31 Ocak 2008 Perşembe

Cem Ersever'in kayıp arşivi Veli Küçük'ün evinden çıktı iddiası

Cem Ersever'in kayıp arşivi Veli Küçük'ün evinden çıktı iddiası
Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün çiftlik evinde, öldürülen Binbaşı Cem Ersever'in yıllardır kayıp olan ve JİTEM adlı gayrı resmi istihbarat biriminin gizli arşivinin çıktığı iddia edildi.


Vatan Gazetesi'nde yayınlanan habere göre, İstanbul Terörle Mücadele Şube (TEM) ekipleri tarafından Beşiktaş Levazım Sitesi'ndeki evinden 22 Ocak sabahı saat 06.00 sıralarında gözaltına alınan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün Bilecik Gölpazarı İlçesi Türkmen Köyü'ndeki çiftlik evine de operasyon yapıldı. Küçük'ün özenle koruduğu binlerce sayfalık arşivine el konuldu.

Belgeler incelendikten ortaya müthiş bir iddiaya ortaya atıldı. Emniyetten sızan bilgiye göre devlete ve silahlı kuvvetlere ait "gizli bilgiler"in yer aldığı dokümanlar arasında 1993 yılında öldürülen ve yıllarca JİTEM adlı istihbarat biriminin başkanlığını yapan emekli binbaşı Cem Ersever'in "kayıp olan arvişi" de bulunuyordu.

JİTEM'in başındaydı

İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından büyük bir titizlikle incelenen belgeler tüm dikkatleri yeniden JİTEM adlı istihbarat birimi üzerine çekti. 12 Eylül ihtilalinden sonra bizzat istihbaratçı Veli Küçük tarafından kurulduğu söylenen ancak varlığı hiç bir zaman kanıtlanamayan Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Teşkilatı'nın (JİTEM) başına da Güneydoğu'da PKK ile mücadele eden Binbaşı Cem Ersever getirildi.

Yanına topladığı PKK itirafçıları ve "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım gibi isimlerle bölgede JİTEM adına faaliyet yürüten Ersever, başında bulunduğu kuruluşun kurucusu Veli Küçük'le de yakın ilişki içerisinde oldu.

JİTEM'İ deşifre etti

Ersever, PKK ile mücadele konusunda özellikle de polis bölgesinde zaman zaman "rutin dışına çıkan" JİTEM'in faaliyetlerinden rahatsız olunca Yeşil kod adıyla tanınan Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhul cinayetlerle ilgili Aydınlık Gazetesi'ne açıklamalarda bulundu. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'in kuşkulu bir uçak kazasında ölümünün üzerinden bir ay geçmeden, 17 Mart 1993'de 30 arkadaşı ile birlikte görevinden istifa etti. İstifa mektubunda "Güneydoğu'da yetkili organlar içerisinde oluşturulan bir çete, cereyan eden hadiselerin gerçek boyutlarının Türk Milleti tarafından görülmesini engellemektedir" demiş ve PKK ile mücadelenin eksikliklerini kamuoyuna duyurmaya çalışacağını açıklamıştı.

Öldürüldü, arşiv kayboldu

JİTEM'in "rutin dışı faaliyetleri", Mahmut Yıldırım ve faili meçhul cinayetlerle ilgili anlattıklarından sonra hedef haline gelen Ersever, Aydınlık gazetesine anlattıkları ile ilgili mahkemeye ifade vermek için 24 Ekim 1993'de Ankara'ya gittikten sonra bir daha kendisinden haber alınamadı. Ersever her yerde aranırken önce sevgilisi Neval Boz'un cesedi Ankara Çamlıdere'de, bir gün sonra JİTEM'de çalışan itirafçı Murat Demir'in cesedi Polatlı'da, 4 Kasım 1993'te de kendisinin cesedi Elmadağ'da bulundu. Kim tarafından öldürüldüğü sır olarak kalan Ersever'in Ankara'daki evinde tuttuğu ve içinde JİTEM'le ilgili çok gizli belgelerin bulunduğu "arşivi" de kayboldu.

Küçük'e arşiv sorgusu

Yıllardır sır olan bu arşiv, iddialara göre Veli Küçük'ün Bilecik Gölpazarı İlçesi Türkmen Köyü'ndeki çiftlik evine düzenlenen baskında ortaya çıktı. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'nde 4 gün sorgulanan Veli Küçük, Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde hakim karşısına çıkarken kendisine çok önemli ve gizli belgelerin bulunduğu bu arşiv ile ilgili hakim tarafından sorular yöneltildi.

"JİTEM'in kurucusuyum"

Küçük verdiği cevapta şunları söyledi: "Ben JİTEM'in kurucusu olarak biliniyorum. Kanunda yeri olan bir birimdir. Bu bende bir meslek hastalığı olarak niteleyebileceğim arşivleme alışkanlığından dolayı bana görev sırasında değişik yerlerden ulaşan belgeleri dosyalayarak muhafaza ettim. Emekli olduktan sonra da bu şekilde gelen belgeleri arşivledim. Beni seven insanlar da bu tür bilgi ve belge akışını bana sağlarlar. Evimde bulunan gizlilik niteliği yüksek olan belgeleri arşivlemem, karakterimin ve alışkanlığımın bir yansımasıdır. Aynı zamanda yazıya dökülen gizli konuşma kayıtları da bunun içinde yer alıyor. Evimde, gündemdeki Ergenekon, Lobi gibi belgelerin orijinal nüshalarının çıkması da arşivleme hastalığımdan kaynaklanmaktadır"

Emniyet bilgi vermedi

Veli Küçük'ün evinden Cem Ersever'in arşivinin çıktığı iddiaları üzerine görüştüğümüz bir Emniyet yetkilisi, "yayın yasağı olduğu gerekçesi" ile açıklama yapmadı. Aynı yetkili, "Bu konu ile ilgili herhangi bir açıklama yapmamız şimdilik sözkonusu olamaz. Sorunuza olumlu ya da olumsuz yanıt veremem" dedi.

Cem Ersever, Faili meçhulleri açıklayacaktı!

JİTEM'ci Emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever, öldürülmeden 4 ay önce gazetecilere şu mesajı geçmişti: "Ben, PKK ile mücadelede atılan adımların yanlış olduğunu, mücadelenin ehil ellerce yürütülmesi gerektiğine inanıyorum. T.C.'nin PKK sorununa karşı bir stratejisinin olmadığını ve 1992'de durumu kurtarmak için bilgisizce yapılan K.Irak harekatının devleti bir açmaza soktuğunu düşünüyorum. PKK'ya siyasi kazanımlar getireceğini, güçlenmesini sağlayacağını beyan ederek 1993 yılı Mart ayında Kıdemli Binbaşı rütbesinde, Jandarma Genel Komutanlığı istihbarat grup komutanlığı görevinden kendi isteğimle ve bazı arkadaşlarımla birlikte emekli oldum. 1984'ten bugüne kadar yapılan yanlışlar, ihanetler ve uygulamalar konusunda Türk kamuoyunun aydınlatılması gerektiğine inanıyor ve görüşmeler sonunda belirlenecek bir tarihte Türk basınıyla kamuoyu önünde Talabani'nin ihanetleri, PKK ilişkileri, G.doğu'daki gerçek durum, köy korucuları, itirafçılar, faili meçhul cinayetler hakkında ve bazı siyasilerin örgütsel konumları ile ilgili açıklamalarda bulunacağımı beyan ediyorum."


30 Ocak 2008 Çarşamba

Prof. Hatipoğlu, Rektör Hilmioğlu'na kızdımadı

Prof. Hatipoğlu, Rektör Hilmioğlu'na kızdı



Prof. Hatipoğlu, "Bu rektör maalesef Haziran ayında emekli olacağı için kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Kendisi Sayın Başbakan'a karşı çok iğrenç bir hakarette bulunmuştur. Tiksindim açıkçası bu konuşmasından" dedi.

30 Ocak 2008 13:36

Prof. Hatipoğlu, Rektör Hilmioğlu'na kızdı
Oktay Mahşer'in haberi

Moral FM Ana Haber Bülteni'nde gündeme ilişkin sorularıma cevap veren Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu Başbakan'a yönelik olarak ''Burası Kasımpaşa Cumhuriyeti değil Türkiye Cumhuriyeti'' diyerek hakaret eden İnönü Üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu’na çok ağır eleştirilerde bulundu.

Hatipoğlu, "Bu rektör maalesef Haziran ayında emekli olacağı için kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Kendisi Sayın Başbakan'a karşı çok iğrenç bir hakarette bulunmuştur. Tiksindim açıkçası bu konuşmasından. Zaten sürekli bu tür çıkışlar yapmaktadır. Bu bir bilim adamına yakışmıyor" dedi.

Prof. Dr. Hatipoğlu konuyla ilgili şunları söyledi: "ikkat edilirse sesi çıkan rektörler derin devlete angaje olmuş ve görev süreleri Haziran ayında bitecek rektörlerdir. Bu arkadaşlar iki defa rektörlük yapmışlar ve artık emekli olacaklar giderayak kahramanlık yapmaya çalışıyorlar. Hilmioğlu 22 Temmuz seçimlerinde CHP’den milletvekilliği bekledi olmadı ama önümüzdeki yıllarda olur düşüncesindeler. ODTÜ rektörü de aynı şekilde. Başörtüsü yasağının kalkması aslında rektörlerin elindedir. İsteseler yarın bu yasağı kaldırabilirler. Artık direnmenin zamanı değil. YÖK bu konuyu bir cümle ile çözebilirler. Bu rektörler aslında korkutmayla bir anlamda darbe çığırtkanlığı yapıyorlar. Hele İnönü rektörü bu konuda sabıkalı. Milletvekilliği alamadı, CHP Genel Başkanı olmak istiyor gelecekte. Bu tür açıklamalarının arkasında siyasi ikbal düşüncesi vardır. Demek ki hala umudunu kesmemiş. Ya yiğitçe çık gerçek niyetini açıkla ya da sus"

(moralhaber.net)



Sizi gidi Yobazlarr. Hırsızlarr. Pişkinler. Yalancılarr. Ebeni diyoruz . Biz de duyuyoruz . Silkelerim sizi

Neden her yerde bu adamın fotoğrafları var / AĞIR MI GİRİYOR

Yayla, düşünce cezasına karşı tedbir aldı: Kuşlardan ve ağaçlardan konuşmak lazım
''Atatürk'e hakaret ettiği'' gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılan Prof. Dr. Atilla Yayla, İngiliz The Guardian gazetesine verdiği mülakatta, ''Türkiye'de kuşlar ve ağaçlardan konuşmak lazım'' dedi.


