terörist başının zehirlendiği iddialarıyla ilgili olarak şunları söyledi:
"Avrupa'dan doktorlar gelip bakmazsa eğer, örgüt, sağlığı konusunda kesin yargıya varamaz. Eğer Abdullah Öcalan'ın zehirlendiği doğrulanırsa ateşkes sona erer ve saldırılar devam eder fakat bu sefer saldırılar şehir merkezlerinde yapılır". / Hemende hazırlar cevaba , Kürt bölgelerinde kerkük musulda Bizim şapşal devlet sizi karıştırmadı simdiye kadar konusun tabi , Bakalım nereye kadar devam edeceksiniz /


Örgüt içinde bayan olmanın ayrı bir zorluk olduğunu dile getiren kadın terörist, "Örgütün içinde hayat koşulları çok zor. Özellikle bayanlar için daha da zor oluyor; çünkü kadın-erkek ayrımı yoktu. Erkek, hangi görevi yapsa mutlaka kadın da o görevi yapmak zorundaydı. Kadın olarak örgütte yaşamak çok zor; çoğu zaman tecavüze uğrayan oluyor, elle tacize uğrayan oluyor. /elle taciz oluyor, senin de cok umrundadır eminim ,amc?k ağızlı gerizekalı /

Ben bunları yaşamadım ama yaşayan çok arkadaşım vardı. Kadınlara tecavüz eden ve taciz edenlere ceza veriliyordu; fakat bu çok az bir cezaydı. Eskiden örgüt içinde duygusal ilişkiler yaşandığı zaman hemen infaz kararı çıkıyordu fakat son dönemlerde sayının azalmasıyla infazdan vazgeçtiler. Ancak, bu kez de psikolojik baskı yapmaya başladılar" şeklinde konuştu.

Haber7

Ancak hainlere öldüğünde kınarlar!

Ancak hainlere öldüğünde kınarlar! ( Bu Tür Gerçekler , ve varyasyonu gerçekleri Askerlerimizden Daha Çok Duymak istiyoruz ! )
Şehit cenazesine katılan Tuğgeneral Karaduman, ABD, Fransa, İngiltere ve AB Parlamentosu'na ağır eleştirilerde bulundu... Karaduman "Onlar, ancak hainler öldüğü zaman kınarlar" dedi. İşte o konuşma!


Şehit cenazesinde konuşan Tuğgeneral Karaduman, "Bugün ABD Senatosu, Fransız Meclisi, İngiliz Lordlar Kamarası, Brüksel AB Parlamentosu, Ermenistan seni katledenleri kınamadı. Onlar, ancak hainler öldüğü zaman kınar" dedi.

BİTLİS’te şehit olan Jandarma Uzman Çavuş Kaşif Arslan’ın (31) Samsun Havza’daki cenaze töreninde Giresun Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Dursun Ali Karaduman, ABD ve AB ülkeleri ile Ermenistan’a sert çıktı. Arslan’ın cenazesi, evinde helallik alındıktan sonra Türk bayrağı ile donatılan cadde ve sokaklardan geçirilerek Mehmetçik Meydanı’na getirildi.

Yol boyunca 5 bin kişi, ’Apo’ya idam’, ’Kahrolsun PKK’, ’Şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganları attı. Şehidin eşi Hale Arslan, 1.5 yaşındaki oğlu Efe’yi şehit eşinin tabutunun üzerine koyup, "Kaşif, oğlun da senin gibi kahraman olacak" dedi. Şehidin İstanbul’da Jandarma Üsteğmen olarak görev yapan ağabeyi Erhan Arslan da kardeşinin kanının yerde kalmayacağını söyledi. Törende İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun başsağlığı telgrafı okununca yuhalandı.

Törende konuşan Giresun Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Dursun Ali Karaduman, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde, dış mihraklar ve onların içerideki uzantıları tarafından oynanan oyunun herkes tarafından bilindiğini söyledi ve şöyle devam etti: "Bu oyunu planlayanlar ve onların maşaları iyi bilmelidirler ki; Türkiye Cumhuriyeti devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Mücadelemiz tek bir terörist bile kalmayana kadar sürecek. Bugün ABD Senatosu, Fransız Meclisi, İngiliz Lordlar Kamarası, Brüksel AB Parlamentosu, Ermenistan seni katledenleri kınamadı. Olmadı, olmasın. Onlar, ancak hainler öldüğü zaman kınar, seslerini yükseltirler. Kutsal kanlarıyla sulayarak, yaşadığımız coğrafyayı vatan yapan ve bize emanet eden ölümsüz kahramanlar; ben buradan sizin adınıza tüm hainleri ve destekleyicilerini kınıyorum."

Kılınan namazından sonra şehit Kaşif Arslan, Havza Mezarlığı’ndaki Şehitlik’te toprağa verildi.

Bingöl’de şehit olan piyade onbaşılar Ramazan Özen Adıyaman’da 10 bin kişinin katıldığı törenle, Miktat Sümer ise Gölbaşı İlçesi’nde Merkez Camisi’nde kılınan namazdan sonra Gedikli köyünde toprağa verildi.

Sabah

"Emekli askerler demokrasiyi sindirmeli"

Türkiye Emekli Subaylar Derneği Başkanı Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu'nun dün yapıtığı "Üniformamız, kılıcımız sandıkta; gerekirse geri çıkarırız" açıklaması üzerine iyibilgi'ye konuşan Hasan Celal Güzel önemli açıklamalarda bulundu... iyibilgi özel

TESUD (Türkiye Emekli Subaylar Derneği) başkanı Emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu'nun dün yaptığı açıklamada çok iddialı cümleler vardı. "Üniformamız, kılıcımız sandıkta gerekirse çıkarırız" -Sizden mi Korkacaz lan , kaypaklıktan başka işiniz yok , tanınmıyonuz bilinmiyonuz sanki -, "Bu mesleğe 14 yaşında girenler var, 50 yaşlarında ayrılmış. Artık askerlik onun bi yaşam biçimi haline gelmiş"- öküzlükten bahsetmiyorsun umarım - , "YAŞ kararlarını onaylayacak Cumhurbaşkanı istiyorum." - başka derdin varmı senin elini şaplat biz 3-5 tane hizmetci gönderiyoruz zaten - , "Silahlı Kuvvetlerin yapısını değiştirmeye kalkan bir Cumhurbaşkanı olursa, kesinlikle bu yaşanan krizden çok daha büyük krizler yaşanır. Bu riski karşılayacak bir sosyal yapımız yok" - Çok ta anlarsız sosyal yapılardan , birşeyler kaldırılamazsa belki daha iyisi gelir, boşluklar her zaman doldurulur, kalın kafalılıktan kurtulunda yapınızdasiz birşeyler değiştirin - Küçükoğlu'nun iddialı cümlelerinden bir kaçı. Yine Küçükoğlu açıklamalarında, Erdoğan'ı kastederek YAŞ kararlarına şerh koymuş bir başbakanın, Cumhurbaşkanı olmasının bir tehdit oluşturabileceğinin altını da çizmeyi ihmal etmiyor.... - Onun bi tarafları çizilmeden gelebilmiş ondan konuşabiliyor. Yazık gerçekten Türk Milletine -

Türkiye militarist bir ülke değil

"Küçükoğlu'nun bu açıklamalarını iyibilgi'ye yorumlayan Hasan Celal Güzel şunları ifade ediyor: " Rıza Küçük ve arkadaşlarının üniformaları ve kılıçları sandıkta duruyorsa, ve onları ülkenin menfaati için çıkarmak istiyorlarsa şimdi bu eylemi yapmak için doğru bir vakit. Kılıçlarını demokrasiyi korumak için kullansınlar. İşte Kuzey Irak karşılarında. Sıkıysa gidip, Kuzey Irak'ta ABD ve PKK'lılara karşı kabadayılık yapsınlar. Küçükoğlu, askerliğin kendileri için yaşam biçimi olduğunu ifade ediyor. Türkiye militarist bir ülke değil. Askerlik vazifesi sonra erdi ise, hayatın içinde asker gibi yaşamayamaz. Küçükoğlu ve arkadaşlarının artık demokrasiyi sindirerek sivil halka karşı direnmemesi gerekiyor.