Prof. Yayla, "Bu noktadan sonra okutman olarak çalıştığım okullarda ders vermekte sıkıntı yaşayacağım. Öğrencilerim dersleri izleyebilir, sözlerimi dinleme cihazlarına kaydedebilir ve beni okula şikayet edebilirler. Hayatımı mutsuz ve sıkıntılı bir şekilde sürdüreceğim" dedi. Atatürk'e hakaret ettiği gerekçesiyle İzmir 8'inci Sulh Ceza Mahkemesi'nce 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan Liberal Düşünce Topluluğu Başkanı Prof. Dr. Atilla Yayla'nın cezası, 2 yıllık sürede suç tekrarlanmadığı takdirde iptal edilecek.

________________________________________

The Guardian gazetesine konuşan Prof. Yayla, Türkiye'de akademisyenlerin ifade özgürlüğü kısıtlamaları ve devleti eleştirme hakkının bulunduğunu, fakat bunun gittikçe zorlaştığını belirtti.

Türkiye'deki siyasi ideolojiler, özgürlükler ve insan hakları yerine "kuşlar" ve "ağaçlar"dan konuşmak gerektiğini söyleyen Prof. Yayla, "Bu noktadan sonra okutman olarak çalıştığım okullarda ders vermekte sıkıntı yaşayacağım. Öğrencilerim dersleri izleyebilir, sözlerimi dinleme cihazlarına kaydedebilir ve beni okula şikayet edebilirler. Hayatımı mutsuz ve sıkıntılı bir şekilde sürdüreceğim" dedi.

İnsanların konuşmadan iki kere düşünmek zorunda kalacaklarını vurgulayan Prof. Yayla, "Ben Türkiye'de tanınmış bir kişiyim ve dünyanın her yerinde arkadaşlarım olması nedeniyle güvende olduğumu hissediyorum. Fakat, başkaları için konuşmak zor olacaktır" diye konuştu.

Türkiye'ye dönecek

Prof. Yayla'nın Buckingham Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olduğunu hatırlatan gazete, Yayla'nın gelecek yaz tekrar Gazi Üniversitesi'ne döneceğini yazdı.

Gazete, Atilla Yayla'nın Türkiye'de ifade özgürlüğünü kısıtlayan 40 yasa maddesi bulunduğu görüşüne de yer verdi.

Yayla ne demişti?

Prof. Dr. Atilla Yayla, 18 Kasım 2006'da İzmir'de bir panelde yaptığı konuşmada, "Kemalizm ilerlemeden çok gerilemeye tekabül eder" demiş ve Atatürk için, "Neden her yerde bu adamın fotoğrafları var, diye soracaklar" ifadesini kullanmıştı.

Bu sözlerinin ardından Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Yayla'yı fakülteden uzaklaştırmıştı./ Bizden kacmıyor . Bu laflardan en çok ağır paşalar hüzünlenir. Çok hırsızdırlar. Çok ayıp açıklamalar. öyle konu . Hırsız piçler. Daima rezillik isterler. Götveren İbneler

27 Ocak 2008 Pazar

Aman sus, kimseler duymasın!

Cumhuriyet Gazetesi yazarı İlhan Selçuk, Ergenekon Operasyonu hakkında hala sessizliğini koruyor. Yeni Şafak yazarı Tamer Korkmaz, bugünkü yazısında Selçuk'un sessizliğine değinerek, "Cumhuriyetçiler, operasyon haberini ilk gün gazetelerinin bombalanması hadisesi ile hiç irtibatlandırmadılar" diyor. korkmaz, Seçuk'a, "Sus, kimseler duymasın" diye seslendi...


Aman sus, kimseler duymasın!

Tamer Korkmaz/Yeni Şafak

Sus, sus, sus: Kimseler duymasın!

Cumhuriyet gazetesinin patronu İlhan Selçuk “Ulusalcı Çete”ye yapılan büyük operasyon hakkında dün de tek kelime edemedi!

Cumhuriyetçiler, iki kez manşet yapmış olsalar da operasyon haberini ilk gün gazetelerinin bombalanması hadisesi ile hiç irtibatlandırmadılar…

Olan bitene hayli mesafeli yaklaşmayı sürdürüyor, Cumhuriyet…

Şu ana kadar sadece bir kez; o da ikinci gün ilk sayfasındaki tek sütunluk “Ergenekon” haberinin spotunda “gazetelerine atılan bombalardan” lütfen söz edebildiler…

Yasak savma kabilinden! Hepsi o kadar…

'Ergenekon Operasyonu' Cumhuriyet'e atılan bombalarla son dönemdeki büyük provokasyonların zincirleme ilişkisini ortaya koymuşken, “büyük gözaltı” hadisesinde en fazla Cumhuriyet'in duyarlı olması gerekirdi, değil mi?

Elbette; ama olmadı…

“Operasyon”dan memnuniyetsizliği her halinden belli, Cumhuriyet'in…

Ümraniye cephaneliğinde ele geçirilen bombaların Cumhuriyet'e atılanlarla aynı olduğu saptandığında da “İlhan Selçuk'un gazetesi” sessiz kalmıştı…

Bombaların “Ordu malı” olduğu açığa çıktığında da Cumhuriyet'ten çıt çıkmamıştı!

“Doktor Strangelove İlhan Selçuk” Ordu malı bombalardan endişe etmeyi bırakıp, onları sevmeye mi başladı, acaba?

Cumhuriyet, Danıştay tetikçisi Alparslan Arslan'ı okuyucularına “dinci saldırgan” olarak sunmuştu…

Zaten, senaryo da Arslan'ın “saldırıyı türban için düzenlediği” yalanı üzerine kuruluydu: Ancak, bu numara çok çabuk tükendi…

Arslan'ı o saldırıya yönlendirenlerin “Ulusalcı Çete” olduğunu artık herkes biliyor. Arslan, Cumhuriyet'e “Ordu Malı” üç bomba atan kadroda da yer almıştı!

Hal böyle iken, İlhan Selçuk'un sıkıntısını anlamak hiç de zor değil…

İlhan Bey, Kasım 2006'da Bush'a köşesinden “estetik bir açık mektup” yazmak suretiyle “AKP iktidarının durdurulmasını” istemişti!

Şu meşhur “Tehlikenin farkında mısınız?” kampanyası “laik duyarlılıkla ilgili” gibi görünüyordu!

Acaba öyle miydi?

Emin olunuz, 2006 Mayıs'ında Cumhuriyet'in manşetinden pimi çekilen o kampanyanın gizli mesajı aynen şuydu: “ABD Türkiye'yi kaybetti: Tehlikenin farkında mısınız?”

***

“Ulusalcı” ama “gayrı milli” Ergenekon Çetesi'nin temel özelliği “darbeci” oluşları…

Eh, “Gizli Amerikancı” İlhan Selçuk da “eski tüfek” darbecilerden…

Hasan Cemal, “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” adlı kitabında, “12 Mart döneminde 9 Mart Cuntası mensuplarının beraat etmiş olması nereden kaynaklanmıştı?” diye sormuştu!

Cevabı da şuydu: “Askerle iş tutmamızdan! Örgütlenmemiz derine, Ordu'nun tepelerine doğru gidiyordu…”

Olan “devrimci gençlere” olmuş; cunta liderlerinden Doğan Avcıoğlu Çamlıca Tepesi'ndeki teras katına, İlhan Selçuk da Cumhuriyet'teki yazılarına dönmüştü!

Selçuk'un Ziverbey'de “işkence”den geçmiş olması şu neticeyi değiştirmiyor: 12 Mart döneminin askeri mahkemesi nasıl oldu da, darbe planlayanları fazla geçmeden serbest bıraktı? (Türkçesi, “Ziverbey” sorgulamalarını bir tür “kamuflaj” olarak düşünmeyi dener misiniz?)

12 Mart askeri mahkemesi, MİT'in 9 Mart'çı ekibi takip etmesini yasal bulmamış; böylelikle İlhan Selçuk gibi cuntacıların serbest kalmasını sağlamıştı!

Dikkat ediniz: Cuntayı kurdurtan da, o cuntayı 12 Mart darbesine yedirten de; cuntacıları MİT'e takip ettiren de, sonra askeri mahkemede onları serbest bıraktıran da aynı eldi: “Amerikancı Gizli İktidar”ın “hünerli derin elinden” söz ediyoruz!

FİNAL NOTU: 12 Mart'ta askeri mahkemece uzun süreli bir ceza almaktan kurtarılarak tahliyesi sağlanan kişi Abdullah Öcalan'dan başkası değildi. Uğur Mumcu işbu hadiseyi çözdüğü günlerde suikasta kurban gitmişti!

Ergenekon'da 50 milyon dolarlık sır


8 aylık takipte elde edilen belgelerde, Ergenekon'a yurtdışından 5 yıl içinde 50 milyon doların transfer edildiğini ortaya koydu. Olayın en ilginç yönü ise kilise bağlantısı...

CIA, MOSSAD VE BND BAĞLANTISI

Ergenekon'da 50 milyon dolarlık sır

27 Ocak 2008 13:27

Ergenekon terör örgütüne ilişkin 8 aydır yürütülen soruşturma kapsamında ele geçirilen belgeler, örgüte yurtdışından 5 yılda 50 milyon dolar geldiğini ortaya koydu. Belgelerde transferlerin Türk Ortodoks Kilisesi'ne bağış adı altında yapıldığı da anlaşıldı.

Dikkat çekmemek için Türk Ortodoks Kilisesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol'un üzerinden 'bağış' adı altında transfer edilen paraların, suikastler ve bombalı eylemler için kullanılarak kaos ortamı yaratılacağı belirlendi.

TRANSFER ERENEROL'A

Ergenekon örgütünü uzun süre takip eden polis, soruşturma için önemli belgeleri ele geçirdi. Belgeler, yurtdışından 5 yıl içinde toplam 50 milyon doların Türk Ortodoks Kilisesi'ne bağış adı altında örgüte gönderildiğini kanıtlıyor. Hrant Dink suikastı başta olmak üzere, Türkiye'nin çeşitli illerinde kaos ortamı oluşturarak darbeye zemin hazırlamak için kullanılacağı tahmin edilen paranın, dikkat çekmemek için Türk Ortodoks Kilisesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol'un üzerinden yurda sokulduğu da belgelendi.

KİLİSEDE HAFTALIK TOPLANTI

Kilisede, Ergenekon örgütünün üst düzey yöneticileri olduğu iddia edilen Veli Küçük, Zekeriya Öztürk, Fikri Karadağ ve Kemal Kerinçsiz'le haftalık olağan toplantılar yapan Sevgi Erenerol'un, çok aktif bir rol üstlendiği de belirlendi. Erenerol'un, kilisenin kimliğini kullanarak örgütün yurtdışı işlerine takip ettiği ileri sürüldü.