Güzel, Erdoğan hükümetini neden kınadı?

Rıza Küçükoğlu, YAŞ kararlarına şerh koyan Erdoğan'ın, Cumhurbaşkanı olmasını tehlike olarak görüyor. Oysa YAŞ kararlarının olması bile yaşadığımız yüzyılda son derece yanlış. Anayasa'da gerekli değişimler yapılarak acilen İdari Kararlar, yargıya açılmalı. YAŞ kararlarına Milli Savunma Bakanlığı Şerhi konulması da çok uygun bir karardır. Şerh, YAŞ kararlarının hukuki inceleme ile desteklenmesi gerektiğini ifade eden bir eylemdir. Hatta ben Erdoğan hükümetinin ordudan ihraç edilen askerler için daha fazla direnmeleri gerektiğini düşünüyorum. Hatta az direnç gösterdikleri için onları kınıyorum. TSK hiçkimseye bağlı olmayan hesapvermez bir kurum değildir. Hem devlete hem de millete karşı sorumludur. Küçükoğlu ve Küçükoğlu gibi düşünenler, halkın seçimlerine saygıyı, sivil hayatı ve çağa ayak uydurmayı acilen öğrenmeliler. Umuyoruz ki 'demokrasiye inanmış' ana muhalefet partisi CHP'lilerin de şura kararları ve demokrasiye yapılan tehditler konusunda söylecek sözleri vardır. ( Bok yemeyi sever onlar CHP Demokrasi isteyen bir partimi ki , CHP nin geçmişi neymiş , halktan uzak danalar ! )

www.iyibilgi.com

"Türkiye’ye karşı PKK ve İran’ı destekliyorlar"

"CIA, ABD istihbaratının tümünü ele geçirmiş ve Savunma Bakanlığı’na da kendi adamlarından birini, koyu bir İran yanlısı olan Robert Gates’i getirmiştir ( Ne Demek istiyor lam bu ). Bakan Gates ve Siyasi İşler Müsteşarı Eric Edelman Türkiye düşmandır." Bu sözler usta gazeteci Scott Sullivan'a ait. Dahası mı?

CIA, ABD istihbaratının tümünü ele geçirmiş ve Savunma Bakanlığı’na da kendi adamlarından birini, koyu bir İran yanlısı olan Robert Gates’i getirmiştir. Bakan Gates ve Siyasi İşler Müsteşarı Eric Edelman Türkiye düşmandır. Gates ve Edelman Türkiye’ye karşı PKK’yı ve İran’ı destekler. Bu kişiler, Kürtlerin, Irak Kürdistan’ını atış rampası olarak kullanarak Türk devletini parçalamasını istemektedirler. ( Yaraamı yesinler )

Sorun şu ki Cumhuriyetçilerin yönetiminde ABD, İran’ın bir eyaleti konumuna düşmüştür. CIA, ABD istihbaratının tümünü ele geçirmiş ve Savunma Bakanlığı’na da kendi adamlarından birini, koyu bir İran yanlısı olan Robert Gates’i getirmiştir. Bakan Gates ve Siyasi İşler Müsteşarı Eric Edelman Türkiye düşmandır. Gates ve Edelman Türkiye’ye karşı PKK’yı ve İran’ı destekler. Bu kişiler, Kürtlerin, Irak Kürdistan’ını atış rampası olarak kullanarak Türk devletini parçalamasını istemektedirler. Gates ve Edelman, ABD’nin İran Devrim Muhafızları ile bağından da sorumludurlar. Devrim Muhafızları, İran’ın tek bir komuta altında toplanmış SA ve SS subaylarıdır. Irak’ın yeni ordusunda ve polis gücünde de komuta zincirini ele geçirmişlerdir. Suudi Arabistan üzerine altı ay önce hazırlanan ve Gates tarafından reddedilen bir Beyaz Kitapta İran, Devrim Muhafızları’nı Irak’ta devlet içinde devlet kurmak için kullanmakla suçlanıyor. Bu esnada Gates başka türlü düşünüyor.

Gates, Rice ve Halilzad, bir yandan İran’ı korurken Türkiye’ye de savaş ilan etmiş bulunuyorlar. Son üç haftada üçü de, Irak Kürtlerinin bölgesinden, alenen Kürtlerin yeni mega-devletlerini tanımlamak için kullandıkları “Kürdistan” adıyla söz etti. ( Mega devlet miş tanımıyom lan ben bu yazarı kasıtlı mı kullanıyor diyor insan, Petrolle Mega devlet olunmaz , Devlet kurmak ve yönetmek ayrı bir karakterdir. Türk Geçmişini iyi öğrensinler devletler nasıl kurulur nasıl yok edilir öğrenirler de anlarlar belki ) Üçü de Türkiye’yi, Irak’taki üslerinden topraklarına sürekli saldırılar düzenleyen PKK’yı yok etmek için Kürt bölgesine girmemesi için uyardı.

Türkiye kendini savunmak zorundadır ( Bu makale ne diyor Tam anlaşılmıyor , ama Türklerin kendini savunması kerküke girme yüzeysel bakışıyla olmaz . Amerika PKK yı destekliyor da eksik ve yanıltıcı. Amerika- Yahudiler - PKK nın kendisi daha aydınlatıcı bir cümle. Türkiye kendini savunacaksa öncelikle yahudiler ve Amerikaya karşı aynı silahla ve aynı en az aynı derinlikte bu piç kurularına karşılık verebilmelidir. Sonra gerekenler elbet sıraya gelir ). İki ay önce Türkiye’nin Irak’ta Kerkük’ü (Iraklı Kürtler burayı, İran’la birlikte Irak’ı bölmenin bir girizgahı olarak ilhak etmek istiyorlar) almalarını tavsiye etmiştim. (Bkz: Turkish Weekly, “Turkey Must Strike İmmediately in Kirkuk/ Türkiye Bir An Önce Kerkük’e Girmelidir”)

Türkiye Irak’ta ABD güçlerinin ana çıkış güzergahını kontrol eden Basra Limanı’nı da almalıdır. Şu anda Basra, İran yanlısı milis gruplarının elindedir. Basra’yı kontrol eden, Irak’ın petrol sanayisini de, İran Körfezine çıkışını da kontrol eder.

Daha da önemlisi şu ki Basra’yı kontrol eden Bağdat’a da hakimdir. Gates ve Edelman, Basra’nın İranlıların eline geçmesini yeğler. İranlılar, yerel İngiliz komutanların BBC’den aktarılan ifadelerine göre Basra’da İngiliz askerlerini taciz ederek ve onlara saldırarak Basra’yı almanın yollarını zorlamaktadır. Geçen hafta da İranlılar İngiliz güçlerini bölgeyi terk etmeye zorlamak için şu on beş İngiliz askerini rehin aldı. Gates ve Edelman, Kürtleri ve İranlıları, Irak’ı mini devletlere bölmekten vazgeçirecek bir hamlede bulunmayacaktır. Çoğu Sünni Iraklı direnişçi bunu biliyor ve bu yüzden Irak’ı yıkacak olan Kürtlerle İranlılara boyun eğmektense savaşa devam etmeyi yeğliyor. ABD, Sünni direnişçileri dizginlemek istiyorsa Türk güçlerinin Suriye ve kısmen de İranlıların desteğiyle Kerkük ve Basra’ya girmelerine yeşil ışık yakmalıdır. İşte bu olduğu gün İran kesin yenilgi alacak ve Ahmedinejad da yeni bir iş aramaya koyulacaktır.

Scott Sullivan
(The Conservative Voice - 30 Mart 2007)
Dünya Gündemi

Emekli paşalardan Çankaya harekâtı

Başbakan Erdoğan'ın Çankaya'ya çıkmasına karşı çıkan ve aralarında emekli generallerin de bulunduğu 20 eski subay, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'a mektup yazdı. İşte o mektup!

Başbakan Tayip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkan emekli generaller, "Çankaya Harekâtı" başlattı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'a mektup yazan emekli generallerin de aralarında bulunduğu 20 eski subay, "Genelkurmay Başkanlığınız döneminde Çankaya'da anti laik bir kişinin oturuyor olmasını ve böyle bir talihsizliğin tarihte yer almasını içinize sindiremeyeceğinizi olan inancımız sonsuzdur" dedi.