PKK BAĞLANTISI DA VAR

Örgütün Almanya'da bazı örgütlerle bağlantılı olduğuna dair bilgiler elde edildi. PKK'nın uyuşturucu tacirlerinden alınan haraçlarla kendine maddi kaynak sağlayan örgüt üyelerinin askeri darbe için kaos ortamı oluşturmak amacıyla PKK ve Dev Sol gibi bölücü terör örgütlerinin ileri gelenleriyle görüşmeler yaptıkları belirlendi. Emniyet Genel Müdürlüğü Eski İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, Ergenekon örgütü ile Cumhuriyet mitingleri ve PKK'nın eylemleri arasında son yıllarda paralellik olduğunu söylemişti.

İki gün bir gece sorgulandılar

Ergenekon terör örgütünün üst yönetimini oluşturduğu iddia edilen Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Fikri Karadağ, Sevgi Erenerol, Hüseyin Gürüm ve Güler Kömürcü'nün savcılık ve mahkeme sorguları önceki gün başladı. Gece boyunca devam eden sorgu dün akşama saatlerinde mahkemenin tutuklama kararlarıyla son buldu. Savcı Zekeriya Öz ve Mehmet Ali Pekgüzel, Ergenekon üyelerini iki gün boyunca Hrant Dink ve Trabzon'da rahip Santoro cinayetleri ile Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu suikastı ve ülkede kaos ortamı oluşturmaya yönelik eylem planlarına ilişkin sorular yöneltti.

Kilise BBG Evi gibi

Terörle Mücadele ekipleri Ergenekon terör örgütünü deşifre edebilmek için birbirinden ilginç yöntemler kullandı. Örgüt yönetimindeki Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenerol, Zekeriya Öztürk ve Fikri Karadağ'ın Türk Ortodoks Kilisesi'nde düzenli toplantı yaptığını belirleyen ekipler, 2 ajanı patrikhaneye soktu ve binanın değişik yerlerine 'böcek' diye bilinen dinleme cihazları ile kameraları yerleştirerek örgütü adım adım izledi. İstanbul Polisi'nin el koydu 150 bilgisayardaki bilgilerin incelenmesinin 2 ay süreceği belirtiliyor.

CIA, MOSSAD VE BND

Örgüt üyelerinin yabancı gizli servislerle ilginç ilişkileri de tespit edildi. Kuvvai Milliye Derneği başkanlığını yapan emekli Kurmay Albay Fikri Karadağ'ın CIA ve MOSSAD ajanlarıyla telefon görüşmeleri ve e-mail trafiği belgelendi. Polis, Özer Korkmaz ve Murat Özkan'ı ise 'Alman gizli servisi BND ile bağlantı sağladıkları' gerekçesiyle gözaltına aldı. Üyelerin aralarındaki haberleşmeyi 'kapalı mail sistemiyle' yaptığı ortaya çıktı.

Yeni Şafak

Bakan Çelik'ten Baykal'a sert çıkış: Partini toparlamak için rejimi alet etme


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a seslenerek, ''Sayın Baykal, kongre sıkıntın var anlıyoruz ama bırak şu rejimi, işine bak. Delegenin, milletvekilinin peşinde koş, partini toparla, partini toparlamak için rejimi alet etme'' dedi.


Bakan Çelik, partisinin İl Danışma Meclisi toplantısında yaptığı konuşmada, laf üretmek değil, iş yapmak için iktidara talip olduklarını, milletin de kendilerini yüzde 47 oyla iktidara taşıdığını söyledi.

Milletten aldıkları enerjiyle projeleri hayata geçirmeye çalıştıklarını belirten Çelik, şöyle konuştu:

''Çalışma hayatıyla ilgili düzenleme getiriyoruz, önümüzdeki engel anayasa, 2B ile ilgili düzenleme yapacaksınız, engel anayasa, 'İhtilal mantığıyla hazırlanmış üniversite ve anayasa olmasın' diyorsunuz, engel anayasa, 'Personel rejimiyle ilgili değişiklik, kamu reformu yapalım' diyorsunuz, engel anayasa, 'Daha demokratik bir Türkiye' diyorsunuz, engel anayasa. Anayasanın değiştirilmesi gerektiğini herkes söylüyor. Değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeler ilelebet kalacak, değiştirilmesi gerekenlerle derdiniz ne? Bu anayasası belli zümrelerin anayasası zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Bu, tüm Türkiye'nin anayasası.''

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çelik, milletvekilinin asli görevinin sistem içinde milletin taleplerini yerine getirmek olduğunu belirterek, şöyle devam etti:

''Bu görevden niye rahatsızlık duyuyorsunuz? Son tartışmaların bir anlamı var mı? Halk arasında örtülü örtüsüz, böyle bir probleme rastlamadım. Anketlere baktığınız zaman, bu anlamda bir sorun olmadığı ortadadır. Milletin çoğu Müslüman, bu milletin Müslümanlığından kimsenin şüphesi yok, bu rahatsız edici bir durum da değil. Bu topraklar tarih boyunca tüm inançlara ev sahipliği yapmış ve her inancın özgürce yaşamasını sağlamış, cumhuriyette de bu sağlanmış, gelecekte de bunun sağlanması için gerekli önlemi almıştır. Bunu konuştukça devletle millet arasında engeller koyuyor, uçurumlar açıyorsunuz. Millet için sorun olmayan bir şeyi sorunmuş gibi takdim edince millet devlete karşı sıkıntılarını ifade edemez noktaya geliyor. Buna hakkınız var mı?''

-''LAİKLİĞİN MİADI DOLMADI''-

Milletin taleplerinin ortada olduğunu ifade eden Bakan Çelik, şöyle konuştu:

''Ama enteresan şeyler oluyor. Millet bize iktidar sorumluluğu verdi. Seçimlerde 'Milletten koptun gidiyorsun, uçurumdan aşağıya gidiyorsun toparlan' diye muhalefete de gerekenleri söyledi. Demokraside tek el değil iki el olacak. Eller olacak, tepkiler, eleştiriler, muhalefet olacak. İnadına 'Ben muhalefet görevini de yapmayacağım' diyor. Halbuki millet, 22 Temmuzda 'Bak beni dinle, Ankara'da da ona göre konuş' dedi.''

CHP Genel Başkanı Baykal'ın laiklik, cumhuriyet konularını sık sık gündeme getirdiğini ifade eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Şu an kesin bir sıkıntı var ki laiklik, cumhuriyet konusunu öne atmaya çalışıyorlar. Sayın Baykal, kongre sıkıntın var anlıyoruz ama bırak şu rejimi, işine bak. Delegenin, milletvekilinin peşinde koş, partini toparla, partini toparlamak için rejimi alet etme. 'Laik ve demokratik cumhuriyet devam edecek mi etmeyecek mi?' sorusunun cevabının verilmesi gerekiyormuş. Baykal'a haykırıyoruz, diyoruz ki 'Ey Baykal, demokratik laik cumhuriyet ilelebet devam edecektir, bunu kulağına küpe koy. Laikliğin miadı filan dolmadı ama herkes biliyor ki bilinenin miadı doldu, o da Sayın Baykal'dır.' 'Ben varsam laiklik, cumhuriyet var, yoksa yoktur' mantığı, laik demokratik cumhuriyete yapılacak en büyük kötülüktür. Dün yoktun vardı, bugün varsın var, yarın olmayacaksın, yine cumhuriyet ilelebet devam edecektir.''

-''EMANETE SONUNA KADAR SADIK KALACAĞIZ''-

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, herkesin hayatında din olacak diye bir şeyin söz konusu olmadığını belirterek, şöyle dedi:

''Demokratik değerlere bağlıysanız hayatınızda dinden eser olmayabilir, hepimizin de bu görüşe saygı duyması gerekiyor. Biz onlara bu saygıyı duyarız ama unutmasınlar ki bizim başka neye saygı duyacağımız konusunda da kimse bize çerçeve çizmeye kalkmasın. Bize bu vatanı emanet edenler, İstiklal Savaşı'nı yapanlar, bu aziz toprakları şehit kanlarıyla sulayanlar, 'vatan, din, millet' dediler, vatanı, bayrağı ve devleti bize emanet ettiler. Bu konuda zerre kadar geri adım atmayız. Bunu herkes bilsin. Bu mayaya, bu emanete sonuna kadar sadık kalacağız.''

aa

26 Ocak 2008 Cumartesi

AYDIN DOĞAN VEHBİ KOÇ'UN ÖZ BE ÖZ OĞLUDUR.

AYDIN DOĞAN VEHBİ KOÇ'UN ÖZ BE ÖZ OĞLUDUR.

AYDIN DOĞAN VEHBİ KOÇ'UN ÖZ BE ÖZ OĞLUDUR.
*Yıllar önce Vehbi Koç'un Anadolu’da bir yerde bir oğlu daha olur. Vehbi Koç uzun yıllar bu çocuğu kabul etmez. Soyadını vermeyi asla düşünmez.



*Yıllar sonra bir şekilde mecburen kabullenmek zorunda kalır ama ailesinden gizler. Bu kabulleniş Aydın Doğan'ın palazlandığı dönemdir.
*Yine bir şekilde bir dönem sonra ailesine de söylemek zorundadır artık. Koç ailesi yıkılır, kırılır. Kızları üzüntüden hastalanır. Rahmi Koç elini işlerden çeker. Aile çok kırgındır.


*Ama yapılacak bir şey yoktur. Bu yeni kardeşi kabul etmek istemezler, etmezlerde.


*Aydın Doğan istemesine rağmen bu evlatlığı resmen asla belgeleyemez. Vehbi Koç ailesine söylediğini, maddi destek verdiğini ve bununla yetinmesini söyler.


*Vehbi Koç ölür ve düşünün bu güne kadar bu kadar siyasetçi, devlet adamı, sanatçı, işadamı öldüğünde yaşanmayan bir ilk yaşanır. Mezardan ceset çalınır.


*Aydın Doğan aldırır DNA testinde kullanır ve bıraktırır. Artık o çok istediği belge elindedir. Koç ailesi için ikinci bir yıkım olmuştur bu durum kimseyle paylaşamazlar, susarlar.


*Koç ailesi için yıkım olan bu durum.


*Aydın Doğan ve ailesi için zaferdir ama buruk bir zafer. Doğan ailesi Koç ailesine söz vermesine rağmen yine de bilinsin istemektedir ve bilinçli olarak 1-2 kişiye fısıldanmıştır bu durum. Dedikodular alır başını gider. Koç ailesi eli kolu bağlıdır. Manevi anlamda her türlü
desteği istemeyerek de olsa Aydın Doğan'a vermektedirler.


*Yani kimse sıfırdan zengin olmaz olamaz.


*Sıfırdan başla ve Aydın Doğan gibi ol ne mümkün.


*Ya Vehbi Koç gibi birinin çocuğu olmak lazım ya da kirli işler yapmak.