'Girişimde bulunun'
Başkent'te Merkez Orduevi'nde her perşembe toplanarak "memleket meselelerini" ele alan ve "gidişatı değerlendiren" eski subayların Orgeneral Büyükanıt'a göndermek üzere hazırladığı mektubu SABAH ele geçirdi. Emekli bir tümgeneral tarafından imzaya açılan mektubu kaleme alan 20 eski subayın arasında emekli generaller çoğunlukta. Mektupta imzası bulunan eski paşalar isimlerinin açıklanmasını istemezken sadece biri adının açıklanmasına izin verdi. Emekli subay ve eski Manisa Milletvekili olan Tevfik Diker imzaladığı mektupla ilgili olarak "Biz sadece demokratik teamüllerin işlemesini istiyoruz. Askerlerin adının darbeyle birlikte anıldığı bir dönemde bu konudaki sorumluluğumuzu ve hassasiyetimizi Genelkurmay Başkanımıza iletmekten başka bir amacımız yok" dedi. Ankara Merkez Orduevi'nde 7 Aralık günü son olarak ele alınarak Orgeneral Büyükanıt'a gönderilecek olan mektupta, açıkça cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine ilişkin sessiz kalınmayarak girişimde bulunulması isteniyor.

Tarif var, isim yok!
"Kişiye özel" ibaresiyle kaleme alınan mektup "Mayıs 2007'de Türkiye Cumhuriyeti'nin 11'inci Cumhurbaşkanlığı makamına oturacak kişinin cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimlerini ve cumhuriyetin kuruluş gerekçelerini samimi olarak içine sindirmiş birisinin olması Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası için son derece önemlidir" diye başlıyor. Seçilecek cumhurbaşkanının devletin laik yapısıyla sorunu olmaması gereğinin altı çizilen mektupta, "Devletin laik yapısına ters tutum ve davranışlarından dolayı bağımsız yüce mahkemelerce hakkında hüküm verilmiş ve hapse mahkum olmuş kişilerin sonradan çıkarılan aflardan faydalanması söz konusu olsa bile siyasi etik değerler açısından cumhurbaşkanlığına seçilmesi sakıncalıdır" deniliyor ancak isim verilmiyor.

'Ülke zarar görür'
Türkiye'nin 5 yıllık sürede hemen her alanda büyük değişikliklere uğradığı ve bu değişimin süreceği belirtilen mektupta, "Türkiye'de eskiyi temsil eden milli iradeye dayalı olarak uzlaşmasız yapılacak bir cumhurbaşkanlığı seçimi hukuki olabilir ama gerçek temsili demokrasiye ve güncelliğe aykırı olur. Bu sadece gerginlik yaratır. Bundan ülke fayda değil zarar görür" görüşleri dile getirildi.

Sabah


Şimdiye kadar ne yapmış bu dallamalar , Vatana Millete Hangi hayırlı işlerin icraatçısıymışlar ... Bankalar Hortumlanırken hangisi kimle buluşmuş da ne yazısı kime göndermişler , böyle haber olmak hoşlarına gider Hesap vermeye gelince kıpkırmızı olurlar. yediniz içtiniz eğlendiniz beyler Hesapları alalım ! Yiyememekten mi ürküyorsunuz ..

"Derin süslü" sahte Genelkurmaycılar

Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi hareketlenen iktidar karşıtı odaklar, sanki Genelkurmay karargahından örgütleniyor gibi bir izlenim yaratıyor. Bu güçlerin "derin süslü" görünmesini kimler istiyor?

Şamil Tayyar yazıyor...

Ankara’yı karıştıran kabzımallar

Askerlerin emekli olduktan sonra da ülkeye hizmet etmek istiyorlarsa siyasete girmeleri gerektiğini hep savundum. Bir süredir izliyorum, emekli paşalar geçmiş dönemlerde olmadığından belki daha fazla, meydanları doldurmaya başladı.

Buraya kadar hiçbir itirazım yok. Eğer demokrasiye inanıyorsak, Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin onların da görüşlerini söylemesi ve sürece anayasal zeminde kalmak şartıyla müdahalelerinin yanlış olmadığını düşünüyorum.

Ne var ki, bir süredir çok tehlikeli bir süreç yaşanıyor. İktidar karşıtlığında yoğunlaşan hareketler, sanki Genelkurmay karargahından örgütleniyormuş gibi izlenim yaratılıyor.
Böyle bir izlenimin doğmasına yol açmak veya buna sebebiyet vermek, her şeyden önce ömür verdikleri TSK’ne büyük haksızlıktır.

Bir süredir Ankara hareketli. Bazı emekli paşalar siyasi dehlizlerde, yemek masalarında, özel çalışma ofislerinde ‘ahkam’ kesiyorlar. Kimileri, sert mimiklerle, ‘Geçenlerde bazı generallerle birlikteydim, asker çok rahatsız’ gibi mesajlar veriyorlar. Hatta, bu derin bilgilerini (!) holdinglere pazarlayanlar bile var: ‘Dikkat edin, şu şahıs Cumhurbaşkanı olamayacak, meclise en az 4 parti girecek, artık yeni hükümetlere hazırlıklı olun. Asker bu konuda kararlı.’
Üzülerek yazıyorum, iş o kadar ayağa düştü ki, kabzımallar bile durumdan vazife çıkarıp kendilerine ‘derin süsler’ vermeye başladılar. Hadi diyelim, emekli paşaların aktif görevde arkadaşları var, siz nereden çıktınız?

Askeri konulardaki yazılarıyla dikkat çeken Sabah yazarı Metehan Demir’den dinledim. Bir işadamı, Genelkurmay’da görevli bir komutanla karşılaşınca soruyor: ‘Paşam asker rahatsızmış, müdahale için hazırlık varmış.’ Komutan kızıyor: ‘Nerden çıkardınız, tatilden dün döndüm. Ne hazırlığı, ne müdahalesi? Bunlar çok ayıp şeyler.’
Sohbetten sonra konu araştırılınca görülüyor ki, bu şehir efsanesinin kaynağı, Genelkurmay’a sebze-meyve getiren bir kabzımal. Karargaha girip çıkarken ayaküstü er ve çavuşlarla sohbet eder, ayrıldıktan sonra etrafına, ‘Bugün Genelkurmay’daydım’ diyerek poz verirmiş.

Şimdi uydurma haberler çıkınca, komutanlar birbirlerine takılıyormuş: ‘Kabzımaldır, kabzımal...’

Star

Sezer ADD'ye çok para verdi

Darbe girişiminde bulunduğu iddiasıyla hakkında inceleme başlatılan emekli orgeneral Şener Eruygur başkanlığındaki ADD'ye Çankaya'dan binlerce YTL aktarıldığı ortaya çıktı. İşte o para...

Derneğe 2000'den bu yana 221.811 YTL ödeme yapılmış

Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde, adı 'darbe hazırlığı' iddialarına karışmış emekli generallerin ablukası altındaki Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) 14 Nisan'daki protesto mitingi için Ankara'ya 'ideolojik kıtalar' toplamaya çalışırken, bu derneğin mali kaynaklarıyla ilgili ilginç bilgiler ortaya çıkmaya başladı. Cumhurbaşkanlığı'nın kendi bütçesinden bankalar aracılığı ile ADD'ye aktardığı para, ADD'nin 'gelir defteri' kayıtlarına göre, toplam 221 bin 811 YTL. ADD'ye en büyük yardımın Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanlığı döneminde olması dikkat çekiyor.
ADD'YE ÇANKAYA YARDIMI

'Atatürk' ismini korsan bir şekilde kullanan Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhurbaşkanı Sezer döneminde mali yardımlar konusunda Cumhurbaşkanlığı'nın taktirlerine mahzar olmuş bir dernek. ADD'nin Gelir Defteri kayıtlarına göre, Cumhurbaşkanlığı'ndan 2006'da iki ayrı tarihte derneğe 50'şer bin YTL'den toplam 100 bin YTL aktarılmış.

Kayıtlara göre, 50 bin YTL'lik ödemelerden ilki 17.08.2006, ikincisi ise 25.12.2006'da yapıldı.

ADD'ye aktarılan paralar sadece bu kadarla sınırlı değil. ADD'nin 'Gelir Defteri' kayıtlarına göre, Cumhurbaşkanlığı'ndan Atatürkçü Düşünce Derneği'ne 2000, 2002, 2004 ve 2005 yıllarında da toplam 121 milyar 811 milyon lira para aktarılmış. ADD'nin 'Gelir Defteri'nde Cumhurbaşkanlığı'ndan aktarılan paraların dökümü şöyle:

1- 21.05.2000'de 20 bin YTL.

2- 22.08.2000'de 35 bin YTL.

3- 10.10.2002'de 15 bin YTL.

4- 18.05.2004'te 10 bin YTL.

5- 16.03.2005'te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu'ndan 750 YTL.

6- 23.042005'te Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri'nden 6 bin 500 YTL.

7- 19.12.2005'te Cumhurbaşkanlığı'ndan 34 milyar 561 YTL.

SEZER'İN ADD'YE İLGİSİ ARTTI

Cumhurbaşkanı Sezer, Çankaya'ya çıktığı günden bu yana 'ideolojik duruşu'na paralel olarak, teröre bulaşmış ve mahkum olmuş değişik sol örgüt üyelerini affetti ve eleştirilere rağmen de bu tavrından asla taviz vermedi. Sezer 'ideolojik yakınlığı' dolayısıyla, Atatürkçü Düşünce Derneği ile de son günlerde sıkı bir ilişki sürdürüyor. ADD'nin 14 Nisan'daki mitingi öncesinde Türkiye'nin değişik illerinden gelen bütün ADD temsilcilerini kabul ediyor ve onların sorunlarını dinliyor.

Oysa Cumhurbaşkanı Sezer, Anadolu'da Türkiye'nin kalkınmasına önemli katkılarda bulunan üretime dayalı derneklere, özgürlükleri ve insan haklarını savunan sivil toplum örgütlerine aynı yakın ilgili pek göstermedi. 7 yıllık Cumhurbaşkanlığı süresi boyunca 'yanlı' bir politika izlediğini belirten sivil toplum örgütleri ve siyasi çevreler Sezer'in, görevde bulunduğu süre içinde 'darbe hazırlığı' içinde olduğu iddiaları ortaya çıkan Jandarma eski Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un ADD'nin başkanı olduktan sonra bu derneğe olan ilgisinin özellikle artmasına dikkat çekiyorlar.

GEÇEN YIL: 875 BİN YTL AKTARILDI

Cumhurbaşkanlığı bütçesinden başta ADD olmak üzere çeşitli dernek, kurum ve kuruluşlara aktarılan paralar, "Kar amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan transferler" başlığı altında toplanıyor. Cumhurbaşkanlığı bütçesinden ADD başta olmak üzere diğer kuruluşlara toplam 830 bin 60 YTL ödeme yapıldı. 2006 yılında ise 875 bin YTL ödeme yapıldı.

ADD'yi de kışla gibi yönetmekle suçlandı

Hukukçular, bir bakıma darbeci bir yöntemle ADD'nin başına geçen emekli Orgeneral Şener Eruygur'un derneğin kendi tüzüğüne göre üyeliğinin geçersiz olduğunu belirtiyorlar. Çünkü, toplantı yeter sayısı olmadan genel kurul yapıldı ve başkan seçildi. Eruygur'un 27-28 Ocak 2007 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurula da katılmaması gerekiyordu ama katıldı ve darbeci yöntemlerle başkan seçildi. Şener Eruygur'un geçtiğimiz yaz aylarında ADD'ye başkan olmasından sonra dernek içinde yaşanan tartışmalar bir türlü bitmemiş, Isparta Şube Başkanı Mahmut Özyürek, seçimde Eruygur'u destekleyen Nur Serter'in İstanbul üniversitesindeki "ikna odası" uygulamasını ADD'ye taşıdığını söylemişti. Eruygur yönetimi, ADD'yi kışla disiplini ile yönetmekle ve çeşitli idari usulsüzlüklerle suçlanmıştı.

YeniŞafak

"Askerin sırtından politika yapmayın!"

Türk siyaseti başında demoklesin kılıcı gibi sallanan "darbe" tartışmalarından bir türlü kurtulamıyor. Zira eski Cumhurbaşkanı'ndan köşeyazarına sürekli bir "asker hatırlatması" almış başını gidiyor ( Piç Kurusu onlar da , güvendikleri az kalın kafalı generallerde ) .Türker Alkan ise bu isimlere sesleniyor: Ortalığı boş yere telaşa vermeyin!

Radikal'den Türker Alkan'ın yazısı:

Darbe politikası

Çocukluğumda dağlarda dolaşırken ödümü koparan küçük bir vadi vardı. Tepeler, çam ağaçları, çalılar arasında küçük bir pınar, zakkumlar ve sessizlik. Arkadaşlarımla oradan geçerken el ele tutuşur ve bağırarak türkü söylerdik. İnancımıza göre o küçük vadi şeytanların ve ayıların uğrak yeriydi. Bir taraftan bağıra çağıra türkü söyler, bir taraftan da adımlarımızı hızlandırır, sonra da bütün gücümüzle koşmaya başlar ve önümüzdeki tepeciği aşana kadar durmazdık.
Şimdilerde yaygınlaşan 'asker' ve 'müdahale' tartışmaları o küçük vadiden geçişimizi anımsattı. Bu tartışmalar birden o kadar yaygınlaştı ki, kendi başına bir sorun olmaya başladı. Hepimiz bağıra çağıra türkü söyleyerek vadiyi geçmeye çalışan çocuklar gibiyiz.

Doğrusu ben bu kadar gürültüye ve telaşa gerek olduğuna inanmıyorum. Bu tartışmaları başlatan ve sürdürenlerin bir kısmı, 'şaşıp yanılıp darbeye kalkışanlar olacaksa onların gözünü korkutup yıldırarak' kendilerince önlem almaya çalışanlar olabilir. Bir kısmı da yaratılan bu ortamdan yararlanarak politik çıkar sağlamak isteyenlerdir.
Ama ortalığı boş yere telaşa verdikleri kanısındayım.

Dünya da, Türkiye de çok değişti. 1960'ların, 70'lerin koşullarında yaşamıyoruz. Bundan 30-40 yıl önce Orta ve Güney Amerika ülkelerinin hemen hepsi askeri yönetim altındayken şimdi hemen hepsi demokrasiyle yönetiliyor. Doğu Bloku ülkelerinin hepsi demokrasiye geçti. Asya'da askeri diktatörlüklerde büyük bir azalma oldu. İspanya, Portekiz, Yunanistan gibi faşist diktatörlüklerle yönetilen Avrupa ülkeleri demokratikleşti. Afrika ülkelerinin pek çoğu da demokratik yönetim uygulamalarına başladı.

Şunu anımsamakta yarar var ki demokrasi yolunda ilerlemekte en fazla zorlananlar, Müslüman ülkeler oldu. Suudi Arabistan gibi bazı Müslüman ülkelerde hâlâ halk tarafından seçilmiş bir meclisin ve siyasal partilerin bulunmadığını görüyoruz. Bu ülkede kölelik 1962 yılına kadar yasal bir uygulamaydı!

Dünya değişirken Türkiye de yerinde durmadı, değişti. Her şeyden önce askeri darbelerin hiçbir sorunu çözmediğini ve ordunun saygınlığına darbe vurduğunu gördü. Bir darbenin getirdiği anayasal düzenlemelerin diğer bir darbeyle bozulduğuna tanık oldu. Laik ve Atatürkçü olduğunu söyleyen generallerin meydanlarda ayet okuduğuna, din derslerini okullarda zorunlu ders yaptığın tanık oldu. Askeri darbelerin ülke saygınlığına da darbe vurduğunu anladı.
Daha da önemlisi, son 30-40 yılda ülkenin sosyoekonomik yapısı değişti. Sermaye birikimi, sanayileşme, kentleşme arttı, çoğulculuk yaygınlaştı, eğitim düzeyi yükseldi. 1960'ta Ankara Radyoevi'ne el koyarak iletişim denetlenebilirdi, şimdi bu mümkün müdür?