*Aslında onun gerçek kimliği Aydın Doğan değil Aydın Koç.*

PEKALA AYDIN DOĞAN HAKKINDA BUNLARI BILIYOR MUSUNUZ ?

Sevgili Dostlar;--Türkiye'nin en güçlü medya baronlarından biri olan Aydın Doğan hakkında uzun zamandır yazmayı düşünüyordum. Kısmet bugüneymiş.
Kelkitli bir toprak ağasının oğlu olan(?) ve çok genç yaşta İstanbul'da zahirecilik ve ecza deposu sahipliğiyle iş hayatına başlayan Aydın Doğan bugünkü yerine nasıl yükselebildi acaba. Bunun cevapları geçmişte gizlidir.
İşin gerçeği, Aydın Doğan'ın arkasındaki esas güç Koç Ailesi'dir. Vehbi Koç'un rahatlıkla kullanabileceği ve dikkat çekmeden rakiplerine çelme takabileceği bir örtüye ihtiyacı vardı, bunu da kendisinin otomobil bayilerinden birisi olan Doğan'ı önce zengin edip sonra da medya dünyasına sokarak yaptı.
Doğan'ın zengin edilmesi operasyonu, diğer otomobil bayilerine üretim kısıtlı diye günde 3 araba gönderilirken Doğan'ın bayisine günde 300 araba gönderilmesiyle yapıldı. Zaten çok büyük olan araç talebini İstanbul'da tek karşılayabilen bayi haline getirilen Doğan kısa zamanda zenginleşti.
Bunun ardından Milliyet'i o zamanki sahibi Ercüment Karacan'dan almak için teklif yaptı. Bu teklif gazetenin esas gücü Abdi İpekçi ve ekibi tarafından ret edildi. Bunun sebebi Abdi İpekçi' nin Doğan'ın arkasındaki gücün kim olduğunu bilmesi ve bunun peşinden neyin geleceğini tahmin etmesiydi. Abdi İpekçi 'nin direnişi yüzünden akamete uğrayan medyayı ele geçirme planı, İpekçi' nin daha sonra zavallı bir delinin üstlendiği son derece profesyonelce bir suikastla ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşti. Bugüne kadar kendilerini çok solcu görerek İpekçi suikastını "her zamanki şüphelilere" yamayanlar nedense hiçbir zaman bu suikasttan ticari yarar sağlayan odakları göremediler. Ya da görmek istemediler.
Doğan'ın, Türkiye'nin bir otomotiv üretim üssü olmasını nasıl engellediğini bilir misiniz peki...
Bundan yıllar önce Japon Mazda firması Türkiye'de bir fabrika açmaya niyetlendi. Bize tam bir teknoloji aktarımı yapacak ve bir süre sonra
üretimi tamamen bize bırakacaktı. O dönemde Koç'lar tenekeden İtalyan arabalarına kuş isimleri verip bizlere satmakla meşguldü.
Bu proje için Halis Toprak seçildi. Bir Japon heyeti gerekli görüşmeleri yapmak için Türkiye'ye geldi. Bu sırada Doğan'ın ekipleri haberi almış ve Japonların peşine düşmüştü.
Türkiye'de Toprak Holding'in Japonlarla fabrika kuracağı haberini hemen Koç'lara yetiştirdiler. Sonra bir anda Milliyet gazetesinde Toprak Holding'in bir firması hakkında vergi yolsuzluğu iddiaları başladı ve devlet göreve davet edildi. Piyasaya da birileri Toprak'ın firmasının zor durumda olduğu haberini yayıyordu. Kısa sürede panikleyen müşteriler alacaklarını hemen isteyince firma cidden krize girdi ve anında görev başına koşan maliye tarafından el konuldu. Bu olaylardan sonra Toprak Japonlarla ilişkisini kesti ve aynı anda Milliyet'in haberleri de duruverdi. Bizlerde tenekeden yapılma arabalara binmeye devam ettik. Japonların ikinci bir girişimi de ünlü bir işadamımızın kardeşinin öldürülmesiyle kesilmiştir bilenler bilir.
Sayın Doğan'ın ülkemize ettiği en büyük "hizmetlerden" biri de AKP hükümetini başa getirmesidir. Bunun için Amerika destekli ve birden fazla grubun ortaklaşa hareket ettiği bir komplo kuruldu. Komplonun diğer faaliyetleri sonucu ekonomik kriz yaratılmış, hükümet sallantıya alınmış ve başbakanın sağlık durumu hakkında halk paniğe sevk edilmişti. Seçim kelimesi kamuoyunun kafasına itinayla yerleştirildi. Fakat suni ekonomik kriz ve ardından gelen Derviş önlemleri sayesinde bu seçimin iktidar partileri için felaket olacağı gün gibi ortadaydı. Biraz daha beklenmesi ve halka olanların tam olarak açıklanıp alınan ekonomik tedbirlerin etkisinin kamuoyuna yansımasının sağlanması gerekiyordu. Bunu bilen hükümet üyeleri normal seçim tarihine kadar beklemeyi uygun gördüler.
Normal şartlarda AKP ve Erdoğan'ın tek başına iktidara gelmesi imkânsızdı ama Amerika'nın Irak işgali ve Kıbrıs gibi meseleler bekleyemezdi. Amerika ve Avrupa'yla uyumlu bir hükümetin acilen iş başına getirilmesi gerekiyordu. Eğer bu sağlanamazsa en azından iktidarın MHP kanadı tasfiyeedilmeliydi, çünkü DSP içine malum kişiler zaten sızmıştı ve gerektiği zaman partiyi yönlendirecek güce sahiptiler. Tam bu aşamada Doğan müthiş bir plan kurdu. MHP dışındaki bazı partilerin liderleri ve DSP içindeki kliğin başı olan Hüsamettin Özkan Almanya'ya gazete tesisi açılışı bahanesiyle çağrıldı. Plana göre burada MHP'nin dışlanacağı ve siyaseten etkisiz hale getirileceği alternatif bir hükümet kurulacak veya bu toplantının verdiği mesajla MHP seçime zorlanacaktı. MHP'nin bir üçüncü seçeneği yoktu ve her iki seçenekte de sonuçta kaybedecekti. Hepinizin bildiği gibi bu toplantıdan sonra MHP seçime gitme kararı aldı ve vuruşarak çekilme yolunu seçti.
Seçimlerde Doğan medyası önceden hazırlanmış psikolojik harekât planıyla AKP dışındaki tüm partileri yıpratarak bugünkü hükümetin yolunu açtı.
Sayın Aydın Doğan'ın eski "iyiliklerini" anlattıktan sonra gelelim son iyiliğine. Aydın Doğan bu günlerde de Avrupa Birliğiyle ortak olarak Kıbrıs, Amerika ve İsrail'le birlikte de Güneydoğu Anadolu projesi üzerinde çalışıyor. Bu operasyonlarla ilgili olarak Doğan Vakfı kullanılmakta. Doğan Vakfı bu iş için Amerika Washington'da "Hasna" isimli bir dernek kurdu.

Bu derneğin başında Nevzer Gülümser Stacey adında karışık bir şahsiyet bulunuyor.
Derneğin ilk amacı Kıbrıs'ta Avrupa Birliği politikasına uygun bir şekilde iki kesimli ve Rum hâkimiyetine dayalı bir devlet kurmak. Bu amaçla her ay onlarca Kıbrıs Türkü gazeteci ve yazar Amerika'ya gönderilerek burada yağlıballı geziler ve Rum tezlerini anlatan kurslara tabii tutuluyorlar. Derneğin çıkardığı "Hasna Journal" isimli gazete de her sayısında Denktaş ve Kıbrıslı Türk milliyetçileri aleyhine türlü karalama ve küfür kampanyaları düzenliyor.
Hasna'nın diğer bir ilgi alanı da GAP bölgesi. Burada sulama projeleri kapsamında İsrail'le işbirlği içinde Kibutzlar açılması ve bölge halkının kendi kendini yönetmesi kapsamlı çalışmalar var. Doğan Vakfı'nın destek olarak avuç dolusu para verdiği bir diğer dernek de Technology for Peace (Barış için teknoloji) kuruluşu

olan bu kurumun başında nöroloji doktoru Yannis Lauris isimli Rum istihbaratıyla ilişkili bir Rum bulunmakta.
Sayın Doğan'ın vakıf ve hayır faaliyeti adına giriştiği işler ne kadar ilginç değil mi? Sayın Doğan'ın ülkemize "geçmişte" yaptığı iyilikler için 1999 senesinde Devlet üstün hizmet madalyası aldğını göz önüne alırsak. Bu son faaliyetleri içinde Avrupa'dan "Legion de Honeur" ve Amerika'dan
"Medal of Freedom" alacağını da tahmin edebiliriz.
Keyifleri biraz bozduysam kusura bakmayın.