Samuel Huntington yaptığı bir araştırmada şu sonuca varmıştı: Ekonomik gelişmeyle askeri darbeler arasında doğrudan bir ilişki vardı. Kişi başına düşen gelir 500 doların altındaysa askeri yönetim kader gibi bir şeydi. Bu gelir düzeyinin 3 bin doları aştığı ülkelerde ise askeri darbelerin başarılı olma şansı pek yoktu.

Huntington, 1974'te başlayan son demokratikleşme dalgasını da dünya ekonomisindeki olumlu gelişmeye bağlamaktadır.
Kısacası, Türkiye'de şu ortamda bir askeri darbe korkusu yaymanın hiçbir mantıklı nedeni olamaz.
Bana daha çok askerin sırtından politika yapıyorlarmış gibi geliyor. Yanlış bir iş yapıyorlar derim.

Radikal

"Batık” işadamı generallerin tam listesi!

28 Şubat döneminde, batan bankaların yönetim kurullarında emekli generaller vardı. Ama hiçbiri yargılanmadı! Durum böyle olunca Faruk Arslan soruyor: 28 Şubat'ta kurtarılmak istenen acaba özel şirketlerin çıkarları mıydı? iyibilgi zoom

Faruk Arslan’ın yazısının özeti:

28 Şubat ve bankalarda batan paşalar istemiyoruz!

28 Şubat döneminde, batan bankaların önemli bir kısmında yönetim kurullarında emekli generaller vardı. Banka yöneticileri yargılanırken, askerler davadan muaf tutuldular. Bu anlaşılamayan dokunulmazlık zırhı şu soruyu doğuruyor: 28 Şubat'da kurtarılmak istenen acaba gerçekten vatan mıydı, yoksa bankalarda paşalarımızın adıyla birlikte battığı ortaya çıkan özel şirketlerin çıkarları mı?

1990-93 yılları arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapan Muhittin Fisunoğlu Genelkurmay başkanlığı sırasını beklerken Doğan Güreş'in görev süresinin uzatılmasıyla emekliye ayrıldı. Fisünoğlu, Genelkurmay Başkanı olamayınca Sümerbank'ın Yönetim Kurulu üyesi oldu! Mafya babası, 15 yıl yeni hüküm yiyen Sedat Peker'in kurduğu Öztürkler ve Ergenekon yapılanması içinde 'farkında olmadan' göründü. Sümerbank CEO Başkanı Ömer Hayyam Garipoğlu yargılandı, hapislerde süründü, ceza aldı, ama savcılarımız Fisunoğlu'nun ifadesini bile almadı. Fisunoğlu, Sümerbank'ta ne yaptığını soranlara, "Bankacılık alt kadroda teknik bir konu. Yönetim kadrosunda ise teknik bilgi gerektirmiyor (!)" diye kendini savundu. Çünkü Garipoğlu, onu bankacılık bilgisi için değil başka "birikim"leri, "ilişki"leri için yönetimine almıştı. Garipoğlu'nun yediği haltları yazmaya bir köşe yazısı yetmez, kitap yazmak lazım, tabi Fisunoğlu kızmazsa...

Fisunoğlu'nun Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Teoman Koman'ın MİT Müsteşarlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı yaptığı dönemde Diyarbakır-Batman bölgesinde örgütlendirilen Hizbullah konusu halen aydınlatılmamış ve devlet sırrı olarak korunan, tozlu raflara kaldırılmış bir konudur. O yıllarda Fisünoğlu ve Koman Hizbullah'ın "PKK'nın baskınlarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar"dan oluştuğunu açıklamışlardı. Daha sonra 'Domuz bağı' ile öldürülen Zehra Vakfı mensupları gibi dindar Müslümanlar ortaya çıktı. 28 Şubat'ın aktörlerinden Hizbullah'ın derin devletin bir ürünü olduğu o kadar sırıtıyordu ki, pislikleriyle birlikte basına yansıyınca örtbas edildi. Fisunoğlu ve Koman'ın derin ilişkileri Garipoğlu ve Cavit Çağlar'a lazım olmuş olacak ki, emekli olunca transfer edildiler.

Batık bankaların sivil yöneticilerinin içerde veya ceza almış olması, ancak tüm asker üyelerinin toz kondurulmadan dışarıda dolaşması ilginç bir görüntü ortaya çıkarıyor. Yöneticileri arasında "paşa" bulunan Etibank, İnterbank ve Sümerbank'ın, sadece patronlarının hapsedilmesi ve cezalandırılması ilginç bir yaklaşımdı. Oysa yönetiminde paşa bulunmayan Yurtbank ve Egebank'ın ise hem patronları hem de tüm yöneticileri hapsedildi. 28 Şubat'ın ünlü generallerinden Güven Erkaya, daha önce el konulan Bank Ekspres'in ve sürekli el değiştiren Kanal-6'nın patronu Korkmaz Yiğit'in danışmanlığını yaptı. Yiğit'in kimyasını değiştiren, hükümetler deviren Türkbank skandalı yaşanırken, kimse danışmanına soru soramadı. Daha sonra neden başbakanın başdanışmanı yapıldığını sorgulamaya kimse cesaret edemedi.

Çevik Bir ise, doğrudan bir şirkette yer almak yerine ordunun birçok ihalesinde ABD, İsrail ve Almanya şirketleri lehine lobi yapmayı yeğledi. Etibank'ın paşası Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Vural Beyazıt, Dinç Bilgin cezalandırılırken, diğer yönetim kurulu üyeleri cezalandırılmadığı için sorgulanmadan serbest kalan talihlilerdendi. Yine Sümerbank yönetim kurulunda Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli orgeneral Muhittin Fisunoğlu, İnterbank yönetim kurulunda da, Jandarma eski Genel Komutanı emekli orgeneral Teoman Koman, aynı gerekçelerde ne sorgulandı, ne de yargılandı. 28 Şubat sürecinde yargıda bağımsızlığın yok olduğunu simgeleyen çifte standart bir uygulamaya gidildi. Ordu, askeri mahkemede yargılasaydı ve işi sivillere bırakmasaydı bile razıydık. Ülkemizde bırakın darbecileri, batak darbeciler bile cezalandırılamayacak kadar dokunulmaz 'vatansever'lerden oluşuyor. 'Darbe ikliminden neden uzaklaşamıyoruz, ordumuz yıpranıyor' diyenler, önce neşteri bu paradoksa vurmalı.

Bu durumda Can Ataklı, eski patronu Bilgin için "O tek kişilik çetemi ki, sadece o içerde, onun dışında herkes dışarıda" diye soruyordu. Ataklı, "eski komutanların bir de hapse girerek ordunun haysiyetinin daha fazla zedelenmemesini sağlamaya çalışıyorlar. Savcılar da ordunun bu hassasiyeti nedeniyle şimdilik eski komutanlara dokunmuyor" diye yazmıştı. Peki asıl hortumcuları korumak Ordu'nun haysiyetini zedelemiyor mu? Hortumcuları kurtarmaya çalışmak ne zamandan beri haysiyeti kurtarmak oldu? Bu tenakuzu eminim Genelkurmay görüyordur ve kimsenin ordunun adını lekelemeye hakkı olmadığı konusunda ordu içinde gerekli bilgilendirmeyi yaparak 28 Şubat'dan ders çıkarmıştır.

Nitekim Kıvrıkoğlu ve Özkök, Genelkurmay başkanlığı dönemlerinde adı batıklara karışmışları yavaş yavaş tasfiye ettiler. Hiç olmazsa darbeciler terfi yerine emekli edilerek tekdir görmüş oldular ki, bu bile darbecilere iyi bir ders, büyük bir gelişmedir. Ordumuzdaki sağduyu, 28 Şubat acılarıyla epey gelişti.
Bankalara ve özel şirket yönetim kurullarına üyelik veya başkanlık konusunda gelen ısrarlı talepleri, üst düzey bazı komutanımızın geri çevirememe gibi bir zafiyetleri olduğunu biliyoruz. Bu işin geleneksel bir uygulama haline geldiği için fazla kanıksanmadığını belirtmiştim. Yolsuzluklara ve hortumculara engel oldukları sürece dürüstlüğünden şüphe etmediğimiz emekli askerlerimizin yüksek maaşlarla bu makamları işgal etmelerine itiraz edemeyiz. Endişemizin nedeni, tamamen vatansever düşüncelerden kaynaklanıyor. Ordumuzun yıpratılmasına yol açacak biçimde şeytana külahını ters giydiren iş adamlarımız tarafından kullanılmalarından ve dolduruşlarına gelerek sık sık darbe tezgahına gelmelerinden tedirgin oluyoruz.

En iyisi küçük bir kısmının listesini vereyim de ne demek istediğimi anlayın: ( Bir kısmı rahmetli oldu)

Eski Genelkurmay Başkanlarından Orgeneral Semih Sancar (Akbank YK), Org. Muhittin Fisünoğlu (Sümerbank), Org. Teoman Koman (İnterbank), Oramiral Vural Beyazıt (Etibank), 12 Eylül'ün Orgenerallerinden Turgut Sunalp (Netaş ve Garanti Bankası Yön. Kur. Üyesi); Org. Adnan Ersöz (İşbankası Yönetim Kurulu Üyesi); 12 Mart'ın ünlü darbecilerinden Org. Faik Türün (Umumi Mağazalar Yönetim Kur. Üyesi); Org. Süreyya Yüksel (Yaşar Holding Danışmanı); Org. İbrahim Şenocak (Etibank Yönetim Kurulu Başkanı); Org. İsmail Hakkı Akansel (PETKİM Danışma Kurulu Üyesi); Org. Vecihi Akın (AKSİGORTA Yönetim Kurulu Üyesi); Org. Doğan Özgöçmen (Yapı Kredi Bankası Yönetim Kur. Üyesi); Org. Suat Aktulga (LASSA); Org. Şeref Akıncı (Doğuş Holding Yönetim Kurulu Üyesi); Org. Kemalettin Eken (Şekerbank Turizm Yönetim Kur. Üyesi); Org. Sabri Deliç (Profilo Holding Başkan Yardımcısı); Oramiral Bülent Ulusu (AKSA Yönetim Kurulu Üyesi); TİKKO gerillası oğlu Cemil Oka'yı ihbar ederek öldürten Org. Nazif Oka (Hema Holding Yönetim Kur. Üyesi); Org. Halil Sözer (Borusan Yönetim Kur. Üyesi); Korg. Fevzi Aysun (Derborsa Yönetim Kur. Üyesi); Korg. Hikmet Kesim (Türk/ABD Havacılık San. (TAİ) Yön.K.Ü.); Korg. Tevfik Alpaslan (Altay şirketler Grubu); Tümg. Cemil Mete (Minex Savunma Sanayi Yön. Kur. Üyesi); Tümg. Hayri Sözen (Borusan Danışmanı); Tümg. Servet Bilgi (Bekoteknik Yönetim Kur. Üyesi); Tuğg. Tanju Erdem (Yaşar Holding Danışmanı); Tuğg. Fikri Topsever (AKSA Personel Müdürü); Tuğg. Sezer Bilgili (Pamukbank Denetçisi); Tuğg. Şahap Ar (Alarko Holding Yönetim Kur. Üyesi); Tuğg. Sıtkı Sunday (Otomarsan Başkan Vekili); Tuğg. Orhan Köker (Profilo Holding Müşaviri); Tuğg. Yılmaz Oral (Hema Holding Yönetim Kur. Üyesi); Tuğg. Kamuran Gümüşsoy (GİMA Yönetim Kur. Üyesi.)

Askerlerimizin emekli olduktan sonra ilgi duyduğu tek iş mekanı elbette sadece bankalar ve kalbur üstü özel şirketler değildi. 19 Mart 2006 tarihli Zaman gazetesinin 'Turkuaz ekinde eski çalışma arkadaşım Emine Dolmacı'nın ' Siviller askerî vesayet peşinde!: Emret danışmanım' başlıklı haberinde şu ayrıntılara rastladım:

“Cumhurbaşkanlığı makamını işgal planları yapılıyor. Buna izin vermeyeceğiz.” ifadelerini Ankara’da yapılan ‘Cumhuriyet İçin Halk Yürüyüşü’nde kullanan eski Jandarma Komutanı Şener Eruygur, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) başkanlığını yapıyor. Ülker’e ‘yeşil sermaye’ etiketi vuran ve askeri garnizonlarda satışını yasaklayan Genelkurmay’ın istihbarat biriminin başında bulunan, emekli Koramiral Turhan Özer, 2005 yılı sonunda Ülker’in 10 kişilik İstişare Konseyi’ne getirildi. Tümgeneral Armağan Kuloğlu, PKK koordinatörü olarak atanan Orgeneral Edip Başer ve Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ASAM) yönetiminde, Kıdemli Kurmay Albay Atilla Sandıklı Türkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) Genel Müdürlüğü görevinde, Tuğgeneral Süleyman Canpolat Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) Yönetim Kurulu’nda, Tuğgeneral Nejat Eslen ise Global Stratejik Araştırmalar Merkezi Müdürlüğü’nde bulunuyor.
Think tank kuruluşlarında adına sıkça rastlanan askerler, siyasete de heves ediyor. İçişleri eski Bakanı Meral Akşener, Sabah Gazetesi’ne verdiği röportajda, 28 Şubatın paşalarından orgeneral Çevik Bir’in AK Parti’ye danışmanlık yaptığını belirtiyor. (28.11.2005) “Bölgeye gelen askerlerin işlerini ciddiye alıp hizaya gelmeleri için bu kişilerin evlerinin yakınlarına birkaç bomba atardık.” itirafında bulunan Korgeneral Altay Tokat, MHP Merkez Yönetim Kurulu’nda yer alıyor. Kıbrıs Barış Harekatı’nda ismini duyuran Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu ise, emekli olduktan sonra yaptığı Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı’nın ardından geçtiğimiz ay DYP’de basın ve propaganda başkan yardımcısı olarak siyasete girdi. Tümgeneral Osman Özbek, kuruluşunda yer aldığı Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi’ne artık uğramıyor. Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, Oramiral Orhan Karabulut ve Orgeneral Teoman Koman’ın medya gruplarına danışmanlık yaptığı biliniyor. İhlas Ankara Medya Grup başkanı olarak da yine bir emekli asker Nuri Elibol görev yapıyor. Koramiral Atilla Kıyat, Fenerbahçe Kulübü Yönetim Kurulu’nda, Tümgeneral Çetin Uğural, Oramiral Halis Burhan ve Korgeneral Hasan Kundakçı isimleri de Türkiye Sanayici ve İşadamları Vakfı (TÜSİAV) Yüksek İstişare Konseyi’nde yer alıyor.

En fazla asker yönetici yoğunluğu üniversitelerde gözleniyor. Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Haliç Üniversitesi mütevelli heyeti üyeliği görevini sürdürüyor. Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, Bahçeşehir Üniversitesi Global Hukuk Programları Direktörlüğü genel sekreterliğinde bulunuyor. Tuğamiral Mehmet Celayir Koç Üniversitesi genel sekreteri, Orgeneral Edip Başer Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü müdürü, TOBB Ekonomi ve Ticaret Üniversitesi mütevelli heyeti üyesi, Tümgeneral Mehmet Tiryaki Anadolu Bil Meslek Yüksek Okulu Yönetim Kurulu üyesi olarak görevini sürdürüyor.
Elbette, iyi eğitim almış askerlerimizin emekli olduktan sonra atıl kalmalarından yana değilim. Sadece 'militer demokrasi' yapımızın sona ermesini; hukuki temellere ve insan hakları beyannamesi kurallarına dayanan gerçek demokratik ve sosyal devletimizi, bölgesel veya süper güç olarak görmek istiyoruz. Askerlerimizin, ülkemizi askeri darbeler ve vesayet altında yaşayan 3. sınıf bir Afrika veya Latin Amerika ülkesi imajından kurtarmak için bir kere daha 'modern veya post modern' darbe oyununa geleceğini sanmıyorum. 21. yüzyılda, yeni bir 28 Şubat ve batık bankalarda batan paşalar görmek istemiyoruz.

sonsaniye.net

11 Nisan 2007 Çarşamba

KGB'nin beyin okuma timleri

Eski bir KGB generalinin itirafları şok etti: Dünya liderlerinin zihnini okuyabiliyorduk. Psikolojik harbin çalışmalarından olan Beyin okumanın işte gerçek ispatı.