21 Ocak 2008 Pazartesi

Erdoğan: Harabeyi otel yapalım diyoruz 'istemezük' diyorlar

Erdoğan: Harabeyi otel yapalım diyoruz 'istemezük' diyorlar

21.01.2008 | Sevgi Sayar

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'de turizmde yatırım yapmak isteyenlerin önüne birçok engeller çıkarıldığını belirterek 'Bu engeller çirkin engeller. Ama İnönü'nün söylediği gibi cesur olup bu savaşı kazanacağız' dedi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, turizmde yatırım girişimlerinin çok sayıda engellemeyle karşılaştığını belirterek, adap dışı dediği eleştirilere İsmet İnönü'nün bir sözüyle yanıt verdi. Erdoğan, "Harabeleri verelim otel olsun, tütün depoları renove edilsin diye veriyoruz, hemen 'istemezük' diyorlar. Merhum İnönü'nün sözü, dürüst insanlar ötekiler kadar cesur olmadıkça bu iş kazanılmaz. Şimdi ben de aynı şeyi söylüyorum; en az onlar kadar bizler de cesur olacağız. Cesur olacağız ki bu savaşı kazanalım" dedi.
Dün, Türkiye Otelciler Federasyonu'nun (TÜROFED) Antalya'da yapılan 2'inci Genel Kurulu'na katılan Başbakan Erdoğan, Turizm konusunda en kritik görevin, otel sahiplerine ve işletmecilerine düştüğünü vurguladı. Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: "Karşımızda, 2007 itibarıyla 23 milyon 340 bini yakalamış bir turisti ağırlayan, 20 milyar dolara yakın turizm geliri elde eden bir Türkiye manzarası var. 2002'de turizmimizin durumu düşünüldüğünde bu tablo büyük bir başarıya işaret ediyor. Böylece dünyada en çok turist alan ilk 10 ülke arasına girmiş bulunuyoruz."
Kazanılan bu başarıdan dolayı turizmcilere teşekkür eden Başbakan Erdoğan, sadece teşekkür etmekle yetinmediklerini ve verdikleri sözleri de tuttuklarını ifade ederek uzun süredir konuşulmasına rağmen bir türlü sonuca ulaşılmayan KDV oranının indirilmesi sorununu çözdüklerini hatırlattı. İstanbul'un ise artık yatak kapasitesi itibarıyla kongre turizmi için gelenlere cevap veremediğini kaydeden Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: "İstanbul adeta bir tıkanma noktasında. Çünkü turizmde yatırım itibarıyla arzu edilen yatırım İstanbul'da henüz yok. Niye yok? Yatırım yapmak isteyen olmadığından değil, önümüzün tıkanık olduğundan kaynaklanıyor. Birçok engeller çıkarılıyor girişimcinin önüne. Bunlara bizzat şahit olduğum için çok dertliyim, onun için söylüyorum. Zannediliyor ki her şey düz asfalt, bastırdın mı rahatlıkla gidiyorsun. Değil... Bakıyorsunuz o güzelim asfalt yolları birileri geceden kazıveriyor. Girişimci otel yapacak başlıyor engeller çıkmaya ve bu engeller çirkin engeller. Edebe, adaba uymayan ahlak dışı engeller. Bunlarla hep birlikte mücadele vermemiz lazım. Birkaç tanesine Sayın bakanım da, ben de şahit oldum. Hatta bire bir takip ettiklerim var."
2007 rekoruna Günay'dan teşekkür
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ise turizm sektörünün sanayiden farklı olarak ekonomik gelişme kadar sosyal gelişmeyi de beslediğini ifade ederek, "Hatta İstanbul'da bazı fabrikalar gettolara neden oluyor. Oysa bir yerde turizmin gelişmesi ile sosyal yapı da gelişiyor. Kültürel alışveriş artıyor" değerlendirmesini yaptı. 2007'de Türkiye'nin dünyanın turizm geliri açısından ilk 10 ülkesi arasına girdiğine de işaret eden Günay "Bu yıl sonunda hedefimiz ilk beş arasına girmek" dedi. Bu yıl ocak ayının başından itibaren 83 ülkede Türkiye'nin tanıtım filmlerinin dönmeye başladığını anımsatan Günay sözlerine şöyle devam etti: "Bu yıl tanıtıma 140 milyon dolar ayırdık. Artık biraz farklı yöntemler uyguluyoruz. Temalı destinasyon yaptık. Ege'yi, Antalya'yı ayrı filmle tanıtıyoruz. 23.5 milyon turistin üçte ikisini Antalya ve İstanbul ağırladı. Bundan sonra Mersin'i ikinci Antalya, İzmir'i ikinci İstanbul yapmayı hedefliyoruz."
Kurda destek talebine 'inşallah'
TÜROFED Genel Kurulu'nda turizmciler ise Başbakan Erdoğan'dan "döviz kuru"nun düşüklüğüne çare, istihdamın üzerindeki vergi yükünün azaltılması, yenilenecek tesislere teşvik gibi konularda destek istedi. Bu taleplere "inşallah" mesajıyla yetinen Erdoğan, döviz kurundaki sorunları hemen gidermenin mümkün olmadığını da belirterek,"İnşallah bu konulardaki sorunları çözecek çalışmaları devreye sokacağız" dedi. Konuşmasında KDV indiriminden dolayı Başbakan'a teşekkür eden TÜROFED Başkanı Ahmet Barut ise kışın otellerin açık kalması konusunda önerilerde bulundu. Barut, "Kışın istihdama sağlanacak küçük bir indirimle ilk etapta 50 otelin açık kalması sağlanabilir. Bu da 10 bin kişiye istihdam demektir. 300 odalı 50 otel 5 ay boyunca açık kalsa 100 bin yeni turist üretir. Bu da yaklaşık 850 milyon dolar gelir demektir. Şu anda tüm kıyı şeridinde 94 otel açık" dedi.
Oteller, 54 sektörden alım yapıyor
Genel Kurul'da Ekin Grubu Araştırma Birimi'ne hazırlatılan "Konaklamanın Seyahat Pazarındaki Yeri, Ekonomiye Katkıları ve Turizm Endüstri İlişkileri" başlıklı bir raporda sunuldu. Raporda sektörle ilgili bazı ilginç bulgulara yer verildi. Buna göre raporda turizmin konaklama ve yeme-içme birimleri ile mal ve hizmet alışverişinde bulunduğu sektör sayısının 33'ten 54'e çıktığı belirtilirken, diğer bazı veriler şöyle sıralandı: "Konaklama tesislerinin bu sektörlerden yaptıkları alımlar son yıllarda 5 kat artışla 2.1 milyar dolardan 11.2 milyar dolara ulaştı. Türkiye'de yılda her biri 400 oda, 800 yatak kapasiteli 5 yıldızlı 40 yeni tesis açılıyor. Bu kapasitede bir tesisin kaba inşaatı için 5.5 milyon euro, mekanik tesisat işleri içinde 3.2 milyon euro harcama yapılıyor."

Ahmet Barut yeniden başkan
TÜROFED'in seçimli yapılan 2'inci Olağan Genel Kurulu'nda yönetim kurulu başkanlığına Ahmet Barut yeniden seçildi.

19 Ocak 2008 Cumartesi

Sinan Çetin: Bizim yaşadığımız ortamlarda AK Partili olmak kolay değil

Yapımcı ve yönetmen Sinan Çetin, AK Parti'ye oy verdiği açıkladığında birçok arkadaşı tarafından ayıplandığını söyledi.


AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'nın "Hizmet Yerinde Görülür / Gidelim Görelim" toplantısında konuşan Çetin, "Bizim yaşadığımız ortamlarda AK Partili olmak kolay değil. Sosyetik insanlar. Ben AK Parti'yi neden bütün kalbimle desteklediğimi söylemek istiyorum Çünkü şu anda Türkiye'de sessiz bir devrim gerçekleştiriliyor." dedi.

Türkiye'de hantal, ağır ve hareket edemeyen bir bürokrasi olduğunu hatırlatan Çetin, "Türkiye'de hiçbir iş yapılmazsa herhangi problem olmaz; ama bir şeyler yapılmaya başlanırsa cezalandırılırsınız. Çok ciddi ağır cezalara maruz kalırsınız. AK Parti benim gördüğüm kadarıyla iş yapma sloganıyla hareket ediyor. Bu insanlar ciddi başarılara imza atıyorlar. Dünyada iki tür insan var. Yapanlar ve şikâyet edenler. Umuyorum siz şikâyet edenlerden değilsiniz." diye konuştu.

AP Parti İl Başkanlığı'nın 'Hizmet Yerinde Görülür / Gidelim Görelim' başlığı altında hazırladığı tanıtım programının ikincisi Sütlüce Kültür Merkezi'nde düzenlendi. Toplantıya İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu, AK Parti İstanbul Milletvekilleri Osman Yağmurdereli ve Necat Birinci'nin yanı sıra Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Kenan Işık gibi birçok sanatçı katıldı. Toplantıda ayrıca Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı ile yapımcı ve yönetmen Sinan Çetin de birer konuşma yaptı. Tanıtım toplantısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri tarafından şehir genelinde yapılan kültür ve sanat etkinlikleri anlatıldı. Bakırköy'den Kartal'a, Ümraniye'den Tuzla'ya kadar 17 kültür merkezi inşa ettiklerini kaydeden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, "İstanbul'a 2 yeni tiyatro sahnesi kazandırdık. Tiyatrolarımızdaki koltuk sayısını 3 bin 100'e çıkardık. İstanbul, kongre turizminde 1998 yılında 49. sırada iken, 2006 yılında 17. sıraya yükseldi." şeklinde konuştu.

Yasin Kılıç, Burak Kılıç, İstanbul

Üniversiteye her türden insanın giriş hakkı vardır, bunu engelleyemezsiniz


Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk, ''Üniversite, evren kent demektir. Eğer evren söz konusuysa her türlü yaratık ve bu arada her türden insanın oraya girme, orada bulunma hakkı vardır. Siz bunu engelleyemezsiniz'' dedi.


Selçuk, Eğitim-Bir-Sen Eskişehir Şubesi tarafından Yimpaş Otel'de düzenlenen ''Türkiye'de Demokrasi ve Sivil Anayasa'' konulu konferansta yaptığı konuşmada, bir ülkede her gün demokrasiden söz ediliyorsa o ülkede demokrasinin olmadığı anlamına geldiğini öne sürerek, 2. Dünya Savaşı'nda Hitler'in her gün demokrasiden söz ettiğini, ancak Churchill'in hiç bahsetmediğini söyledi.

Türkiye'de bir demokrasi sorunu olduğunu ifade eden Selçuk, şöyle konuştu:

''Bir ülkede demokrasinin kurulabilmesi için önce ulus devletin kurulması gerekir. Türkiye ulus devletini kurabildi mi? Kurduysa bu nasıl bir devlet oldu? Bugün bu devleti niçin yeterli görmüyoruz? Neden bu devlet ile vatandaş kucaklaşamıyor? Bu sorunu her gün tartışıyorsak demek ki devletimizde de bir eksiklik var. Türkiye 301. maddeyi tartışıyor. Bazıları maddede yapılacak değişik ile Türklüğe hakaretin önünün açılmak istendiğini söyleyerek işi milliyetçiliğe döküyor. 301. madde salt hukuksal sorundur. Bilim içerisinde çözüm aramak zorundasınız. Bunun ulusal duygularla işi yok.

Bu maddede eğer yeni bir düzenleme yapılırsa 8. defa değişmiş olacak. 301. maddenin değişmesi şart, zorunlu. Zaten AB bunu durmadan söylüyor. Söylemese bile değişmesi zorunlu. Çünkü bugünkü uygulamasıyla sonuçlar parlak değil. Bu madde düşünceyi açıklama özgürlüğünü sürekli çiğnemektedir. Ulusal duyguları kışkırtarak madde üzerinde tartışma yapılmasını doğru bulmuyorum.''

Selçuk, 301. madde tartışmalarında hukuk biliminin demagojiye kurban edilmemesi gerektiğini, söz konusu değişikliğin ardından uygulamada bazı sorunların çıkabileceğini, ancak olası sorunların yargıçlar ve savcılar tarafından zaman içerisinde aşılacağını belirtti.

Metin düzeltilmeden yola çıkılmasının yanlış olacağını ifade eden Selçuk, şöyle devam etti:

''Sık sık söylenen bir şey var. Bu metin yeni yürürlüğe girdi deniyor. Hayır. Bu metin Türkiye'de 82 yıldır yürürlüktedir. Kimse kendisini kandırmasın. Eski 159. madde bugün sadece numarası değişmiştir ve 301 olmuştur. Onun için bugüne kadar yapılan bütün uygulamaları da gözetmek suretiyle yeniden gözden geçirilmesi zorunludur.''

-''BİZE SADECE SUSMAK DÜŞER''-

Türkiye'de bir Cumhurbaşkanı tarafından söylenen 'Anayasa bir kez delinebilir' ifadesinin batı toplumunda asla kabul görmeyeceğini ifade eden Selçuk, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Türkiye, devleti hukuk içerisinde düşünmediği için hala bir baba gibi düşünüyor. Devlete baba derseniz kulağınızı çeker. Çünkü çekme hakkını veriyorsunuz. Devlet neden baba olsun ki. Devlet sizin hizmetinizde olan bir cihazdır. Devlet, halk içindir. Halk, devlet için değildir. Vergi veren insanın devleti sorgulama hakkı vardır. Yargı bir olaya el koyduğu zaman herkesin susması ve sonucu beklemesi gerekir. Anayasa Mahkemesi bir olaya el koyuyor herkes fetva veriyor. Herhangi bir yargı organı soruşturma açıyor. Herkes yazıyor, çiziyor. Bize sadece susmak düşer.

İşin garip tarafı, yasamadan, yürütmeden konuşanlar var. Yargıçlar arasında da konuşan var. Ben en çok onlara şaşıyorum. Bakıyorum, durmadan yorum yapıyorlar. Böyle bir ülke, hukuk bilinci açısından zaafı olan bir ülkedir. Hukuk bilincinin olmadığı bir ülkede bazı şeyleri yapmak için çırpınıp duruyoruz. İşte sivil Anayasa deniyor. Anayasa'nın sivili, askerisi olmaz. Anayasa'nın doğrusu olur. Anayasa yapmak zor değildir.''

-''TÜRKİYE'NİN TEMSİL SORUNU VARDIR''-

Selçuk, anayasa yaparken yönetemeyen demokrasinin eski hastalıklarının yeni anayasaya yansıtılmaması için duyarlı olunması gerektiğini ifade ederek, şöyle konuştu:

''Nedir bunlar? Birincisi temsil sorunudur. Türkiye'nin temsil sorunu vardır. Bir önceki Meclis, toplumun yüzde 47'sini temsil ediyordu. Oran, bu Meclis'te yükseldi. Ama istenilen noktada değil. Yüzde 10 barajı bulunduğu sürece Türkiye temsil sorununu çözemez. Hiç kimse kendini aldatmasın. Hukuk, temsil sorununu çözmek için matematikçiye danışır. Almanya'da danıştı. Alman hukukçuları, matematikçilerden yönetimde istikrar, temsilde adaleti sağlayacak bir rakam istemişler. Matematikçi bu rakamın yüzde 5'i aşamayacağını söyler. Peki bizde ne oluyor? Hiç kimse bilime danışıyor mu? Birisi çıkıyor yüzde 10 diyor. İyi ki yüzde 20 dememiş.''

-YARGITAY-

Selçuk, Türkiye'de birilerinin ayak üstü kararlar verdiklerini belirterek, şöyle devam etti:

''1980'de bir general çıkmış, (Askeri Yargıtay var, neden Askeri Danıştay olmasın) demiş. Hemen Yüksek İdare Mahkemesi kuruluyor. Hangi ülkede var? Tek örneği yok. Askeri Yargıtay'ın tek örneği yoktur. Çünkü Yargıtay bir ülkede hukuk normlarının aynı biçimde uygulanmasını ve hukuk disiplinini sağlar. İki Yargıtay kurarsanız hangisine inanacaksınız?

Hangisinin verdiği karar ya da yaptığı yorum doğru olacak? Böyle bir şey olabilir mi? Olamaz. Yeni Anayasa, Askeri Yüksek İdare Mahkemesini haklı olarak kaldırıyor. Ama herhalde öbürünü (Askeri Yargıtay) kaldırmaya cesaret edemedi. Cesaret edeceksin. Bilimden ödün vermeye hakkınız yoktur. Diyeceksiniz ki bir ülkede tek Yargıtay olur, ikinciyi yaptığınız zaman yanlış olur. Türkiye yıllardır bu yanlışı yapıyor ve hiç kimse de sesini çıkarmıyor. Asıl üniversitelerin sesini çıkarması gerekirken onlar da susuyor.''

-ÜNİVERSİTE VE LAİKLİK-

Selçuk, daha sonra üniversiteler ve laiklikle ilgili görüşlerini şöyle açıkladı:

''Üniversite, evren kent demektir. Eğer evren söz konusuysa her türlü yaratık ve bu arada her türden insanın oraya girme, orada bulunma hakkı vardır. Ve siz bunu engelleyemezsiniz. Ama Türkiye'de böyle olmuyor. Üniversite bilim yapılan bir yuva. Üniversitede bütün görüşler sergilenemiyorsa orada bilim yapılabilir mi? Mümkün değil.

Türkiye, laiklik kavramını da tam olarak çözememiştir. Laiklik kavramının çözülememesi Türkiye'de sık sık sürtüşmelerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Oysa laiklik toplumsal barışı kotarmak için bulunmuş en iyi çözüm yoludur. Eğer siz bunu batılı anlamda çözemezseniz sıkıntılar devam edecektir demektir. Türkiye demokrat insanlarını çoğaltmalıdır.''

Yüksek yargıya sert çıktı: Herkes yerini bilsin

Yüksek yargıya sert çıktı: Herkes yerini bilsin
AK Parti Genel Başkanı ve Recep Tayyip Erdoğan, ''Hanımların etkili olmadığı bir siyasi hareketi sadece renksiz ve derinliksiz bulmakla kalmıyor, demokrasinin temsil kabiliyeti bakımında da sakıncalı ve sağlıksız buluyorum'' dedi.


Erdoğan, Haldun Alagaş Spor Kompleksinde yapılan partisinin Ümraniye Kadın Kolları 2. Olağan Kongresindeki konuşmasında, nüfusun yarısını oluşturan kadınları, anneleri ve kızları dışlayan bir siyaset olmayacağını söyledi.

''Göstermelik bir temsil hakkıyla kadınların iradesine ipotek koyan ve onların sadece oylarını isteyen siyaset kurumuyla gerçek bir demokrasi inşa edilemez'' diyen Erdoğan, bugüne kadar bütün siyasi partilerin kadın ve gençlik kollarının olduğunu ama hiçbirinin kadın kollarının kongre yapacak kadar kadınları siyasi temsil düzeyine taşıyamadığını kaydetti.

Başbakan Erdoğan, ''AK Parti'nin Türkiye'ye yeni bir siyaset getirdiğini, öncekiler gibi göstermelik parti organları oluşturmadığını, milletin bütün gücünü, kadını, erkeği, genci ve yaşlısıyla harekete geçirdiğini'' ifade ederek, ''İşte bu zamana kadar görünmeyen millet gücü buradadır'' diye konuştu.

Erdoğan, Ak Parti'yi kurdukları gün siyasetin rotasını milletin bütün fertlerinin birliğinde gördüklerini belirterek, ''İşte siyaset rotamızın vardığı yer burasıdır'' dedi.

Millete güvenerek yola çıktıklarını, milletin de kendine güvenenlere güven verdiğini kaydeden Erdoğan, Türkiye'de siyasetin saygınlığının bitme noktasına geldiği bir dönemde, umudun kapılarını böyle açtıklarını söyledi.

-''MİLLETİN TALEBİ ÜZERİNE KURDUK''-

Başbakan Erdoğan, ''14 Ağustos 2001... Milletin bahtı, ülkemizin bahtı kapandı deniyordu, kapanmadığını gördük ve Allah'ın izniyle bu şerefli emanet bizim omuzlarımıza yüklendi'' diye konuştu.

AK Parti'nin siyasetinin, milleti ve ülkeyi güçlendirme siyaseti olduğunu dile getiren Erdoğan, bu yolda çok kısa zamanda büyük başarılara imza attıklarını, çok daha büyüklerine de imza atacaklarını ifade etti.

Recep Tayyip Erdoğan, ekonomiden uluslararası ilişkilere, enflasyondan büyümeye kadar karanlık bir tünelden Türkiye'yi çıkardıklarını ve aydınlığa kavuşturduklarını anlatarak, ''Biz gençlerimize, kadınlarımıza, siyasetçilerimize ve sanayicilerimize hitap ederken ayrı bir dil ile seslenmiyoruz. Biz Türkiye'yi bütün meseleleri ile bir bütün içinde ele alıyoruz. Türkiye, sizin heyecanınızla, aklınızla, ideallerinizle ve ülke sevginizle geleceğe doğru daha emin adımlarla ilerliyor'' dedi.

Başbakan Erdoğan, Türkiye'de siyasetin ve yönetimin, halkın enerjisi ve heyecanına büyük ihtiyacı olduğunu, bu ihtiyacın her zaman sürdüğünü ifade ederek, sözlerine şöyle devam etti:

''Biz AK Parti'yi kendi özel duygularımızın sesiyle kurmadık. Biz AK Parti'yi milletimizin talebi üzerine kurduk. AK Parti, milletimizin bir ihtiyacı olarak, bir talepten dolayı ortaya çıktı. 81 vilayette kamuoyu araştırmalarımızı yaptırdık ve bu kamuoyu araştırmalarımızın neticesinde milletimiz dedi ki, 'Evet bu işe ihtiyaç var, zamanı geldi. Sizi bekliyoruz. Kurunuz partiyi.' AK Parti böyle kuruldu ve bu helecan tüm ülkemizi 780 bin kilometrekareyi sardı.''

-KADINLARIN HEYECANI-

Başbakan Erdoğan, kadınların gayret ve heyecanın içerisindeki yerinin çok farklı olduğunu ifade ederek, gerek kadın, gerekse gençlik kollarının heyecanlarına heyecan kattıklarını dile getirdi.

Erdoğan, ''Türkiye'de şu anda kadın kolları olarak 852 ilçede örgütü olan başka hiçbir siyesi parti olmadığını'' belirterek, 81 vilayetin tamamında örgütlü kadın kollarının bulunduğunu söyledi.

Kadınların siyasetle ilişkisinin, ülkenin bütün meseleleriyle, bütün dünya ve bütün insanlık ile ilişkisi anlamına geldiğini anlatan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Biz 'bu şarkı burada bitmez' derken, 'beraber yürüdük bu yollarda' derken, Türkiye'nin geleceğini, bugünlerini ve emin adımlarla varacağımız yarınlarını kastettik. Açıkça ifade edeceğim ki, hanımların etkili olmadığı bir siyasi hareketi sadece renksiz ve derinliksiz bulmakla kalmıyor, demokrasinin temsil kabiliyeti bakımında da sakıncalı ve sağlıksız buluyorum. Bu nedenle sizler, siyaset anlayışımızın yenilenmesinde, Türkiye'nin değişim hedeflerinin yakalanmasında ve siyaset kültürümüzün zenginleşmesinde ağırlığınızı koymak durumundasınız.

Hanımlar sadece bu ülkenin, bu nüfusun yarısını teşkil etmiyor; Türkiye'nin yaşadığı bütün kriz ve bütün dar boğazların aşılmasında en büyük yükü yükleniyor, en büyük fedakarlığı yapıyor. Hanımların engin maharet ve fedakarlıkları olmasa, bu toplum, bu büyük ekonomik depremlerin enkazından çıkamazdı. Yaşanan onca sıkıntıya, yokluğa, yoksulluğa rağmen ailelerimizi ayakta tutan, çocuklarımızı karnı tok, sırtı pek dolaştıran, bütün eksik ve gedikleri kapatmak için çırpınan kadınlarımız, bugün ayağa kalkıp geleceğe doğru yürüyen Türkiye'nin de mimarlarıdır.''

Ak Parti Genel Bakanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Türkiye'de milletin kılığıyla kıyafetiyle uğraşmaya kimsenin hakkı olmadığını'' söyledi.

Başbakan Erdoğan, Haldun Alagaş Spor Kompleksinde yapılan partisinin Ümraniye Kadın Kolları 2. Olağan Kongresindeki konuşmasında, Türkiye'nin ekonomisinin bugün geldiği noktayla ilgili rakamlar verdi.

Göreve geldiklerinde Türkiye'nin 180 ülke arasında 26. sırada olduğunu, 5 yıllık sürede 17. sıraya yükseldiğini belirterek, 2002 yılında Türkiye ekonomisinin Avrupa ülkeleri içerisinde 12. büyük ekonomiye sahip olduğunu bildirdi.

Erdoğan, ''Bugün hamdolsun 6. büyük ekonomi durumuna geldik. Biz göreve gelmeden Türkiye'ye giren küresel sermaye 1 milyar dolardı ama şimdi 2006 yılında 20 milyar dolar oldu. 2007 yılında yine 20 milyar dolar. Fazlası var, eksiği yok...'' dedi.

Türkiye'nin, bütçe açığının Gayrı Safi Milli Hasıla'ya oranı bakımından AB ülkeleri açısından en kötü durumda iken, bugün bütçe fazlası veren 9. ülke durumuna geldiğini anlatan Erdoğan, göreve geldiklerinde 181 milyar dolar olan Milli Gelir'e 5 yılda 308 milyar dolar ilave ettiklerini, yine 5 yılda Türkiye ihracatına 100 milyar dolar ilave ettiklerini dile getirdi.

-''ONLARIN İŞİ GÜCE BAŞÖRTÜSÜ''-

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''medyanın bunları yazmadığını'' ifade ederek, sözlerine şöyle devam etti:

''Onların işi gücü başörtüsü; şu, bu... Türkiye nereden nereye geldi, bunu yazsana kardeşim. Bu ülkede, milletin kılığıyla kıyafetiyle kimsenin uğraşma hakkı yok. Olmamalı... Bu, insanların, vatandaşların bireysel tercihidir. Bırak, bireysel tercihi olarak nasıl giyiniyorsa öyle giyinsin. Sen ne karışıyorsun buna. Bu 'din ve vicdan özgürlüğü'ne girmezmiş. Ne özgürlüğüne girer? Bizim önümüze ikide bir Anayasa'yı çıkartmasınlar. En az onlar kadar Anayasayı biz de biliriz.

Bu ülkede eğer kuvvetler ayrılığı varsa, bu ülkede yasama, yürütme, ve yargı erki birbirine müdahale etmeyecekse, herkes yerini, konumunu gayet iyi bilmeli. Kimse yasama, yürütme organının üstünde kendini göremez, bulamaz. Özellikle de kimse ihsası reyde bulunamaz. Yargı makamı ihsası rey makamı değildir. Onlar da görevini, Anayasanın tayin ettiği şartlar içerisinde yapmaya mecburdur. Demokratik hayatın temel unsurları olan siyasi partileri, baskı altına almaya kimse gayret etmesin.

Bizim gayemiz, Atatürk'ün ifade ettiği, muasır medeniyet seviyesine

18 Ocak 2008 Cuma

Başsavcı'ya ortak tepki: Meclis'in üstünde hiçbir güç olamaz

Başsavcı'ya ortak tepki: Meclis'in üstünde hiçbir güç olamaz
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın çıkışı AK Parti ve MHP'yi etkilemedi.
AK Parti ve MHP, üniversitelerde başörtüsü yasağını sona erdirme konusunda kararlı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın tehdit gibi açıklamasına rağmen iki parti de 'geri adım' atmıyor.


Anayasa değişikliği teklifini kamuoyuna açıklayan MHP, ileri bir adım daha atarak AK Parti'den gelecek yeni tekliflere açık olduğunu söyledi. İki parti arasındaki temas trafiğinin ardından Başbakan Tayyip Erdoğan ile MHP lideri Devlet Bahçeli bir araya gelerek son noktayı koyacak. Bu arada Başsavcı Yalçınkaya'nın başörtüsü yasağının kaldırılmasını 'laiklik ve rejim karşıtı' bir girişim olarak değerlendirmesine tepkiler sürüyor. MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural, başörtüsünün siyasi bir simge değil, dini inancın gereği olduğunu dile getirerek, yargı mensuplarının değerlendirmeleri üzerinden siyaset üretmeyi düşünmediklerini söyledi. AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ, yasama, yürütme ve yargının görevlerinin belli olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Yavuz Atar da, Yalçınkaya'nın çıkışının kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düştüğüne dikkat çekti.


Yargıtay Başsavcısı'na ortak tepki: Yasal sınırını aştı

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, AK Parti ve MHP'nin başörtüsü sorununu çözme konusunda mutabakata varmasını "laiklik ve rejim karşıtı" bir girişim olarak değerlendirmesine tepkiler sürüyor. Yalçınkaya'nın toplumda hiçbir dönemde rahatsızlık oluşturmayan başörtüsü hakkında, "halkı çatışmaya götürür" hükmünü vermesi şaşkınlıkla karşılanırken, "kapatma" uyarısını içeren şu sözleri siyasete gözdağı olarak yorumlandı: "Siyasi partiler, hak ve özgürlükleri yasadışı yorumlarla tarif ederek siyasi projeler öne süremezler. Aksi takdirde gerek iç hukuk gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi korumasından yararlanamazlar." Siyasi partiler, Başsavcı'yı sert sözlerle eleştirdi. MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural, başörtüsünün siyasi bir simge değil, dinî inancın gereği olduğunu dile getirerek, yargı mensuplarının bu konudaki değerlendirmeleri üzerinden siyaset üretmeyi düşünmediklerini söyledi. AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ, yasama, yürütme ve yargının görevlerinin belli olduğunu ifade etti. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın Meclis'in yapacağı çalışmalara müdahale edemeyeceğini vurguladı. TBMM Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın yasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullandığını ifade ederken, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, "Hiçbir kurum TBMM'nin üzerinde değildir. Anayasa'nın değişmeyecek ve değiştirilemez ilkeleri dışında düzenleme istedi diye bir siyasi partinin kapatılması, yasa tanımamaktır." görüşünü dile getirdi.

Hukukçular ve siyaset bilimcilerinden de benzer tepkiler geldi. Anayasa taslağının mimarlarından Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yavuz Atar, Yalçınkaya'nın çıkışının kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düştüğüne dikkat çekti. Atar, açıklamada içerik açısından ciddi hukuk hataları bulunduğunu anlattı. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ömer Çaha, siyasal partilerin demokratik sistemin ana omurgasını oluşturduğunu belirterek, Yalçınkaya'nın açıklamalarının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu kaydetti. Başörtüsü özgürlüğünün eğitim hakkı alanına girdiğine işaret eden Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şentop ise "Yasama organları hukuk kurallarını koyar, yargı hukuk kuralları koyamaz. Yargıçlar, hukuk kurallarını tanımlamaya başladığı zaman bu, yargıçlar iktidarına götürür. Bu da hukuk devleti ilkesine aykırı." ifadelerini kullandı.

Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet İyimaya: Başsavcı, yasaların vermediği bir yetkiyi kullandı
Anayasa'yı değiştirme yetkisi sadece TBMM'nindir. Meclis bunu başka herhangi bir organla paylaşamaz. Demokrasi bizim ortak vatanımızdır. Laiklik bizim ortak değerimizdir. TBMM, yükseköğrenim hakkından mahrumiyet noktasında, kılık kıyafet sebebiyle yaşanan sosyal sorunu aşacaktır. Başsavcı, yasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullandı. Anayasal düzen, Başsavcı'nın beyanına bağlı olmaksızın kendi anlamıyla egemendir. Sorun olursa, çözüm de üretilir. Bu sorunu çözecek olan Başsavcılık değil, siyaset kurumudur.

DP lideri Süleyman Soylu: Yargının siyasete müdahalesi hoş görülmemeli
Yargı, hukuku ilgilendiren konularda görüşünü belirtmeli. Siyasetin tartışma zeminine müdahale hoş görülmez. Siyaset, demokratik kurallar içinde bunu tartışabilir. Biz görüşümüzü ortaya koyuyoruz, bütün siyasi partiler koyuyor. Bu da son derece doğaldır. Hem milletin hem de cumhuriyetin temel değerleri bir denge içerisinde yürüyor. Bu konuda kimsenin diğerine üstünlük iddiası olamaz. Bu ülkenin bütün kurumları, siyasi partiler, yargı, sivil toplum kurumları, hem ülkenin temel değerleri hem de milletin milli ve manevi değerlerine sahip olma konusunda bir eksiklikleri söz konusu değildir.

Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan: Millî iradenin yegâne tecelligâhı TBMM'dir
Herkesi toplumu gerecek ve sorunları daha derinleştirecek yaklaşımlardan kaçınmaya davet ediyoruz. Anayasa ve yasa yapma yetkisi, millî iradenin yegâne tecelligâhı TBMM'ye aittir. Hiçbir kişi, kurum ve kuruluş bunun üzerinde değildir. Anayasa'nın değiştirilemez maddeleri dışında, tüm maddeleri milletimizin beklentileri doğrultusunda yeniden değerlendirilebilir. Başörtüsü sorununun çözümü için Anayasa'nın 24. maddesi değiştirilmeli. Hükümeti, böylesi haksız bir uygulamanın sona erdirilmesi konusunda gerekli cesareti göstermeye davet ediyoruz.

BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu: Meclis'in üstünde hiçbir güç yok
Anayasa'da değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif edilemeyecek maddeler bellidir. TBMM, onun dışında her konuda yeni düzenlemelere gidebilir. Demokratik bir ülkede siyasi partiler, olumsuzlukları gündeme taşımak durumundadır. Hiçbir kurum TBMM'nin üzerinde değildir. Anayasa'nın değiştirilemez ilkeleri dışında düzenleme istedi diye bir siyasi partinin kapatılması, yasa tanımamaktır.

AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ: TBMM çalışmalarına müdahale edemez
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yapacağı çalışmalara müdahale edemez. Yasama, yürütme ve yargının görevleri bellidir. Yasama organı, takdir hakkını kullanarak gerekli yasal düzenlemeleri yapabilir. Bu çalışmalar Anayasa Mahkemesi'nin denetimine tabidir. Anayasa'ya aykırılık varsa iptal eder. Anayasa değişikliklerini de şekil bakımından denetler.

MHP Grup Başkan Vekili Oktay Vural: Yargıya göre siyaset yapmıyoruz
Bir siyasi parti olarak, yargı mensuplarının bu konudaki değerlendirmeleri üzerinden siyaset üretmeyi düşünmüyoruz. Biz tartışmadan ziyade, çözümü önerdik. Başörtülü insanların siyasi tercihleri bir partiye yönelik değil. Başörtüsü siyasi simge değildir. Dinî inanç gereği bir tercihin ortaya konulmasıdır. Bunu siyasi simgeye indirgemek ve tartışmayı da bu simge ekseninde yapmak son derece yanlış.

Prof. Dr. Yavuz Atar: Başsavcı, kuvvetler ayrılığı ilkesine ters düştü
Başsavcı'nın açıklamasında içerik açısından ciddi hukuk hataları var. Özgürlüklerin sınırı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, uluslarararası insan hakları sözleşmelerinde açık şekilde belirtiliyor. Özgürlüğün kapsamı, demokratik toplum düzeninin gerekleri, ölçülülük ilkesi ve hakların ihlal edilip edilmediği hususlarına bakılarak belirlenir. Özgürlüklerin yalnızca çağdaşlaşma çerçevesinde genişletileceği fikrinin insan hakları teorisinde yeri yok. Üniter yapıyla kılık-kıyafet arasında kurulan bağ da sorunlu bir yaklaşım. Kılık kıyafetle ilgili serbestlik getirirseniz Türkiye eyaletlere mi bölünmüş oluyor? Laiklik çerçevesinde ele alınırsa, kılık kıyafet laiklik garantisi altındadır. Kılık kıyafet serbestliği, kamu düzenini bozuyor mu, başkalarının hürriyetini ortadan kaldırıyor mu, genel ahlaka aykırı mı, bu kriterlere bakılır.

Prof. Dr. Ömer Çaha: Sistemi değiştirme görevi siyasi partilerin
Şöyle düşünün: Sistem kurmuşsunuz, siyasi partilerin elini ayağını bağlamışsınız, yüz sene sonra sizin sisteminiz moda dışı oluyor. Bu sistemi kim değiştirecek? Çağdaş değerlere, normlara, günün geçerli değerlerine kim adapte edecek? Demokrasi bu görevi siyasi partilere vermiştir. Bu, partilerin görevidir. Siyasi partiler, demokratik bir sistemi faşizme, totalitarizme götüremez. Dengeleyici mekanizma halkın kendisidir, sandıktır. Anayasa ile ilgili formülasyonları, değişiklikleri siyasi partiler getirebilir. Önemli olan sistemin benimsediği temel felsefeden şaşmamaktır. Felsefenin temel parametrelerini, sacayağını belirleyecek olan da siyasi partilerdir.

Prof. Dr. Mustafa Kamalak: Siyasi bir açıklama, hukukî zemini yok
Türkiye'deki başörtüsü yasağı hukuk dışı. Yasak anayasal temeli bulunmayan söylemler ve davranışlardan besleniyor. Başsavcımızın açıklaması da hukuki zemini olmayan, siyasi bir açıklamadır. AKP'nin ve MHP'nin açıklamalarını yerinde buluyorum. Ancak açıklamayla kalınmamalı, problem çözülmeli. Yargıdan gelen bu tip açıklamalar sadece siyaseti değil, ülkeyi kilitliyor. Belirli çevreler diyor ki, bizim belirlediğimiz kalıplar içerisinde konuşabilirsin, dolaşabilirsin. Milli iradeye rağmen hiç kimse bir yere varamaz.

Doç. Dr. Mustafa Şentop: Başsavcı laikliği kendine göre tanımlıyor
Bu açıklama siyaseti daraltıyor. Başsavcı, açıklamasıyla laikliği kendince tanımlayıp, hukuk kurallarını yeniden belirlemiş oluyor. Yasamanın alanına girmiş oluyor. Yasamanın alanına girmek de siyaseti daraltmak demektir. Siyasi partilerin kapatılma sebepleri, Anayasa ve Siyasi Partiler Kanunu'nda belli. Laikliğin tanımı Anayasa'da yapılıyor. Yeni bir tanım başsavcının inisiyatifinde değildir. Anayasa'nın değiştirilemez maddelerinin dışındaki hükümlerini Meclis değiştirebilir. Başörtüsüne serbestlik getiren düzenleme eğitim hakkıyla ilgilidir. Devrim kanunlarıyla ilgisi yok. Şapka desek, sarık desek değil. Kadın kıyafetiyle ilgili, kanunda sınırlayan hiçbir hüküm yok. Türkiye'de 28 Şubat döneminden bu yana yargıçlar iktidarı bulunuyor. Yargıçlar hukuk kurallarını tanımlamaya başladığı zaman bu, yargıçlar iktidarına götürür. Bu da hukuk devleti ilkesine aykırı.

Hukuk ve Demokrasi Kurumu Bşk. Nazlı Ergül: Bu bir vehim ve niyet okuma
Halkı telaşa düşürecek, akşam bildirisi gibi bir açıklama yanlış. Yalçınkaya'nın açıklamalarını, vehim ve niyet okuma olarak görüyorum. Yasama yetkisi TBMM'nin. Yargının görevleri bellidir. Yasama yetkisine karışmanın doğru olmadığını düşünüyorum.

Türban Yasağını Savunanların Çıkmaz Sokağı

Türban Yasağını Savunanların Çıkmaz Sokağı

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin türban aleyhindeki “içtihadının” ardından sevgili laikçilerimiz kararın Türkiye için emsal teşkil ettiğini iddia etmişlerdi!

Bu kesimin “en hızlı atıcısı” Özdemir İnce, AİHM'nin 10 Kasım 2005'teki kararını dahi beklemeden bakın ne yazmıştı:

“Türban yasağının Avrupa üniversitelerinde uygulanmadığını ileri sürerek Türkiye'yi kınayanlar, AİHM kararı sayesinde başta Fransa olmak üzere AB ülkelerinde bu yasaklamanın yeni ders yılında gündeme geldiğini de görecekler…” (10 Temmuz 2004)

* * *

Özdemir İnce'nin “Bu kış Avrupa'daki üniversitelere türban yasağı gelecek!” şeklinde özetleyebileceğimiz Celal Bayar'dan mülhem kehanetinin üzerinden tam dört kış geçti…

Avrupa'daki laik üniversitelerin hiçbiri AİHM'nin yasakçı kararını örnek alarak türban yasağı getirmedi…

Yasak getirmeyi gündemine bile almadı…

Avrupa'nın laik üniversiteleri, “Özdemir İnce Bey/Laikçi Dolaba İki El Revolver” kıvamında ateş eden fanatik şairimizi neden dinlemiyorlar, acaba?

Bir başka deyişle AB'nin laik üniversiteleri AİHM kararını neden takmıyor, dersiniz?

Cevabı çok basit…

Avrupa'daki laik üniversiteler; üniversitede okuyan öğrencileri “kamu hizmetinden faydalananlar” olarak görüyor…

Bu tartışmalar daha önce yapıldığında, mesela dönemin Almanya Başbakanı Schröder ile İngiltere hükümetinin o dönemdeki sözcüsü Avrupa'daki herhangi bir üniversitenin türban yasağı getirmesinin söz konusu dahi olamayacağını açıklamışlardı…

Bu bağlamdaki son haberi de birlikte okuyalım:

“Avrupa Parlamentosu, AB üyesi ülkelerdeki okullarda başörtüsünün yasaklanmasını öneren taslak kararı reddetti…”

Bakınız “okullarda” diyor: Üniversiteleri zaten hiç tartışmıyor!

Fransa “okullarda” o da “devlet okullarında” yasak getirmişti. Birçok AB üyesi ülkede “okullarda” dahi yasak yok…

Başbakan Erdoğan'ın “Türban sorununu çözeceğiz” açıklamasının ardından; Oktay Ekşi gibi kimi laikçi yazarlar çıkmış diyorlar ki:

“Anayasa'nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen o ilk üç maddesi var ya: Onlar durdukça ve AİHM'nin içtihadı değişmedikçe hükümet istediği sonucu alamaz…”

Bu ve benzeri bütün laflar, kamuoyunu yanıltmaya tam teşebbüstür! Gözbağcılık şaheseridir…

Anayasa'daki laiklik maddeleri, asla türban yasağına hukuki temel oluşturamaz!

Ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin türban aleyhindeki kararı da (1991) hukuka ve insan haklarına temelden aykırıdır: “Gizli İktidar”ın o dönemde imal ettiği siyasi bir karardır!

AİHM antetli “türban içtihadı”nın ise Avrupa'daki tek bir üniversite için bile emsal oluşturma şansı yokken; bu kararı alıp Türkiye'deki yasağı meşrulaştırmaya çalışmak “berbat bir sihirbazlık numarası”ndan farksızdır…

* * *

“Türban” asla bir siyasi simge değildir...

1986-87 sezonunda üniversitelerdeki başörtüsü yasağı gündeme geldiğinde dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı “türban” sözcüğünü kullanmıştı…

Kast ettiği elbette “başörtüsü” idi: Özal'ın tesiriyle yasağa karşı “türban” adıyla bir formül bulmak istemişti. Ancak “Statüko” buna geçit vermemişti.

Bugün sanki “türban”la “başörtüsü, eşarp veya tülbent” arasında temelde bir fark varmış gibi “siyaset yapanlar” bu örtünme biçimlerinin hiçbiri ile üniversiteye girilemediğini bilmiyorlar mı?

Hepsine birden –hepimizin gözleri önünde– yasak uygulanıyor!

“Türban siyasi simgedir” yargısı “Gizli İktidar”ın yasakçı filmin başında “din karşıtlığı” adına üretmiş olduğu bir “numara” idi…

Sonsöz: Aslında simge olan “türban yasağı”nın ta kendisidir!

Related Posts with Thumbnails

Bu yazıya Not Ver !


Get your own Chat Box! Go Large!

Nickinizi Değiştirmek için Kendi Nickinize Tıklayın !!!

Film izle komedi komik