Sovyetler döneminin en korkulan istihbarat birimi KGB'nin bu ünü hak ettiği bir kez daha ortaya çıktı... Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in de eski bir üyesi olduğu KGB'nin, dünya liderlerinin bilinçaltını okuyarak akıllarından ne geçirdiklerini dahi öğrenebildiği iddia edildi.

Eski KGB generali Boris Ratkinov, Rus Rossikaya gazetesine yaptığı açıklamada dünya liderlerinin bilinçaltını okuduklarını itiraf etti.

"Kendi Başkanımızın bilinçaltını da diğer devletlerin ajanlarının
saldırısından koruyorduk" dedi. Liderlerin bilinçaltını istedikleri gibi yönlendirdikleri iddialarına karşılık da "Biz sadece korumakla görevliydik. Yönlendirmemiz yasaktı" dedi.

'YELTSİN'İ KURTARDIK'

Soğuk Savaş öncesi ve sonrasında bilinçaltını okuyabilen 50'ye yakın özel birimler oluşturduklarını söyledi. Eski ajan aynı zamanda bu konuda daha da ilerleme sağlandığını ve pek çok gizli servis tarafından halen kullanıldığını iddia etti. Kendisinin de 1991'den itibaren 6 yıl boyunca Başkan'ın bilinçaltını koruyan bir ekipte görev yaptığını söyledi.

Bir iddiaya göre, Yeltsin'in bilinçaltına hükmeden ajanlar, Japonya gezisini iptal ettirerek muhtemel bir savaşı engelledi. Katıldığı operasyonlara da değinen eski KGB ajanı "Avrupalı ve ABD'li üst düzey bürokratların bilinçaltını okuyorduk" Ancak bu son derece tehlikeli de olabilirdi. Komutu gönderen kişi aniden ölümcül bir hastalığa yakalanabilir" dedi.

SUYUN HAFIZASI VAR!

Fransız bilim adamı ( Fransız bilim adamları ve tarihçilerin üzerine ibnelik az bulunur ) Dr. Jacques Benveniste, araştırmalarda DNA hücrelerinin belli bir frekansta foton (ışık) yaydığını, farklı hücrelerin farklı frekansta titreştiğini, farklı titreşimdeki iki hücre yan yana geldiğinde yeni bir frekans oluşturup birlikte bu frekansta titreşmeye başladıklarını ve elektro manyetik dalgalar ile bir çağlayan yaratıp ışık hızında yolculuk ettiğini keşfetmiş. 1980′lerde başlattığı çalışmalarında suyun hafızası olduğunu anlamış. Suya bir madde ekleyerek bunu 1 milyon kez sulandırmış ve özel bir alet ile aşırı hızda karıştırarak o maddenin yok olacağını tahmin etmiş ama hala maddenin suda mevcut olduğunu görünce deneylere defalarca milyonlarca kez daha sulandırarak devam etmiş. Ancak ne kadar sulandırsa da suyun içine en başta eklenmiş olan maddenin yok olmadığını tespit etmiş. O zaman suyun yüklenen maddeyi bir şekilde hafızaya kaydettiğini anlamış. Bir başka deneyinde suya bir zehir yerine sadece zehirin frekansını yüklemiş ve aynen zehirin kendisi eklenmiş gibi içine koyulan sinekleri öldürdüğünü tespit etmiş.

suyun.JPGBenvenistenin araştırmalarını şüphe ile karşılayan Queens Belfast üniversitesi Profesörü Madeleine Ennis Avrupa ülkelerinde yelpazelenen bir araştırma grubuna katılmış. Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda'dan oluşan ekip Profesör M. Roberfroid tarafından koordine edilmiş. Belçika Katolik Üniversitesinde, Benvenistenin kullandığı orijinal deneyin daha rafine edilmişini kullanarak, yapılan uygulamayla ilgili her dört laboratuardaki bilim adamları deney solüsyonlarının içinde ne olduğunu bilmeden çalışmışlar. Hatta tüplerin bazılarında sadece saf su varmış. Tüm deney bağımsız bir bilim adamı tarafından koordine ediliyormuş. Bu kişi tüm solüsyonları kodluyor ve bilgiyi topluyormuş ama deneylerde bil-fiil çalışmıyormuş, bu yüzden yalan ve dolana yer kalmamış. Yapılan tüm deneyler Benveniste'nin sonuçlarını desteklemiş. Benveniste buna karşılık "12 sene önceye, bizim başladığımız noktaya gittiler" demiş. Benveniste ayrıca "Biyokimyevi maddelerin yaydığı sinyal kaydedilip internet aracılığı ile dünyaya yayılabilir ve bu sinyal biyolojik hücreleri sanki gerçekte o madde varmış gibi etkileyip değişim yaratır" demiş.

Unutmayalım ki; insan bedeninin %85′i sudur. Düşüncelerimiz ve konuştuklarımız bedenimizdeki suya kaydedilir ve o kalitede yaşarız. Şeklimizi, sağlığımızı ve hayatımızı biz oluştururuz. Yaşam muhteşem bir enerjisel danstır, frekansların uyumu, birleşmesi, çatışması, iç içe geçmesi, aşağı-yukarı, sağa-sola, zıt yönlere dalgalanmasının dansı.

suyun2.JPGMasaru Emoto:

"İÇİNDE SU OLAN ŞİŞENİN ÜSTÜNE YAZILMIŞ VEYA SÖZEL SÖYLENMİŞ OLAN SÖZCÜKLER, DÜŞÜNCELER, SUYA ÇALINMIŞ OLAN MÜZİK VEYA OYNATILMIŞ FİLM İLE SUYUN YAPISAL ÖZELLİĞİ DEĞİŞİR."

Yaratıcı Japon bilim adamı Emoto'nun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır.
Bay Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını dondurup fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Bay Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ile su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile kesin olarak şekilsel bozukluk ve rast gele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor.

su.JPG

Bu fotoğraflar suyun inanılmaz yansıtmalarını gösteriyor. Canlı ve her duygu ve düşüncemize tepki veren bir madde. Suyun, çevresindeki titreşim ve enerjiyi kolayca kopyaladığı açıkça ortadadır. Su, bir şey söylendiğinde, ona aktarıldığında, anında etkilenmekte.

Fotoğraflardaki dondurulmuş sulara, dondurulmadan önce ya sözel olarak veya şişenin üstüne yazılarak resimlerin altında yazılı kelimeler yüklenilmiş. Su, kelimelerin enerjisini kopyalıyor ve görüntü olarak şaşırtıcı bir şekilde kelimenin manasını yansıtıyor. Kelimelerin enerjisel frekansları suyun moleküler yapısını değiştiriyor. Yapılan araştırmada ayrıca suya müzik çalınmış, film de oynatılmış. Örnek fotoğraflarda kelimelerin ve müziğin etkisini görebiliyorsunuz. Film oynatıldığında korku filmlerinin, şiddet içeren filmlerin kötü bir etkisi olup, şekil bozuklukları yarattığı görülmüş. (Bu yüzden sizlere bu tarz filmleri hiç seyretmemenizi veya mümkünse hiç olmazsa hemen uykudan önce seyretmemenizi tavsiye ederim. Uykudan hemen önce yapılan şeyler bilinçaltına daha çabuk yerleşir ve etkiler.)

Su hücreler arası bilgi alış-verişini sağlar. Bu şekilde var olabiliyoruz. Sizin gün içinde düşündüğünüz ve söylediğiniz her şey tüm hücrelerinizi etkiler, çünkü bedeninizdeki su bunların enerjisini kopyalayıp hücrelere dağıtır. Dolayısı ile siz bir bakıma düşündüğünüz ve konuştuğunuz şeyler olursunuz, bedeninizi de etkilersiniz. "Ben hep hasta olurum." dediğinizde içinizde dolaşan su o kaliteye bürünüp bunu hücrelere iletir. "Beni hasta ediyorsun, seni öldüreceğim" cümlesi yüklenilmiş olan suyun fotoğrafına bakınız. Düşündüklerinizin ve konuştuklarınızın kalitesinde yaşarsınız. Tüm hayatınız ve sağlığınız hücrelerinizde var olan, atalarınızdan aktarılan ve kendi geçmişinizden gelen bedeninizdeki sudaki bilgilerin kaydıdır.

su2.JPGBir başka örnek var:

Solda "Teşekkür ederim!", sağda "Seni aptal!"

Yandaki resimde Japonya'da iki ilkokul talebesinin, okul için yaptığı bir deneyin sonucunu görüyorsunuz. İki farklı şişeye pişmiş pirinç koyup şişenin birine "Teşekkür ederim!" diğerine ise "Seni Aptal!" diye yazmışlar. Bir ayın sonunda "Teşekkür ederim!" yazılan pirincin renginin sarı ve kokusunun helmelenmiş pirinç gibi olduğunu ve "Seni Aptal!" yazılan pirincin ise simsiyah ve kötü kokulu olduğunu, pirincin bile kelimelerden etkilendiğini görmüşler. Bu deney yayılmış ve dünyada birçok değişik insan aynı deneyi tekrarladığında aynı neticenin elde edildiğini görmüşler. Siz de deneyebilir, farklı kelime veya cümlelerle ne tür netice elde ettiğinizi görebilir, söz ve düşüncenin etkisini bizzat gözlemleyerek yaşayabilirsiniz.


Masaru Emoto'yla ilgili ayrıntılı İngilizce bilgi için:

http://www.masaru-emoto.net ve http://www.hado.net/index2.html sayfalarını ziyaret edebilirsiniz.
Masaru Emoto'nun bilimsel çalışmaları, fotoğrafları ile yayınlanmış olan "The Message from Water" isimli kitabında bulunuyor. www.amazon.com'da DVD olarak da bulabilirsiniz.

Eşine Başını Açtırıp Tümgenerale Göster ( Akıllı Bir Orospu Çocuğu Demiş )

1998'de re'sen emekli edilen Kurmay Binbaşı Mehmet Şahin, ordudan ayrılışını anlattığı kitabında, bir daire başkanının kendisine, “Eşinin başını açtır ve tümgenerale göster” diyerek baskı yaptığını anlattı


Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Ankara Şube Başkanı Kemal Şahin, “Bağımsız Türk Mahkemelerinde Yargılanmak İstiyorum” adlı bir kitap yazdı. Türk Silahlı Kuvvetleri'nden re'sen emekli Jandarma Kurmay Binbaşı olan Şahin, kitabında, evine ziyarete gelen Asayiş Daire Başkanı Albay tarafından hazırlanan “eşinin başörtülü olduğu görülmüştür” yazılı “belge” üzerine, 20 yıllık askerlik hayatına son verildiğini belirttti. Şahin kitabında kendisi ve ailesinin hayatını kökten değiştirecek olan YAŞ kararı öncesi ve sonrası yaşadıklarına yer verdi. Şahin, kitabında 1998 genel atamalarında Jandarma Eğitim Komutanlığı'nda şube müdürlüğü görevine atandıktan kısa süre sonra, 16 Haziran 1998'de olağanüstü toplanan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında T.S.K. Personel Kanununun 94/b “Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma” maddesi ile Subay Sicil Yönetmeliğinin 50/c “tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü, irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar” fıkrası gereğince T.C. Emekli Sandığı Kanununun 39/e maddesine göre ihraç edildiğini belirtti.

BAŞÖRTÜLÜ KARŞILADI

Eşine dosyasının Yüksek Askeri Şura'ya gittiğini söyleyerek onu da henüz karar verilmediği için yavaştan alıştırmaya çalıştığını belirten Şahin, kitapta gelişmeleri şu şekilde aktarıyor: “Eşim ben istersem başını açabileceğini de defalarca söyledi. Ancak ben bunu kabul edemezdim. 16 Haziran 1998 tarihinde YAŞ olağanüstü toplandı ve 'Disiplinsizlik ve Ahlaki Durumum' nedeniyle ihraç edildiğimi öğrendim. Ayrılmamdan altı yedi ay önceydi. İlk sicil amirim olan daire başkanı kurmay albay evimize çocuklarımızın geçirmiş olduğu bir hastalık yüzünden geçmiş olsuna gelmek istediklerini söyledi. Bir akşam eşiyle geldiler. Sohbet ettik ikramlarda bulunduk ve gittiler. Eşim tabiî ki her zamanki kıyafeti ile karşılamıştı, yani başörtülüydü. Bir süre sora Daire Başkanı başka bir daire başkanının da bulunduğu odasında bu konuyu açtı.”

SOKAKTAKİLER DE AÇACAK

Daire başkanının “eşinin başını açması gerektiği” yönünde kendisine epey baskı yaptığını anlatan Şahin, “Daire başkanı; son söz veya nasihat olarak, inat etmememi, eşimin başını açarak alıp harekat başkanı tümgenerale göstermemi ve bu konuyu böylece halletmemi söyledi. Bu teklif bana çok ağır geldi. Hatta inat etmemem konusunda son sözleri, 'Bak bu konu Türkiye'de halledilecek, sokaktaki kadınlar bile başlarını açacak. Gel sen inat etme, mesleğinden de olma' dedi. Ben de çok şaşırdım. Tepki gösterdim. 'Hangi ülkeden bahsediyorsunuz' dedim. 'Bu ülkede kadınlar başlarını açacaklar öyle miı' diye sordum. 'Evet dedi Açacak. 'Buna imkan yok komutanım' dedim. 'Görürsün' dedi. 'görürüz 'dedim ve odasından gergin bir şekilde ayrıldım” diyerek yaşadıklarını anlattı.

EŞ VE ÇOCUĞA İSPİYON

“Emirle; amir ve komutanların dışında bunların eş ve çocuklarına da görev verilerek başlatılan ihbar ve ispiyon mekanizması, çirkinliğin ötesine geçip bunu başlatanların bile midesini bulandırdı” diyen Şahin, “Hanımlar arasındaki rekabet daha dehşetli daha çirkin yaşandı. Çocuklar bile bu çirkinliğin içine çekildi. Eşin başörtülü olması atılmak için tek başına yeter de artar bile. Eşiniz başörtülü değilse kurtulamadınız. Anne babanız, kardeşleriniz veya yakın akrabalarınız veya aile dostlarınız arasında sakallı veya başörtülü olanlar varsa çıranız yandı. Arkanıza takılan meslektaş rakipleriniz gönüllü ihbar sistemini çok kısa bir zamanda oluşturdu” diyerek gözlemlerini okuyucusuyla paylaştı.

Örnek bir askerdi ödülleri de vardı

YAŞ emeklisi Kemal Şahin ordu içerisinde “örnek teşkil eden tutum ve davranışları” nedeniyle takdir toplayan bir asker olması nedeniyle ödüllendirilmişti. Şahin'in 5 adet takdirnamesi bulunuyor. Onlardan birisi de ihracından henüz bir yıl önce verilmişti: “2'nci Jandarma Er Eğitim Tugay Komutanlığı; Sizi emsallerinize örnek teşkil eden olumlu tutum ve davranışlarınızdan dolayı takdir eder, başarılarınızın devamını dilerim. 4 Nisan 1997. Mehmet Volkan, Tuğgeneral, Tugay Komutanı.”

Yazmış imzalamış al sana işte belge

Şahin kitapta sicil belgesine neler eklendiğini de şöyle anlatıyor: “Evime geçmiş olsun ziyaretine gelen Asayiş Daire Başkanı Kur. Alb. H.H. bir kağıdın üst ortasına 'BELGEDİR' yazmış ve altına da 'Evine yapmış olduğum ziyarette eşinin başörtülü olduğu görülmüştür' diye yazmış imzalamış. İşte sana belge. 'Hukuk Devleti' olduğunu ilan etmiş bir ülkenin ordusunun daire başkanlığına atanmış kurmay albayın hazırladığı bir suçlama için yeterli ve geçerli belge. Ve bunu belge olarak kabul eden sıralı sicil amirleri, yani bir tümgeneral, bir torgeneral ve Jandarma Genel Komutanı olan bir orgeneral. Ve YAŞ'ın bilge, yanılmaz üyeleri olan on beş tane daha orgeneral veya oramiral, bu belgeyi belge olarak kabul edip dünya aleme benim eşimin başörtüsü yüzünden irticacı olduğuma karar verdiler.”



Kaynak:YeniŞafak Gazetesi

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik